Skip to main content

Sürdülebilir Turizm ve Safranbolu

 

 

Kavşakta sapmak için duraklayan emanet aracımıza kaçamak yapmaya giderken arkadan çarpan iki erkek ve sarı boyalı bir hatundan oluşan vatandaşlarımızı elli metre ileride ‘yakaladıktan’ ve uygar bir şekilde tutanak tutmaya ikna ettikten sonra, ‘muhteşem vadiye’ doğru alçalan Hilmi Bayramgil Caddesi’nde ‘dip dibe’ ilerleyen trafikten kendimizi zar zor kurtararak Turizm Meslek Lisesi bahçesinde oluşturulmuş otoparka sığınıyoruz. Son model araçları dolduran ‘insanlar’ biraz daha az yürüyerek gezebilmek uğruna yerleşimin ta göbeğine, merkezdeki Kazdağlıoğlu Meydanı’na ya da Cinci Hanı’nın çevresine kadar araç trafiğine açık bırakılan, UNESCO’nun 1994 yılında Dünya Mirası Listesi’ne aldığı tarihi Safranbolu’nun Arnavut kaldırımı caddelerini işgal etmiş.

İnsanlar akın akın açık bir pazara ya da alışveriş merkezine dönüştürülmüş tarihi sokaklardan omuz temasında, bir hac farizasını yerine getiriyormuşçasına kararlı adımlarla ilerliyorlar. Kalabalık sanki gezmiyor dükkanların etrafında dört dönerek gizemli bir ibadet yapıyor. Kimse tarihi ilçenin özgün evleriyle ya da anıtsal yapılarıyla ilgilenmiyor. İşin kötüsü söz konusu dükkanlarda yerel halkın ürettiği yöresel ürünlerden daha çok Çin işi hediyelik eşyalar satılmakta… İnsanoğlunun sınırsız tüketim hırsı, kendinden geçerek yola taşan tezgahlara abanan hemcinslerinin yarattığı stereo etkiyle ikiye katlanıyor.

 

Mescit Sokaktan meydana doğru inerken abartılı onarımlarla turistik otel ya da pansiyona dönüştürülerek doğallığını ve özgünlüğünü yitirmiş tarihi yapıların sürdürülebilir turizm için geliştirilmiş ‘yeni hallerini’ izliyoruz. Tarihi konakların onarılarak turistleri avlamaya yönelik ticarethanelere dönüştürülmesine yol açan ‘Turing tarzı’ yenileme mantığı yakın geçmişte daha da geliştirilerek, sonuç olarak gezerken kapısından dahi bakmaya ürktüğümüz bu parlak cilalı ‘modifiye görmüş’ lüks ucube yapılar ortaya çıktı. Yıkılmak üzere olan eski binalar yenilenirken kentin ruhunun, yaşayanlarına yani ev sahiplerine ait kültürel yaşamın, gelenek ve göreneklerin unutulması ya da bilinçli olarak göz ardı edilmesi sonucu tarihsel yerleşimler hızla karikatürleşmiş turistik yerleşimlere dönüşebilmektedir.

 

Halbuki Safranbolu geçmişte Türkiye’de bu konudaki en olumlu örneklerden biri ve hatta da öncüsü olmuştur. Buradaki kültür mirası yapıların korunması için ilk adım daha turizm erozyonunun esemesinin dahi okunmadığı bir dönemde, Safranbolu Belediye Meclisi’nin 12 Haziran 1975 yılındaki koruma kararı ile atılmıştır. Sit alanı ilan edilen eski şehir merkezinde 1.008 adet tarihi eser tescil edilmiştir. Bunlar arasında 1 özel müze, 25 cami, 5 türbe, 8 tarihi çeşme, 5 hamam, 3 han, 1 tarihi saat kulesi, 1 güneş saati ile çoğu turistik tesise dönüştürülmüş yüzlerce ev ve konak bulunmaktadır. Çok daha sonraları, Safranbolu’daki kültürel mirasın korunmasına yönelik atılan adımları örnek alan Beypazarı, Mudurnu, Göynük, Cumalıkızık, Şirince, Kula gibi yerleşimler bu konuda atılım yapmışlar ama ‘sürdürülebilir turizm’ adına yapılan hataların tuzağına düşmüşlerdir. 

