Gökyüzüne asılan manastırlar
Lamia’dan Larissa’ya yön gösteren okların çekiciliğine kanıp yanlışlıkla otobana girdikten sonra, nedense klimanın çalışmadığı gözünü sevdiğimin aracının içerisinde önce ısınan, sonra da iyice soğuyan hava, Trikala’ya vardıktan sonra biraz normale dönüyor. Daha henüz otoban bile olmayan yolda kabus gibi beliriveren Toll istasyonları, giren, çıkan, zaman kaybı filan derken, hepsi bir kenara itiliyor, ne de olsa tatildeyiz, değil mi, hem hedefe de yaklaştık.
Dümdüz Teselya ovasında somurta somurta uzun bir süre seyrettikten sonra hala tepelik, yükseltili bir yer göremediğimiz için biraz kaygılanıyoruz ve gözlerimiz aracın camından uzak ufukları tarıyor. Solumuzda yani Batı’da bazı yükseltiler var ama yol hiç de oralı olmuyor daha çok kuzeye doğru ovadan devam ediyor. İyice kaygıya sürüklenirken Vasiliki’den itibaren tam önümüzde bir yükselti kümesi beliriyor.
Allahını sevdiğimin Yunan Ortodokslarının, dişilere kapalı ve yirmi manastırın bulunduğu Athos Dağından (Aynaroz) sonra en büyük Ortodoks manastırları kompleksi burada bulunuyormuş. Bildiğimizden değil, internetten topladığımız yüzeysel bilgiler böyle diyor.
Biraz gizemli bir öyküsü var buranın. Bu kayalar buraya, ovanın ta ortasına gökyüzünden, Tanrı tarafından çilecilerin inzivaya çekilmeleri ve kendilerini iyi gizlemeleri için indirilmiş. O yüzden meteora demişler. Ama bilim insanlarının yani –biraz daha makul olan- jeologların açıklaması çok emin olmamakla birlikte sanki daha gerçeğe yakın gibi. Mezozoik zamandan sonra yaklaşık 65 milyon yıl öncesinden başlayan Senozoik (bu da ne?) devirde burada Tesalya Denizine akan büyük bir ırmak varmış ve Göreme’deki peri bacalarıyla Latmos Dağı eteklerindeki kayalar arasında kalan bir yapıya sahip olan bu kayalık oluşum bu suyunu sevdiğimin ırmağının taşıdıklarının erozyonu sonucunda zamanla oluşmuş. Tortul kayaçlar diyorlarmış bunlara. Daha birinci ayında laboratuar dersi yüzünden bırakmasaydım İTÜ’yü bunu da öğrenecektim tabi. Hayatım değişecek, daha bilinçli bir turist olacaktım; ama olmadı… Neyse.
Karşımıza çıkan kütlenin heyecanına fazla kapılmadan soğukkanlılığımızı koruyor ve kayalık kütlenin önündeki Kalambaka yerleşiminin içerisine girmeden hemen sağdan kuzeye ayrılarak ören yerine giren yola sapıyoruz. Dersini iyi çalışmış fanatik turist rolümüzü iyi oynayarak, kapanıştan önce yetişirsek bir iki manastır gezip gerisini daha rahat bir zamanlama içerisinde ertesi güne bırakma düşüncesindeyiz.
Yunan mitolojisinde bu bölgede savaşçı bir Teselya kavmi olan Lapithler yaşarmış. Bölgede bulunan ve Antik döneme uzana yerleşim kalıntıları, buranın, Kelt, Golt, Slav ve daha sonraları Bulgar ya da Türk saldırıları karşısında çevredeki köylülere ve çobanlara barınak olduğunu gösteriyormuş. Hıristiyanlığın bölgeye Vnci yüzyılda gelmiş olmasına rağmen Meteora’ya ilk rahipler ancak XInci yüzyılda yerleşmişler. Kendilerinden önce buraya sığınan köylüler gibi onlar da başlangıçta mağaralarda yaşamışlar.
