Gezilmeyen kalenin gölgesinde
Ne bu gece kalacağımız kampingin konumu, ne denizin ortasındaki küçük bir adacığın üzerindeki küçük kale, ne şirin kent merkezindeki eski Rum evleri, ne de vitrinlerden rengarenk tatlarıyla çağıran güzel ev dondurmaları… Her şey bir kenara itilmiş durumda. Aracı süpermarketin 35 derece güneş altında kavrulan kaldırımına park ettikten sonra, bütün gözler, kentin gerisindeki 286 metre irtifada yükselen Palamidi kayalığının üzerindeki heybetli kaleye kilitleniyor. Ne de olsa boru değil bu, vize mize bu kadar masraf yapıp buralara kadar gelmişiz, madem turist rolünü oynayacağız, daha önce oynadığımız ve oynamayı sürdürdüğümüz diğer tüm roller gibi bunu da hakkıyla yapmamız gerekiyor. Ama nedense yıldırıcı sıcağın altında kimse oralı olmuyor, gözler ısrarla kentin bu noktasına yoğunlaşmaktan kaçınıyor.
Çam ağaçları arasındaki tiyatrosuyla Epidauros ören yerinden sonra, sevimli bir yoldan ilerleyerek öğleden sonranın ilk saatlerinde Argolis’in başkenti, hatta bir dönemler Yunanistan’ın ikinci başkenti olmuş Nafplio’ya düşmüşüz. Ne kadar da şirin bir yer. Özgünlüğü bozulmamış eski evleri ve dar sokaklarıyla tipik bir Yunan yerleşimi. Geceleme ve denize girme için kullanacağımız Tolo’ya geçmeden önce kenti gezmemiz gerekiyor, şart bu, aksi ayıp olur. Makinelerimizin bellek kartı, daha önce binlerce dünya yurttaşının aynı açı, aynı diyafram ayarı ve aynı ışıkla çektiği, aynı pozlarla dolmalı. Kıyı boyunca sıralanan hediyelik eşya dükkanlarında çok da oyalanmadan, Venedikliler tarafından eski limanı korsanların saldırılarından korumak için inşa edilen kıyıdan 500 metre açıktaki kayalıklara inşa edilen Burtzi Kalesini izliyoruz. Akronopli Yarımadası açıklarındaki kale, 1822’de şehir kuşatılmadan önce Yunanlılar tarafından Türklerin elinden almış, 1865’te hapishane ve 1930 - 1970 yılları arasında otel olarak hizmet vermiş. Bugün her yıl düzenlenen festival kapsamında bazı gösterilerin burada düzenlendiği söyleniyor.
İçkaleye girmeden merkezdeki küçük Syntagma meydanının kıyısında, eskiden parlamento binası olarak kullanılmış, bugün ise Belediye Tiyatrosu (Vuleftiko) olarak kullanılan kubbesindeki kırmızı kiremitleriyle yerel mimariyle bütünleşen Nafplio Camii’ne uzaktan bakıp, küçük bir kiliseyi gezdikten sonra, İçkale yarımadasının yamaçlarında eski şehrin şirin küçük ara sokaklarındaki bol çiçekli mahalleye giriyoruz.
Siesta zamanı, şaşkın bir iki turist dışında dışarıda kimse yok. Yamaçtaki ara sokakların gölgeli kısımlarından yükselerek yarımadanın 50 metrelik tepesinde yer alan içkale’ye yükselme niyetindeyiz. Aramızdan birinin gözden kaybolması sonrasında biraz yüksek sesle binaların dar aralıklarının sessizliğini bozunca, pansiyona dönüştürülmüş eski bir Rum evinden çıkan altmışlarındaki kadının sert tepkisine maruz kalıyoruz. Kadın utanmasa bir tane çakacak bana. Oysa sessizliği bozan ben değilim. Evinin önündeki herkese açık aralığın kendisine ait olduğunu ve buranın çıkmaz olduğunu söyleyen mimiklerle ve çirkin yüzüyle böğürüyor. Oysa aralıktaki özel mülkiyete ait bölümleri zaten demir kapılarla kapatmışlar. Hayır diyorum Türkçe burası herkese açık, public mublic open tourist filan diye ben de Azrail suratımı takınınca geri adım atıp içeriye kaçıyor, erkek erkeğe daha yumuşak tavırlarla yaklaşma zorunluluğunda olan kocası geçidin çıktığını anlatan hareketler yapıyor ve sessizce basın gidin diyor kibarca. Biz de öyle yapıyor ve önce deniz manzaralı lüks konutların üzerindeki parke taşlı yolun kıyısında çam ağacı gölgesine sığınıp su takviyemizi yapıyoruz. Sıcaktan kızarmış yüzler, yukarıda tepede, kentin hemen hemen her yerinden bize gülümseyen Palamidi Kalesini yok sayıyor.
