AKDAĞ YAMAÇLARINDA – I
Seki sapağından Eren Dağı’na
Önce bol hizmetli rahat koltuklu Aydın-Kaş otobüsünden Fethiye’yi geçtikten sonra Burdur-Isparta yol ayrımında atlayarak toprağa ilk adımımı atıyorum. Mayıs ayına yeni girdik ve hava çok sıcak. Biraz bilgisayarda Earth’te, bir yaklaştırıp bir uzaklaştırdığım şekiller arasında hayallerimi gezdirerek, rota çizmeden, bırak planı, haritayı basit bir çıktı dahi almadan gelişine yola koyuldum yine. İki buçuk ay süren yoğun ırgatlık sonrasında yorulmak bilmeyen, güngörmüş 25 yıllık emektar kırmızı sırt çantamı yine yüklendim.
İlk bakışta Uğurlu’dan, Saklıkent’e ulaşan Karaçay nehrinin üzerindeki köprüyü aşıp, derenin öte tarafından, Akdağ’ın Batı yamaçlarından 20-25 km yükselip Dere Mahallesi’nden yaylalara çıkmak aklımda varken, Sarıkemer’in gençleriyle yaptığım ayaküstü sohbet sonucunda, Antalya yönüne devam eden Batı Antalya şirketine ait bir midibüse atlayıp dağ silsilesinin Kuzeyine dolanarak Seki sapağında iniyorum. En yakın Eren Dağı yirmi kilometre kadar ötemdeyken tek bir sorun var, hava karardı kararacak. Yolun sol tarafındaki eski taş ocağına varan çimenlikte hemen çadır kurup yol yorgunluğunu atıyorum.
Sabah yaklaşık 18 kg yüklenmiş çantamla birlikte, enerji dolu adımlarla Seki yolunu izleyip, Eren Dağı Kayak Merkezi okunun bulunduğu yola sapıp 6 km ötedeki Ceylan Mahallesine varıyorum. Buradan iki kilometre uzakta, Likyalıların sokaklarında bol felsefi içerikli yazıt bulunan Oinoanda kenti ören yeri bulunuyor. Yolun iki yanında bahçe kenarlarındaki badem ağaçlarından topladığım çağla ve henüz olgunlaşmamış erikleri atıştırarak, Ceylan’ın içerisinden yeniden Kayak Merkezi’ne çıkmak üzere kestirme yapıyorum ve ardından Kayak Merkezi’ne kadar yoldan tırmanışa geçiyorum. İnen bir kamyonettekilerin ikramı bisküvi ilaç gibi geliyor. İki saat boyunca ters yöndeki bu araçtan başka hiçbir insanla karşılaşmıyorum.
Ceylan 1200 metre, kestirme yapıp yola çıktığım yerden yaklaşık 8 kilometre uzaklıktaki Kayak Merkezi ise 1950 metre yükseklikte.
Öyle merkez filan dediğime bakmayın, birileri gelmiş devletin yetkilileriyle birlikte kamuya ait parayı iç etmiş gitmiş. Üç yıl gibi kısa bir sürede bugünkü yıkıntı haline dönüşen bu “merkez” için çalışmalara, yani daha doğrusu tezgaha 1996 yılında İl Özel İdaresi’nin girişimiyle başlanmış. 2001 yılında Fransızların French Neige İnternational şirketi uzmanlarına etüt raporları hazırlatılmış. Ormanı gözü gibi koruyan köylü vatandaşa her türlü zorluğu çıkaran ama bu türden “kamu yararı” yoğun projelere desteğini hiç esirgemeyen Orman Bakanlığı, İl Özel İdare Müdürlüğü’ne kafeterya ve teleferik sistemi kurulması için izin vermiş. 34 bin 601 metrekarelik alan el çabukluğuyla 2005 yılında “Kış Sporları Turizm Merkezi”ne dönüştürülerek 49 yıllığına Özel İdare Genel Sekreterliği’ne tahsis edilmiş. “Kayak Merkezi” için tesisler planlanmış. Enerji nakil hattı çekilmiş ve 25 kilovatlık trafo kurulmuş. Kayak Merkezinde kullanılacak suyun isale hattı ve deposu yapılmış, yol getirilmiş. Unvanında ve faaliyet alanında spor, turizm, otelcilik, ıtriyat, madencilik, ticaret ve sanayi olan bir şirket, yap-işlet-devret modeli ile tesisin yapımı için 2009’da açılan ihaleyi kazanıp, iki yılda harabeye dönüşen bir yapı yaparak ortalıktan kaybolmuş. İşletme filan yok ortada.
