Skip to main content

Podima'dan Çilingoz'a

 

İğneada’dan Durusu’ya tek kalemde yürüyüş tasarımı bir türlü gerçekleştiremeyince geriye kıyı şeridini parça parça gezme seçeneği kaldı. El Nino etkisiyle alt üst olan iklimin de desteği ve sonbahara sarkan serin bir yaz havasının yardımıyla, okullar açılmadan önce son bir oksijen ve güneş desteği için Başak ile yollara koyuluyoruz. Otomatik vitesli lüks arabalarla gezilecek yerleri teğet geçerek değil, ortamı olabildiğince soluyarak ‘yere basarak’ dolanma niyetimiz var.

 

 

Yeraltından yapılacak tam teşekküllü bir metro hattı yerine nedense tam bir gecekondu mantığıyla E-5’in sağına soluna sıkıştırılan yol genişletmeleriyle meydana getirilen metrobüs hattını kullanarak vardığımız Yenibosna’da, 10.00 kalkışlı 404 numaralı Yenibosna Metro-Karacaköy/Yalıköy halk midibüsüne yetişiyoruz. Araç Büyükçekmece gölünden sonra vardığı Çatalca’da on dakika süresince bekledikten sonra sırasıyla Celepköy-Ormanlı-Karacaköy üzerinden geçerek hareketinden tam üç saat sonra Rumca potin ya da çizme demek olan Podima’ya yani Yalıköy’e varıyor.  

 

Trakya’nın Karadeniz sahilinin büyük bir bölümünde olduğu gibi bu kesimde de yerleşim sayısı az ve geniş doğal ormanlık alanlar kıyıya kadar kesintisiz uzanmaktadır. Celepköy, Karacaköy, Ormanlı, Durusu gibi kıyıda ya da kıyı şeridine yakın orman içinde kalan yerleşimlerin çoğu orman köyü statüsünde; Çatalca’ya bağlı Yalıköy de bir orman köyü.

 

Birçok kaynakta mekanı çekici ve gizemli kılmak amacıyla Yalıköy’ün eski bir korsan yerleşimi olduğu anlatılsa da Podima’ya daha çok balıkçılıkla ve hayvancılıkla geçinen eski bir Rum köyü demek daha doğru olacak. Köyde artık ayakta olmayan eski evlerin altlarındaki sarnıçlar ve taş mahzenler Rumlardan kalmadır. Karadeniz’in nüfus yoğunluğunun az olduğu doğal korunaklı gizli koylara (özellikle Çilingoz ve Kastro) sahip bu kesimlerinde çok eski devirlerde korsanların özellikle küçük barınaklar bulması büyük olasılıktır. Podima eski devirlerde olsa olsa bu küçük ve dağınık korsan barınaklarının mal alış verişi veya değiş tokuşu için kullandıkları küçük merkezlerden biri olabilir.

 

Geçmiş yıllarda Geyikli, Işıklar ya da Beyaz kum diye de anılmış olan Yalıköy’e Balkan Savaşı sonrasında Üsküp ve Prizren’den getirilen Balkan Türkleri yerleştirilmiş. Daha sonra 1924 yılındaki mübadele ile köyde kalan son 60 hanelik Rum halkı Yunanistan’a gitmiş yerine Bulgaristan’dan gelen Türkler getirilmiş.

 

Bugün köyde bir iki harabe evin dışında Rumlardan kalan herhangi bir eser yoktur. Rum kilisesi yıkılmış ve yerine cami yapılmıştır. Eski Rum mezarlığı dahi iptal edilmiş ve yeni bir mezarlık yapılmıştır. Kıyıda yer alan birkaç lokanta ve motel dışında köyde turistik tesis yoktur.  

