Skip to main content

Boğazın Garipçe kaderi

  Kent dışına attığımız her adım, geriye döndürülemez kaçınılmaz sonun tanıklığında, ölmek üzere olan uzak akrabalara yapılan hüzünlü ziyaretlere dönüşüyor. Birinci, ikinci köprü derken şimdi ormanlık alanların bağrına saplanacak bir üçüncü köprü katliamı devlet eliyle Garipçe’den Poyrazköy’e uzanarak tasarlanıyor.

 

Paftalar üzerinde gezinen tombul ve yağlı parmaklar, bu kez öncekilerden farklı olarak besmeleler eşliğinde, boğazın Karadeniz çıkışına yakın bu bölgenin her iki yakasına işaretler konduruyorlar. Doğal sit alanları, askeri bölgeler, delik deşik edilen ormanlık alanlar üzerinde iğrenç ‘beyin fırtınaları’ estirilerek gerçekleştirilen ahlaksız paylaşımlar tamamlanmış gibi. Üçüncü köprünün güzergahının açıklanmasında artık sakınca kalmamıştır. Bugüne kadar yüz binlerce ağaç kesilerek ormanın ortasında Kilyos, Uskumruköy, Zekeriyaköy, Gümüşdere, Arıköy, Demirciköy gibi bölgelerde inşa edilen ‘güvenlikli’ villaların yanı sıra, Koç Üniversitesi gibi yeşil alan katliamıyla ormanın ta göbeğine yapılan ‘ilim ve irfan yuvaları’ndan geriye kalan doğal alanları da farklı bir son beklemiyor.

 

Garipçe, Sarıyer’e 10 km uzaklıkta zamanında askeri bölge içerisinde sıkışıp kalmış, boğaz kıyısında balıkçılar tarafından oluşturulmuş küçük bir yerleşimimiz. Sit alanı içerisinde olduğu ve inşaat yasağı olduğu için binaların çoğu bakımsız durumda. Kaledeki görevlilerin zamanla oluşturduğu yerleşim 1877 Rus Harbinden sonra bölgeye Karadeniz’den göç eden vatandaşlarımız tarafından mesken edinilmiş. Çoğunluğu Trabzon Sürmene kökenli yurttaşlarımızdan oluşan bugünkü köylüler üçüncü köprünün köyü hemen arkasındaki burna yapılmasına, imar izni çıkması ve arazilerinin değerlenmesi ümidiyle ‘garip’ bir şekilde seviniyorlar.

 

Biz araçla geldiğimiz için sahildeki lokanta ‘panayırı’nın tam göbeğine düşmemek ve biraz da köyü yürüyerek soluyabilmek için aracımızı mezarlık tarafından ayrılan ara yolun alt kısmında bırakıveriyoruz. Caminin yanından hemen yüz metre aşağıdaki merkeze deniz kenarına iniveriyoruz. Bugün Cumartesi olmasına rağmen yine de hatırı sayılır bir kalabalık bu küçücük köye akın edip, yarısı şirin ve küçücük bir kumsaldan oluşan koyun bu elli metrelik tek sahilini doldurmuş. Aklı evvel girişimciler minicik kumsal dâhil tüm sahili iki sıra masalarla doldurmakla kalmamış, manzarayı tamamlamak için hemen arkadaki düzlüğün de özel araç parkına dönüştürülmesi fikrini geliştirmişler. Yiyecek, içecek, balık, midye, kalamar, kahvaltı pazarlamadaki bu atılımcı ruh ne yazık ki ortalığın temizlenmesi ve ziyaretçilerin bu şirin köyü tercih etmelerini sağlayan kale, kule ve köy içinin düzenlenmesi konusuna eğilmekten kaçınmış. Halbuki Garipçe’nin bütünlüğünü bozan ve kimi koya çok yakın, kalenin burnunun dibinde kalan yapılar sahipleri mağdur edilmeden yıkılsa, kale köyün kendi olanakları ile onarılsa, köyün kuzey ve güneyinde yer alan ilginç ve devasa kayalıklara giden platform ve yollar yapılsa, Garipçe’nin elindeki en büyük koz olan köyün hemen gerisindeki tepede bulunan çok ilginç ve harap olmamış Ceneviz Garipçe Kulesi ve kuleye doğru giden taşlık patika, doğayla iç içe yapısı korunarak elden geçirilse, özel araçlar köyün 500 metre üst tarafında oluşturulacak bir otoparkta bir araya getirilerek köy içine girişleri engellense, köy içindeki az sayıdaki tarihi yapı onarılsa (hatta sahilde tepesinde geyik boynuzu bulunan büyükçe evde köydeki bilumum eski antik eşya ve gereçler bir araya getirilerek sergilense) daha iyi olmaz mı? Bu işler köy tüzel kişiliğinin önderliğinde yapılsa ve buradan sağlanacak gelirler köyün imarında, evlerin onarımında, köy halkı yararına kullanılsa ne güzel olur. Ancak ne yazık ki böyle olmuyor. Devletin Kültür ve Turizm Bakanlığı böylesi bir çalışmaya ön ayak olacak yerde, çareyi Garipçe Kalesini ve Kulesini ticari ve sosyal amaçla mekanlar olarak İŞLETİLMESİ için 49 yıllığına kiraya veriyor! İstanbul 3 numaralı Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu da toplam 9 bin 10 metrekarelik alanın bu amaçla kullanılabileceğine kayıt altına almış. Çevre ve Orman Bakanlığı da 10 Eylül 2009'da alanın kesinleşmiş orman tahdidi dışında kaldığını, 5225 Sayılı Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Kanunu kapsamında kullandırılmasında ormancılık çalışmaları bakımından herhangi bir sakınca bulunmadığını belirtmiş. 'İşletilmeden' önceki son hâliyle buraları gördüğümüze seviniyoruz!

