Skip to main content

Yedikule Zindanları

Tam boyutlu görseli göster Efsanede anlatılan mahkum paganın ölmeden önce, kendisine her türlü cefayı çektiren Hıristiyan işkencecilerine ettiği feci lanetin latince yankılanışı değil kulağımı tırmalayan.

Saatinden önce geçen Halkalı banliyö treni, havagazı fabrikası tarafında zar zor ayakta kalabilen, bir sonraki seferde yıkıldı yıkılacak gururlu ve kimsesiz ahşap evi, içindeki yolculardan daha etkili sallıyor.

Dondurucu soğuk bir Pazar günümüzü, kentin kıyısında kalmış ve özel bir şirkete kiralanmış hisar-zindanı gezerek değerlendirelim diyoruz. Taksim-Yedikule otobüsü zindanların hemen arkasında son durağına varıyor. Kapıda, bu mekanı işleten firmanın bekçisine, biletsiz, kayıtsız kuyutsuz kişi başı 5 tl ödeyerek içeriye girmeye hak kazanıyoruz.

 

 

Onarım görmüş, sağlam surlarla çevrili otoparka çevrilmiş avlunun solundan, önümüze çıkan her bir deliğe girip çıkarak, girişin hemen solundaki Zindan Kulesinin hemen yanındaki sura çıkan  merdivene temkinli adımlarla tırmanıp gezimize başlıyoruz. Zindan Kulesinin karanlık koridorlarında karşımıza çıkan eli baston ve kitaplı Avanos’lu bilge beyefendiden, Genç Osman’nın boğazlanışına ilişkin ‘taze’ bilgiler aldıktan sonra bu kara zindanın içinde iyice havaya giriyoruz.

 

 

Annesi Rum olan yenilikçi Osman’ın genç yaşta yaşadıklarından daha çok, ısrarla güçlendirmeye çalıştığımız yine de çok zayıf kalan belleğimizin ‘mahpus’ hatıraları gözümüzün önüne geliyor. Gayrettepe’nin irin ve kan kokan dar hücreleri, çelik kapının altından uzatılan içi su dolu kesik süt kutuları, beton zeminde mukavva, sırayla sorguya alınışımızı beklediğimiz hıncahınç dolu sinema salonu, ‘Allah allah diye saldıran’ Birinci Ordumuzun Trafik İnzibat Taburunun dışarıyı göstermeyen rutubetli pencereleri. Birebir yaşamayıp ama en derinimizde duyumsadığımız firarlar, direnişler, isyanlar, katliamlar, her harfi ayrı bir yara açan dost akraba isimler.

 

 

Ne kadar uzak bir dönem de olsa, işkence mekanı ve mahpus olarak kullanılmış bu yerde, taş ve mermerle ilgili öykülere daha farklı ve daha duyarlı bir dikkatle yaklaşıyoruz. Gerçi Güney Pylon’da ikinci katta yer alan ve eskiden kalan tahtaların da kullanıldığı, Genç Osman’ın kellesinin atıldığı kuyunun da yer aldığı mahpusların bulunduğu yer ve eski bir işkence aleti olan içi çivili tencere dışında mekanda hapishaneyi çağrıştıran çok öğe bulamıyoruz. Daha çok Rumelihisarı’na benzeyen, sağlam bir hisar yapısı söz konusu.  

 

Yedikule Zindanları adı verilen ve Bizans deniz surlarının son bulup, Trakya’ya bakan kara surlarıyla birleştiği imrahor bölgesinde bulunan yapı, ilk olarak Bizans döneminde seferden dönen İmparatorun,  şehre konuk gelen kral ve yabancıların karşılanması için bir tür tören ve karşılama kapısı olarak kullanılmıştır.

 

 

Toplam uzunluğu 22 km’yi bulan İstanbul’daki Bizans kara surlarının en görkemli kapısı olan ve döneminde büyük önemi olan Konstantinopolis-Roma yolunun (Via Egnetia) başlangıç noktası olan Altınkapı (Yaldızlı kapı , Porta Aurea), Yedikule’de bulunmaktadır. Altınkapı’ya doğru sur içinden uzanan sağında solunda top mermileri bulunan yola Bizans döneminde Triumphalis yolu denilirdi ve bu yola sefer dönüşlerinde İmparatorun üzerinden şehre giriş yapması için kırmızı halılar serilirdi.

