Dülük ya da Doliche
Antep Belediyesi asfalt tesisleri güvenlik görevlisine Dülük Baba tepesine çıkacağımı söyleyince telaşından biraz sıyrılsa da hâlâ şaşkınlığını gizleyemiyor. Keza, sıcakta sığındıkları gölgeyi terk etmekte nazlanarak ağaç altından hırlayan yanı başındaki devasa köpekler de öyle...
Çok da aydınlatıcı olmayan, arkası görülmeyen alçak yamaçtaki kireç taşlarını gösteren el kol hareketlerinden de güç alarak, enerji nakil hatları boyunca kentin kuzeybatısındaki Dülük Baba tepesine doğru giden bir rota izliyorum. Hava çok sıcak ve açık arazide, kireç taşları üzerinde hafif yükselen eğimde sırt çantamın ağırlığıyla biraz zorlanıyorum. Rotadan batıya doğru sapmam durumunda mekanize tugay askeri bölgesine girmem söz konusu olabileceği için yönüme ve ‘askeri alan’ uyarısı bulunan bir bölgeye girmemeye özen gösteriyorum. Çevre yolu ve hemen yanı başındaki demiryolunu aşıp (demiryolunu aşarken Eğridir’deki gece harekatlarında yüzleri boyalı hâlde karayolunu ve demiryolunu, araba farlarının etkisi zayıfladıkça sıçrayarak birer birer aşmamızı, elma bahçelerinde yaptığımız ilk brifingte mayışıp, timle karargaha dönmeyerek arazide uyuyakalan sonra da ağzı burnu dağılıncaya kadar dayak yiyen takım arkadaşımı anımsıyorum...) gözlerim 1 km batıdaki askeri gözetleme kulesinde, doğalgaz aktarma istasyonuna benzeyen bir tesis inşaatının yanından Dülük Baba tepesinin çamlık ormanına dalıyorum.
Bir ara askeri birliğe ait bir çöp kamyonu ortaya çıkıyor, sonra ortadan kayboluyor. 1200 metrelik Dülük Baba Tepesi ve çevresindeki çam ağaçları öyle çok yaşlı ve büyük gövdeli olmasalar da, hiç ağaç bulunmayan ve kavrulan bir bölgeden sonra gölgeleri ve mis gibi kokularıyla bana cennet gibi geliyorlar.
Yol üzerinde hiç su kaynağına rastlamıyorum. Bereket iki günlük suyumu yanımda taşıyorum. İstanbul’dan bu sabah gelen otobüsün sarsıntılı yol yorgunluğuna eklenen yarım günü aşan ve yaklaşık olarak toplamda 20 km’yi bulan Gaziantep il merkezi turunun üstüne öğleden sonra eklenen bu 6 km’lik sırt çantalı yürüyüşün sonundaki tırmanış kaslarımı bir hayli zorladı. Dülük Baba Tepesi bulunduğum yerden iki kilometre uzaklıkta biraz daha kuzeyde yer alsa da dayanamıyorum ve orman yolunu uzaktan gören bir noktada kamp atıyorum. Daha doğrusu kamp değil de kendimi çimen fakiri toprağa atıveriyorum; bir süre hareketsiz yerde uzanmış kalarak. Aşağıdan kıvrıla kıvrıla düşük vitesle gelen bir polis aracı Dülük Baba Tepesine doğru zorlanarak yükseliyor. Ancak hafta sonu olmasına karşın bu yeşil alan yine de ıssız sayılır; çünkü asfalt tesislerinden beri arazide hurdaların plastik aksamlarını yakan bir arkadaştan başka kimseye rastlamıyorum. Akşam hava hızla soğuyor.