Yıkıntı halindeki “tesis binası” yakınındaki uyduruk kısa telesiyejin makinelerin işe yarayan parçaları çalınıp sökülmüş. Yine aynı şekilde sadece ağır parçaları yerinde kalan bir paletli aracın iskeleti de yapının yanı başında duruyor. İn cin top atıyor. Kapısı camı kırılmış, kısmen çürümeye başlamış binanın tepesinde kargalar gülüşüyor. Burada olan bitenin aslını bir de yerelden anlatmasını isteyebileceğim bir Allahın kulunu bulamıyorum. Olan olmuş, yiyen yiyeceğini yemiş.
Araştırmacı gazetecilikten yeniden gezgincilik rolüne geri dönüyorum.
Kayak Merkezinin güney doğusunda bulunan 2890 metrelik Eren Dağı zirvesi bulunduğum yere kuş bakışı 3 kilometre uzaklıkta ve dik rampanın yıldırıcı yorgunluğu dışında rota hiçbir zorluk içermiyor.
Sırtımdaki ağır yüke rağmen taze enerjinin ve ilk gün heyecanının verdiği güçle hızla yükseliyorum. Yolda karşılaştığım ilk çobanın verdiği bilgilerden yön ve rota belirliyorum. Çoban zirveden arka tarafta güneydeki Girdev Gölünü göreceğimi söyleyince rahatlıyorum. Hava sıcak ve puslu ama zirvede bulut yok ve görüş fazlasıyla açık. Doruğa az kala ilk kez önüme dikilen yumuşak karlı bir bölümü kazmadan destek alarak kolayca ilerliyorum.
Zirveden kestirdiğim Girdev Gölünü hedef alarak bu kez alçalmaya başlıyorum. Daha doğuda Avlan Gölü, Beydağları ve Kızlar Sivrisini görüyorum.
Bu kez dağın öte yamacında karşılaştığım ve sürüsünü az aşağıda kendi halinde bırakıp katırıyla çadırına doğru yol alan genç bir çoban benden kendisini peşi sıra izleyen keçi ve koyun sürüsünü yeniden aşağıdaki dereye sürmemi istiyor. Ben görevimi anlamış olsam da az aşağıda sırt çantalı bir garip yabancıdan çekingen ünlemeler eşliğinde emir alan hayvancıklar ilk başta yönlendirmeme uysa da bir süre sonra yan çiziyorlar ve sağdan soldan ilk kopmalar oluşuveriyor. Ama kaybedecek zamanım yok ve Girdev Gölü kıyısına doğru alçalmaya devam ediyorum. Sırt çantasının askı yerleri ilk günün aşırı yüklenmesiyle ağrımaya başlıyor.
Eren Dağı zirveye kuş uçuşu 5 km mesafede ve oldukça büyük bir sulak alan olan 1730 metre rakımlı Girdev Gölü üzerinde yaban kazları uçuşuyor. Yazılanlara göre, Likyalıların çok yakındaki Oinoanda ve Tlos kenti sakinlerinin yazın çıktıkları yaylalardan birisiymiş burası (antik dönemde Kedrebata). Gölün Batı ve Güney kıyısında bazı lahit kalıntıları ve blok yapı taşları duruyor. Burada bulunan birçok tarih eseri yerinden edilmiş (Kepez ilçesine götürülen Aslan heykelleri gibi). Blok taşlar tarla sınırlarında ya da seyrek yayla evlerinin temellerinde kullanılmış. Fetav Kültür Komisyonu üyesi Araştırmacı Yazar Adem Güngör’ün yazdıklarına göre 70’li yılarda Girdev Yaylası’ndaki Cuma yerinde Pazar kurulur ve burada sebze, meyve, giysi ve Elmalı’nın elmalı lokumu, leblebisi ve çörek helvası satılırmış. Cuma yerinin yanındaki yol üzerinde sıralı aslan heykelleri bulunurmuş. Yayla, bugün göl çevresinde tek tük evleri bulunan yöre sakinlerinin kaderine terk edilmiş durumda.
Bir iki saat içerisinde hava kararacağı için gölü güneye doğru aşıp, sulak alanın kıyısına indiğim noktadan yaklaşık 3 km uzakta güney batısında hafif yükselerek üç adım ötemde şırıldayan bir çeşmenin yanında çadır kuruyorum.
Aşağıda mesaiden dönen koyun sürüsü gürültülü bir şekilde ana üsse kayıpsız geri dönüyor. Hava kararırken çoban köpekleri yamaçlarına tüneyen ve içinde ara sıra bir led lambanın aydınlattığı yeşil çadıra uzaktan taciz atışları yapıyor.