Skip to main content

Fransa Paris'te Cezayirlileri katlettiğinde

algerie 17 Octobre 1961 seine ile ilgili görsel sonucu 

Bundan 56 yıl önce, FLN’nin Fransa Federasyonunun çağrısıyla Paris’te her gün barışçıl bir şekilde gösteri düzenleyen binlerce Cezayirli, Paris Emniyet Müdürü Maurice Papon’un emriyle polisin şiddetli saldırısına uğradı. 17 Ekim 1961’de kenar mahallelerin kanı Paris’in bulvarlarında akıyordu. Vahşice bastırılan gösteriler Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesinin (FLN), Fransa Federasyonu öncülüğünde birkaç günden beri yürürlükte olan ve sadece « Cezayir kökenli Fransız Müslümanlarına » dayatılan sokağa çıkma yasağını kınamak için düzenlenmişti. Onlarca Cezayirli -200 rakamı telaffuz edilmektedir- infaz edilecektir. Bazı cesetler Seine Nehri üzerinde bulunacaktır. Bu mülakatta, göçmenlerin ve kenar mahallelerin birleşik cephesinin militanı ve sosyolog Saïd Bouamama  ve enternasyonalci militan ve editör Nils Andersson, on yıllardır hafızalardan silinmeye çalışılan Cezayir Savaşının bu önemli aşamasını yeniden ele alıyorlar. 

«Sömürgecilik, şiddet yoluyla boyun eğdirdiği, zorla sefalet ve cehalet içerisinde dolayısıyla da Marks’ın dediği gibi ‘insanlık altı’ koşullara zorladığı insanlara insan haklarını reva görmüyor. Somut olgularda, kurumlarda, değiş-tokuş ve üretimin doğasında ırkçılık kazılıdır.» (Jean-Paul Sartre, Les Temps Modernes, Sayı 137, 1957).

Fransa’da böylesine şiddetli bir zulmün yaşanmasını nasıl açıklarsınız?

Saïd Bouamama: Medyalardaki egemen açıklama katliamın sorumluluğunu sadece Maurice Papon’a yüklüyor ve bunu yapabilmek için de bağlamla ilgili tüm unsurları dışlıyor. Oysa bunlar aksine devletin en üst yetkilileri tarafından kararlaştırılan bir katliam olasılığını güçlendiriyor. 20 Mayıs 1961’den itibaren Cezayir’in bağımsızlığı pazarlık konusu olmuştur. Bu çerçevede FLN Fransa’da düzenlediği saldırılara son verme kararı alır. De Gaulle’cü strateji, keşfedilen petrol yatakları ve burada gerçekleştirilen nükleer denemeler dikkate alınarak Sahara dışında bir bağımsızlığın dayatılmasını içeriyordu. Müzakereler 13 Haziran 1961 tarihinde, Sahara’nın kesilip alınmasını Cezayirlilerin kabul etmemesi sonucunda Fransızlarca kesilir.

Fransız devleti müzakerelere üstün bir konumda yeniden başlamak niyetindedir. Bu da Fransa’daki Cezayirlilere karşı zulmün yeniden başlatılmasıyla kendini gösterir ki bunun karşılığında FLN militanları Ağustos 1961’de saldırılarını yeniden başlatacaktır.

Bir katliam kararını almaya iten soğuk realpolitik akıl bellidir: sadece Sahara’sız bağımsızlığı dayatmak için değil ama Fransız çıkarlarından yana bir yeni sömürgeci bağımsızlığı dayatmak üzere müzakerelerde üstünlüğü yeniden ele almak.

Burada bir devlet suçundan söz edebilir miyiz?

S.B.: Evet. Bu çapta bir şiddet sadece Papon tarafından kararlaştırılmış olamaz. Birçok unsur bir kitlesel zulmün geliştirilmesine yönelik devlet iradesinin varlığını ortaya koyuyor. Ağustos 1961 sonunda, Cezayir’de müzakere yoluyla bir çözüm bulunması taraftarı olan Adalet Bakanı Edmond Michelet görevden alınır.

Eylül 1961’den itibaren Cezayirlilere yönelik kitlesel av yeniden başlatılır. Aynı dönemde milliyetçi militanların kaybedilmesi olayları çoğalır ve Seine Nehri üzerinde çok sayıda ceset bulunur. 2 Ekim’de Maurice Papon FLN tarafından infaz edilen bir jandarma çavuşunun cenazesinde « bir darbeye on darbeyle karşılık vereceğiz » der. 5 Ekim’de sadece Cezayirlilere yönelik sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Bütün bu olgular katliam kararının sadece Emniyet Müdürü tarafından alınmış olması olasılığını ortadan kaldırıyor.

Bu olay Fransa’da nasıl algılandı?

S.B.: Devletin bu konudaki yalanları günümüzde de devam ediyor. François Hollande’ın, kurban sayısına ve bunun sorumlularına hiçbir şekilde değinmeden sadece « kanlı bir şekilde bastırılma »yı tanıması için 17 Ekim 2012 tarihini beklememiz gerekti. Buna karşın militanların anmaları yirmi yıldır giderek çoğalıyor. Gösteriler « devlet suçunun » resmi olarak tanınması ve karar sürecine katılan tüm sorumlular hakkında soruşturma açılması talebiyle her yıl daha da genişlemektedir.

