Skip to main content

Çölün kıyısında

 Tanrıçanın bala bulanmış parmakları onlar. Kayısı, incir, üzüm yanında secde eder, diz çöker.

Tolga

Deglet Nour: Cezayirliler parlak güneş altında ışık saçan kehribar meyveleri böyle adlandırıyorlar. Çölle temas eden Tanrıçanın lezzet dolu ışıklar saçan parmakları.

 
 

Dünyanın en iyi hurmaları burada yetişiyor. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avrupa’ya ithal edilen çok ünlü bir hurma çeşidi hasat ediliyor burada. 2011 yılında burada Sahra Çölü Hurma ve Turizm Fuarı düzenlenmiş. Burası Biskra’nın 36 km güney batısında yer alan Tolga. Eski adıyla Toleg ben Louis’e önce Romalılar yerleşmiş. Ourlal civarlarında, Oued Jdey kıyısında o dönemden kalma önemsiz kalıntılar dahi var. Tolga girişindeki iri dörtgen taşlar da yine aynı döneme ait nadir kalıntılardan sayılabilir.

Aures dağlarının eteklerinde yer alan Biskra çevresindeki vahalara Ziban adı da verilmektedir. Vahadaki geleneksel yapılar “tub” adı verilen güneşte kurutulmuş kerpiç ve saman karışımından yapılıyor. Kent merkezinde sömürge döneminden kalma eskiden Jardin Landon olarak adlandırılan, akasyalar, zakkumlar, incir ağaçları, çeşitli ağaççıklar, begonviller bulunan 10 hektarlık bir park da yer alıyor. Kentte eskiden kerpiçten inşa edilmiş bir Osmanlı Kalesi de varmış ancak şehrin 1844’te Fransızlar tarafından işgali sırasında top ateşiyle yerle bir edilmiş. Bugüne kadar da yoğun sağanak yağmurların etkisiyle kalenin bulunduğu yer bir toprak düzlüğe dönüşmüş.

Romalılar döneminde Viscera ya da Vescera olarak anılan merkezin yakınından geniş vahada beş yüz binden fazla hurma ağacı bulunuyor. Bunlardan elde edilen hurmaların büyük bir bölümü yurtdışına ihraç ediliyor. Tolga’da hurma bahçeleri dışında seracılık da yaygınlaşmış durumda. Çölün ortasındaki bu coğrafyadaki geniş vaha yer altı su kaynakları sayesinde gelişmiş. Hurma bahçesi sahiplerinin çoğu su kuyusuna sahip ve bahçe içerisinde kurulan arıklar aracılığıyla yer altından çekilen su bahçeye dağıtılıyor. Toprağın yapısındaki minerallerden olacak, yer yer eski hurma ağacı gövdeleri kullanılarak açıkları kapatılmış duvarlar arasından süzülen yolun zemin beyazlaşmış ve sertleşmiş. Bahçe arasına dalan yabancılardan huylanan bir çiftçi bize ısrarla burada ne aradığımızı soruyor. Geziyoruz, fotoğraf çekiyoruz, Türk’üz, doğruyuz filan desek de yüzündeki şaşkın ifade bir türlü kalkmıyor. İki küçük çocuğuyla birlikte Cuma namazına giderken karşısına dikilenlere bir türlü güvenemiyor. Zaten işlenen ve düzenli sulanan, içerisinde sebze bostanı ve kayısı, incir ve nar gibi meyve ağaçları bulunan bahçelerin çevresi “kem gözlerden” ve “eli uzun Alibabalardan” korumak amacıyla, içerideki ‘zenginlikleri’ göstermeyen, gedikleri kısmen eski palmiye dalları ve palmiye gövdeleriyle kapatılmış yüksek kerpiç duvarlarla çevrelenmiş.   

Haziran ayındayız. Güneş tepemizde olmalı, ısı 34 derece ancak yakıcı etkisi sık hurma ağacı yaprakları arasından bize kadar ulaşamıyor. Bölge geneli itibariyle kuru bir iklime sahip olsa da vaha içerisinde sulamanın etkisiyle belirgin bir nem etkisi hissediliyor. Duvarı yıkılmış, muhtemelen sahipleri bugün yaşamayan geniş bir hurma bahçesinin içerisine dalıyoruz. Küçük setlerle havuzlara bölünmüş kuru zeminden yükselen dev ağaçların üzerinde geçen hasattan kalan hurmalar hala duruyor. Büyük bir bölümü yere düşmüş ve ezilmiş.