 

Podima merkezinde araçtan iner inmez çeşmeden akan ve ormandan gelen mis gibi suyla mataralarımızı doldurduktan ve sırt çantalarımızı düzenledikten sonra dosdoğru bir kilometre uzaklıktaki kıyıya yöneliyoruz. Sahilde korkuluk gibi dikili duran devasa iki verici antenin yanından batıya yönelip kumsalın hemen yanından giden yolu izliyoruz. Kumsal ve yol ile ormanlık alan arasında kalan dar yeşilliklerde, boş çöp konteynerlerinin yanı sıra duran, yaz sezonundan kalma plastik atıklar ‘bize yakışan’ çok güzel manzaralar sunuyor. Yazın kampçıların akınına uğrayan bölgede, köy tüzel kişiliğinin önderliğinde Orman Bakanlığının da desteğiyle geliri tümüyle Yalıköy halkına aktarılmak üzere kumsalın gerisinde ormanlık alanla yol arasına doğal yapı bozulmadan suyu, duşu ve kabinleri olan alt yapılı çadır alanları düzenlense ne kadar da iyi olurdu…

 

Kıyı boyunca bir kilometre ilerledikten sonra DSİ’ye ait arıtma kumu üretim tesisine ait izinsiz girilmez levhalarının yanından izinsiz geçerek yolumuza devam ediyoruz: T.C.Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü XIV.Bölge Müdürlüğü Yalıköy Filtre Kum Üretim Tesisleri. Yol küçük bir kumsalın yanından içeriye sapıyor. DSİ tesisine ait binadaki görevliye sağlama amacıyla Çilingoz yolunu soruyoruz. Devlet Su İşleri Kuzuludere’nin denize döküldüğü bu muhteşem koyun kumlarını elekten geçirerek kalınlıklarına göre ayırıyor ve çuvallara doldurup atık su ya da içme suyu arıtma tesislerinde kullanılmak üzere diğer kuruluşlara gönderiyor. Yalıköy’e iki kilometre uzaklıkta bulunan ve küçük bir Çilingoz’a eşdeğer olan bu güzelim koy devlete ait bir kurum tarafından işgal edilmiş durumda. Her ne kadar arıtma gibi ulvi bir amaç için dahi olsa bin yıllık süreçler içerisinde oluşan kumsal çevresel etkisi göz ardı edilerek vahşice talan ediliyor.

 

Tesisin içerisinden yürümeye devam ederken devasa bir kepçe yanı başımızda duruveriyor. Operatör sırt çantalarımızı lastik tekerlekli kepçenin içine koymamız ve kabine yani yanına çıkmamız için ısrarcı oluyor. Öneri daha şimdiden yorulmanın provalarına başlayan Başak’ın çok hoşuna gidiyor. Yalıköy’lü Hüsnü Ağabeyin yanına koyduğu mindere hemen oturuveriyor. Bana ise açık kapının yanındaki demirlere tutunmak kalıyor. Kuzuludere’yi iki kez kepçe üzerinden aşarken Hüsnü Ağabey bize az ötedeki mandıranın köpeklerinin çoğu zaman buralarda başıboş dolaştığını ve geçenlere saldırdığını anlatıyor. Yeşil renkli lastik tekerli Çelik Fil üzerindeki safarimiz 500 metre sonra ana yola yakın bir noktada sona eriyor.

 

Kuzuludere’yi bir kez daha yol üzerindeki köprüden aşarak Çilingoz oklarıyla gösterilen yöne yani sağa sapıyoruz. Yaklaşık sekiz kilometre yolumuz var. Başak’ın küçük sırt çantasını da yükleniyorum ve hemen baston olarak kullanmaya başladığımız dallar yardımıyla yola devam ediyoruz. Birkaç yüz metre sonra Kuzuludere Baraj gölüne giden ara yol ayrımı var ancak burayı gezmeyi dönüşe bırakıyoruz.