 

 

Yedikule zindanlarının batıya bakan yüzünde bulunan ve iki büyük mermer kule (Genç Osman Kulesi denilen Güney Pylon ve Cephane Kulesi adı da verilen Kuzey Pylon) arasında yan yana duran üç kapıdan ortadaki İmparator ve çok önemli şahıslar tarafından kullanılırken, diğer kapılar giriş ve çıkış olarak halkın kullanımındaydı. Sefer dönüşlerinde İmparator ve ziyaretleri sırasında önemli konuklar orta kapıdan şehre giriş yaparken, Altınkapının iki yanında bulunan devasa kulelerin üstündeki mermer platformlarda şehrin ve İmparatorluğun ileri gelenleri, müzisyenler karşılama için hazır bulunurlardı. Kendine özgü bir cephe mimarisine sahip olan kapıda, mermer bloklarla kaplı cephede büyük kemerin (zafer takı) iç ve dış tarafında kitabe bulunuyordu. Kapı 5. yüzyıl Theodosius dönemine aittir. Theodosius’tan sonra tahta geçen oğlu dört tane yüksek gözlem kulesinden oluşan bir kaleyi, kara surlarıyla ve kapı ile birleştirmiştir.

 Bizans döneminde yapının konumu itibariyle (kentin nispeten dışında oluşu) buraya 868 yılında mermer kuleler arasında yer açılarak buraları zindan olarak kullanılmıştır. İstanbul’un fethiyle birlikte Fatih, mevcut yapıya iç tarafta üç kule daha ekleyerek burayı  surlarıyla yıldız şeklinde bir garnizona çevirmiş ve toplam kule sayısı yediyi bulmuştur. Fetihten sonra 1800 yılına kadar yapı 1800 yılına kadar Devlet Hapishanesi olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde burada devlet hazinesi ve silahlar saklandı. 1851’den sonra sırasıyla Hayvanat Bahçesi, Kız Sanat Evi olarak kullanılmış ve 1968 yılından itibaren İstanbul Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.

 Zindan Kulesinin zemin girişinde, vatanlarından uzakta, 16 ncı ve 17 nci yüzyıllarda Yedikule Zindanı’nda mahpus kalan Macar tutsaklara ilişkin ailelerinin yakın zamanda buraya yerleştirdiği pırıl pırıl mermerden bir anı plaketi bulunuyor.  

Surların üstünden Kız ya da Top Kulesi’ne geçip oradan da Güney Pylon’un yamacına kadar uzanıyoruz. Yalnız Zafer Kapısı’nın iki yanındaki Pylon’lara surların üstünden ulaşma olanağı yok. 

Gezimize surların üstünden dışarıdan Marmara Denizi ve İmrahor semtinin manzarasını izleyerek, giriş kapısı üstündeki bayrak kulesinin içinden geçerek Darı, Hazine Kulesi’ne geçiyoruz. Bu kulenin son kısmındaki rampaya da tırmanıp çevreyi ‘en yüksek noktadan’ izlemenin keyfini sürüyoruz. Sur üstünden III.Ahmed ya da Pastroma Kulesi’ne geçip Edirnekapı yönündeki surları izliyoruz. Buranın hemen yakınında bulunan tek korkuluklu dar merdivenlerden yeniden bahçeye iniyor ve devasa çelik platform sahnenin arkasından dolanıyoruz.  

Yedikule Zindanları 2004 yılında ulusal değerleri satan anlayışın uzantısı olarak ‘özelleştirildi’ ve pilot uygulama olarak dönemin parlak fikirli ‘Kültür ve Turizm Bakanı’ Erkan Mumcu tarafından bir özel şirkete 30 yıllığına kiralandı. Mumcu, kiralamaya ilişkin oluşan tepkilere yanıt olarak “müzelerin birçoğu atıl vaziyette ve iş yaramıyor. Hasan almazsa basan alır” diyebilmiştir ve birçok şeyimizin üzerine olduğu gibi tarihi değerlerimizin üzerine ‘basmıştır’.  

Şehristanbul Derneği’nin İstanbul 1.İdare Mahkemesi’nde Maliye Bakanlığı’na karşı açtığı davada devir işlemi iptal edildi ve bu karar Danıştay 13.Dairesi’nce onaylandı. Şirket hisar avlusundaki zemine dozerlerle girerek, özgün tarihi taşları yerlerinden söktü ve burayı tesfiye ederek yerine mıcır döktü. Avlunun içindeki engebeli arazi yapısı düzeltilirken buradaki mezarlar tahrip edilmiş ve ev kalıntılarının üzeri örtülmüştür. Alanın daha verimli kullanılması için avlu içerisindeki 60 adet yaklaşık yüz yaşındaki sedir ve akasya ağaçları kesildi. Altınkapı’nın hemen arkasına konserlere sahne yapmak amacıyla çelikten sevimsiz büyük bir platform, merkezdeki minare kalıntısının yanına görüntü çekim platformu ve yine sahnenin hemen yanına betonarmeden tek katlı büyük bir betonarme hizmet binası inşaa edildi.

