Skip to main content

Fransa'nın sömürgeci mantığı

 Fransızların sömürgeci mantığı : Basklardan Cezayirlilere, « iç » sömürgecilikten « dış » sömürgeciliğe
Cumhuriyet ve « cumhuriyetin değerleri » söylemleri, Ocak 2015 saldırıları ve bunların Manuel Valls tarafından ideolojik olarak araçsallaştırılmalarıyla birlikte, siyaset ve medya sahnesine baş döndürücü bir geri dönüş yaptılar. Egemen sınıfın iktidarının aklama ve meşrulaştırma ideolojisi olarak inşa ettiği ulusal roman, ağır kavramları ve ikili zıtlıklarıyla (aidiyete karşı evrenselcilik, gericiliğe karşı modernlik, cahilliğe karşı aydınlık, cemaatçiliğe karşı asimilasyon v.b.gibi) yeniden yayılmıştır. « Ben Charlie’yim (i) » şeklinde tezahür eden tarihsel sürecin tehlikelerini kendi kendimize birçok kez anlattık. Bugün, böylesi bir araçsallaştırmayı neyin mümkün kıldığı üzerinde durmak istiyoruz: « uygarlaştırma » görevi efsanesinin solun geniş kesimlerince kitlesel halde önce anavatan içerisindeki Fransa halklarının, ardından da dışta Asya, Afrika ve Amerika’daki halkların ve ulusların kurtuluş aracı olarak içselleştirilmesi olgusu. Dış sömürgeciliğe yön veren düşünce sistemleri, amaç ve süreçler, « dahili sömürgecilik » olarak adlandırılması gereken görüngüde kullanılanlarla aynı türdendir.

Kapitalist toplumsal ilişkinin yaygınlaştırılması süreci olarak sömürgecilik

Tarihi « Sömürgeciliğe dair » adlı denemesinde Aimé Césaire, kapitalizmi « tarihinin bir yerinde, içsel olarak kendini karşıt ekonomilerinin rekabetini dünya ölçeğine yaymaya zorunlu gören medeniyet şekli (ii) » olarak nitelemektedir. Bu yayılmacı rekabet ve mantık, kapitalizmin özünde vardır. Daha uzaktaki çevre ülkelere yayılmadan önce, yeni kapitalist üretim biçiminin geliştiği merkezlere yakın çevrelerde yayılırlar.

Roxa Luxemburg, bu yayılmacı mantığın « doğal ekonomilerin », « köylü ekonomilerinin » ve tarihsel olarak içerisinde vücut buldukları halk kültürlerinin ortadan kaldırılmasını varsaydığının ve buna ihtiyacı olduğunun altını özellikle çizmektedir (iii). Marx bu mücadelenin yeni kapitalist üretim biçimi için oluşturduğu tehlikeyi ayrıntılı bir şekilde tarif etmiştir: « Sadece artı değerin kendi başına bir değişim değeri olduğu ve dolaşıma sunulduğu sanılan bir üretimimiz vardı; şimdi ise sadece dolaşımla ilişkisi dahilinde işleyen ve özel içeriği değişim değeri olan bir üretim biçimine geçiyoruz (iv) ». Dolayısıyla çevre « ekonomilere » (önce yakındaki sonra da daha uzaktaki) karşı savaşın ve yayılmacı mantığın seferber olması « kötülükten » ya da « ihmalden » kaynaklanmıyor. Bu durum sadece yeni üretim biçiminin kendi iç mantığının sonucudur. Kapitalist üretim biçiminin sömürgeci yayılımını, Rosa Luxemburg’un deyimlerini kullanmamız gerekirse aynı zamanda « doğal ekonomiler » ve « köylü ekonomilerine » karşı bir mücadele olduklarını görmezden gelerek feodalizme karşı mücadeleye indirgemek, dün olduğu gibi bugün de, anavatanda olduğu kadar uluslararası ölçekte de direniş karşısında körlüğe, kapitalist tesviye ve tek tipleştirmeye sürüklemektedir. Merkezileştirici Fransız Devleti, feodalizme karşı savaşta sadece araç olmamış bunları taşıyan kültürleri ve önceki ekonomileri yok etmeye yarayan bir makine işlevi de görmüştür.