 

Yenileme (restorasyon) deyince mevcut yıkıntı yapıyı ‘turistik kullanıma öncelik tanıyarak’ sadece fiziki olarak onarma anlayışının yanlışlığı ve eksikliği er ya da geç anlaşılacaktır. Yenileme çalışmalarında aslına sadık kalınmadan, geniş odaların küçük odalara bölünmesi, yapıların belli mekanlarının amaç dışı farklı kullanımlara tahsisine yönelik olarak ‘geliştirilmesi’ gibi ticari işletme kolaylıklarına öncelik veren değişiklikler yapılabilmektedir. ‘İşlevsel yenileme’ ya da ‘Ekonomik yenileme’ olarak da adlandırılan bu yaklaşım yerine önceliğin, özgünlüğün bozulmadan daha çok yapısal yenilemeye verilmesi yörenin bütünlüğü içerisinde tarihi özelliğini kaybetmemesi açısından önemlidir. Restorasyonun, bunun için sağlanan devlet kredi ve kolaylıklarının söz konusu mekanların yeni sahibi olan uyanık girişimciler yerine, yaşamlarını bir şekilde ‘sürdürmelerine’ olanak verecek şekilde gerçek ‘ev sahipleri’nin korunmasını hedef alması daha anlamlı olmaz mı? Böylelikle ‘kültürel dokunun’ onarım gören yapılardan, taştan, ahşaptan, kepenkten ibaret olmadığı ve daha çok yörede yaşamlarını sürdüren ‘ev sahiplerinin’ varlıklarına ve yaşam tarzlarına ilişkin bir konu olduğu anımsatılabilir. Onarımda ya da yenilemede yalnızca evi kurtarmakla yetinilmeden, sosyal yaşamının bütünlüğü içerisinde yapının içerisinde yaşayan insanı, evin bulunduğu sokağı, mahallenin ruhunu koruma bilincinin geliştirilmesi anlayışı çok önemli.

 

Gerede-Sinop kervan yolu üzerinde bulunan çok kültürlü, farklı etnik yapılara ve dinlere sahip bir yer olan Safranbolu’da bu yaklaşım daha da önem kazanmaktadır. Başı dönen ve gözünü ucuz mal bürümüş ziyaretçilerin uğrağı alış veriş mekanlarının yaygınlaştırılması yerine, eskiden Cinci Han çevresinde Safranbolu çarşısında Lonca sistemine göre kümelenen demirci, bakırcı, dikici, saraç, yemenicilerin özgün haliyle faaliyetlerini sürdürmeleri sağlanabilir. Çarşının sokakları her bir sokakta yer alan zanaat koluna göre ‘semerciler içi’, ‘kunduracılar içi’, ‘kasaplar içi’ gibi adlarla anılırlarmış. Bugün ilçede zanaatçıların varlığı toptan alınmış ucuz malları satan dükkanların kalabalığında kaybolmuş.   

 

Lokum satan tüccarların sırf dükkana ilgi çekebilmek için onardığı ve müze gibi ziyarete açtığı bir konağa göz atıyoruz. Çarşının merkezinde bulunan ve bölgenin en özgün hamamı olan Cinci Hamamı sanki açık havaya taşmış, meydanda adım atacak yer kalmamış; ezilmemeye ya da darbe almamaya özen göstererek yan adımlarla sırtımızı duvarlara verip Yemeniciler Arastasına doğru süzülmeye çalışıyoruz. Önümüzü kesen lokum ikramcılarını kırmadan özellikle kaymaklı olanları tercih ediyoruz.