Sabah sis içerisinde uyanıp, hayal alemi ortamında vericilerin bulunduğu Dülük Baba Tepesine doğru yöneliyorum. Neyse ki dün kamp atmadan önce ağaçların arasından yaklaşık olarak yönünü belirlemiştim. Yarım saat sonra, geniş bir plato şeklinde dağın en yüksek noktasında yer alan Jupiter Dolichenus Kutsal Alanına varıyorum. 2001 yılında başlanılan kazı çalışmaları henüz tamamlanmadığı için kazılan yollar ve hendeklerdeki sütun, sütun kaidesi, çömlek, küp gibi buluntuların üstü harici etkilerden zarar görmemesi için naylonlarla örtülmüş. Jupiter Dolichenus kültü Roma imparatorluk dönemine ait olsa da kökenleri çok daha eski çağlara dayanmakta. Jupiter Dolichenus’tan önce bu bölgede gök ve şimşek tanrısı Teshup Hadad’a tapınılmaktaymış. Teshup Hadad gibi Jupiter Dolichenus da Roma döneminde elinde çift balta ve şimşek demetiyle betimlenmekteymiş. Boğa imgesi her iki tanrı için önemli bir yere sahipmiş; mişmiş de mişmiş...
Kazı alanında bugüne kadar yapılan çalışmalarda duvarlar, sikkeler, adak levhaları, çeşitli mühürler bulunmuş. Tepede bulunan Dülük Baba yatırının yöre insanları tarafından sıkça ziyaret edildiği dikkate alınırsa, bölgenin kutsal niteliğinin yakın zamanlara kadar farklı biçimlerde de olsa sürdüğü daha kolay anlaşılabilir.
Hiçbir görevlinin bulunmadığı tepede (ben vericiler için bir bekçi bekliyordum en azından) iyice dolandıktan sonra beşyüz metre aşağıdaki kaya mezalarına yöneliyorum. Yokuş yukarı hızla çıkan, orta yaşlı bürokrat kafalı beş kişilik bir sporcu grubuyla karşılaşıyorum. Rampa yukarı yürüyerek tırmandıkları için ter içinde kalmışlar ve nefes nefeseler. Kayaya oyulmuş mezarların arkasından yeniden kuzeye yönelip yamaçtan aşağıya iniyorum ve ormandan çıkıyorum. Dülük Köyü ve antik yerleşimi Dülük Baba Tepesinin 2-3 km kuzeyinde yer alıyor.
Özel arazilere ait bir iki çiti kestaneyi çizdirmeden kolayca aştıktan sonra en son küçük bir tepeyi aşıp Çimşit Tepenin güney doğusunda bulunan Dülük köyüne ve yerleşimlerine varıyorum. Köyün alt kısmındaki taş ocaklarına doğrudan yönelmeden yamaçtan Dülük’e doğru yaklaşıyorum.
Hititlerden beri kutsal şehir konumunu yitirmeyen ve M.Ö.300’lü yıllarda kurulan Doliche, Bizans döneminde başpiskoposluğun 7.yüzyılda Zeugma’ya taşınmasıyla birlikte dini merkez niteliğini kaybetmiş. Bu dönemlerde, Dülük’ün 10 km güney doğusunda Gaziantep Kalesi çevresinde kurulan yeni Ayıntap kenti zamanla Dülük’ün geri planda kalmasına neden olmuş. Antik dönem boyunca, ana ticaret yolları yakınında bulunan Doliche kenti, Mezopotamya, Suriye ve Pers krallıkları, eski Yunan ve Roma uygarlıklarının etkisi altında kalmış. Kentte gerçekleştirilen kazılarda prehistorik çağlarda da buranın yerleşim merkezi olarak kullanıldığına ilişkin buluntular elde edilmiş. Güneydoğu Anadolu bölgesinde bilinen ilk taş işleme merkezlerinin burada bulunduğuna ilişkin kanıtlar bulunmuş.
M.Ö.253 yılında Pers kralı I.Şapur’un Doliche’yi yerle bir etmesinden sonra kentin ve kutsal alanın gelişimi sekteye uğramış. M.S.5nci yüzyılda Doliche bir piskoposluk merkezi olarak yeniden canlanmış. Kent nekropolünün batısında iki tane M.S.8nci ve 10ncu yüzyıllara ait Suriye tarzında inşa edilmiş kaya kilisesi bulunmakta.