 

Meşe ve akçaağaç ağırlıklı fundalıkların arasından geçen stabilize yol boyunca toplam 80 metre yüksekliği aşmayan iki rampayı aşmak zorunda kalıyoruz. Yolun kıyısından, Başbakanın belediye başkanlığı döneminde rant ve ucuz emek cenneti hâline getirilen İstanbul canavarının su gereksinimini karşılamak için apar topar uyguladığı Istıranca Dağlarının su kaynaklarını Terkos Gölüne pompalamada kullandığı boru hattı geçiyor. Kıyıda oluşturdukları lagün ve dere ağızlarıyla çok nadir bulunan eko sistemler oluşturan derelerin kurutulması ya da dinamizmini yitirmiş birer bataklığa dönüştürülmesi pahasına, Kıyıköy’deki Kazandere ve Pabuçdere’den başlayarak İSKİ’nin Kastro Sultanbahçedere, Çilingoz Çilingozdere ve Yalıköy Kuzuludere ve Düzdere Baraj ve göletleri ile İstanbul’un burnunun dibinde sessiz sedasız gerçek bir çevre katliamı yaşanıyor. Denize özgürce akan derelerin önüne yapılan setlerle biriktirilen sular devasa pompalarla Terkos gölüne basılıyor.

 

Yolun ortalarında, Yalıköy’e yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta, açık yeşil bir söğüt ağacının dallarının altına gizlenmiş şirin bir hayratta mataralarımızı doldurup nefesleniyoruz. Üzerinde ‘Beni temiz bırakın lütfen’ ricası olan hayratın mermer taşında

 

‘Yazı yazdım satıra

 Ölüm gelmez hatıra

 kendim yoksam

 Suyum kalsın hatıra

 Remzi Bölük’

 

yazıyor. Hayratın beslendiği derenin vadisinden bir iki kilometre ötedeki denizi görüyoruz. İzlediğimiz yol aslında kıyının ortalama bir kilometre iç tarafından denize ve kıyıya koşut olarak ilerliyor.

 

Yaklaşık bir buçuk saattir yoldan sadece bir iki araç geçti. Hafta sonu burada mutlaka daha yoğun bir araç trafiği vardır. Neyse ki hava güneşli ve bulutsuz olmasına karşın çok sıcak ve bunaltıcı değil.

 

Kısa bir süre sonra yolun yine sol yani kara tarafında yüz metre içeride dikenli tellerle girişi kapatılmış ve içi su dolarak gölete dönüşmüş bir şantiye alanının kenarına kadar yaklaşıp fotoğraf çekiyoruz. Burası eskiden maden ya da ocak olarak kullanılmış.

 

Koya bir kilometre kala yanımızda duran ısrarcı araç bizi Çilingoz Koyunun girişindeki gişelerde bırakıyor. Kapıda bizi karşılayan öze şirketin genç görevlisi bize koyda belirlenen alanlar dışında serbest olarak çadır kurmanın Orman Bakanlığı tarafından yasaklandığını anlatıyor.

 

Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Orman Bakanlığı Çilingoz Mesire Yerinin ‘işletmesi’ diğer örnekleri gibi ‘özelleştirilmiş’ ve bir turizm şirketinin işletmeciliğine verilmiş. Kumsal kısmen temiz görünse de, baraj nedeniyle kurumak tehlikesiyle yüz yüze olan derenin denizle buluşamadığı noktada, kamp alanlarının ormanla buluştuğu noktalarda yoğunlaşan çöp yığınları doğal alanları özelleştirme ya da pazarlama mantığının başarısını gösteriyor.

 

Fazla uzatmadan ‘yaşam alanlarından’ olabildiğince uzakta iç taraflarda geceliğine 15 tl’ye çadırımızı kurup yerleşiyoruz

 

Çeşmelerden içimi gayet güzel bir su akıyor. Zaten genel olarak Yalıköy bölgesinin suyunu kullanan Yalısu adında bir içme suyu markası da var. Şortlarımızı kuşanıp geniş kumsalda yürüyüp bacaklarımızı henüz çok da soğumamış deniz suyuna sokarak yorgunluk atıyoruz.

