Skip to main content

Birgi, üç , dört...

 

“Çocukken ne güzeldi her şey...” Hep birlikteydik ve aynı cehennem kapanında olmamıza karşın, herbirimiz henüz ayrı ayrı düş dünyalarında gezindiğimiz yanılsaması içerisinde değildik. Bunca kalabalığın, bunca keşişen ve benzeşen yol arasında aslında tek başına ve yapayalnız olduğumuz gerçeğine toslamamıştık.

Soğuk bir kış günü, bize çok yakın ama nedense sürekli geçtiğimiz yolun iç taraflarında kaldığından gözden ırak duran Tire, Ödemiş, Birgi, Gölcük ve Bozdağ’a giderken ve hatta döndükten sonra da, geziyi özetleyen parolamız, çocuklara sayı saymak kadar basitti: Bir-gi-üç-dört... Termosta sıcak çayı ve atıştırmalıkları hiç eksik olmayan aracımızda, çalan müziğe eşlik eden sadece ağzımız değil, oynaşan, alkış tutan ve bir tür oturarak dans eden bedenimizle birlikte varlığımızın tümüydü. Dönüş yolu ise çocukların soluk verirken çıkarttığı fısıltıların oluşturduğu tatlı uyku ortamının sessizliğinde geçiveriyordu.

 

 

 

Torbalı yolunda, başdöndürücü doksan derecelik bir dönemeçle Pamukyazı mevkiinde İzmir yolundan ayrılarak, yaklaşık 40 kilometre ötedeki Tire’yle başlıyoruz işe. Salı günü kurulan yöresel ürünleriyle ünlü, Türkiye’nin en büyük açık pazarına dolu dolu turist otobüsleri göndermemize rağmen buraya daha önce ailecek gelme olanağı bulamamıştık.

Küçük Menderes yani Caystre ya da Kaystros Vadisine girişimizle birlikte bizim için yeni bir diyara adım atmış oluyoruz. Yol kenarındaki kırmızı biber tarlaları mevsim itibariyle dinlenmedeler. Her ne kadar o dönemlerde Aydın Dağlarının denize doğru uzanan devamında, günevi bir yamaçta yaşamımızı sürdürüyor olsak da, Kelbanion Ovası, Yukarı Menderes Vadisine doğru yükselen bizimkinden biraz daha farklı, sulak ve verimli bir ortama girmiş bulunuyorduk. Yeşil Tire’ye vardığımızda daha henüz programımızın başı olduğu için, çarşıyı yani merkezi gezmekle yetiniyoruz. Ünlü Tire köftesi kokuları saat itibariyle henüz atmosferi kaplamamış.

Yeşil Tire ilçesi, Balım Sultan ve Taştepe mevkii mesire yerleri, Toptepe ve çevredeki yamaçlarda yer alan yürüyüş parkurları, piknik alanları doğaseverlerce keşfedilmeyi bekliyor. Ama bugün içerisinde bulunduğu çöp yığınlarından temizlenmesi şartıyla...

Yaklaşık 35 kilometre ötedeki Ödemiş’e doğru devam ediyoruz. Tire 100 metre rakımlı olmasına karşın, doğal güzelliği ve İzmir yolundan ayrılıp ‘içeriye’ sapmış olmamızın etkisiyle olacak sanki daha çok ‘yükseldiğimiz’ duygusuna kapılıveriyoruz.

Yolumuza devam edip yaklaşık yarım saat sonra, antik Lydia’nın hayvancılığıyla ünlü ovasında bulunan zeybekler ve efeler diyarı Ödemiş’e varıyoruz. Yörede çok zengin kalıntılar içermemekle birlikte birçok tarihi sit bulunmakta: Hypaipa (bugünkü Günlüce), Dios Hieron (Birgi), Digda (Ovakent), Potamia (Bademli), Ayasurat (Türkönü), Torrhebia (Gölcük), Mesotmolos (Bozdağ), Bazdegümi (Yolüstü), Medeksis (Ortaköy), Adagüme (Konaklı), Bükürgüme (Bademli).

