Çirkince Şirince olmadan...
Bir bayram tatiliydi; Ayasuluk’tan Klaseas vadisine giden zeytin ve çam ağaçlarıyla bezenmiş yolda, rampada sıralanan araçlar tepede, köyün girişinde sağda solda ana yoldan ayrılan toprak yollara yöneltiliyor. Köyün içerisindeki tüm araç park alanları dolmuş. Ziyarete yeni gelenler yolun sağından, tamamlayanlar ise soldan bir metro istasyonu girişine yönelir gibi sıkış tıkış el temasında ilerliyor. Gözleme kokuları ve toz duman arasında, ‘organik tarımsal ürünleri ya da dantel çorap gibi el işlerini satan bayanlar, mahşeri telaşın müsebbibi konuklara mallarını pazarlamaya çalışıyorlar.
Özgün Rum evleri içerisinde dağın yamacında doğa ile barış içerisinde yaşayan bu dingin yerleşim, son yıllarda insanımızın artan ilgisiyle turistik bir atölyeye hatta fabrikaya dönüşmüş. Aynı kaçınılmaz süreç, Anadolu’nun ‘turistik dolaşım ve pazarına’ apar topar açılmış diğer ‘tüccar ve ticaret sitleri’ yerleşimlerde de yaşanıyor; Safranbolu, Beypazarı, Cumalıkızık ve benzerleri. Keşke yerleşim halkı kendi iradesi ve özgücüyle, yaşaya geldikleri bu güzelim mekanları en ücra köşesine kadar ticarethaneye çevirmeden, girişte bir geçiş ücreti tahsiliyle yetinilse… Şahsen, can dostumuz Süleyman aracılığıyla ürettiğimiz küçük tahta evleri bu köyde satan biri olarak, yöre halkının doğal olarak bu turizm hareketinden para kazanmasına değil itirazımız. Sadece ortaya çıkan görüntüde rahatsız edici unsurlara dikkat çekmek amacım. Dışarıdan gelen konukların araçları, otobüsler, minibüsler yerleşimin içine kadar alınmadan, ‘dışarıda’ bir yerde park ettirilse ve yerel ürünler burada oluşturulacak bir pazarda kolektif bir yapı anlayışıyla pazarlanıp sergilense; ticarete gösterilen özen yerel mimarinin ve kültürel zenginliklerin yanı sıra, atıkların düzgün yönetimi gibi çevre korumaya da gösterilse her şey biraz daha güzel olacak gibi.
Aydınoğulları döneminde azat edilerek bölgeye yerleşmeyi seçen Rumlar, köyün güzelliğini ve çekiciliğini gizleyebilmek için buraya Çirkince demişler. Sonra da Cumhuriyet döneminde, İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa, bu güzide adın yerini Şirince olarak değiştirmiş. Aslında buraya köy demek biraz haksızlık olacak, çünkü tarihsel kayıtlardan o dönemde, 1900’lu yılların başında, Aydın Vilayetinin İzmir Sancağı Kuşadası kazasına bağlı olan ve Osmanlı yönetiminin sadece zaptiye karakoluyla temsil edildiği Çirkince’de yaklaşık 5000 Rum’un yaşadığı bilinmektedir. Eskiden 1800 evin bulunduğu belirtilen yerleşimde bugün eskiden günümüze ayakta kalmayı başarmış 250’ye yakın yapı vardır. Yeni köy camisine doğru alçalan küçük bir dere köyü ikiye bölmektedir. Derenin Batı yakasına İstiklal, Doğu yakasına ise İstihlas (kurtarılma) adları verilmiş. İstihlas Mahallesinde dev bir çınarın altında sonlanan çarşı sokağında kahveler, fırınlar ve dükkanlar yer alıyor.
Girişte yer alan ilkokul Şirince’nin yerleşimini kavrayabilmek için uygun bir yer. Buradan köyü oluşturan evlerin yanı sıra, bahçeler, tepeler çepeçevre oldukça iyi gözlenebilir. Eskiden Çirkince’nin kırsalında, mezrasında bulunan bağ evleri, konaklar, dini yapılardan günümüzde eser yoktur.
Taş döşeli dar sokaklarla ulaşılan ve genelde iki katlı olan beyaz kireç ya da çivit mavi cepheli özgün Şirince evleri kapı, pencere, saçak süsleriyle dikkat çekiyor. Çamaşırhane Sokak altından sokak geçen köprü/geçit biçimindeki 1890 tarihli ev ilgi çekicidir.