 

Topu topu 700 metre uzunluğunda ve 80 metre genişliğinde bir kumsaldan oluşan Çilingoz koyunun iki yanındaki kayalık burunlardaki fundalık ağaççıklar kışın sert esen egemen poyrazın etkisiyle denizden karaya doğru sanki jöleyle taranmış ya da fön çekilmiş gibi yan yatmışlar. Koyun batısında bulunan yatay doğal basamaklı yapıya sahip kayalık burunun suyla birleşen kısmında doğal mağaralar mevcut. Bu burunun ardında yer alan akvaryum mevkii bölgenin ilgi çekici mekanlarından. Kıyıya girintilerle uzanan kayaların basamak basamak çizgili yapısı Kerpe’deki kayalıklara benziyor

 

Normal şartlarda denize dökülmesi gereken dere sonradan yapılan baraj nedeniyle yeterince suyla beslenmediği için kumsalın yirmi metre kadar gerisinde kalakalmış. Kumsalın bu kesimi, durgun göle dönüşmüş tatlı suyun tabanı plastik atıklarla dolmuş. Buraya çöp adına her şeyi fırlatmak atmak serbest ama balık tutmak yasak! Buna karşın ellerine geçirdikleri eğreti sopalarla söylediklerine göre ‘yavru turna balıkları’ tutmaya çalışan küçük çocuklara yaklaşıyoruz. Bayat ekmeği bir türlü hamur yapamadıkları için iğneye taktıkları yemler suyla buluşur buluşmaz dağılıveriyor…

 

Koyun girişine yakın olan kısmında yer alan ormanlık alanın bir bölümü çeşmelerle ve aydınlatma direkleriyle ‘alt yapısı’ düzenlenmiş kamp ve piknik alanı olarak düzenlenmiş. Buranın iç taraflarında yeşil brandalar ve tahtalarla yapılmış küçük barınak ya da çadırlar da var. Bunların içerisinde nevresim ve yatak da bulunuyor. Çadırda kalmak istemeyenler burada da konaklayabilir. Kamp alanındaki tesislerde yemek yemek, büfeden alışveriş yapmak mümkün. Temiz duş, kabin ve WC’ler mevcut. Görevli gencin söylediğine göre bu yapılarda kalarak koyda yaz kış yaşayanlar da varmış. Koyun orta kısmında yine kumsalın gerisindeki çimenliğin üzerinde Binkılıç Belediyesi‘ne ait tek katlı tahta bungalovlar da bulunuyor.

 

İçeriye doğru giden yol izlendiğinde ise bir kilometre sonra baraja ve burada bulunan İSKİ’ye ait pompa tesislerine ulaşılabilir. Yalıköy’e giden yol gibi kıyının içerisinden giden yoldan yaklaşık 10 kilometre gidildiğinde ise burayla karşılaştırıldığında çok daha büyük ve muhteşem bir doğaya sahip Kastro’ya varmak mümkün. (Yolda küçük ve şirin Saklı Koy’a uğramayı unutmadan) Istıranca ormanları içerisinde yürüyerek kaybolmak isteyenler baraj gölünün güney kıyısında bulunan Çanakça dere boyunca ilerleyerek şanslarını deneyebilirler.   

 

Biz bu kadar açılmadan, yerde ateş yakmak yasak olduğu için görevlilerden ödünç bir mangal alıp çadırımıza geri dönüyoruz. Çay ve ateşe tutulmuş sucuktan oluşan akşam yemeğimizi yiyip, çevremizde kalabalıklaşan sineklere daha fazla av olmadan bezden evimize geri çekiliyoruz. Telefon radyo güzel çekiyor, akşam haberleri dinliyoruz.

 

Yanıma aldığım tek mat Başak’ın altında serili. Ben içine girmediğim uyku tulumunun yumuşaklığıyla idare ediyorum. Çadırımız orman sınırının hemen dibinde olduğu için geceleyin yaban domuzlarını korkutmaya çalışan köpeklerin kuru gürültüsüne maruz kalıyoruz. Çadırın çevresinden nefes nefese koşar adım geçen yaratıkların ne olduğunu çadırın karanlık tavanında tasavvur etmeye çalışırken uykuya dalmayı başarıyorum.

 

Sabah 06.30’da hava aydınlanmaya başlarken günlük idman için önce çadırın yakın çevresinde, Başak kalktıktan sonra da kumsalda bir saat kadar koşuyorum. Sahili bir kez daha geziyoruz. Kahvaltımızı yapıp köpek ve kedilerle fazlasıyla oynaştıktan sonra öğlene doğru toparlanıp saat 11.45’te yola koyuluyoruz. Bugün sanki hava azıcık daha sıcak gibi, ama ara sıra esen rüzgar bunalmadan yürümemizi sağlıyor. Daha önce aynı yolu yapmış olmanın psikolojik etkisiyle, dün zorlanır gibi olduğumuz yerleri nedense bu kez daha rahat ve hızlı aşıyoruz.