Tarım ürünleri ve özellikle de kumpire adını veren Kompir isimli patatesiyle ünlü Ödemiş’in merkezinde biraz yaya dolandıktan sonra Birgi’ye doğru yolumuza devam ediyoruz. Bölgede bulunan arkeolojik ve etnografik eserlerin sergilendiği Ödemiş müzesini gezmiyoruz. Tarihsel olarak çok eski çağlardan, tarihöncesinden beri yerleşimlere konu olan Ödemiş çevresinde çok sayıda tümülüs, höyük ve kaya mezarları bulunuyor.

Ödemiş’e çok yakın olan (yaklaşık 5 km) Birgi’ye yöneliyoruz. İlkçağdaki Bizanslıların Dios Hieron ya da Christopolis’i, ortaçağdaki Pyrgion, Pyrgi, Birghi ya da Birgi, Küçükmenderes vadisinin yukarılarında bulunan ve Aydın Beyliğinin başkenti olan büyük bir kazaymış. Onun kadar turizmin hışmına uğramamış da olsa biraz Safranbolu havasında olan yerleşimde merkeze yakın bir ara sokakta aracımızı terk ediyoruz.

İçinden Birgi Çayının aktığı şirin ilçede, yer yer yıkılmış iki duvarın çevrelediği dere yatağından geride tepesi bembeyaz karlarla süslü Bozdağ’ın manzarası ortama ayrı bir güzellik katıyor. Çay sık sık yatak değiştirdiğinden çevresine duvar örme gereği duyulmuş. Duvarlar arasına sıkışmış yatağından çağlayan dere ve kenarlarındaki çimenlik boşluklar birbiriyle bütünleşmiş.

Çoğu onarım görmüş yöreye özgü mimariye uygun tarihi evlerin arasında en önemli örnek Birgi Çakırağa Konağıdır. 1761 yılında inşaasına başlanan, üç katlı, dış sofalı, çift köşk odalı konak bölgeye özgü mimarinin günümüze kadar korunan ender örneklerinden. Zemin duvarları taş örgü olmakla birlikte orta ve üst kat duvarları ahşap çatkıya dolgu tekniği ile yapılmıştır. Bitki ve meyve motifleri ve şehir panoramasıyla süslü tavan ve duvarları ve ahşap işçiliğiyle dikkat çekmekte, kemerli vitray pencereler ise iç aydınlatmaya ayrı bir renk katmaktadır. Konağın çevresindeki onarım görmüş evler, taş döşemeli dar ara sokaklar, merdivenler bir ‘tarihi mahalleye’ dönüştürülmüş.

Birgi eskiden surlarla çevriliymiş ve bugün artık bütünlüğüyle ayakta olmayan bu surların merkezdeki sekizgen gözetleme kulesinin üst tarafı lokanta olarak hizmet vermekte. Ancak biz çarşıda halkın uğrak yeri olduğu kalabalığından belli olan tarihi bir lokantada yemeğimizi yiyoruz.

Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmi dini olmasıyla birlikte “İsa Kenti” anlamında Christopolis adını alan Birgi, İ.S.5nci yüzyılda Ephesos Metropolitine bağlı bir psikoposluk merkezi de olmuş. Bizansın son dönemlerinde ise Pyrgion adıya metropolitlik merkezi olarak anılmakta. Birgi’nin güneyinde ve yaklaşık 800 metre uzaklıkta, dibek taşlarıi tarihi çeşme, mermer sütun kalıntılarının bulunduğu adına Manastır denilen bir bölge var.

İnanç yönünden maaile Imamı Birgivi (Mehmet Efendi) Türbesini gezmiyoruz... Ege Bölgesinin en eski camilerinden biri olan şirin Aydınoğlu Mehmet Bey Camii’ne ise dışardan bakıyoruz. Selçuklu tarzındaki caminin Selçuk Ayasuluk Büyük Camii ile benzerliğinden söz edilmektedir.