Hurma hasadı zeytin gibi Ekim ayında başlıyor ve Aralık’a doğru tamamlanıyor. Bu yılın meyveleri henüz yemyeşil ve çok küçük, baktığımız noktadan zar zor seçiliyor. Ancak küçük yaşlı ve kısa boylu ağaçlardaki meyveleri görebiliyoruz. Hurmaları ‘fellah’lar topluyor. Her bir fellaha hasat için, taşıma ve tasnif işini üstlenen ekibiyle birlikte yaklaşık yüz hurma ağacı emanet ediliyor. Bir ip-halat yardımıyla hurma ağacına tırmanıyor, yanlarına aldıkları bir başka iple de dalından kopardıkları hurma dolu kocaman salkımları dikkatle ve özenle aşağıya indiriyorlar. Salkımlar yere serilen örtü üzerinde dikkatle ayıklanıyor ve daha sonra kasalara yerleştiriliyor. Kart ve meyve vermeyen yaşlı palmiyelerin altında yükselen genç ağaçlara erişmek daha kolay; yer yer kollarını uzatarak da toplamayı başarıyorlar. Hurma hasadı bu bölgede bir şekilde kutsallık kazanmış. Resmi dairelerde çalışanlar dahi bu dönemde hasadı gerçekleştirmek için izin alıyorlar!

Hurmayı ağacında tohur olarak satın alan tüccarlar da mevcut burada. Ancak bunlar daha spekülatif davranıp topladıkları hurmaları soğuk odalarda muhafaza ederken, fiyatların arttığı dönemde ellerindeki malları piyasaya sürüyorlar. Tüccarların dediğine göre soğuk zincirine dikkat edilen hurmalar yaklaşık üç yıl bozulmadan dayanabilir. Yeter ki yeterince olgunlaşmış olsun. Olgunlaşmamış yani yeterince şekerlenmemiş hurmalar çok daha çabuk bozuluyorlar. 

Yine bir Cuma namazı vaktine denk geldiğimiz için pazaryerindeki dükkanların hepsi kapalı. Hurmayı kaynağından almayı hayal ederken boş kepenklerin ardındakini hayal etmekle yetiniyoruz. Zaten daha sonradan öğrendiğimiz kadarıyla Tolga’da daha çok hurma toptancıları mevcut. Perakende alışveriş için Biskra’ya yönelmek gerekiyor. Namaza karşın dükkanını açık bırakan tüccardan kimimiz dalıyla birlikte satılandan, kimimiz ise kutulanmış olanından olmak üzere hurma alışveriş işimizi hallediveriyoruz. Dalında hurmanın kilosu 500, kutulardakinin ise ortalama 450 Dinar. İkinci kalite hafif darbeli olanlar ise 300 dinardan alıcı buluyor.

1896’da André Gide buralarda, çöle değen bu topraklarda bir süre yaşamış. Akciğer rahatsızlığından ötürü Biskra’da tedavi olmuş ve Paris’ten kendisini görmeye gelen arkadaşlarını burada ağırlamış. Amintas ve Yeryüzü Nimetleri kitaplarındaki kimi sayfalarda bölgeye yer ayırmıştır.  

Çölün Kapısında : El Kantara

Fesdis ardından Batna’yı da kuzeyinden çevre yolu üzerinden aştıktan sonra Ain Touta üzerinden güneye inmeye devam ediyoruz. Yerleşimlerden uzaklaştıkça yol boyu dikilen jandarma’ya ait kontrol kuleleri ve mevziler artıyor. Arama noktalarında ve karakollarda artık kum torbalarıyla desteklenmiş mevziler görüyoruz. Çöle doğru yönelen maceranın başlangıç mekanları.

Zab Dağlarının, Zibanların başkenti 1800 metre irtifadaki kızıl köy El Kantara güneye, çöle açılan kapı aynı zamanda. Zibanların kraliçesi (Arapça’da “arrus ezziban”) ve upuzun geçit vermeyen duvar gibi bir sıradağın orta yerinde, Cebel Metlili’de ansızın açılıveren yarığıyla çölün kapısı. Köye girişte dağdaki yarığa takılmış bakışlarımız bir anda üzerine çekiveren demiryolu köprüsü değil, asıl geçidin tam orta yerinde Romalıların Milattan Önce ikinci yüzyılda inşa ettikleri küçük şirin taş köprü tarihi olanı. Bu mübarek topraklarda basılmadık yer bırakmayan uyaroğlu Fransızların istihkam birliği tarafından onarım görmüş köprü küçük ırmağın iki tarafını birbirine bağlıyor.

Demiryolu ile karayolu geçidin içerisinden Biskra yöresinin geniş platolarına açılıyor. Daha Kantara’ya gelmeden arazi çölleşmeye başlıyor. Kısmen yeşilin hakim olduğu renkler giderek soluklaşıyor. Biskra’nın ardı ise artık tamamen çöl. Arada hurma ağaçlarının süslediği güzelim vahaların kumla kontrat yapan yeşili her koşulda direnen dirimi anımsatıyor.

El Kantara’da araçtan inip, su boyunca hurma ağaçları arasından ilerleyerek Roma köprüsüne kadar ulaşıyorum. Burada ziyaretçiler ve hatta gelenlere Fransızca açıklamalar veren ve sipariş üzerine boyayla çömlek süslemesi yapan bir satıcı dahi var.

