Skip to main content

Direncin eşiğinde

Résultat de recherche d'images pour "baş yaralanması" Kapı mı çalındı, yoksa bana mı öyle geliyor? Güm güm güm, tab-ı cenk-i harbi. Kulak zarını bir yorgan gibi döven ahenkli vurgu, sağdan soldan aldığı darbelerle aklını yitiren uğultulu sessizlik; kemik öncesi yapının ezilerek şekil değiştirmesi. Kıkırdak hiç kırılır mı? Basınçla yer değiştiren boşluklara dolan kan eski haline gelmezse dokuya dönüşür. Şekil değişir, kıvrım, simetri bozulur. Hepsi bu kadar.

Karşımda gülen bir yüz. Bir daha vurur mu?

Tuzlu kan ağzın içine dolduğunda, kırılan dişin yumuşacık ette açtığı gediklerde gezinerek yorulan dil telaşlanır. Kafatası çatırdar. Elektrik akış şeması bulanan beyin karıncalanır. Olan biten başlangıçta bir titreşimden ibarettir. Bedenin kendi ısısı dışında bir başına harekete hevesli hafif bir sıcaklık yayılır.

Tekmeyi vuran hanginiz?

Herkes öyle sanır ama o anda can hiç yanmaz. Kulaklara dolan acımasız bir uğultu gelecek olanı önceden fısıldar.      

Asıl her şey sımsıcak bir soğumayla birlikte başlar. Dışarıdaki alev içerideki sarı kırmızı yangıyı tutuşturur. Aynada yansıyan yüz, biriken kan, irin, değişen şekil. Dilini yediğimin son dönem lafazanlarının deyimiyle ‘algı operasyonu’ asıl gözle tamamlanır. ‘Görüldüğü kadarıyla’, görüldüğü oranda acı artar, üst üste yığılarak katlanır. Çürük çürüğe sızlaması gerektiğini fısıldar. Kemiğin ta içerisinde ilikte bağışıklık fokurdar.

Buz getirecek misiniz?    

Zaten hücuma uğrayan garibim vücut da soğumaya başlamıştır ve şaşkınlıkla sınırlı o güzelim uğultu, yerini hafifçe külçe gibi ağır sancılara bırakmıştır. Etrafa saçılan kan artık damarlarda da hissedilmekte ve rahatsızlık vermektedir. Sanki alyuvarlar deve dikeni çiçeği olmuş kederi kasvetli bir eve taşır gibi damar çeperlerine sürtünmektedir.

Sendelesem de dimdik ayakta durmaya çabalıyorum. Etten daha sert bir şey çarpıyor bedenime. Hayır, kemik de değil. Odun hiç değil. Ete değdiğinde tok bir şekilde ‘çıtlayan’ metal sanki.

Ciğere batan cılız bir kaburga gibi içeriden yaralarsın beni eğer anlamazsan.  

Sol ayakkabım sağ ayağımda her taraftan eşit oranda vuran ışık altında gölgesiz yürüyorum. Arkamda, ölü noktamda kapkalabalık sessiz bir tümen. Ne vakit ardıma baksam göremiyorum. Sağ omuz başımla sol kulağım arasında uzun bir huni gibi dizilmiş eloğulları.

İçimize işleyen çoban aldatan ezgisi ayrımsız bir şekilde herkesi çağırıyor. Bilerek aldanmanın benzersiz zevki gaz kesmiyor.

Sadece kendi tüketimimize yönelik özenle yalanlar yetiştirerek gelişiyoruz, onları büyüttükçe mutluluğumuz artıyor. Sevgi ve nefreti iplik gibi eğirerek, en sonunda yün yumağı gibi çözülecek bir yaşamı örüyoruz.

Şiddetin sihri sahneyi topyekun dönüştürüyor.

Bu şekilde daha kaç kez vurabilirsin ki bana?

Eski ölümlerim an be an yinelenirken, kafatasımdaki çatlak sızılarken, yüreğim hala çarparken daha kaç kez öldürebilirsin?

O günkü gibi şimdi de, burada yoksun ama saçlarının arasından ters yönde ayağa kalkan bir tel, güneş ışığını eline almış bir bayrak gibi gözüme gözüme sallamaya devam ediyor.

Kırılma diyorlar buna; oysa ben hiç kırılmadım. Sadece başlangıçta dokuya yerleşen aşina sıcaklık, soğudukça kristalleşen, et koparan bir yırtılmaya dönüştü. 

Asırlardır alıştığı yatağını değiştirmesi için ırmağa dil dökerek geçti zaman.

Aşina iblislere budala fıkraları ezberletip zoru ertelemekle.

Belki de yine kış bahara dönecek ama bu kez bensiz.