Özellikle okul, çeşmesi ve bahçesiyle birlikte anıtsal nitelikte bir yapıdır. İlkokulun Batı ve Doğusunda teraslar yer almaktadır. Yaklaşık olarak 1849 yılında Sultan Abdülaziz’in izniyle inşa edilen bu güzel iki katlı yapının köşe taşlarının Ayvalık’tan getirildiği biliniyor. Kültür Bakanlığı tarafından onarılan ve konumu ve yapısı itibarıyla bu görkemli yapı, ayrıntısını bilmediğimiz bir süreç sonucunda, ilginç bir şekilde uzun süredir lokanta ve Şarapevi olarak ‘hizmet’ vermektedir. İşletmeden ekmek yiyen emekçilere ya da para kazanan girişimcilere saygı duymakla birlikte tarihi yapıdan yükselen köfte, odun ateşinde güveç, ızgara kokuları ve 700 kişilik kapasiteli çatal bıçak sesi, yazının başında dile getirdiğim rahatsızlığın üzerine ekleniveriyor.
Heliopolis (güneş kenti) adlı psikoposluk bölgesine bağlı olan Çirkince kiliseleri, Batı Anadolu’daki diğer merkezler gibi Fener Rum Ortodoks Patrikhanesine bağlıymış. İstiklal Mahallesinde bulunan Yukarı Kilise (Vaftizci Yahya Kilisesi) ve 1992 yılında ahşap kapıları çalınan Aşağı Kilise beldenin dinsel yapılarıdır. Vaftizci Yahya Kilisesi çan kulesi, kemerli kapı üstündeki mermer kuruluş yazıtı ve freskleriyle dikkat çekiyor. Aşağı kilise ise sırasıyla bir dönem cami, düğün salonu ve meyve deposu olarak kullanılmış.
Şirince’deki antik çağ (Helenistik ve Roma) döneme ait izlerden ilki, altta yer alan su değirmeninden Şirince’ye çıkan yolun solunda birkaç yüz metre ötede yer alan, Efes kentine ait bir uyarı kulesi kalıntısıdır. Bu kalıntıya manastır diyenler de vardır. Ayrıca Çirkince Boğazında, Bizans döneminde Ayasuluk’taki St.Jean (Vaftizci Yahya) Kilisesine su taşımak için inşa edilen su kemerleri bulunmaktadır. Ayrıca Şirince’nin kuzeyinde, köye bir saat yürüyüş uzaklığında 350 metre irtifada yer alan bir oyuk olan Kuşini adlı Roma döneminden kalma bir taş mağarası bulunmaktadır. Yaklaşık 100 metre derinliğindeki mağarada bir kaya mezarı ve Hıristiyan azizlerine ait freskler bulunduğu bildirilmektedir.
Çirkince’nin Rum halkı, Lozan Anlaşmasında yer alan ve 1923 yılında imzalanan “Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol”un uygulanmasıyla 1924 yılının sonuna doğru Ayvalık, Erdek, Çeşme ve İzmir limanlarından ‘anavatanlarına’ gönderildiler. Karşılığında Selanik, Manastır ve Provuşta’dan Türk mübadiller İzmir’e deniz yoluyla, oradan da Şirince’ye getirilmişler. Her iki hükümetin hazırlıklardaki eksikliği ve dönemin yetersiz koşul ve imkanları nedeniyle, nakil sırasında gemilerde baş gösteren hastalıklar yüzünden birçok kişi hayatını kaybetmiş. Mübadillerin terk ettikleri taşınmazlar oluşturulan komisyonlar tarafından tespit edilerek, gidilen ülkede eşdeğer koşullarda terk edilmiş taşınmazlar kendilerine devredilmiş.
Komşu köyümüz Şirince’yi, onu daha az turistsiz bulabileceğimiz aykırı zamanlarda, hafta içi ve kışın gezmeyi tercih ettim. Hatta Yeniköy’e dönerken Selçuk’a inmeden, Çamlık’a giden olağanüstü güzel orman yolunu kullandım. Şirince’yi solurken, evlerin kireç duvarlarıyla, yol döşeme taşlarıyla temas ederken, Dido Sotiriou’nun yazdıklarıyla, eski dönemlerdeki sade yaşamını gözümüzde canlandırmaya çalıştık:
“Kendi arazisinin efendisiydi her köylü. İki katlı bir evi vardı köyde herkesin. Ayrıca ceviz, badem, elma, armut, kiraz ağaçlarıyla ve sebze bahçeleriyle çevrili, yazlık bir evi vardı. Ve kimse bahçesini çiçeklerle donatmayı ihmal etmezdi. Ve dört bir yandan fışkıran akarsuların ne kış, ne yaz kesilmezdi türküsü…”