Skip to main content

Mutluluk ayrıntıda gizlenir

Résultat de recherche d'images pour "amélie poulain"Küçükken Doktor Babanız eğilip dinlediğinde aşırı heyecandan çarpan kalbinizin ritmini yanlış yorumlayıp sizi kalp hastası olduğunuz gerekçesiyle diğer kardeşlerinizden ayrı yaşamaya mahkum ederse; sırf yalnız kalmayasınız, sıkılmayasınız diye kardeşiniz olması için Pazar ayininde Notre-Dame Katedraline mum dikmeye gittiğinde yaşam sözleşmesini tek taraflı olarak feshetmeye karar veren Quebec’li koskoca bir turist kadın günahlarının ağırlığıyla birlikte Annenizin üstüne düşer ve onu öldürürse içinize ne kadar kapanabilirsiniz?

 
 

Amélie Poulain’in Masalsı Kaderini çizen önemli bir travmadır bu. 2001’de gösterime giren Jean-Pierre Jeunet filmi, Başak’ın o dönemde defalarca izlediği çizgi filmlerinin arasında, sayısını anımsamadığım ama hala yinelenen izlemelerle hızla yerini almıştı.    

23 yaşlarındaki Amélie, Montmartre semtindeki küçük bir cafe’de garsonluk yaparak derin hayal dünyasının gölgesinde sade bir yaşam sürdürür. 30 Ağustos 1997 gece yarısı Prenses Diana’nın, 36 yaşında sevgilisi Dodi El-Fayed ve şoförleriyle Alma Köprüsü mevkiindeki yer altı tünel yolunda paparazzilerden kaçarlarken yaptıkları feci kazada yaşamlarını yitirdiklerini öğrenen Amélie’nin hayatı birden normal akışını değiştirir.

Aldığı acı haberin şoku sonrasında oluşan rastlantısal olaylarla birlikte 40 yıl önce bir erkek çocuk tarafından banyonun süpürgeliğinin içerisine gizlenmiş, içerisinde hatıralar bulunan bir Nancy Bergamotları teneke kutusunu bulur.

Uzun yıllar içerisinde bulunduğu içine kapalı durumdan sıyrılacak ve iyiliği ve doğruluğu bayrak edinmiş, çevresine iyilik yayan bir bireysel gerilla hareketi aracılığıyla çevresindeki insanlara yardım etmeye başlayacaktır. Bizim ‘yeni insan’ diye diye ağzımızda sakız ettiğimiz ama bir türlü kendimizden başlayarak uygulamayı denemediğimiz insan olmaya, yani başkalarının işini, sıkıntısını kendine dert edinmeye başlar. Onlara hemen yanı başlarında görmezden geldikleri ‘mutluluğa’ nasıl kolayca ulaşabileceklerini sihirli, küçük, iddiasız ve gösterişsiz müdahalelerle gösterir.

Tanrıdan sonra bal gibi insanın da öldüğü post- modern çağda hesapsız, tertemiz bir aşkın hala mümkün olduğunu gösterir (neler diyorum böyle ben...).  

Bedelsiz, telaffuzu çok kolay ama kana geçecek şekilde hazmı zor olan büyük kolektif siyasal projelerin gözden düşmeye başlamasıyla birlikte, artık iyi insan yerine iyi bir tüketici olmaya özenilen, ötekinden daha çok kendini sevmenin en kolay olduğu 'tembel' günlere geçilmiştir.

Paris görmüş biri olarak, biraz da filmin mekanlarına değinelim. Öncelikle Georgette’in çalışıp da bunaldığı daracık sigara büfesinin 2002 yılında kapandığını belirtmemizde yarar var. Özellikle Montmartre semtinde bir araya gelen geri kalan tüm mekanları çok da değişmemiş halleriyle bugün de yerinde bulmak mümkündür. Hatta bu yerlere yönelik olarak film kaynaklı ilginin henüz çok küçük ve rahatsız edici olmayan bir endüstriye dönüştüğünü de söyleyebiliriz.          