 

Bir dönemler ‘Yemeni’ adı verilen deri ayakkabıların yapıldığı 48 ahşap dükkandan ve iki ana caddeden oluşan Köprülü Mehmet Paşa Camii yanındaki Yemeniciler Arastasına eskiden Lonca Çarşısı deniliyormuş. Alışverişten yorgun ve terli vücutlar asma altındaki çay bahçesini işgal etmiş. Gözleme kokuları arastanın içini basmış. Yağlı boyayla süslenmiş ahşap bilezik ve yüzükler satan tezgahta biz de bir ara ‘tüketim hastalığımıza’ boyun eğiyoruz. Bir bilezik alana bir yüzük bedava…

 

Arastadan çıkar çıkmaz açık tavanlı alışveriş merkezinin ‘yürüyen’, otomatik kaldırımının akıntısına kapılarak Köprülü Mehmet Paşa Camiinin güneş saati bulunan avlusundan geçip 1650’li yıllarda kesme ve moloz taştan inşa edilmiş Cinci Hanı’nın girişine tosluyoruz. İnsan seli hanın gişeleri önünde seyreliyor. Otel, lokanta, kafeterya ve bara dönüştürme yoluyla ‘onarılan’ ve kurtarılan iki katlı ve 63 odalı Hanın avlusuna girmek ve fotoğraf çekmeyi denemek ücretli. Gezmeye ya da deklanşöre basmaya kalkışmadan girişte uzaktan gördüklerimizle yetinip Hıdırlık Yokuşuna yöneliyoruz.

 

Safranbolu evleri arasında önemli bir örnek oluşturan Kaymakamlar Gezi evinin önünden yokuşu tırmanıp Hıdırlık Tepesinin ‘gişelerine’ ulaşıyoruz. Bu mübarek turistik Avm’de camiler hariç nereye elini atsan ücretli giriş söz konusu. Halbuki ana girişte tüm araç ve ziyaretçilerden tek kalemde ‘makul’ bir ücret alınsa ve dükkanların sokağa taşmaması sağlanarak Safranbolu’nun eski çarşısındaki bu mide bulandırıcı motorlu araç trafiği engellense ne kadar güzel olurdu değil mi? Hem hiçbir tarihi eserin sergilenmediği sadece Safranbolu’ya hakim tepelerden biri olan Hıdırlık’a ‘girmek’ için bile ücret ödeme gibi sürekli ve ayrı ayrı ücret ödeme saçmalığı da ziyaretçilere yaşatılmamış olur.

 

Tepede kurtuluş savaşı kahramanlarından namı diğer Şeyh-ül Etıbba Dr.Ali Yaver ATAMAN’ın ve kumandan Hıdır Bey’in (Hızır Paşa) mezarları ve bir türbe (Köstendil Kaymakamı Hasan Paşa’nın Türbesi) yer almakta. Osmanlılar Safranbolu’ya ilk geldiklerinde buraya yerleşmişler. Yağmur duası ve hıdrellez kutlamaları için tepenin iki bölümü açık namazgah şeklinde düzenlemiş.  

 

Tepeden 360 derecelik bir açı ile ilçenin çevresini, yakınlardaki Kıranköy’ü, Mezarlığı ve uzaktan Bağlar’ı görmek mümkün. Mezarlık tarafında Cumhuriyetin ilk yıllarında orduya uçak alımı için Kızılay ve Türk Hava Kurumu tarafından başlatılan kampanya kapsamında Safranbolu halkının satın alıp orduya armağan ettiği çift motorlu ve çift kanatlı Fransız Breguet 19 model Zafranbolu (halkın bağışlarıyla alınan uçaklara, hangi şehir ya da kasabanın katkılarıyla alındığını belirtmek için o yerleşim biriminin adı verilirmiş)  uçağıyla aynı adı taşıyan ve sergilenen eski eğitim uçağı uzaktan görülebiliyor. Ancak sergilenen uçak her yerde yazdığı gibi bir bombardıman uçağı olan ve orduya 1931 yılında bağışlanan gerçek bir Breguet 19 değil, çok daha sonraki yıllara muhtemelen 1960’ların ortalarına ait küçük çift motorlu bir pervaneli keşif  uçağıdır (model Dornier Do28D2 Skyversant seri no 4119).

