Yer ile gök arasında: Gaston Rébuffat
Gaston Rébuffat dağcılıkla, özellikle de aletli tırmanışla Marsilya’da Calanques’da tanışır. Ardından 16 yaşında CAF’ın (Club Alpin Français-Fransız Dağcılık Kulübü) Haute Provence Bölgesi bölümüne kaydolur. Burada yüksek irtifa dağcılığına başlar ve «dağcılık alanında ağabeyi olarak kabul ettiği» Henri Moulin ile tanışır. İzleyen yıllarda Alpleri ve sonradan onun oyun parkına dönüşecek olan Mont-Blanc dağını keşfeder.
«Marsilya’da oturduğum dönemde, yıllar boyunca dağlara tırmanmayı düşledim durdum. Her kış, Temmuz ayının gelmesini sabırsızlıkla beklerdim. Nihayet, Ailefroide’a ya da Chamonix’e gitme zamanı gelip çatardı. Doruklar üzerinde birkaç gün geçirdikten sonra, aynı heyecanı yaşamak için bir yıl daha beklemem gerekirdi. Böylece, bir gün artık dağda yaşamaya karar verince, dağ rehberi oldum.»
1940 yılında, sonradan yakın arkadaşı olan Lionel Terray ile tanışacağı Gençlik ve Dağ grubuna katılır. Valgaudemar’daki Gençlik ve Dağ Okulu Merkezi’nde geçirdiği yıllar boyunca dağcılık tutkusu iyice pekişir. Ardından Lionel Terray’ın çiftliğinde çalışmak üzere Chamonix’e taşınır. Chamonix Dağ Rehberleri Topluluğuna üye olarak kabul edilir.
1942’de, Gaston Rébuffat genç yaşına karşın (yaş sınırı 23’tür ama o 21 yaşında lisansını alır) yüksek irtifa dağ rehberi lisansına hak kazanır. Gençlik ve Dağ Topluluğunda eğitmenlik görevini sürdürür ve 1944’te Ulusal Dağcılık Okulu’nda ve Yüksek İrtifa Askeri Okulu’nda öğretmenlik yapmaya başlar. Gaston Rébuffat, Haziran 1945’te, Alfred Coutter’in himayesinde ünlü Chamonix Dağ Rehberleri Topluluğuna katılır. Grupta geleneksel olarak üyeler için vadide doğmuş olma koşulu aranırken, Roger Frison-Roche ve Edouard Frendo’dan sonra topluluğa katılan üçüncü “yabancı” dağcı olur. İyi bir kayakçı olarak yüksek sezonda rehberlik yapar, ancak kışın kayan eğitmenliği yapmak yerine, kendini yazın alanında sınar. «Dağ rehberliği mesleğine vakıf oldum (…) Varoluşumu tümüyle kendi kumandam altına aldığımı sanıyordum.»
«Bizleri büyük girişimlere ve zorlu yollara doğru iten nedenleri daha iyi anlıyorum: öncülerin çabasıyla daha önce bırakılmış izler üzerinden yürümekle yetinmemek. Sahip olunan mirasa layık olmak.»
1958’de, Cervin eteklerindeki İsviçre Zermatt’da çekilen, Walt Disney Pictures’ün dağlara dair ‘Dağdaki Üçüncü Adam’ (1959) filminin yönetmenliğini üstlenir.
Kanser hastalığından ölümünden bir yıl önce, 1984’te Légion d’honneur ile ödüllendirilir.
Sadece Alplerle sınırlı olan başarılı tırmanışlarını sayarsak :
Pèlerins sivrisinin entegral Güney-Batı sırtının ilk tırmanışı (1943)
Midi sivrisinin Frendo sırtının ikinci tırmanışı (1943)
Roc sivrisinin Doğu sırtının ilk tırmanışı (1944)
Belledone Büyük Sivrisi Kuzey-Batı yüzü ilk tırmanışı (1944)
Büyük Juraslardaki Walker sırtının ikinci tırmanışı (1945)
Dent du Requin’in Kuzey yüzü ilk tırmanışı (1945)
Büyük Juras’lardaki Croz sırtının dördüncü tırmanışı (1947)
Midi sivrisinin Güney yüzünün ilk tırmanışı (1956)
Dru’dak Bonatti rotası (1961)
Bu tırmanışların büyük bir kısmını Lionel Terray, Edouard Frendo ve viyolonselci ve mizahçı Maurice Baquet ile birlikte gerçekleştirir.