Filmde Suzanne adlı eskiden Medrano sirkinde cambazlık yapan bir artistin işlettiği Café des 2 moulins  (filmde en uzun çekimlerin yapıldığı mekan, iki değirmen cafe’si) : Herkesin akın edip önünde öz çekim yapmak için birbirinin üzerine çıktığı seks gereçleri satan dükkanların arasındaki Moulin Rouge’un sağ tarafındaki sokakta yüz metre ilerideki köşede yer almaktadır bu mekan. Tam adresi 15, Rue Lepic ile Rue Gauchois’nın köşesinde; 18nci bölgedir burası, Beyaz ve 2 numaralı metro hattını kullanıp Blanche istasyonunda inilerek gidilebilir. Filmin etkisiyle artan müşteri sayısı yürüyecek yer bırakmayan masalara da yansımış ama sanki dekor çok değişmemiş gibi duruyor. Çok da rahatsızlık uyandırmadan sağa sola serpiştirilen Amélie film afişleri sayesinde gerekli hatırlatma yapılıyor. Bar tezgahının arkasında hastalık hastası Georgette’in, tezgahtaki bardaklara bunca yıl sonra yürümeyi öğreten beş şiddetinde sarsıntılar eşliğinde sevişirken yapıştığı tuvalet camı ortalıkta görünmüyor. Kimse Amélie’nin çıtlatmaktan zevk aldığı Crème Brulée (bir çeşit krem karamel olan yanık krema) yemiyor. Zaten insanların sanki dertsizlik gibi başka ağır, çağdaş bir dertleri var gibi.

İki değirmen cafe’sindeki nostalji gereksiniminiz tamamsa tekrar Rue Lepic’ten yukarıya devam edin ve 150 metre sonra sokağı yan kesecek olan Rue des Abesses’e çıkacaksınız. Arkanızı Moulin Rouge’a verdiğinizde elli metre sonra kıvrılmaya ve kuzeye dönmeye başlayan sol yönüne değil sağa sapınız. Yaklaşık beş yüz metre sonra, Vieuville olarak ad değiştiren yolun solunda ağaçlıklı küçük Abesses meydanına varırsınız. Abesle iştigal gibi bir şey bu yaptığımız ama ne yapıyorsak içimize işleyen duygusuyla bu film adınadır.

Aynı adla anılan metro istasyonunun girişi Art Nouveau sanatına güzel bir örnektir. Aynı tarzdaki istasyon girişi Caulaincourt üzerindeki Lamarck istasyonunda da mevcuttur. Amélie’nin görme engelli adama yanıt verdiği yerdir burası. Hatırlarsanız genç kız adamın koluna girer ve Lamarck Sokağındaki dükkanları ayrıntılı olarak tasvir eder. Adamın gözleri olur kısa bir süreliğine.

Abesses Metro istasyonunun hemen yanında göreceğiniz dönme dolap filmdeki dönme dolap değildir. Filme çıkan dönme dolap Sacré Coeur’ün alt tarafındaki parkın girişindedir, ki o da bugün hala aynı yerdedir.

Sonra Trois Frères ve ardından Gabrielle Sokağından filmde “Le Marché de la Butte” olarak adlandırılan manava ve hemen üstündeki Collignon’ların evine ulaşabilirsiniz. Elimizi daldırıp hayallere dalabileceğimiz bir mercimek çuvalı olmasa da dükkanın çok da değişmediğini görünce şaşıracaksınız.        

İşi fanatizme vardıranlar diğer mekanlara da kolayca ulaşabilirler. Sacré Coeur’ün önünde bulunan ve Paris’e balkon gibi tepeden bakan düzlük. Bunalıp kıyısından taş sektirebileceğimiz Canal de St.Martin, Amélie’nin kafayı yemiş Babasına giderken trene bindiği Gare du Nord, Nino’nun başarısız çekimler avladığı otomatik fotoğraf makinesi kabinlerinden birinin bulunduğu hemen yanındaki Gare de l’Est’e de gidilebilir.  

Kendi ölümünü sınama olanağından yoksun sakat bir varlık olarak, irademizin zayıflığından faydalanan kristal dış dünyaya değdikçe daha da sakınan bir bilinç haliyle güç topluyor izlenimi veren anlamsız bir yaşama istenci, sadece çürüdüğünde ne işe yaradığını anımsadığımız gözden ırak, işe yaramaz bir organ gibi yapışmıştır üstümüze.

Evet, mutluluk ayrıntıda gizlenir belki, ama iyi de saklar kendini; onu her bulduğumuzu, ona her ulaştığımızı sandığımızda, onun da elimize alır almaz tüketilen ve toz duman olan sadece anlık bir sevinç simülasyonundan ibaret olduğunu belki de biraz çok geç anlarız.