 

Yiyeceklere gömülmüş insanlarla dolu masaların arasından sahile oradan da merdivenlerde hemen yakındaki kale’ye çıkıyoruz. Köyün kalesinin bulunduğu yerde muhtemelen Cenevizliler devrinde de bir yapı olmakla birlikte, günümüze kalan yapısıyla kalenin Padişah III.Mustafa (1757-1774) tarafından alında çok etkin bir Fransız ajanı olan mimar Baron François de Tott’a yaptırıldığı belirtiliyor. Boğazın girişindeki bu tahkimat, yine aynı mimar tarafından yapılan Poyrazköy’deki kaleyle aynı dönemde inşa edilmiş. Kuleden fotoğraflarımızı çektikten sonra gözümüzü Ceneviz Gözetleme Kulesi’ne dikiyoruz. Sahildeki lokantaların arkasındaki çeşmenin yanından yukarıya doğru tırmanan ve bir kısmı eski devirlerden kalma taşlarla döşenmiş patikadan yukarıya tırmanıyoruz. Beş yüz metre sonra sırta vardığımızda Üçüncü Köprünün bir ayağının denk geleceği Garipçe Burnundan aşağıdaki büyük kayalıklarla birlikte boğaz manzarasını izliyoruz. Burada ormanlık alana doğru taşmış bazı yapılar yakın bir zamanda yıkılmış. Enkazları olduğu gibi duruyor. Kulenin Cenevizliler tarafından yapıldığı belirtilse de sonraları Bizans ve Osmanlı döneminde elden geçirildiği ve kullanıldığı kesin. Makiliğin arasından süzülen dar patikayı izleyip gözetleme kulesine varıyoruz. Tek başına bir tam burç şeklindeki daracık avlusundan deniz tarafına bakan ve tuğlayla örülü şirin iki küçük nöbetçi kulesine çıkıp aşağılara bakıyoruz. Kulelerden birini sarmaşık sarmış. Gözetleme kulesinin çepeçevre dolanan duvarın alt tarafında da küçük deliklerle doğal aydınlatması yapılmış sağlam bir galeri bulunuyor. Gözetleme Kulesi ve çevresi boğaz manzarası eşliğinde piknik yapmak için çok uygun bir yer.