Akronoplia ya da İçkale’yi gezerken, yarımadayı çepeçevre dolanan ve deniz hizasında yer yer kaya içerisindeki kovukların içinden geçen bir yaya yolu olduğunu görüyoruz. Patika ya da yaya yolu limandan yarımadanın karayla bağlantı noktasında, Palamidi kalesinin hemen altındaki küçük plaja kadar uzanıyor.
Nafplion, üç kalesiyle birlikte, yani Palamidi Kalesi, Burtzi ve İçkale ya da Akronopli kalesiyle birlikte sırasıyla Franklar, Venedikliler ve Osmanlıların idaresinde kalmış. İtalya’daki Napoli kentiyle karıştırılmaması için Romanya Napolisi olarak adlandırılmış. Türkler de Napoli’nin sözcüğün etimolojik anlamından hareketle kenti Mora Yenişehri olarak adlandırmışlar.
Yeniden kent merkezine döndüğümüz noktada suni bir küçük şelalenin kıyısındaki çay bahçesinin karşısında, heybetli görüntüsünü yitirdiğimiz büyük kaleye yönelen merdivenleri fark ediyoruz. Ben son bir deneme yapsam da yanımdaki kızarmış yüzler, bir an önce bu tehlikeli noktadan uzaklaşma niyetindeler. Palamidi Kalesi (1711-1714) Yunanistan’ın en ilginç kalelerinden biri. İki Fransız tarafından tasarlanmış. Birbirilerinin savunmasında destek olabilmeleri için farklı irtifalarda inşa edilen sekiz bağımsız burçtan oluşuyor. Kalenin surları bu sekiz burcu birçok nöbetçi kulesiyle birlikte birbirine bağlıyor. Bizim şirin çay bahçesinin bulunduğu Pyli-tis-Xiras meydanından itibaren kimine göre 825 kimine göre ise 999 basamakla ya da arabayla 25 Mart caddesinden Palamidi kayalığını arkadan dolanarak da 3 km uzanan yoldan da kalenin girişine çıkılabiliyor. Kale sabah 8 ila 19.00 arasında açık (ücreti 4 euro). Yukarıda kale içerisinde birçok restore edilmiş yapı bulunduğundan gezmek için az 1 saat ayırmak gerekiyor. Yukarıdan muhteşem bir deniz, Nafplion ve Argolid ve Lerne ovası manzarasının olduğu söyleniyor. Sanki durumu daha da dramatikleştirmek için birçok yerde burası için ‘hiçbir gerekçeyle kaçırılmaması gereken bir ören yeri’ notu düşülmüş. Kale, XVIII ncü yüzyılda Venedikliler tarafından inşa edilmiş. Sekiz burç üç yılda inşa edilmiş ve 1714’te tamamlanmış. Eskiden üzeri tonozla örtülmüş bir patikadan çıkılırmış daha sonra basamaklar yapılmış. Yapımından bir yıl sonra Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş. Kalenin içerisinde bulunan ve Yunanistan bağımsızlığı için mücadele eden bir asi olan Kolokotronis’in isminin verildiği hapishanesi Osmanlılar zamanında ağzına kadar doluymuş.
Biz, arabayı önüne park ettiğimiz aracımızın yanına gidip, marketten yaptığımız alışveriş sonrasında konaklamak üzere yaklaşık 7 kilometre güneydeki Tolo’ya gidiyoruz.
Henüz okullar kapanmadığı için çok kalabalık olmayan tertemiz kamping’e yerleştikten sonra kendimizi caddenin hemen ötesindeki mavi bayraklı kumsala atıyor ve denize giriyoruz. Çok da yüksek olmayan beton yapılarıyla genelde çok da bozulmamış Yunan kıyılarına göre biraz sırıtan Tolo ilçe merkezi, buradan 2 kilometre uzakta. Kampingin 200 metre doğusunda, günümüze çok da kalıntısı kalmamış olan eski Asini’nin Akropolünün bulunduğu bir küçük yarım ada bulunuyor.
Sabah erkenden yine güneye, Asini’ye ve çoğunun meyvesi toplanmamış portakal bahçeleri ve çiçek kokuları arasında Vivari’ye kadar koşup geliyorum.
Palamidi Kalesini gezememiş olsak da, izlemeyi düşündüğümüz program daha çok uzun. Vakit kaybına yer yok.