Athos Dağı Manastırları Cumhuriyetinden (bugünkü Aynaroz Özerk Bölgesi) kovulan Athanase (acaba erler diyarından neden kovuldu diye wikipedia ağabeye danıştım, yazılanlara göre, benim beklentim olduğu üzere hiçbir zührevi gerekçe olmadan, Athos Dağı’na Türk korsanların bitip tükenmek bilmeyen saldırılarından bıkınca bölgeyi terk etmiş yani kovulmamış ve aklınıza kötü bir şey gelmesin, her zamanki gibi benim aklıma çok kötü şeyler geldi…), birçok müridiyle birlikte kayaların tepesine yerleşmiş. XVIInci yüzyıldan itibaren birçok manastır terk edilmiş. Bunların bir bölümü savaşlar sırasında hasar görmüş. 1920 yılına doğru erişimi daha da kolaylaştıran merdivenler, köprüler yapılmış yoksa o zamana kadar buralara sadece halatlara bağlı düzeneklerle (asansör denilir mi?) ya da kolaylıkla toplanan ip merdivenlerle çıkılıyormuş. İkinci Dünya Savaşı sırasında burası önce 1943 Ekim’ine kadar Faşist İtalyan, daha sonra da 1944 yılına kadar Alman birlikleri tarafından işgal edilmiş.
Yunan Direnişinde Andarte olarak anılan ilk gerilla birlikleri, Ulusal Kurtuluş Cephesinin (EAM) silahlı kolu Yunan Halkının Kurtuluş Ordusu (ELAS) birlikleri tarafından kurtarılmış. Kurtuluşun ertesinde patlak veren Yunan İç Savaşı sırasında 1945 ila 1949 yılları arasında komünistler bölgeye hakim olmuşlar. Ama komünist münzeviler, yani kır gerillaları belki kayalara kazınan birkaç orak çekiç dışında hiçbir eser bırakmamışlar.
Kalambaka’ya girmeden sağa ayrılan yol yaklaşık 5 kilometre sonra hedefe varıyor: yol bir sağa bir de sola olmak üzere ikiye ayrılıyor. Biz bu yöndeki manastırlar bize daha yakın durduğu için sola sapıyoruz. İlk dikkatimizi çeken Agios Nikolaos Manastırı oluyor ama girişindeki hareketsizliği görünce geç kaldığımızı fark ediyoruz. Yolun sonundaki Agios Stephanos’un kapısına gittiğimizde ise bekleyenler olduğunu görüyoruz. Bir süre sonra içeriye girme olanağı bulunca çok seviniyoruz. Boru değil o kadar vize almışız, bu kadar yol gelmişiz…
Manastır bir hayli büyük ve Kalambaka’nın hemen üstündeki iri bir kayanın üzerinde yer alıyor. Kapının açılmasını beklerken girişin karşı tarafında belki de bakıcılara ait olan başka hizmet binalarının varlığı dikkat çekiyor. Yine kapının hemen altında uçurumun kenarında cillop gibi bakımlı bir üzüm bağı duruyor. Girişteki küçük cennet bahçesi ve kadınlar manastırı olmasından mıdır bilmem ama çok temiz ve düzenli oluşu dikkat çekiyor. Her zamanki gibi diğer turistlerden farklı hareket ederken, ana binanın içerisinde, belki öğlen sıcağının gevşekliğinde açık bırakılmış bir kapısından bayan rahibelerin yaşadığı alana sızıyoruz. İçeride kimseler yok. Oturma odaları, mutfak derken koridorun içinden ısrarlı ses tonuyla bir konuyu tartışan rahibelerin sesini duyunca, bizim Sultan’ın sıkışınca dış politikada yaptığı gibi sert bir U dönüşü yapıp, yasaklı bölümden dışarıya atıyoruz kendimizi. Şakası yok, uyduruk bir fotoğraf uğruna kazara içeride kapalı kalsak ne olur?