 

Hıdırlık’tan bu kez yerli bir turist grubunun önüne düşerek ayrılıyoruz. Rehber her on adımda bir katılımcıları inişte yolun kaygan döşeme taşları konusunda uyarıyor. Biz de bu uyarıdan nasipleniyor ve dik yokuşlarda üzerindeki tozlarla iyice kayganlaşan taşlara ‘yan basarak’ önlemimizi alıyoruz. İzzet Mehmet Paşa Caminin avlusundan geçip Demirciler Çarşısını geziyoruz. Çarşı ile cami arasındaki boşluktan Safranbolu’nun içinden ve kayayı oyarak oluşturduğu dar kanyondan onlarca metre aşağıdan akan ve ileride Gümüş Dereyle birleşen Akçasu Deresine bakıyoruz. Aşağısı ilgi çekici ve derin bir uçurum. Cinci Hanı, İzzet Mehmet Paşa Camii gibi derenin üzerine denk gelen bazı yapılar köprü temel ve kemer sistemleriyle bu derin boşluğun üzerine inşa edilmiş. Demirciler Çarşısındaki yapıların arka bölümleri de bu derin kanyona doğru ağaç desteklerle çıkma yapmışlar.

 

Normal şartlarda gezimize vadinin batısında yer alan kalenin bulunduğu şehre hakim konumlu tepeden devam etmemiz gerekir ama daha İstanbul’a kadar yol yapacağımız için bu seferlik gezdiğimiz kadarıyla yetiniyoruz. Eskiden Bizans döneminde bir kalenin (Dabydra Kalesi) bulunduğu bu mevkide Sultan 2.Abdülhamit tarafından 1906 yılında yaptırılan ve yenilenerek bugün kafeterya ve lokanta olarak hizmet veren Eski Cezaevi, Sultan II.Abdülhamit tarafından yaptırılan Cephane Binası ve III. Selim’in Safranbolulu Sadrazamı İzzet Mehmet Paşa tarafından 1797 yılında yaptırılan kare şeklindeki saat kulesini de barındıran Eski Hükümet Konağı bugünkü Kent Tarihi Müzesi bulunmaktadır. 1904 yılında Kastamonu Valisi Enis Paşa tarafından yaptırılan 800 metrekare kapalı alana ve bir mahzene sahip iki katlı taş yapı 1976 yılında yangın geçirmiş ve ertesinde onarılarak müzeye dönüştürülmüş. Müze içerisinde Safranbolu’nun günümüze kadar geçirdiği tarihsel evreler kronolojik olarak izlenebilir.

 

Bölgede saydıklarımızın dışında gezilebilecek diğer müze evler arasında, Eski Çarşı’nın Çeşme Mahallesinde 888 yılında yaptırılan Mümtazlar konağı,  19. yüzyıldan kalma Kavsalar evi, yine aynı döneme ait Hacı Halil Mahallesi Mescit Sokaktaki Karaüzümler evi ve Musala Mahallesindeki Kileciler evi sayılabilir.

 

Yerleşim olarak üç bölüme ayrılmış olan Safranbolu’nun eski şehir ya da eski çarşı olarak adlandırılan ve çoğu koruma altında olan yapıların bulunduğu yerin dışında resmi adı Misakı Milli olan ve yerli halk tarafından Granköy olarak bilinen Çarşının batısında yer alan Kıranköy de ilgi çekicidir. 1923 yılındaki mübadeleden önce Ortodoks Rumların yaşadığı bölgede eski Rum evleri ve yanındaki Skalion Mektebi ve papaz konağı ile birlikte 515 yılında inşa edilip 1872 yılında onarılan Ayastefanos (ya da San Stefano) Kilisesi yani bugünkü Ulu Camii (1956’da camiye dönüştürülmüş) görülebilir.

 

Üçüncü mahalle ise eskiden varlıklı ailelerin zamanında yaz aylarını burada bulunan bağ ve üzüm bahçelerinde geçirdiği Granköy’ün kuzeyindeki Bağlar mahallesidir. Mahallenin Değirmenbaşı mevkiinde bulunan Emir Hocazade Ahmet Beyler gezi evi olağanüstü ahşap işçiliğiyle dikkat çekmektedir.      

 

Safranbolu’ya turist akımının en zayıf olacağı kış aylarında gelip yakın çevresini de gezebilecek şekilde en az üç gece konaklamakta yarar var. Böylelikle bir bayram tatilinin üçüncü gününde yukarıda özetlemeye çalıştığımız olumsuzlukları bir ölçüde hafifletmek mümkün olabilir.