 

Biz yapmadık ama zamanı olanlar Çilingoz koyundan başlayan rampayı aştıktan yaklaşık bir kilometre sonra kıyıya doğru ayrılan dar orman yolundan deniz kenarına inmeyi deneyebilir. Yol bir kilometre sonra Kuş yuvası denilen ve arkası yeşilliklerle çevrili daracık bir kumsala iniyor.

 

Bugün yürüdüğümüz iki saat boyunca yoldan hiç araç geçmiyor. Yalıköy’e varmadan önceki son vadi olan Kuzuludere’ye doğru inerken bu kez yığma taş setle oluşturulmuş baraj gölüne doğru sapmayı ihmal etmiyoruz. Ana yoldan yedi yüz metre içeriye girince gölün kenarına varıyoruz. Yolun ortalarında yüz metre ötemizde bizi ortalığı inleterek taciz eden ancak kararlı adımlarımız karşısında kenara çekilmek zorunda kalan iki devasa kangalın aslında burada yakın bir zamanda ölmüş bir buzağının leşi başında beklediklerini ancak yanlarından geçince anlıyoruz. Buzağı DSİ tesislerine giden yol üzerinde Kuzuludere kıyısındaki mandıraya ait. Sahibine ait beyaz Lada bir süre sonra yanımızdan geçiyor.

 

Göletin kenarında çantalarımızdan kurtulup böğürtlen yiyerek biraz dinleniyoruz. Ardından gelirken DSİ’ye ait lastik tekerlekli kepçenin bizi bıraktığı noktadan içeriye girerek, Kuzuludere’yi iki defa olmak üzere yaya olarak taşların üzerinden seke seke aşıyoruz. Şantiyede makineler çalışmıyor. Görevliler malzemenin kalibresine göre ayrıldığı beton bölmelerden birinde ince kumu çuvallara doldurmakla meşgul. Kısa sürede gidip geri dönmemize şaşırmış bakışları altında uzaktan selamlaşıyoruz.

 

Yalıköy’e varmadan bir kilometre uzaklıkta kumsalın gerisinde yalaklı bir çeşmenin bulunduğu geniş ve bomboş çimenliğe kampımızı atıyoruz. Bir ara çanlarıyla ortalığı ayağa kaldıran bir inek sürüsü çevremizi sarıyor. Burada da bin bir çeşit çöplerle dolup taşan kumsalda geziniyoruz. Deniz kabuğu ararken karşı yakadan atıldığı belli olan votka şişelerinin yanında terlikten şişe ve oyuncağa bilumum plastik türevleriyle karşılaşıyoruz. Taşı toprağı yuvarlayıp şekillendiren denizin yıpratıcı etkisi plastiği hiç etkilememiş.

 

Akşam köpek ya da domuz seslerinden uzak, yüz metre ötemizden sıyrılıp gelen düzenli dalga sesleriyle güzel bir uyku çekiyoruz. Sabah çadır çiyden sırılsıklam olduğundan kuruması için oyalanıp kahvaltımızı yapıyoruz. Yalıköy kıyısında bulunan Poyraz Restaurant’tan Ahmet Beye ağır çantamızı emanet edip kumsaldan bu kez Yalıköy’ün doğusuna yöneliyoruz. Podima sahil merkezinde park ve durak gibi düzenlemeler yapılmış olsa da bunların terk edilmiş ve pis hâli, kumsalın hemen gerisindeki balıkçı barınaklarının düzensizliği ve aralardaki çöp yığınları çok kötü bir görüntü sunuyor.