Bu olayın Cezayir’deki bağımsızlık mücadelesinin devamı üzerindeki yansımaları ne olmuştur? FLN’yi ve kararlılığını arttırdığını söyleyebilir miyiz?

Nils Anderson: 17 Ekim 1961’de Paris’te yaşanan olaylarla 11 Aralık 1960’ta başkent Alger’de yaşananları birbirinden ayırmak mümkün değildir. 11 Aralık’ta, altı yıl süren savaştan sonra Charles de Gaulle « Cezayirli Cezayir »’in üstün gelmesi için Cezayir’e gider; Fransız Cezayir taraftarlarıyla karşı karşıya gelir.

Bu şiddet ortamında kimsenin öngörmediği bir olay gerçekleşir. Belcourt’un Casbah’ından yola çıkarak Alger’in tamamına ve diğer kentlerin sokaklarını dolduran kadın ve erkekler « Yaşasın Cezayir! » ve « Yaşasın Bağımsızlık! » sloganlarıyla kitlesel gösteriler düzenlerler.

Pencerelerde, balkonlarda ve sokaklarda, yeşil ve beyaz bayraklar zulalardan çıkarılır. Olayların bastırılması sırasında 114 kişi ölür. Ama savaş ayları birbirine eklenirken halk bağımsızlık için savaşma kararlılığını ortaya koyar. Yaşanan olay çok büyüktür; ülkenin iç tarafları boyun eğmemektedir. Siyasi olarak bağımsızlık savaşı kazanılmıştır.

Bu durum Fransa’da giderek artan baskıyı sonlandırmaz. Gerçek bir askeri ve komplocu bir darbe tehdidi vardır. Cezayirli göçmenlerin de aynı kararlılığı göstermesi önemlidir. FLN’nin talimatları açıktır: 17 Ekim ve onu izleyen günlerde ellerde ya da ceplerde hiçbir şey olmadan sessizce gösteriler düzenlenmesi söz konusudur.

Fransız dostlara gösteriye katılmamaları ama hareketin izlenmesi için güzergah üzerinde dağılmaları istenmektedir (bu konuyla ilgili olarak aşağıda sunduğumuz Georges Mattei’nin tanıklığını okuyunuz).

Militanların varlığının tanıklığı olan ve 17 Ekim’i 18 Ekim’e bağlayan kanlı geceden birkaç hafta sonra yayınlanan Ratonnades à Paris (Paujette Péju, François Maspero Yayınları, 1961) adlı yapıt, sadece « iki kişinin öldüğü » şeklindeki resmi söylemin inanılırlığını engelleyecektir (1).

Medyalar bu olaydan söz ettiler mi?

N.A.: Kimse böylesi dizginsiz bir şiddeti tahmin etmiyordu. Tiksindirici sessiz kalmalar ve ırkçılık yaşandı. Ama Maurice Papon’un « polise karşı yöneltilen suçlamaların kanıtının gölgesinin başlangıcı dahi yok » şeklindeki açıklamalarına karşın, France-Observateur, L’Express, Témoignage Chrétien, L’Humanité, Libération, Le Monde, La Croix, France-Soir, Le Figaro gazeteleri « polislerin aşırı güç kullanımını » kınarlar ya da kabul etmek zorunda kalırlar.

İzleyen günlerde, tarihçilerin daha sonra doğrulayacağı, 200’den fazla ölü sayısı, polislerin emniyet müdürlüğünün avlusuna kadar süren işkenceye ilişkin tanıklıklarının yer aldığı Vérité-Liberté’de yayınlandı. Les Temps Modernes « Pogrom, bugüne kadar bu sözcük Fransızca yazılmamıştı » başlığını atar; Esprit’de « Seine Nehri, Alger kıyılarının derinliklerinde uyuyan cesetlerin kardeşlerini taşıyor » satırları okunur.

Bunun dışında ayrıca Charonne’da da ölenler olur (2)… Ama artık Cezayir halkı tarafından 11 Aralık 1960 ve 17 Ekim 1961’de dile getirilen uzlaşma ve bağımsızlıktan başka bir yol yoktur.

Notlar:

(1.) Nils Andersson Mémoire éclatée, En bas Yayınları, Ağustos 2016, kitabında bu olaylara tanıklık etmektedir.

(2.8 Şubat 1962’de OAS’ın saldırılarına karşı ve Cezayir’de barış için düzenlenen kitlesel gösteri sert bir şekilde bastırılır. Polis şiddetinden kaçmak için Charonne metro istasyonunun girişine sığınmaya çalışan göstericiler arasından 8 kişi boğularak ya da kafatası ezilerek yaşamını yitirir. Bir 9ncu kişi de hastanede ölür. 