 

Aşağı Tokatlı mahallesinde bulunan ve 1778 yılında Kazdağlıoğlu tarafından su köprüsü olarak yapıldığı, daha sonra 1796-1797 yıllarında İzzet Mehmet Paşa tarafından geçit durumuna getirildiği söylenen,  40 metre uzunluğunda 30 metre yükliğinde, 15 metre açıklıklı tek bir kemerden oluşan 6 metre genişliğindeki Tokatlı taş Köprüsü dikkat çekmektedir.

 

2011 Nisan ayında turizme ‘kazandırılan’ Tokatlı Kanyonu Yürüyüş Parkuru, kent merkezinin yaklaşık 8 kilometre kuzeyinde yer alan tarihi İncekaya Su Kemerinin hemen yanından başlıyor. Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından Tokatlı Deresi üzerine yaptırılan altı kemerden oluşan 116 metre uzunluğunda ve 60 metre yüksekliğindeki ki yapı ilçeye su taşımak amacıyla yapılmıştır. Kemerden taşınan su Asmazlar Konağı’nın bahçesindeki su terazisinden geçerek kente dağıtılmaktaymış. Girişi yine ücretli olan kanyonun yaklaşık üç kilometrelik kadar bölümü kısmen toprak, kısmen de ahşap döşemeden yollarla yürüyüş parkuru olarak düzenlenmiş. Ahşap yol ve köprüler herkesin kanyonun tabanına ulaşması için güzel bir çözüm olmakla birlikte açıkçası doğal ortamı biraz bozuyor. Kanyon içerisinde doğal mağaralar ve küçük şelaleler bulunmakta.

 

Yine ilçe merkezinin 9 kilometre kuzey batısında bulunan Bulak Mencilis Mağarası da bölgede görülmeye değer yerlerdendir. İki girişi bulunan mağaraya ilk giriş su çıkışının ağızdan, ikinci giriş ise aktif çıkış ağzının arkasında bulunan tepenin solundaki fosil ağızdan yapılmaktadır. Tüm kollarıyla birlikte topla 6,5 kilometre uzunluğunda olan mağaranın ancak 380 metresi ışıklandırılarak ve düzenlenerek turistlerin kullanımına sunulmuş. Türkiye’nin dördüncü büyük mağarası olan doğal yapı içerisinde dikitler, sarkıtlar, travertenler, göletler ve yer altı nehirleri izlenebilmektedir. Mağaraya girebilmek için 4 TL ödemek ve 157 basamaktan oluşan merdivenleri çıkmak gerekiyor.

 

Safranbolu’ya 11 kilometre uzaktaki Türkmen Yörük Köyü 1997 yılında Kültür Bakanlığınca koruma altına alınmış ilginç ve görülmeye değer bir başka yerleşimdir. Köyün yaşlılarının kendi atalarından duyduklarına göre; Osmanlının kökeni olan Kayı Boyunun Karakeçili Aşiretine bağlı olarak Safranbolu’nun Taraklı Borlu yöresine, geniş aileleri ve hayvanları ile birlikte başlangıçta 3 kardeş yerleşmişler. Köyde müze olarak düzenlenmiş Sipahioğlu Konağı gezilebilir.

 

İlk çağın Paflagonyası olarak bilinen bölgede birçok kaya mezarı ve Tümülüs bulunmaktadır. Gündoğan, Üçbölük, Hacılarobası ve Çavuşlar köyü dolaylarında Roma dönemine ait kaya mezarları vardır. 

 

Daha da açılmak isteyenler, Safranbolu’ya 50 km uzaklıkta Safranbolu-Ulus ve Eflani ilçelerinin kesiştiği 280 hektarlık ormanlık Uluyayla’ya, yine merkeze 8 km uzaklıktaki Sarıçiçek Yaylası’na, Düzce ve Sakaralan Kanyonları ve Eflani’ye doğru yönelen Katır Yoluna kadar açılabilirler.

 

Biz ‘sürdürülmesi zorlaşan’ yaşamımızın bir bölümü için İstanbul yönüne saptık bile…