Sömürgeleştirilmiş anavatan dışı çevre ülkelerden söz ederken, Aimé Césaire kapitalizm için yok edilmesi gereken engellerin özelliklerini aşağıdaki gibi özetliyor:

« Bunlar hepimiz bir kaçımız için mantığının olmadığı cemaatçi toplumlardı. Sadece kapitalizm öncesi değil ama aynı zamanda anti-kapitalist toplumlardı. Bunlar her zaman demokratik toplumlardı. İşbirliğine dayalı, kardeşlik toplumlarıydı bunlar (v). »       

Aimé Césaire’in yazdıklarında, önceden kabullü olarak idealleştirme yöntemi söz konusudur çünkü yazdıkları bir mücadele ve teşhir metnidir ancak bu durum « doğal ve köylü ekonomilerinin » temel özelliklerinden hiçbir şey eksiltmez. Tarih, bazı aşamalarını silerek değil bunları özgürleşme ufkuyla aşarak yeniden yazılır.

Sömürgeciliğin bu maddi temelinin dikkate alınması idealist (ve dolayısıyla da güçsüz olan) bir muhalefete doğru sapılmaması açısından çok önemlidir. Sömürgecilik, güçler dengesine göre farklı tavırlar almasını sağlayan bir tarihsel harekete sahiptir. Ulus, asimilasyon, entegrasyon, soyut evrenselcilik v.b.gibi söylemler sömürgeciliğin çıkar merkezi çevresindeki topyekun boyun eğme sürecinin ideolojik süslemeleridir.

Bu söylemler, denizaşırı uluslara yayılmadan önce Fransız ulusunun inşası kapsamında değerlendirildi. Bunlar başka kıtalar için (daha da kaba yöntemlerle) aynı amaçlara hizmet etmeden önce, anavatanın kültürlerinin kültürel ve dilsel asimilasyona ve ekonomik bağımlılığa tabi tutulmasının araçları olmuşlardır. İç sömürgeleştirme süreci, harici sömürgeleştirmenin öncülü olmuş ve onu mümkün kılmıştır.

Fransız ulusunun inşasında ideolojik bir araç olarak asimilasyon

Franz Fanon sömürgeleştirme sürecinin ırkçılıktan ayrı olarak ele alınmayacağının altını ısrarla çizmektedir. Yayılmak için iki kompleksin ortaya çıkmasını ve bunların içselleştirilmesini varsayar: bazıları için üstünlük kompleksi ve kimisi içinse aşağılık kompleksi (vi). Fransa’da devlet aygıtının en önemli işlevi, ideolojik telkinden açık şiddete kadar olabilecek her türlü imkanla bu iki kompleksin üretilmesi, güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması olmuştur.

Bu boyun eğdirme sürecinde genel olarak kültür ve özelde de dil sorunu özel bir önem kazanmaktadır. Çevrenin merkeze ekonomik yönden boyun eğdirilişini meşrulaştırmak için kültür ve dilleri hiyerarşi içerisine sokmak söz konusudur. Aydınlanmacı düşünce adamı Deniz Diderot bunu tartışılmaz bir gerçeklik olarak ortaya koyar : « Siyasal olarak birleşik olan bir devlet içerisinde tek bir dilin olması ve diğer dilsel biçimlerin taşra halkına atfedilen lehçeler olarak kabul edilmesi meşrudur (vii)».  Paylaşılan ortak dille dayatılan tek dil kavramlarının birbirine karıştırılması, çevre ülkelerin boyun eğdirilmesi ve sömürgeleştirilmesi süreçlerini ortaya koymaktadır. Dil onu dünyaya getiren kültürden ayrı düşünülemeyeceği için, dilsel küçük görme en iyimser haliyle bir kültürel küçük görme ve en kötümser haliyle ise bir kültürel yıkımdır. « İyi » ve « kötü »den bahsederken bunu çevre ülkelerinin bakış açısıyla yapıyoruz, çünkü merkez için « iyi » olan ötekiliğin topyekun olarak ortadan kaldırılması, yani asimilasyondur.