Ghoufi kanyonu

Oued Labiod (Ighzer Amellal) ırmağı, geride duvar gibi meydan okuyan Chelia dağlarında uzun mesafe dolandıktan sonra, Tifelfel’den M’chouneche’e kadar toprağı oyarak tüm bölgeyi aşıyor. Bir tür Cezayir’in Ihlarası burası. Tıpkı Ihlara gibi ama ondan daha geniş olan vadide, kıraç platonun orta yerine saklanmış yeşilliklerin ve yer yer de çok eski köylerin barındığı kanyonun en çarpıcı yerine yerlilerin “Ghoufi Balkonları” adını verdikleri seyir terasları inşa edilmeye başlanmış. Ancak seyir terası olarak öngörülen alanlar öylesine geniş tutulmuş ki güzelim vadinin bir yakası, Çin Seddi kadar yüksek olmasa da hemen hemen sur gibi çirkin taş bir duvarla örülmüş.

Ana yolu terk ederek, çarpıcı noktalarında kanyona paralel giden ‘turistik yola’ saptıktan sonra Ghoufi’deki ilk balkonda araçtan iniyoruz. “Seyir kalesi” henüz tamamlanmamış. Muhteşem kanyona yukarıdan göz atıyoruz: aşağıda hurma ağaçları, zakkumlar, bakımsız meyve ağaçlarıyla çevrili kerpiç tuğla evleriyle kısmen yıkılmış terk edilmiş küçük köyler bulunuyor. Bunlar daha çok suyun dönüş yaptığı yüksek yamaçlara inşa edilmişler. Patikalar ve hala bakımlı görünen bazı bostanlar, terk edilmiş olmasına karşın buradaki toprakları yakın köylerden gelen köylülerin işlediğini gösteriyor.

Batna’nın 90 kilometre güneyinde yer alan bu bölge dünya çapında ün yapmış. Kanyon içerisindeki vahaya yukarıdan bakan ve kademeler halinde oyulmuş Ghoufi terasları, yumuşak iklimi ve sağladığı doğal korumayla insanlara çok eski zamanlardan beri ev sahipliği yapmış. Dört yüzyıl öncesinden başlayarak insanlar burada bulunan Tadar Takdimt gibi yerleşimlere küçük kerpiç tuğladan özgün evler inşa etmişler. Bu köylerde 1970’li yıllara kadar insanlar yaşamış. Kademeler halinde kanyonun dar yamaçlarına yapılan cennet bahçelerinde bostanlar, meyve ve zeytin ağaçları bulunuyor. Bir de ‘vahanın’ vazgeçilmez imgesi palmiye ağaçları. Birinci balkondan sonra vadinin kısmen genişlediği Tiqlaath Ouled Mimoune’a geçiyoruz. Burada yamaçtan kanyonun içine inme olanağı bulunuyoruz. Yarısı yıkılmış kerpiç geniş bir evin çatısına küçük bir minaremsi kubbe yapılmış. Kerpiç renginin hakim olduğu ortama bembeyaz düşen bir şapka gibi oturmuş.

Geçen yıl tarihi ve doğal mekanın ortasında barbekü keyfi yapan bir Cezayirlinin dikkatsizliğiyle köyün üst tarafında büyük bir yangın çıkmış. Temmuz ayında, ansızın ateş alan kuru otların aleviyle, tutuşması çok zor olan hurma ağaçları dahi yanmış vadinin bu kısmında.

Tam film çevrilecek bir mekan. Ihlara’daki tarihi kiliseler eksik sadece. Köyün karşı tarafındaki yamaçta kanyonun dimdik yükselen karşı duvarının hemen altına yapılmış küçük odalardan oluşan yapı dikkatimizi çekiyor. Sanki bir Hıristiyan manastırının çilekeş keşişleri için yapılmış yan yana ondan fazla oda ve girişte biraz daha geniş bir yapı. İçine girince yakın zamanda Fransızlar tarafından muhtemelen askeri amaçlarla yapılmış bir yapı olduğunu düşünüyoruz. Ama öyle değil burası Fransızlar tarafından yapılmış bir otelin, küçücük Ghoufi otelinin kalıntıları. Yamaçtan, kireç kayanın içinden fışkıran bir su kaynağından çeşme yapılmış. Buradan vadi daha güzel görünüyor. Vadide yaban çığlıklarının yankısıyla eğlenen genç Cezayirli kardeşlerime önce bir tilili çekiyorum ardından da sunturlu, Türkçe bir küfür.

Dönüş yolunda ülkedeki genç nüfusun oluşturduğu kalabalık çılgın düğün alaylarıyla karşılaşıyoruz. Evlenme ve deprem mevsimi demek. Batna’dan sonra girdiğimiz ve anlayamadığımız bir anda karşılıklı trafiğe dönüşen bir yolda üzerimize dosdoğru gelen araçtan son saniyede yaptığımız manevrayla zor kurtuluyoruz. ‘Evimize’ yaklaştıkça herkesin bizim kadar şanlı olmadığını anlıyoruz. Sağa sola devrilmiş arabalar, yaralılara müdahalede bulunan ‘sivil savunma’ ekipleri.

Hava karardı ve karşıdan gelen araçların ışıkları araç camına yansıdığı yerde tarihle efsane arasında gidip gelen Ghoufi kanyonu, hurma ağaçları ve kerpiç evleriyle yeniden şekil buluyor.