Gökyüzüne asılı manastırların diyarı ve 1988 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası listesine dahil edilen Meteora’da bugün koruma altına alınan alan içerisinde hala faal olan toplam altı manastır bulunuyor. Ancak, başlangıçta Rusların “skit”, Bizans Yunancasında ise “skiti” olarak adlandırılan inziva yerleri ve barınakları dışında burada toplam yirmi dört adet manastır bulunuyormuş. Geriye kalanlardan gezilebilen her bir manastırın kapalı olduğu gün farklı ve ortalama 3 Euro olan giriş ücretleri de her birinde ayrı ayrı ödeniyor. Çok sevmiyorum bu ansiklopedik ve pedagojik muhabbeti ama kapalı oldukları güne göre sıralayarak gitmekte yarar var. Tabii 2016 yazına göre yazıldı aşağıdaki bilgiler, sürekli olarak değişiyor anlaşıldığı kadarıyla, dolayısıyla da bölgeye gidildiğinde bir turizm danışma ofisinden ya da seyahat acentesinden güncellemekte ve programı buna göre yapmakta yarar var.
Dikkat edilecek bir başka konu da Manastırları gezecek olan bayanların kısa şort, mini etek ya da pantolon giymemeleri, uzun etek giymeleri isteniyor. Erkeklerin de keza kısa pantolon giymeleri istenmiyor. İç çamaşırlar konusunda herhangi bir kısıtlama yok. Olsaydı ben giremezdim zaten.
Kiralık aracı olmayanlar için sabah 09.00 ve öğlen 13.00’te olmak üzere aşağıdaki köylerden buraya araç kalkıyormuş. Bu araçla çıkıp, kayalıkların arasında yeşillikler arasından yaya parkurların iniş düşünülebilir.
AGHİOS STEPHANOS: Burası, Meteora’nın güneybatısında yer alan 1191 yılında Yeremiyas isimli bir münzevi tarafından kurulmuş bir Hıristiyan Ortodoks kadınlar manastırı. Meteora’daki manastır arasında girişi ve ulaşımı en kolay, düzayak olan bir manastır. Üzmeyen Manastır, diğerleri sayısız merdivenleriyle eşek anırtan cinsinden çünkü.
Manastırın içerisinde biri Athos Dağı kiliseleri tarzında inşa edilmiş Catholicon olmak iki kilise bulunuyor. Manastırın bir bölümü İkinci Dünya Savaşı sırasında yıkılmış. 1962 yılında yeniden kullanılmaya başlamış. Tenten ve Altın Post filminin bir bölümü burada çekilmiş. Öğrenince yıkılıyoruz. Bu manastır yazın 09.00-13.00/15.00-18.00 saatleri arasında açık, sadece Pazartesi günleri kapalı.
BÜYÜK METEORA (ya da METAMORFOSİS) MANASTIRI: 534 metre yükseklikte yer alan bu erkekler manastırı buradaki en büyük ve en yüksek irtifadaki manastır. Yani Tanrıya en yakın olanı. Burada daha önce XIVncü yüzyılda Ermiş Athanasa tarafından inşa edilmiş bir şapel bulunuyormuş ama bugünkü manastır yine Athos Dağındaki kiliselerin mimarisinde 1536 yılında kurulmuş ve 1545 ila 1582 yılları arasında inşa edilmiş. İlk şapel yıkılmadan saklanmış ve XVnci ve XVIncı yüzyıllarda inşa edilen büyük kilisenin içerisinde dua mekanı olarak entegre edilmiş.