 

Bir an önce deniz kenarına inip kıyıdan yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Kumda yürümek başlangıçta dalga sesleri ve deniz suyunun ciğerlere iyice işleyen iyoduyla zevkli gelse de kuma gömülen ayaklar yürünen uzaklığın etkisini fazlasıyla katlıyor. Daha üç kilometre yürüyüp Şişe Cam’a ait tesislerin eski yükleme iskelesine varmadan yorgunluk bastırıyor. Şişe Cam 1932 yılında Yalıköy (Podima)’da Kuvars Kumu İşletmesi için ruhsat almış ve buraya zamanla cam ve türevlerinin üretiminde kullandığı Kuvars Kumu Hazırlama ve Kuvarsit Kırma-Eleme Tesislerini kurmuş. Deniz kıyısında güzelim doğal alanda hemen hemen Cumhuriyetle yaşıt bir başka doğa katliamı daha. Her şeyin bir maliyeti olduğunu anımsatan abide geniş bir alana yayılmış. Yıllardır kazılan alanlarda tıpkı açık linyit madenlerinde olduğu yapay göletler oluşmuş. Ortalık geçen bunca zamana karşın üretime devam ediyor ancak çıkarılan hammaddenin nakliyesi bir zamanlar tercih edilen deniz yolu için yapılmış yüz metrelik iskele ve üzerindeki raylı sistem uzun zamandır kullanılmadığı için paslanmış. Yapının altından akan cılız dereyi aşmak için ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı çıkarıyoruz.

 

Buraya birkaç yüz uzaklıkta elli metre genişliğindeki kumsalın gerisine vatandaşın biri küçük bir baraka yapmış. Kıyıya vuran kuru ağaç dallarını toplamasından burada yaz kış yaşadığı anlaşılıyor. Yarım saat kadar kuru bir ağaç gövdesi üzerinde dinlenip çekirdek çıtlatıyoruz.

 

Yolumuza devam ederken kumsaldaki deniz kabukları ve ölü yavru yengeçleri topluyoruz. Gemilerden düşen ya da atılan halatlar, kasalar, kalaslar, çeşit çeşit şişeler, daha ambalajı açılmamış yiyecekler, dolu ya da boş variller, giyecekler, pet şişeler, balıkçı gereçleri, ağ parçaları, tanımlayamadığımız alüminyum şişeler yol boyunca sıkıntımızı gidermeye yetiyor. 

 

Başak kumsalın neresinden geriye dönüş yapacağımızı daha sık sormaya başlıyor. Amacımız kıyıdan Yalıköy’ün 7 kilometre ötesindeki Evcik Plajına kadar gitmek ama yükümüz olmamasına karşın kumun yorgunluğumuzu arttırması ve geri dönüşte çok da geç saatlere kalmama niyetimiz nedeniyle Evcik’e yaklaşık iki kilometre kala geri dönmeye karar veriyoruz.

 

Başak’ın pazartesi okula sağ salim ve yüksek moralle başlayabilmesi için, Karacaköy’ün sahili olan Evcik ve sonrasındaki Ormanlı Plajını ‘bir başka sefere’ bırakıyorum. Evcik Plajı M.S.507-511 yılları arasında Bizans hükümdarı I.Anastasios tarafından Marmara Denizi’ndeki Karıncaburnu’na kadar yapılmış olan ünlü Anastasios surlarının Karadeniz’deki başlangıç noktası. Karacaköy yolu üzerinde bir kısmı hâlâ ayakta olan surları bugün de görebilmek mümkün. Ormanlı Plajı ise kumsalın hemen arkasında yükselen falezlerin her daim rüzgarlı olması nedeniyle yamaç paraşütü açısından uygun bir coğrafyaya sahip (Murat acaba buradan atlayış yaptı mı?)

 

Dönüşte çantamızı alıp sahile kadar inen 14.25 midibüsüne biniyoruz. Yolda yine eski bir Rum köyü olan Karacaköy (eski adı Metra) taş yapılarıyla dikkatimi çekiyor. Köy adını Osmanlı sancaktarı Karaca Ahmet Paşa’dan almış. Daha müsait bir geçiş sırasında Çatalca merkez ve hatta Büyükçekmece gölü üzerinde muhteşem köprü gibi ayrıca zaman ayrılması gereken bir yer. 

 

Karadeniz sahilindeki yaya keşiflerimiz devam edecek...