Yamaçtaki kaya kiliseleri ve kaya mezarlarını gezip taş ocaklarını geziyorum. Yüzeyleri bıçak gibi kesilmiş devasa kaya blokları arasında bir ara kayboluyor ve köy içerisine açılan dar bir aralığa yöneliyorum. Ancak sağ tarafta gölgede yere uzanmış koskocaman yaşlı bir çoban köpeği kafasını derin uykusundan kaldırıyor. Attığım bir adım daha hafif hırlamasına neden oluyor. Bu dar mekanda sırtımda çantayla şansımı fazla zorlamadan geri tornistan yapıp, tel örgülerin arasında ekin tarlası kenarından bir konutun bahçesine dalıyorum. Bereket bahçede köpek ve evde de fazla bir hareket yok. Yola açılan demir kapıyı fazla gıcırdatmadan açıp kendimi köy çeşmesine atıyorum. Halı yıkamakta olan bayanların şaşkın bakışları altında su kaplarımı dolduruyorum.
Köy içinden geçip Çimşit Tepe’ye doğru köyün kuzeyindeki nekropolü de gezip Dülük merkezine geri iniyorum. Karayolunu izleyerek, muhtarlığın bahçesine yerleştirilmiş tarihi eserlere bakakalarak, demiryolunun öte tarafında, Keber tepesinin güney yamacındaki iki büyük mağarada dağınık bulunan ve bugün ilçe belediyesi tarafından bakımı ve girişleri denetlenen Dülük Mitras Tapınağına yöneliyorum. Burada yağmur hızlanıyor, sırt çantamı girişteki güvenlik kulübesine emanet ediyorum.
Dülük Mitras Tapınağı Anadolu’da bulunan ilk mitras yeraltı tapınağıymış (Mithreum). Geniş bir mağaranın içerisindeki tapınak iki salonlu ve tapınağın mihrabı konumundaki merkezi nişte Tauroktomi adı verilen boğa öldürme sahnelerinin betimlendiği kabartmalar bulunuyor. Burada Tanrı Mitras bir boğayı öldürürken gösterilmekte ve çevresinde gezegenleri simgeleyen yıldızlar, takım yıldızları simgeleyen akrep, yılan, köpek gibi tasvirler var. Birinci yüzyılda Tarsus’tan yayılmaya başlayan Mitras Kültü, IIIncü yüzyıylda İskoçya ve Büyük Sahra’ya kadar geniş bir alana ulaşabilmiş. Mitras ayinlerinde, tanrının gücü ve ölümsüzlüğüne kavuşma için kurban edilen boğanın kanıyla yıkanılır ve bu kan içilirmiş.
Kimi yerlere kazılan haçlardan kült alanlarının sonraki yıllarda hıristiyanlar tarafından tahrip edildiği anlaşılmaktadır. Sağdaki Mithreum’un içi kazı çalışmaları tamamlandıktan sonra yürüyüş platformu ve bir aydınlatma düzeneğiyle düzenlenmiş. Kazı çalışmaları devam ettiği için soldaki ikinci Mithreum’un girişi tel örgüyle kapatılmış durumda.
Mitra kültüne ait ritüellerin gerçekleştirildiği, mağara içerisindeki kutsal alanlar olan iki Mithreum’daki kazı çalışmalarına 1997 yılında başlanmış. Bu mağaralar Kommagene bölgesindeki ilk Mithreum’larmış. Doğal bir mağara oluşumunun içerisinde yan yana yer alan iki tapınak, aynı girişi kullansalar da, iki ayrı külte hizmet etmektelermiş. Roma İmparatorluğu toprakları içerisinde bu özelliklere sahip başka bir kutsal alan yokmuş.
Çıkışta güvenlikçilerin kulübesinde çay içip sohbet ediyoruz. Dülük Köyü sit alanı olduğu için, yere döşenen parke taşları için izin almakta zorlanılmış. Arazinin ortasında sahipsiz duran Dülük Tren istasyonu binasının yanından Beylerbeyi’ne doğru yürüyüşe geçiyorum. Sağımdaki Dülük Baba Ormanı ve Tepesinin güzel manzarasına her adım arasında bakmayı unutmuyorum...