 Platformun arkasında yer alan hizmet binasının orada Pylon’lara çok yakın bir noktada duvarda yakın zamanda büyük bir çöküntü oluşmuş. Altı metre genişliğindeki duvarların ne kadar kalın oldukları bu çöküntü noktasında çok iyi anlaşılıyor.  

Eskiden cephanelik ve zindan olarak kullanılmış Kuzey Pylon’a (Cephanelik Kulesi) giriş yok ya da bu kısım henüz düzenlenmemiş. Hemen karşı tarafta yer alan Güney Pylon (Genç Osman Kulesi)’nin ikinci katını ziyaret ettiğinizde kirişle ve eski çivilerle tutturulmuş ahşap katlarıyla zindanı görebiliyoruz. Rutubetli ve karanlık mekanın orta yerinde Genç Osman’ın kellesinin atıldığı derin kuyu bulunuyor. Kuyunun Marmara Denizine kadar bağlandığı söyleniyor. Yıllar sonra Genç Osman’ın Sultan Ahmed Camii’nda babasının türbesinde bulunan naaşının çıkarılarak kontrol edildiği ve kelesinin türbede olmadığının anlaşıldığı rivayet edilmektedir.  

 

Yazılı belgelere göre, “isyan sırasında Sultan Osman Han'ı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle orta cami'ye götürerek orada hapsettiler. Genç padişah'ın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı ağlayarak; "dün sabah padişah-ı cihan idim, şimdi üryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın; dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler" diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin caniler üzerinde hiçbir etkisi olmadı.

 

Daha sonra Yedikuleye getirilen İkinci Osman Han'a karşı Vezir-i azam Davud Paşa'nın tertibiyle on bir cellat saldırdı. Genç Osman, güçlü kuvvetli olduğundan bunlarla uzun müddet boğuştu ise de, içlerinden birisinin omuzuna vurduğu bir balta darbesi ile yere yıkıldı ve boğularak şehid edildi.(20 mayıs 1622).

 

Güney ve Kuzey Pylon üst tarafta büyük bir mermer terasla birbirine bağlanmış. Bu terastan Yedikule Zindanlarının Kazlıçeşme tarafında yer alan mezarlık, hendek ve önsurları (Bizansta surlar üç bölümden oluşuyordu: Anasur, Hendek, Önsur. Önsurun burçları, ana surun burçları arasına gelecek biçimde yapılmıştı) yukarıdan görmek mümkün. SİT alanı içerisinde yer alan lahana ve marul tarlalarını görünce, sevgili yurdumun ulusal değerleri koruma alanında ne kadar yol aldığını üzülerek daha yakından görebiliyoruz. Kaçak at ve eşek eti kesimhanelerinden Bizans’ın altın kapısı önünde tarihi marul ve kırmızı lahana üretimi!

 

 

Altınkapının önünde, ana sur ile hendek arasında kalan bölgede üç işçi ve bir el arabası kullanılarak restorasyon çalışmaları büyük bir hızla ilerliyor. Ne bir bilim, adamı ne de bilim kurulu. Küçük Altınkapının sağı solu bilinçsizce eşeleniyor. Burada bulunan güneş saatini göremesek de, bahçede içi karanlık bir kuyu daha ve Altınkapının hemen önünde, bir işkence aletine benzeyen, içi çivili büyük bir tencere buluyoruz. 

 

 

Kültür Başkentimizin kıyıda köşede ilgisiz kalmış tarihsel mirasını her gezişimizde olduğu gibi bu kez de ‘özelleştirilmiş’ zindanlarımızı Yedikule yönünde terk ediyoruz ve İmrahor semtinin ara sokaklarında efkar dağıtıyoruz.

 

 

Adını II.Bayezid dönemindeki İmrahor İlyas Beyden alan, İmrahor semti, çevresinde gittikçe daralan ve yeni binalardan, yollardan, tesislerden oluşan ‘uygarlık’ çemberinin içinde sıkışıp kalmış. Eski şehrin kıyısında kalan bu ilginç semtte bulunan İmrahor Camii, Doğu Roma döneminde yapılmış ve bugün ayakta kalan en eski dini yapıdır. Doğu Bizans Konsili Studios tarafından 454 yılında kurulan Studios Manastırının bir parçası olan Aya İoannes Prodomos kilisesi olan yapı, latin istilası sırasında büyük zarar görmüş ve fetih sonrası II.Bayezid devrinde camiye çevrilmiştir. Bugün müzeye dönüştürülen yapıyı ve çok güzel bahçesini gezmek mümkün.

 

 

Son olarak Samatya semtindeki bir ara sokağa sığınmış, bol kedili, balık ağları üzerine sarmaşık tutturulmuş şirin bir çay bahçesinde soluklanıyoruz. İkinci Bahar dizisinin anıları, Ali Haydar’ın onurlu ve dik duruşu, çekim mekanlarıyla birlikte yeniden canlanıveriyor.