Maurice Papon, çok uzun bir kariyer

Charles de Gaulle tarafından Cezayir savaşın tam ortasında Paris Emniyet Müdürü olarak atanan Maurice Papon, başkentte gösteri yapan Cezayirlilere müdahale eden süngülü polisleri idare eden kişidir. 200’e yakın Cezayirlinin kaybolduğu 17 Ekim 1961’de komuta görevinde Papon vardır.

Papon’un kariyeri kırklı yıllarda başlamıştır. Vichy yönetimi altında yaklaşık 1600 Yahudiyi Nazi kamplarına nakleden knvoyların organizasyonun başlıca sorumlularındandır.

1954’te Viêt Minh gerillası Fransız düzenli ordusunu bozguna uğratır. Silahlı köylüler sanayileşmiş bir güçlü ülkenin yenilebileceğini bütün dünyaya kanıtlar. Bu yıl, Papon Mağrip’te Konstantin’de bölge valisidir. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) isyan çağrısı yaparak direnme kararı alır. Bu, en şiddetli sömürgelikten kurtuluş çatışmalarından biri olan Cezayir bağımsızlık savaşının başlangıcıdır.

Papon Vietnam’dan aldığı dersi unutmayanlardır: bir halkın direnişine karşı ancak düzenli olmayan imkanlarla zafer kazanılabilir. « Terörizmi » yenmek için en etkin silah psikolojik olmalıdır. « İstihbarat ve eylem Merkezi » bu amaçla oluşturulmuştur. Toplu tutuklamaların birbirini izlediği gizli yerler, şiddet, her türlü işkence ve kadınlar için de sistematik tecavüz.

1961’de Papon Paris Emniyet Müdürüdür. Birkaç yıldan beri nokta hedefli eylemlerini yoğunlaştıran FLN savaşı metropole taşımıştır. Sıfır tolerans söz konusudur. Tüm « FMA »lara (Cezayir kökenli Müslüman Fransızlar) 20.30 ila 05.30 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı uygulanmaktadır. Bu 17 Ekim 1961 günü yağmur yağmaktadır. 30 000 Cezayirli bağımsızlık, ırkçılığa son verilmesi ve toplumsal adalet talebiyle barışçıl bir şekilde gösteri yapmaktadır. Polisin yedek güçleri saldırıya geçer, önüne çıkanı ezer ve kitlenin üzerine ateş açar. Gözaltılar, karakollarda infazlar kurumsallaşan sansürün de suç ortaklığıyla giderek artar. Bu unutturulan katliamda ölenlerin tam sayısı üzerinde tarihçiler mutabık kalamamaktadır. Ama izleyen günlerde Seine nehri üzerinden onlarca ceset toplanır.

Özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin Fransa’sı Cezayirlileri Seine nehrinde boğuyor ve sömürgeciliğe karşı çıkanları « terörist » olarak niteliyordu.

« Paris halkı kaçakları parmağıyla gösteriyor »      

Kiralık katil yüklü kamyonlar kask ve bot kuşanmış, eli silahlı hayvan yüklerini boşaltıyorlardı. Paris polisi bizim kuşağın tanık olabileceği en büyük ırkçı avını düzenliyordu. Hakaretler haykıran, yöntemli bir şekilde cop darbeleri ve tekmeler savuran polisler, Araba benzeyen her şeyi sürükleyerek, yeniden bir araya getirerek kentin sokaklarını silip süpürüyordu.

Peki ya Paris halkı? Güvenlik güçlerinin gelişi onları derin uykularından uyandırmış, korkularının esiri yapmış ve ırkçı kinlerini ortaya çıkarmıştı. Rahatlayan kadınlar ve erkekler, kaçanları parmaklarıyla göstererek polisin yedek gücü haline dönüşürler.

- Burada Memur Bey, bir tanesi binaya girdi.

Cafe teraslarında gösteri izleyen seyirciler gibi kahkahalar atılıyordu.

- Fransa’nın emekçilerini gördün mü? Gördün mü onları? Ya Solu gördün mü?

Verilecek hiçbir yanıt yoktu, bu bizim sorunumuzdu, uzanan parmakları gördüm ve Solu göremedim.

Ardından daha henüz bilmediğim, gece yaşanan ırkçı felaketi anlattı bana, karakollardaki, kamyonlardaki toplu infazları, Seine nehrine fırlatılan Cezayirlileri, nehrin Puteaux yönüne doğru inen cesetleri, Paris çevresindeki ormanlarda bulunan uzuvları kopartılmış bedenleri.

Bir sonraki yıl 8 Şubat’ta aynı olaylar bu kez Charonne’da yaşanır ve 8 kişinin ölümüyle sonuçlanır. Kurbanların cenazesine bir buçuk milyon Parisli katılır. 13 Şubat 1962’de sadece Özel Tugayların 8 kurbanı değil ama 17 Ekim 1961 de toprağa gömülür. Hatıramız tercihini yapmış ve Charonne’u seçmişti!

Georges Mattei

Enternasyonalist yazar, gazeteci ve militan. 7 Ekim 1980 tarihli Libération’da yayınlanan makalesinden yapılan alıntıdır.                       

 (www.investigaction.net sitesinde 17 Ekim 2017 tarihinde yayınlanan Fransızca mülakattan Türkçeleştirilmiştir)