Ana yoldan manastıra kurulu teleferik bugün hala kesişler tarafından kullanılıyor. Hatta ziyaretçiler merdivenleri kan ter içerisinde tırmanırken kara sakallı rahiplerin yüzlerindeki müstehzi tavır dikkat çekiyor. Teleferik ve yük asansörünün bağlandığı ve girişin hemen yanındaki uzun taş kule dikkat çekiyor. Ziyaretçiler ise bir bölümü ilginç bir şekilde kayaya oyulmuş olan zorlu merdivenden tırmanarak buraya ulaşabiliyor. Manastırın girişinde tarihsel süreç içerisinde burada kullanılmış eşyalar, araç gereçler, tarım aletleri, marangoz atölyesi, aletler, tahıl gıda depoları, fıçılar, röprodüksiyon plastik üzüm salkımlarıyla süslenmiş şarap üretim gereçleri görülebilir. Hatta dingil gibi bunların fotoğrafları da çekilebilir (biz öyle yaptık).
Yine burada yaşamını yitirmiş olan keşişlerin kafataslarının raflara yerleştirildiği bir küçük oda (Paris’teki katakomb’da, fani yaşamımızda gördüğümüz kuru kafatası ve tibia kemiği sayısı milyonları bulduktan sonra burası bize çok da heyecan vermiyor doğrusu), birçok eski gerecin yer aldığı büyük mutfak (ki gerçekten ilginç), terastan muhteşem ova ve Kastraki (Kalambaka’nın ikiz kardeşi, meteoranın altındaki diğer küçük yerleşim) manzarası çok güzel. Bir de el yazması İncillerin ve eski giysilerin bulunduğu sergi salonunun hemen önündeki koridorda bulunan resimler dikkatimizi çekiyor. Nazilerden kurtuluşa ilişkin anti-faşist ajitasyon afişlerinin yanı sıra Yunanlıların tarih boyunca Türklere karşı kazandığı zaferler resmedilmiş, ayaklar altına alınmış Türk bayrakları, teslim olan diz çöken komutanlar gibi ulusal onurumuzu okşayan çeşitli sahneler resmedilmiş. Milliyetçilik damarım kabarmasa da başkalarının fanatik milliyetçilikleri teşhir etmekten de kaçınmamak gerek. İki ülke arasındaki bugünkü barış ortamına karşın bunların hala bu dini mekanda ‘sanat eseri’ olarak marifetmiş gibi yedi düvele gösterilmesi ilginç. Bu manastır da yazın 09.00-13.00 ve 15.30-18.00 arası açık. Salı günleri kapalı.
AGHİOS ROUSSANOU (ya da Agios VARVARA) MANASTIRI: Kastraki’dan manastırlara çıkan yol üzerinde, bölgenin tam merkezinde yer alan kadınlar manastırının adını, üzerine inşa edildiği kayada yaşamış bir çileciden aldığı sanılıyor. 1288 yılında burada küçük manastırın yer aldığı kesin olmamakla beraber belirtilmekle birlikte, 1529 yılında kayaya çıkan iki rahibin burada bir manastıra ait kalıntılarla rastladığını biliyoruz. O dönemin dini yetkililerinin izniyle buraya bugün restore edilen binalar inşa edilmiş. XVIIInci yüzyılda bu manastırın el yazmalarının yeniden yazımında atölye olarak kullanıldığı biliniyormuş.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar, pis Naziler manastırı talan etmişler. Buradaki birçok elyazması eserden geriye kalabilen 50 tanesi bugün Agios Stephanos Manastırında saklanıyormuş. Manastır 1971 yılında yeniden açılmış ve 80’li yıllar boyunca onarım gördükten sonra 1988’de rahibelere teslim edilmiş. 2008’den beri bu manastırda 14 rahibenin yaşadığı belirtiliyor. Gerek içerisinde yer alan freskleri, gerekse ince uzun tek parça kaya üzerini tamamen kaplayan yapısıyla bölgedeki en güzel manastır sayılıyormuş (yok şaka bunu ben söyledim). Yazları 09.00-17.45 arasında açıktır, Çarşamba günleri kapalıdır.
