Skip to main content

Ali Sabieh'e kimler gidecek?

ali sabieh ile ilgili görsel sonucu Keşif kolu yolda. Turgay, tam da Büyük Bara Çölünü geçerken sıkışıyor. Yolun iki yanı alabildiğine dümdüz çöl. Arkasına gizlenecek tek bir ağaç, çalılık dahi yok. Trafik de yok ama mübarek görüneceğim diye tutturunca, hurdacı olmayan diyarda kaza yapan ya da bozulan ve tamir edilemeyen ne varsa olduğu yerde anıtlaştığı için, gerçeküstü bir şekilde çöle düşmüş bir kibrit kutusu gibi duran, yol kenarındaki bomboş konteynırın yanında duruyoruz.

RN1’den RN5’e geçiş noktasındaki TIR kamyonlarının mola yerinden doğu yönüne sapıyoruz. Yol kenarında ebesi alınarak düzgün bir şekilde dikilmiş büyük bir hurma bahçesi var. Çok bilinen bir meşrubat markasının ortağı Fransız’ın deniz suyundan içme suyu ürettiği su yoksunu bir ülkede cesur bir girişim. Ama mutlaka Etiyopya sınırına doğru yükselen platonun bir yerlerinde yer altı suyu bulmuşlardır mutlaka diye düşünüyoruz.

Cibuti merkezinde sıcak ve nemden açmaya cesaret edemediğimiz araç pencerelerini burada indirip keyif yapıyoruz. Klima çalışmaya devam ediyor. Hava da sıcak ama hiç nem yok.

Güç indirme trafosunun altyapı inşaatının yapılacağı yer, ordu kontrol noktasının hemen gerisinde yolun sağında yer alıyor. İnip araziyi inceliyoruz. Göz kararı baktığımızda, hafriyat işinin çok da kolay olmayacağı anlaşılıyor. Arazi engebeli.

Cibuti’den doksan kilometre sonra ülkenin 756 metre rakımlı granit masifin ortasındaki vadide yer alan ikinci büyük kentine varıyoruz. Adını « Yılan Deresi » anlamındaki Abbessai’den alan, sömürge döneminde Fransızların « Ali Sabiet » olarak kaydettiği 55 000 nüfuslu kent, stratejik öneme sahip Cibuti – Dire Dawa – Addis-Abeba demiryolu üzerinde yer alıyor. Etiyopya, Eritre ile arasındaki anlaşmazlığın boyutlanmasından sonra, daha önce Assab limanından gerçekleştirdiği ticareti, denize kıyısı olmaması nedeniyle Cibuti limanı üzerinden gerçekleştiriyor. Ülkenin bu liman üzerinden yaptığı ticaretin büyük bir bölümü karayolu üzerinden TIR’larla taşınan konteynırlarla yapılıyor ve yerel halkı “uyuşturmaya” yarayan khat artık Etiyopya’dan devlet koruması altında her gün aynı saatte gerçekleşen uçuşla havayoluyla getiriliyor olsa da, demiryolu bugün bile eski önemini yitirmemiş gibi görünüyor. Taze sebze, meyve, bal ve kahve gibi ürünler ve deve, dana ve küçükbaş hayvanlar trenle taşınıyor. Güneşin doğu gibi gelişi bir anda uyuklayan bir coğrafyaya hayat veren tren kentten ayrılınca sessizlik kısa sürede geri geliyor.

Kumdan doğan ülke Cibuti’deki tek demiryolu, 1898 yılında sömürgeci Fransızlarla dönemin Etiyopya Kralı Menelik’in aralarındaki ticareti geliştirme düşüncesiyle geliştirdikleri demiryolu projesinin yirmi yıl süren inşası sırasında kötü beslenme, aşırı sıcaklar, susuzluk ve sivrisineklerin yol açtığı hastalıklar nedeniyle birçok işçi ölmüş. 7 Mayıs 1917’de Cibuti Valisi ve Kral Menelik’in katılımlarıyla demiryolunun açılışı gerçekleştirilmiş.  

Kamuflaj üniformalı sarı saçlı yankee’leri uzaktan gördüğümüz lisenin ve hastanenin yanından yemek yiyebileceğimiz tek yer olan, kente hakim askerlerin kontrolündeki küçük bir tepeye taşlar boyanarak çizilmiş Cibuti Bayrağı, Ordu ve kent armasının yamacındaki motele yöneliyoruz. ABD’nin Afrika’daki tek üssü Africom’a ait, Fransızlardan devralınan Camp Lemonnier Üssünden gelen üniformalı Yankee’lerin Hammer araçları bahçeye park edilmiş. Okul, hastane onarımı gibi “sosyal sorumluluk” projeleriyle, ‘beyaz adamı’ haklı olarak sömürgeciden farklı görmeyen yerel halkla ilişkilerini pekiştirmeye çalışıyorlar. ‘Temas ettikleri’ halkın elini sıktıktan sonra ceplerinde taşıdıkları küçük dezenfektan jelleri çocukların şaşkın bakışları altında kullanıp ‘pislikten’ arınıyorlar.     

Bugünkü kent, 1899 yılında demiryolu inşaatını korumak üzere, Marchand görev gücüne bağlı “Sudanlı” askerlerden oluşan küçük bir birliğin hakim bir tepeye karakol kurması sonrasında kurulmuş. Başlangıçta Dikhil’e bağlı olan yerleşim demiryolunun ve 10 kilometre ötesindeki Etiyopya sınırı nedeniyle kazandığı stratejik konumun etkisiyle zamanla gelişmiştir.

Kuru ve serin iklimi nedeniyle Cibuti’nin zenginlerinin bir bölümü ve tabi ki Devlet Başkanı buraya ikincil konutlar ve yazlık saray inşa etmişler.

Zaten sürgünde olan bizimkilerin, bir de her gün ne zaman geleceği belli olmayan ve üzerinden yeşil sebze ve insanların sarktığı trenden başka hiçbir olayın yaşanmadığı bu küçük yerleşime gönüllü gelmeyeceklerini düşünen patron, merkezde sorun yaratan bir kliği buraya sürmenin hesaplarını yapıyor.

Zaten kentin kaderi hep sürgünlerle kesişmiş. 1963’de Ayşa Katliamı, 1977-78 Ogaden Savaşı ve 1991’de Muhammed Siad Barre’nin devrilmesi sonrasında üç büyük Somalili siyasi göçmen dalgası ve 1984 yılında yaşanan büyük kuraklık sonrasında yine Ayşa ve Hadagalah bölgesinden gelen Somalililer olmak üzere bu kez dördüncü bir iklimsel göçmen dalgasına ev sahipliği yapmış.   

Oysa hem Cibuti’deki işlerin yoğunluğundan ve daimi patron markajından, hem de aşırı nem ve sıcaktan bunalan bizim elemanlar buraya kaçmak için sıraya gireceklerdir.  

Hiç ummadığımız bir noktada karşımıza çıkıveren ve yerel halka “demokrasinin nimetlerini taşıyan” sarı benizli besili Yankee’leri saymazsak, Bayburt’un kardeş şehri Ali Sabieh, yoğun nem ve sıcağı altında buharlaştığımız başkente göre bize çok daha uygun bir coğrafya gibi görünüyor.     

Engebesiz çöl manzarası yolu uzatıyor gibi görünse de, iki yanı kum içerisinde daracık uzanan yolda aralıklarla geçtiğimiz uzun TIR kamyonlarını çit atlayan koyunları sayar gibi sayarak kısa sürede ana üsse geri dönüyoruz.

Pencereleri kapatalım.