Rébuffat 1950’de gerçekleşen ilk Annapurna tırmanışını Jean Couzy, Lionel Terray, Maurice Herzog, Louis Lachenal, Marcel Ichac, Marcel Schatz, Jqcques Oudot ve Francis de Novelle il birlikte gerçekleştirir. Bu ekspedisyon yaşamındaki en zorlu aşama olur. Zirveye çıkmamış, ancak Terray ile birlikte zor durumda olan Lachenal ev Herzog’a yardım eder. Lachenal gibi, bu zirveye çıkarken ne yurtsever güdülerle, ne de mitsel bir görev anlayışıyla hareket eder.
Gaston Rébuffat, dağcılıkla ilgili birçok kitap ve filme de imza atmıştır.
Herkesten daha başarılı bir şekilde dağı anlatmayı başarmış, geniş kitlelerin dağı keşfetmesini ve sevmesini sağlamıştır. Sırasıyla dağ rehberi, fotoğrafçı, sinemacı, yazar, şair, konferansçı ya da gazeteci olarak, aynı zamanda gizemli ve büyüleyici olan bu “farklı dünyanın” kapılarını açmasını başarmıştır. Dağı algılamada bir Rébuffat tarzından söz edebilmek mümkündür :
“Dağcı, bir gün gözleriyle gördüğü yere bedenini taşıyabilen ve buradan geri dönebilen kişidir.”
“Dağcılık yapmak için iki şeye gereksinim vardır: coşku ve bilinç. Coşku, çanta taşımayı, sığınakta ya da kimi zaman çadırda kötü koşullarda uyumayı, üşümeyi sonra da ısınmayı, kimi zaman acıkmayı, çoğunlukla susuz kalmayı kabul etmek; yorulduğumuzda ya da hava bozduğunda birden oyunu yani tırmanışı istediğimiz anda, yani sıkılınca durduramayacağımızı bilerek gitmek; yeri geldiğinde bizden daha yavaş yürüyen bir yol arkadaşına bağımlı olmak, yanı kısacası konforu ve her zamanki alışkanlıklarını terk etmesini bilmektir. Özellikle de, yorgunlukları bize bir iç huzur ve sevinç katan, kullanılmayı bekleyen bir beyin ve kaslara sahip olduğumuzu giderek unuttuğumuz çağımızda bu, çok güzel bir duygudur. Yürümek, tırmanmak bir fedakarlıkta bulunmak değil, aksine doğumla birlikte her birimizin doğal olarak sahip olduğu ve katıksız bir zevk sağlayan bir eylemin tamamlanmasıdır. Ve eylemin dışında, her şeyden önce, bir süreliğine üşümek ya da aç kalmak, ne çok zor ne de çok tatsız bir durum sayılabilir. Her şeyin gittikçe daha çok öngörüldüğü, programlandığı bir dönemde, kaybolmayı başarabilmek çok büyük bir zevk ve lükse dönüşecektir. Coşku kadar, bilinçli olmaya da ihtiyaç vardır. Birbirine karşıt gibi görünen bu iki duygu birbirini mükemmel bir şekilde tamamlıyor. Bilinçli olmak, sınırlarını dizginlemeyi, onları kabul etmeyi yani yarıştan önce tırmanış arzusunu kendinin ve ip birliği yaptığı kişilerin becerisine göre ayarlamayı bilerek, sınırlarının bilincinde olmayı öğrenmektir.”
Le Massif du Mont Blanc kitabından.
(Wikipedia ve internetteki çeşitli kaynaklardan derlenmiştir.)