VARLAAM MANASTIRI: Bu erkekler manastırı, Büyük Meteora’dan sonra en yüksek irtifadaki ikinci manastırmış. 1350 yılında, kayaların tepesine tırmanıp üç kilise inşa eden keşiş Varlaam tarafından kurulmuş. Ölümünü izleyen 200 yıl boyunca buraya kimse el sürmemiş. 1517 yılında zengin iki kardeş tarafından buraya manastır inşa edilmiş. XVIncı yüzyılın sonu ve XVIInci yüzyılın başında manastırda el yazması ve elişi nakış işleme atölyeleri bulunuyormuş. XIXncu yüzyılda, tehlikeli olan ip merdiven sistemi yerine kayaya merdivenler oyulmuş ve ahşap köprüler inşa edilmiş. 2008 yılında manastıra yedi rahip yerleştirilmiş. Manastırın içerisindeki şapel ve kilisedeki 1548’e kadar tarihlenen freskler dikkat çekiciymiş. Manastır Perşembe günleri kapalı ve diğer günler 09.00-13.00/15.30-18.00 arası açık.
AGİOS TRİADA MANASTIRI: Bu erkekler manastırı 1438 tarihinde inşa edilmiş. İnşaat toplam on sekiz yıl sürmüş. Kayaya oyulmuş küçük şapelde XVIInci yüzyıldan kalma freskler yer alıyor. Burada bulunan değerli parçalar ve el yazmaları İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından talan edilmiş. Doğal güzelliği bir kenara bırakılırsa, ziyaretçilere açık yerleri itibariyle bölgedeki en az ilgi çeken manastır diyebiliriz burası için. 1981’de çekilen saçma sapan James Bond filminde dekor olarak kullanılması, bu filmde kayaya zarar verdiği besbelli olan dağcılık sahnelerinin olması bu durumu hiç değiştirmiyor. Burada 2008 yılından beri on rahip yaşıyor. Biz bunlardan bir tanesini kitap okurken (İncil değil, resimli roman) giriş kapısında bilet keserken bulduk ve bize “Tayyip Erdoğan, İstanbul, Boğaz, Fenerbahçe” filan dedi, ama derin uçurumun olduğu terasa çıkana kadar karamsarlığımızı üzerimizden atmıştık bile. 09.00-17.45 arası açık ve Salı günleri kapalı.
AGHİOS NİKOLAOS ANAPAUSAS MANASTIRI: Meteora’da bugün halen kullanılan en küçük manastır. Bu “mini” erkekler manastırı Meteora’nın batısında, Vaftizci Yahya ve Pantokrator manastırlarının kalıntıları arasında, Kastraki köyünün hemen üstünde 80 metrelik dar bir kayanın üzerinde yer alır. Turistler tarafından çok sık ziyaret edilmez, oysa terasından çok güzel kaya manzaraları varmış. Manastırın yerinde XIVncü yüzyılda bir Ortodoks Kilisesi yer alıyormuş. Manastır, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman bombardımanı sırasında hasar görmüş. Alman uçak pilotları yukarıdan bu tombul kayaları hareket halinde fillere benzetmişler.
Başlangıçta burada kaç rahibin yaşandığı bilinmese de bugün tek bir rahibin yaşadığı biliniyormuş. Giritli genç ressam Teofanisa Stelitzasa’nın 1527 yılında yaptığı fresklerde, alışık olduğu üzere İncil’de geçen bir çok sahne canlandırılıyormuş. Manastır 09.00-18.00 saatleri arasında açık, Cuma günleri kapalı.