 

Mitolojideki kâhin Phineus’un bu köyde yaşadığı internette birbirinden kopyalanan birçok sitede rivayet edilse de, Agenor ve Telephassa (ya da Poseidon)’nın çocuğu olan Phineus, antik çağda Trakya’nın Karadeniz kıyısındaki Medea’da (Midye-Kıyıköy) yer alan Salmydessos kentine yerleştiği ve buranın kralı olduğunu biliyoruz. Ancak Yunanistan dönüşü Phineus’un bir ihtimal Garipçe’nin bulunduğu bir süre koya sığınmış olması muhtemeldir. Hazır mitolojiye değinmişken Rumelifeneri kıyısında balıkçı barınağının mendireğiyle birlikte karaya bağlanan Öreke yani Symplegade (birbiriyle vuruşan kayalar) adı verilen kayalıklara da değinmeliyiz. Argonautlar efsanesinde, üzerinde esen rüzgarlarla altüst olmuş, dalgaların birbiri ardına çarpmasıyla durmadan kırbaçlanmış Argo gemisinin aşmak zorunda olduğu deniz, hiç durmadan silinen bir yol, hiç haritası çizilmemiş bir geçit, açılır gibi olduğu anda kapanan bir yoldur. Bu açmaz, Symplegadlar geçidinde, yani Başıboş Kayalar ve Karanlıklarla doruk noktasına ulaşır: Hiçbir çıkış yok gibidir, tanrısal gücün gelip işi kolaylaştırarak geçidi açması dışındaki tüm çıkışların kapalı olduğu bu yerden çıkmanın bir yolu yoktur. Orpheus’a atfedilen Argonauthika’da bu güç, Athena tarafından gönderilen, deniz kargası türünde bir kuştur, sürekli birleşip ayrılan iki kaya arasından geçmek için doğru anı kollayan geminin önünden uçan bir kuş. Kuş geçerken, geçmesini engelleyecek denli olmasa da kuyruğunu sıkıştıracak denli hızla, birbirine yaklaşır kayalar. Ardından, kuşun uçuşuna göre yönü önceden belirlenen gemileriyle Argonautlar ilerlerler. Boğazı geçerken kayaların ölümcül tuzağından kaçan kuş, kuyruğundan birkaç tüyü bırakır ardında. Bizans döneminde bu kayalardan en büyüğünün doruğuna gemilere yol göstermesi için Pompeus sütunu ya da Nişangâh taşı adı verilen bir dikilitaş konulmuştur. Bugün bu dikilitaşın kaidesi yerinde durmaktadır. 


Garipçe’yi terk edip iki kilometre ötedeki Rumelifeneri’ne geçiyoruz. Köy merkezindeki caminin yanından devasa fenerin altından balıkçı limanını ve kayalıkların manzarasını izliyoruz.  30 metre yüksekliğindeki Türkeli Feneri, Kırım Savaşında Fransız ve müttefik gemilerine seyir kolaylığı sağlamak için 1856 yılında Fransızlar tarafından Anadolu tarafındaki fenerle birlikte inşa edilmiş. Araçla köyün batısında yer alan Rumelifeneri kalesine geçiyoruz. 

 

Papazburnu mevkii adı verilen burunda yer alan Kalenin ilk olarak Ceneviz döneminde inşa edildiği söyleniyor. Burası Bizans ve Osmanlı döneminde de askeri yerleşim bölgesi olarak kullanılmış. Hareket ettikçe kaleden denize açılan yan yana top yuvası deliklerinden Karadeniz’in görüntüsü akıp geçiyor. Padişah IV üncü Murat zamanında buraya ayrıca bir hisar yaptırıldığı söyleniyor. Bölge yakın zamanlara kadar uzun bir süre askeri bölge içerisinde kaldı. Hemen batısındaki Poti kayalıkları da ilginç yapılarıyla dikkat çekiyor. Biz oradayken kayalıkların dibindeki mağara ve tertemiz laciverdi sulara ellerinde zıpkın dalgıçlar iniyordu. Buradan Kilyos’a kıyı boyunca yürüyerek gitmek de mümkün.

 

Bugün ‘İleri Demokrasi’ yolundaki önderimiz Başbakanımızın, Beşiktaş’ta bize, yani halka ait kaymakamlık binasından kendisine ‘çalışma ofisi’ yarattığı mekanda, kendi rektörleriyle toplantısı vardı. Sabah Dolmabahçe’den geçerken gördüğümüz çevik kuvvet polis yığınağı işini görmüş. Toplantıyı protesto etmek isteyen üniversiteli gençler yine tekme tokat dövülmüş, yerlerde sürüklenmiş, üzerilerine böcek ilaçlar gibi gazlar sıkılmış.

 

Tombul yağlı parmaklar yaşamın her alanında kaderimizle oynamaya devam ediyor.