Suzanne Citron ötekiliğin yıkımı konusunda Mesihçiliğe varan akıl yürütme mantığını ortaya koydu. Fransız Devrimi hayranlarının bir ikili mücadeleye indirgenmesine dayanmaktadır: feodaliteye karşı burjuvazi. Halbuki böylesi bir ikili mücadele Fransa anavatanında yaşayanların toplumsal gerçekliğinin basitleştirilmesidir. Üçüncü hayranı ortadan kaldırmaktadır: Köylü dünyası, halkları ve dilleri:

« Yukarıda monarşik, katolik Frank aristokrat kültürü, aşağıda burjuva ve kent kültürü, mantığın, aydınlanmanın kültürü; onun temelini oluşturan temsiliyet sistemi kırsal dünyayı, onun konuşma dilini, köylü dayanışmalarını içine almıyordu (viii). »   

Bu tavrın merkezin üstünlük kompleksini yansıttığı gerçektir. Özü itibariyle üstün olduğundan hareketle, burada Fransız dilinin evrensel niteliğinin ne eksik ne de fazla olarak ortaya konulması söz konusudur. Önce Genel Meclis’te ardından da Ulusal Konvansiyonda (meclis) milletvekili olan Bertrand Barrère de Vieuzac, Fransız anavatanında konuşulan diğer dillerin kökünü kurutmak üzere verilecek savaşa çağrı yaparak şunları söylüyor:

« Federalizm ve batıl inanç aşağı bretonya dilini; Cumhuriyetin göç ve nefreti Almanca, karşı devrim İtalyanca ve fanatizm ise Bask dilini konuşuyor. Bu hasar ve hata araçlarını kıralım (…). Tüm halklar tarafından okunma özelliği sadece Fransız diline aittir (…), evrensel dil olma hakkı sadece ona aittir. Ama bu coşku özgürlük dehasına aittir (ix). »

Burjuva Devrimi sırasında (ki hatırlatmamız gerekirse aynı zamanda feodalizme ve halk ekonomileri ve kültürlerine karşı seferber olan) zaten egemen olan bu akıl yürütme mantığı, doruk noktasına ulaştığı, her şeyden önce dahili çeşitliliğe karşı savaş ve harici sömürgeleştirme olan üçüncü cumhuriyetten sonra egemenliğini daha da arttırmıştır. Bunun sonucunda Fransız ulusal inşası, anavatandaki halkların (oksitan, bask, breton v.b.) siyasal birlikle kültürel birliğin birbirine karıştırılması ve ötekilikle savaş yoluyla inkarı aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Ancak bu inkar maddi temellere sahiptir: bu zamana kadar başka bir ekonomik mantığa göre işleyen diyarlara kapitalist toplumsal ilişkileri dayatma ihtiyacı içerisinde kök salmaktadır. Bu nedenle ulusal kurtuluşla sınıf mücadelesi birbirinden ayrı ele alınmazlar.

Ulusal kurtuluş ve sınıf mücadelesi

Anavatandaki halkların ulusal kurtuluşundan söz etmek Fransa’da tehlikeli bir iştir: her an gericilikle, feodalizme geri dönüş taraftarlığıyla suçlanmanız mümkündür. Biz ise aksine bunu yapmamanın, meşru isyanları gerçek hedeflerinden saptırma konusunda çok yetenekli olan aşırı sağa meydanı boş bırakmak anlamına geldiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla da, saf soyutlama yoluyla değil ama günümüz Fransız kapitalizminin somut koşulları içerisinde neyin söz konusu olduğunu belirtmek gerekir.       

Ulusal kurtuluş mücadelesini sınıf mücadelesiyle bağlantılı olarak ele almak bize göre anlamsızdır. Özü itibariyle, toprakları merkez ve çevre olarak hiyerarşik bir yapıya sokan, çıkarlarını korumak için buna ihtiyacı olan, bunu yapmak zorunda olan toplumsal sınıfa karşı yürütülen bir mücadeledir. Bu nedenle mücadeleyi dil sorunuyla sınırlandırmak siyasal güçsüzlükten başka bir anlam taşımaz. Aksine, ekonomik boyun eğdirme ve kültürel baskının somut sonuçlarına değinmeden, antikapitalist mücadeleden bahsetmekle yetinmek de bizi aynı çıkmaza götürür. Fransa solunda hala çoğunlukta olan bu tarz bir yaklaşım, bilinçli ya da değil, idare karşısında kendiliğinden gelişen isyan biçimlerine dair küçümseyici bir bakışa neden olmaktadır.