Aghios Stephanos’ı, güler yüzlü rahibelerin hışmına uğramadan sağ salim terk ettikten sonra yol üzerindeki araç park yerlerine aracımızı bırakıp uzun kayaların uç kısmına kadar yürüdükten sonra panoramik görüntüler alıyoruz. Ardından Aghios Roussanou Manastırının levhasından buranın bugün açık olduğunu görüp, uzaktan da manastırın terasında ziyaretçileri görünce üst yoldan manastıra doğru orman içerisinden inen gölgelik patikaya yöneliyoruz. Başka bir şoför olsa en uygunu bizi yukarıda bırakıp, manastırı gezdikten sonra aşağıdan alması ama -ne yazık ki demiyorum çünkü ağaçlık yamaçta ormanın içinden çıkan patika çok güzel- biz gezdikten sonra tekrar yukarıya tırmanıyoruz. Bereket Yunanistan’da hiçbir yerde sıkıntısını çekmediğimiz gibi burada da manastırların içerisinde soğuk su sebilleri var, gezdikten sonra suyumuzu içip, içip 35 derece sıcakta ama gölgede rampa yukarı tekrar üst yola çıkıveriyoruz. Bugün öğleden sonraya iki manastırı sığdırdığımız için sevinçliyiz. Bu mutluluğa Kastraki’de Kastros Kamping’in sakallı yetkilisinin cana yakın yaklaşımı ekleniyor ve ben hava kararmadan yerleşirken, kampingin boş havuzunu test etmek üzere ‘yetkili turistlerimiz’ yer değiştiriyor.
Ertesi sabahın köründe koşarak Kastraki’den Büyük Meteora Manastırına çıkıp iniyorum. Hava çok güzel. Dün gece çadırın iplerinin sağlamlığını kontrol eden zayıf köpeğin samimi yaklaşımı eşliğinde kahvaltımızı yaptıktan sonra yeniden ‘çalışkan turist’ rolümüze soyunup dosdoğru Meteora’nın en yüksek mevkiine gitmeden önce Kastraki Köyü merkezini geziyoruz. Köyden Meteora kayalıklarına kadar uzanan ve yukarıya çıkan güzel bir yürüyüş parkuru var. Bulduğumuz erik ağacından biraz abartarak otlanıyoruz. Ayşegül yanına aldığı bir şalı çuvala dönüştürüyor. Şirin küçük bir köpek sert ve anlamsız hareketlerle kısa süreliğine eşlik ediyor bize.
Büyük Meteora’nın dün öğleden sonrasının sıcak ıssızlığına karşın bu sabah burası bir hayli hareketli. Her milletten vıcık vıcık insan kaynıyor. Turist otobüsleri, özel araçlar, park yeri bulmakta zorlanıyorum. Büyük Meteora’dan başlıyoruz. Basamaklar, rahipler, freskler, muhteşem manzaralı teraslar, başımız dönüyor. Büyük Meteoradan sonra hemen alt taraftaki Varlaam’a yönelsek de girişteki ıssızlıktan da anladığımız gibi bu manastır kapalı. Ama canımızı sıkmıyoruz. Dün gezemediğimiz Aghios Triada’ya yöneliyoruz. Ayşegül, buraya yaklaşırken çalışır durumda gördüğü yük teleferiğine bineceğini sanıp bir hayli ümitleniyor. Ancak tüm manastırlarda olduğu gibi buradaki yük asansörleri, çek çekler, teleferikler sadece manastırlarda yaşayanlar ya da hizmetliler tarafından kullanıyor. Bize yine kayalara oyulmuş merdivenleri çıkmak kalıyor. Diğerlerine göre ziyarete açık olan yerleri çok sınırlı olan bu manastırdan sonra, fazla gecikmeden Selanik’e doğru yolumuza devam ediyoruz.
Daha çay içecektik deseniz de kalmayacağız. Biliyorum buraya yakın güzel bir köprü (Kalambaka’ya 5 km güneyinde Sarakina çıkışında) ve bir mağara (Theopetra Mağarası, Kalambaka’nın 6 km güney batısında) da var gezilecek ve şimdi kaleme alırken dahi insan pişman olsa da, bir kere yol çağırdı mı, yerinde duramıyor insan.
Manastırların önündeki arabalarına atlayıp haftada iki kez çarşıya inan rahip ve rahibeleri görünce, benim son yıllarda Yeniköy’de sürdürdüğüm münzevi yaşamımın çok daha köktenci olduğu ve bunların alayına fark attığının farkına varıyorum. Hem de hiç öyle haçla, şatafatla milletin kafasını bulandırmadan. Tanrı yalnız yaşayanları korusun!