Oyun
Bizi aldatmak, öldürmekten daha kolaydır
Orta sınıfın kıyısında aydın bir ailenin en küçük ferdi olarak kitaplarla aram hep iyi olmuştur. Kendini bir halt sanan, kırsalı küçümseyen kentsoylu yaklaşımların etkisinde, ilim irfan bu, boru değil, dekora uymak şart görünür. Gösterge kitaplıklardaki kitaplar gelir kafana vurur sonra.
Ama bende tamamen ters teper bu yapay maddi altyapısı olmayan, kökenden değil memuriyetten gelen sonradan görme zorlama sınıf bakışı. Üretilmiş, içi boş var oluşlar, ottan püsürden sahte sosyal medya hesabı bile etmeyecek, adli suça bulaşmış unvanlar geçidi.
1/72 ölçekli küçük askerlerimin ete kemiğe büründüğü yıllarda, iki halı arasındaki boşluk, üzerine seyyar köprü kurulmaya müsait su yolu, bir bölümü yenik el halısının Allah’ına yan bakan püskülleri ise kumsaldı. Düz bej rengi halının bir noktasında yoğunlaşan yeşillik desenleri sık orman. Televizyon sehpasının bir kısmına dayandığı alacalı bulacalı halı ise dağlarla çevrili gizemli bir geri üs Radyonun sesi, yemek masasının başında dirsek çürütmeyi sürdüren adamın nadiren irtifa kaybedip üzerime düşen, benim anlamlandırmakta zorlandığımı anlama çabası tüten, sorgulayıcı bakışları.
Aynı kalınlıkta olmasına özen göstererek kütüphaneden rastgele seçtiğim kitapları, Priene tarzı ızgara tipi kentleşme tarzında dizer ve kısa sürede, birazdan kopacak büyük fırtınanın yaşanacağı dekoru hazırlardım. Garip bir şekilde oyunun hazırlığı ne kadar uzarsa, bir anda oynamaktan vazgeçip daha başlamadan her şeyi birden yıkıp toparlanma isteğinin uyanması tehlikesi artardı. O yüzden hazırlanırken işi abartmamak, tadında bırakmaya özen göstermek ve o bir anlık vazgeçme anına değme ihtimali bulunan zaman aralığını fazla zorlamamak şarttı.
Yirmi, yirmi beş kitaptan oluşan hendeksiz ilk Kobane’lerim benim. Evrenin en adil Devlet Başkanı Osmanlı’nın sadık askerleri açık yeşil renkli Vietnam Savaşındaki ABD deniz piyadeleri, İkinci Paylaşım Savaşı’ndaki kısa şortlu ve sütlü kahverengi İngiliz Çöl birliklerinin –ki yarısı kayıptı- ODUKO gerillaları, yine aynı savaştaki Mussolini’nin gri İtalyan askerleri toplum polisleri, koyu kahverengi ve ancak on tanesi o güne ulaşmış İngiliz paraşütçü komandoları özel tim, 18nci yüzyıl sarı İngiliz askerleri OBP partizanlarıydı. Belçika’da alınmış olan ama sadece kabile reisi ayakta olan kırmızı Kızılderili büyük şef yerleşimin kaymakamı olurdu ve gariptir genelde oyunda bir şekilde kötü bir şekilde geberirdi.
Hiç okumadığım ama her bir dizişimde üçüncü hamur kokusunu içime çektiğim kitaplarla hasır neşir, Amerikan silahı, Amerikan danışmanı, Amerikan eğitmeni, M-16, Milan, C-3/C-4 filan bulaşmamış, diktatörüyle, muhalefeti, yurtseveri, askeriyle tamamen “yerli ve milli” bir küçük alemdi bu. Kimsenin tanımadığı küçücük bir ülkenin kocaman yürekli insanları halının üzerinde çarpışıp dururlardı. Tam da benim istediğim gibi, önceden üzerinde çok da düşünmediğim senaryoyu yer yer çiğneyerek.
Önce Pazar günleri masa başındaki maç sesi kayboldu. Sonra çeneye dayalı dirseğin desteğinde, tavandan geri inen iki isli dumanın arasından, ufuktaki gemileri izleyen göz. Gerçeklere çarptıkça hız kesen var oluş görüngü kaybetmeye başladı. Olduğunu varsaydığım bağın aslında çoktan hiç olmadığını anladım. Her ikisini bu şekilde birbirinden ayırmanın hiç de mantıklı olmadığı, iç dünyayla dışarısının birliği.
Aynı buzdolabına uzanan el, tuvaletin sürgüsü, sevgi dahil herkesin payının belirlenmesi, küçük bir deftere kaydedilmesi. Çürümesi pahasına gelmeyecek adına saklanan dilimin bozulması. Halil İbrahim'in sayılı alınan gofretlerde şaşmayan hesabının en önemli yaşamsal kararlarda bal gibi şaşması.
Adaletsizliğin Allah’ının bizzat yaşandığı alemde adil davranış bozuklukları. Altmışına varınca cenaze müdavimine dönüştüren, kan, göbek bağı, tarih, birlikte yaşanmışlık değil düpedüz basit alışveriş temelli osuruktan aile bağları.
İç aydınlanmanın önemi karanlığa yol alan mekanlarda anlaşılır. Hiçbir deliği olmayan nemli yere düşen ıslak ışık huzmesi. Direnç umudu. Ben yazdıkça yok olan metinler. Önce ahşap gardıroptan barut kokan elin el koyduğu el yazısı metinler, casusluk kuşkusuyla çalınan bilgisayar.
Oyunun geçen zamanla yerden ayağa kalkmasıyla, aşina ölümlerin sayısı arttı. Hayatıma yön veren, biçimlendiren ne kadar asli olay varsa, bilinç dışına atıldı. Anımsamıyorum. Salondaki büyük koltukta yuvarlanarak oyun oynadığımız komşu kızı, ortasından geçen yolun böldüğü kent içindeki kent ormanında çim hizasında yanıma uzanmış adam, yurdunu yüklenmiş çantasıyla işyerinde çay içerken cin gibi gözlerime bakan kaybedilmiş kadın, telefondaki tanıdık ses, iki elle tutulan hedefin titremesi, PK12’de, yani karayolunun on ikinci kilometresinde kurulan baraka mahallede çevremizi saran Somalili çocuklar, hocamızın Müdürün odasındaki bakışı. Konuşsam en küçük ayrıntısına kadar belki yeniden kurgulayacağım, ama yaşanmış gerçekle tam örtüşmeyecek. Belki de bu yüzden.
Bu oyunla ilgili hiçbir şey anımsamıyorum. Bilinçaltının bilinçli ve ırsi bir erken canlı göstergeli ölüm, vasi atanmamış, dümene getirilmiş kendini aldatmaktan ibaret çok ağır seyreden bir Alzheimer hali.
Oyun ha toplandı, ha toplanacak. Kurgu ruhu terk edilmezse bu kez eve ansızın gelen biri yüzünden, misafiri olmayan evin, misafiri sevmeyen insanların kapısı çalındı çalınacak. Kedi ayağa sıcacık yerden ayağa kalkıp gerinecek. Gelenin görmemesi için yere dağılmış, anımsanan anımsanmayan bütün oyuncaklar, kitaplar bir çırpıda toplanacak.
Hem de kimsenin beklemediği, benim ise tam da ertelemekten yorulduğum, artık bıktığım bir anda.
Hepsi bu kadar.