Bu kadar da saf olmayalım. Günümüz mücadeleleri, Kapitalist küreselleşme ve ana kutuplardan birinin Avrupa olduğu belirli bir çerçeve içerisinde gelişmektedir. En güçlü devletlerin hegemonyalarını dayatmak istediği (özellikle de Fransa ve Almanya) bu Avrupa çelişkilerle doludur. Güney Avrupa’da sömürgeci mekanizmalara geri dönüşe, yani Fransa ve Almanya’dan oluşan merkezi ekonomilere boyun eğilmesi mantığına tanık olmamızın nedeni de budur. Yakın zamanda yaşadığımız Yunanistan deneyimi bunun anlamlı bir ifadesidir. Bu yeni bağlamda, haklı özlemler araçsallaştırılabilir, meşru mücadeleler gerici hedeflere doğru yöneltilebilir, baskıya karşı geliştirilen tepkiler başka baskılara gerekçe oluşturmak üzere yönlendirilebilir. Çağdaş emperyalist savaşların birçoğu bu şekilde, Ortadoğu ve Afrika’da, «Azınlıkların» haklarının savunulması adına meşrulaştırılmaktadır.

Nihai olarak ortaya çıkan asıl sorun sömürgeci tahakküme (ve dolayısıyla da aynı zamanda hizmet ettiği kapitalizme) ve ona eşlik eden devlet tasarımına son vermek için verilecek mücadeledir. Bize göre çözüm geçmişe geri dönmekte değil ama yeni bir geleceğin keşfindedir. Bunun için bakışımızı başka yere yöneltmemiz kurtuluş tahayyülümüzü geliştirmemize katkı sağlayabilir. Geleceği kurgularken örneğin Bolivya ve « çok uluslu devleti » bize yardımcı olabilir.

Saïd BOUAMAMA

NOTLAR :

(i) Bakınız daha önceki makalelerimiz : 1) « Cumhuriyet değerleri » söylemi: Egemen ideolojinin bir başka maskesi, 2) Fransız « solunun » « saygıdeğer » ırkçılığının tarihsel ve ideolojik temelleri, 3) Eğitimcilerin rehin alınması ya da kamu okullarının araçsallaştırılması, 4) Ulusal birliğin ilk acı meyveleri: Savaşlar, korku, aşağılama, gözetim altına alınma, 5) Charlie Hebdo saldırısı: nedenlerin, sonuçların ve risklerin v.b.lere dair siyasal ve ideolojik akıl tutulması https://bouamamas.wordpress.com

(ii) Aimé Césaire, Sömürgeciliğe dair, Présence Africaine, Paris, 2004 (y.b.), s.9.

(iii) Rosa Luxemburg, Sermaye birikimi, Cilt 2, Maspero, Paris, 1976, s.43-91.

(iv) Karl Marx, Ekonomi politiğin eleştirisine katkı, Anthropos, Paris, 1968, Cilt 1, s.203-204.

(v) Aimé Césaire, a.g.e.

(vi) Frantz Fanon, Irkçılık ve kültür, Pour la révolution Africaine, La Découverte, Paris, 2001, y.b., s.37-53. Aynı şekilde bkz Frantz Fanon, Kara deri, beyaz maske, Seuil, Paris, 1952.

(vii) Denis Diderot, Dil, Ruvres, La Pléiade, Paris, 1946, s.210.

(viii) Suzanne Citron, Günümüzde tarih öğretimi. Kaybolan ve yeniden bulunan hafıza, Editions ouvrières, Paris, 1984, s.67.

(ix) Bertrand Barrère de Vieuzac, Kamu Selamet Komitesi Raporu, Michel Certeau, Dominique Julia ve Jacques Revel bölümünde, Dil politikası, Gallimard, Paris, 1975.    

(Investig’Action sitesinde Saïd BOUAMAMA imzasıyla 26 Ağustos 2015 tarihinde yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir. http://www.michelcollon.info/La-logique-coloniale-francaise-Des.html )