Biraz daha dolandıktan sonra Bozdağ’a doğru yola devam ediyoruz. Yaklaşık 500 metre sonra yolun biraz iç tarafında, suyunun böbrek taşını düşürmeyi kolaylaştırdığı söylenen Damlacıksuyu’na uğruyoruz. Biz oradayken farketmediysek de kaynağın yakınında devasa büyük doğal bir kayanın üzerinde, buranın kutsal bir alan olduğunu gösteren eski Türk inançlarından kalma “Ong” damgaları bulunduğu söylenmekte.

Yine Bozdağ yolu üzerinde bulunan Gölcük’e uğramadan geçmiyoruz. Gezdiğimiz dönemde çok yaygınlaşmamış olsa da yapay gölün çevresindeki beton yapılaşma ortamın doğallığını bozmuş. Göl kenarında otlayan eşeklerle oyalanıp, havanın da soğuk olması nedeniyle fazla oyalanmadan Bozdağ’a doğru devam ediyoruz. Yeşillikler içerisindeki Bozdağ ilçesinden geçtikten sonra iyice yükselip, önce patates tarlalarının bulunduğu verimli topraklara sahip bir düzlüğe, yani Bozdağ yaylasına, oradan da Bozdağ Kayak Tesislerine bir kilometre kala karla kapanmış yola ulaşıyoruz. Zirvenin altındaki yamaçta bulunan tesisler bu yıl kapalı olduğundan yol da açılmamış. Bizim gibi karla ‘temas etmeye’ gelen bir iki araç karda ilerlemeyi denemeden yolda bırakılmış. Son model arabasıyla ‘karı’ izlemeye (ya da başka bir tür teması) bu irtifada denemeye gelen renkli camlı, ‘içerisi’ görünmeyen araçtaki sarsıntılardan dolayı adımlarımızı hızlandırıyoruz. Başak kız karla ilk kez karşılaşıyor. Annesinin iyice sarıp sarmalaması mı, yoksa bembeyaz zeminden yansıyan güneş ışınlarından mı bilmiyoruz ama bu tanışmaya ilk tepkisi hüngür hüngür ağlamak oluyor. Kar topları yapıp birbirimize de fırlatsak çocuğun ürkmesi bir türlü geçmiyor. Hatta havada uçuşan bu taneciklerin ne anlama geldiğini pek anlayamayıp biraz daha da korkuyor. Aracımıza binip geri dönüşe geçiyoruz. Ağaçlarla örtülü dağları dolanan yol başımızı döndürüyor. Aslında geri dönüşe geçmeden kuzeye doğru devam etsek, kestirmeden Istanbul karayoluna çıkmamız mümkün olabilecek.

Thmolos (Bozdağ)’tan doğan Faktalos (Sart) Deresi, antik çağda çok işlek bir güzergah olan Ephesos-Sardes yoluna eşlik ediyor. Yani Manisa Salihli’nin Sardes’inden çok uzakta değiliz.

Minibüslerin arkasında, dükkanlarda, hemen hemen her yerde karşımıza çıkan bir ayağını kayaya dayamış, elindeki tüfeği havada tutan efe imgesine gözümüz takılıyor. Bir kahramanlar diyarında olduğumuzun işareti bu. Bu dağlar ilk yerli gerillaların yatağı ve yurdudur. Bu güzelim yeşil verimli ağaçlık yamaçların çekiciliği biraz da bundan belki. Bunlar, önceleri eşkiya ama daha sonraları devletle barıştırılan ve ulusal kurtuluş mücadelesinde, öyle makyavelist stratejik gereklilik masallarına girmeden, bağrından doğduğu kendi halkından başka  kimseye ‘arkasını yaslamadan’ yurdun derinliklerine işgalini yaymaya çalışan gavura pabucunu ters giydiren, yürekli zeybekler ve efelerdir. Yıllardır her karışını ezbere bildikleri bu dağları, ovaları, koyakları mekan edinmişler ve eşitlikçiliğe daha yakın olan adaletlerini yakındaki düze ve ovaya yaymaya başlamışlardır.

