Skip to main content

Opera'daki turist

 Sabahın dokuzu oldu bile. Bugüne ayırdığımız güdük enerjinin büyük kısmını, Afrikalı göçmen kardeşlerimizin şaşkın bakışları altında Gare du Nord'dan çıkıp Lafayette Bulvarının iki yanı boyunca uzanan güzel binaları izleyerek attığımız hızlı adımlarla tükettik bile. Hedef belirdi; bir de ana cephesini bulabilsek... Birkaç caddenin kesiştiği dörtgen adaya oturtulan görkemli yapı daha içine girmeden özellikle Opera meydanına bakan girişindeki süslemeleri ve heykelleriyle bizi şaşırtıyor. Haramsaray'dan sonra belki de Dünya'daki en ihtişamlı ikinci yapı... O da ne, henüz turistcikler yok ortada! Akşam ucuz şarabı fazla kaçırıp bu sabah kruvasan kahvaltısına uyanamadılar mı yoksa?

Daha önce Paris Operası olarak anılan ama 1989’da Bastille Operası’nın açılışıyla birlikte mimarının, yani Charles’ın adıyla anılan Garnier Operası ya da Sarayı çevresinde diğer turistik yerlerde görmeye alıştığımız turist kalabalığının olmadığını görüp seviniyoruz ama biraz da kaygılanmıyor değiliz. Acaba yanlış gün mü geldik, yoksa giriş kapısını mı atladık? Türünden kaygılanmaya başlıyoruz.

Bakmaya biraz geç başladığımız malum gezi notlarımız bugün binanın ziyarete açık olduğunu ancak girişin saat 10.00’dan itibaren yapıldığını söylüyor bize. Devasa binanın 800 metreye yaklaşan çevresini üçüncü kez tavaf ettikten ve bir saat kadar yakın çevrede oyalandıktan sonra saatinde açılan operaya ancak girebiliyoruz.

Yüzü asitle yanan ve sığındığı kentin labirent lağım kanallarından olur olmaz zamanlarda çıkan elli’lik Kemancı Claudin benzeri Soprano Christine’in peşinde karanlık kulislerde hayalet gibi koşmaya başlamadan önce merdivenlerin ihtişamında ellerimizde görüntü alıcılara üç koldan sarılıyoruz.

Felice Orsini’nin önderliğinde Gomez, Rudio ve Pieri’den oluşan İtalyan yurtsever grubu 14 Ocak 1858’de III. Napolyon’a karşı bir suikast planı yaparlar. İmparatorun 20.30’da operaya gelmesi beklenmektedir. Bizim elemanlar 19.00’da bölgededirler. Pieri Peletier sokağında, diğer üç militan ise operanın karşı tarafında konuşlanırlar. Aranmakta olan Pieri kendisini tanıyan bir polis tarafından üzerindeki bomba, tabanca ve bıçakla birlikte yakalanır. Ancak hemen sorgulanmaz. 20.30’da İmparatorluk korteji görünür: Gomez ilk bombayı atlıların üstüne fırlatır ve atlıları ve süvarileri vuran feci bir patlama sesi duyulur. Bir süre sonra ikinci patlama duyulur; bu kez at arabasının çeki demirinin altına bombayı fırlatın Rudio’dur. Orsini elindeki üçüncü bomba İmparatorun at arabasının altında patlar ve araç yana devrilir. Çevredeki binaların kapı ve pencere camları kırılır. Kaldırıma fırlayan İmparatoriçe kan revan içindedir ama ağır yara almamıştır. Arabadan çıkan Napolyon’a hiçbir şey olmamıştır. O akşam 12 kişi ölür ve 156 yaralı vardır. Eylemciler kısa süre sonra giyotinin soğuk ve hızlı bıçağıyla tanışacaklardır.

Arya gibi başlamaya özenen ama bilgisayardan çaldığı tek düze bilgilerle biraz resitatifleşen bu yazının satırlarını çoğaltmak amacıyla, gezinin bir yerinde ağrımaya başlayan ayak tabanlarımızı rahatlatmak üzere, bana eşlik edenlerin ‘küçük düet’imsi dileklerini dinleyerek gişelerin bulunduğu kısımda bir süre oturuyoruz.

Bu tiyatro o tiyatro değildir. Ama bir kez büyüsü bozulan eski mekanı kullanmamak için İmparator hazretleri yeni bir sahne yapmaya karar verir ve açılan yarışmayı Garnier kazanarak Garnier Operasını inşa eder. 5 Ocak 1873’teki açılışta yetkililer mimara şükran borcunu ona zorla bilet satarak öderler. O sıralarda İngiltere’de sürgünde olan III. Napolyon koçumuz ise binanın nimetlerinden pay alma imkanı bulamaz.

Biz ise fazlasıyla faydalanıyoruz. Gerçi müze ziyaretçileri için öngörülen bölüm toplam 11.000 metrekarelik kullanım alanı içerisinde küçük kalıyor ama ne yapalım öyle olsun.  Bu arada binanın görkemine karşın düşük sayılabilecek1.156 seyirci kapasitesiyle değil ama kullanım alanıyla inşa edildiği dönemden 70’li yıllara dek dünyanın en büyüğü olan opera binası 79 metre yüksekliğindeymiş. Yakın mesafeden bir türlü objektife topyekun sığdıramayışım bundan olmalı.

Gişelerin bulunduğu heykelli salon, kulis, şaşalı fuaye, localar, İtalyan tarzı düzenlenen müthiş sahne, kadife kokan perdeler, insanda araştırma yapma isteği uyandıran yüz bin kitaplık büyük kütüphane, yapının göbeğinde büyük kubbenin altındaki operanın tavanında Chagall’ın yaptığı ve opera sanatı tarihini canlandıran renkli naif resimler –tavanı süsleyen bu resim André Malraux’nun Kültür Bakanlığı döneminde yaptırılmıştır-, ikinci kata çıkan muhteşem merdiven filan derken başımız dönüyor. Kulisten balkona çıkıp çevreyi gözlüyoruz.

Sekiz metre yüksekliğinde iki evin boyundaki altın yaldızlı bronz ve kristal sekiz ton ağırlığındaki dev avize dikkat çekici. 1896’da Faust’un bir eseri sergilenirken denge ağırlık parçası kopması sonucunda avize izleyicilerin düşer; birçok kişi yaralanır ve opera tutkunu bir kapıcı kadın ölür.

Gerçek hayatta yaşanan bu olay bizim Opera’daki Hayalet’e de esin verir: İstekleri yerine getirilmeyen “Hayalet” bir temsil sırasında devasa avizeyi izleyicilerin üzerine düşürtür ve çıkan kargaşada Christine’i mekanına yani çok da pis kokmayan nemli ve fareli lağıma kaçırır. Zavallı hayaletin ölümüyle ve Paris’in altını örümcek ağı gibi saran lağım labirentinin de yıkılmasıyla sonuçlanacak olan maskenin açıldığı ve iğrenç yüzün sevgiliye göründüğü ünlü sahneye giden trajik adımdır bu.

Al işte, elin gavurunun memleketinde küçük burjuva meraklarımızı gidermeye çalışırken durduk yere üstümüze üstümüze gelen bir umutsuz aşk hikayesi daha!