XIX. yüzyıl sonları, XX. yüzyıl başlarında Aydın Eli’ni oldukça uğraştırmış olan Çakırcalı Mehmet Efe için İzmir Valisi Kamil Paşa’nın araya girmesi ve durumu İstanbul’a bildirmesiyle, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’ten af çıkar. Ancak Efe bu barışın Birgi’de gerçekleşmesini koşul olarak ileriye sürer. Ödemiş Kaymakamı Hilmi Bey ve takip müfrezeleri komutanı Binbaşı Ahmet Efendi af töreni için Birgi’ye gelirler ve 26 Mayıs 1904’te kalabalık bir kitle önünde, Birgi hükümet binasında tören yapılır. Çakırcalı Mehmet Efe 5 altın aylık karşılığında Kırserdarı ilan edilmişti.

Bu arada, Çakırcalı’nın düşmanlarından Kamalı Mustafa Efe, ortamdaki boşluktan yararlanıp adamlarıyla yani zeybekleriyle çeteciliği ve etkinliklerini arttırmış. 1904 yılında bir bahar gecesi, Kamalı Mustafa Efe ve adamları Birgi altındaki Rum Pandeli’nin bahçesinde (şimdiki Dedeler bahçesi), havuz başında eğlenirken çevrelerini saran Çakırcalı Mehmet Efe ve zeybeklerince öldürülmüşler. Kamalı çetesinden yalnızca iki kişi sağ kurtulabilmiş.

1919’da İzmir’in işgali sonrasında, İzmir Redd-i İlhak Heyetinin direniş davetiyle, Birgi’deki yerel idarecilerin önderliğinde toplantı düzenlenmiş ve Postlu Mestan Efe komutasındaki milislerle Yunanlılara karşı ulusal direniş kararı alınmış. Kısa süre içerisinde çağrıya yanıt veren eli silah tutan köylüler ve aralarında Çerkez Hasan Efe, İzmirli İsmail Efe, Genevli Sabri Efe ve Adagide’den Ketendereli Mustafa Efe’nin de bulunduğu zeybeklerin hepsi Ödemiş’te bir araya gelmişler. Postlu Mestan Efe’nin görevi başlangıçta Salihli üzerinden gelebilecek düşmanı Bozdağ’da durdurmakmış. Ancak sonra Salihli dahil bölgede birçok köyde halkın ulusal direnişe katılımını sağlamak için çok çaba harcamış. Eşme ve Alaşehir’den kendisine katılan birliklerle, Gediz ovasındaki Çerkez Ethem Cephesi ile Büyükmenderes vadisindeki Demirci Mehmet Efe bölgesi arasında adına Balkan Akıncıları denilen ve Bozdağ’daki karargahlarında yerleşik olan 600 kişiye yakın bir birlik ortaya çıkmış.

Bozdağ merkezli direnişçiler, özellikle Yunanlıların eline geçen Birgi’ye baskınlar düzenleyerek işgalcilere ağır kayıplar verdirmişler. Yunanlılar direnişin boyutlanması ve köyler dahil tüm yöreye yayılmasıyla birlikte 3 Mart 1920’de,  Bozdağ köyüne saldırıp köyü yakmışlar.

30 Ağustos 1922 zaferi sonrasında 2 Eylül’de Birgi’den çekilen işgal birlikleri halkı katlederek kasabayı ateşe vermişler.

Ne güzel günlerdi onlar... Cangılın içerisindeki evden medeniyete giderken, aşılması her defasında ayrı bir maceraya dönüşen kısa ama adamakıllı engelli bir off-road. Evde gözümüzün içine bakan aç köpekler, üstünde çaydanlığın mutluluk türküsü söyleyeceği üstten tutuşturulmayı bekleyen odun sobaları. Biz daha İzmir yoluna varmadan güneş çoktan batmıştı. Arkadan gelen Irmak'la Başak'ın uyku fısıltıları birbirileriyle yarışırken, hızlı bir şekilde gün içerisinde gördüklerimiz ve yaşadıklarımız, gözümüzü alan far ışıklarının buğusunda, kısım kısım usumuzdaki resmi geçitlerine başlamışlardı bile.