Skip to main content

Susuz dağın yamacında

vie absurde ile ilgili görsel sonucu Bu düzenli rastlantısallıklar dizisi içerisinde planlı ve anlamlı bir yaşamı örgütlemek hiç de kolay bir çaba değil. Hele bilerek umut zehrine sürtünmüş bir gelecek hedefiyle kulaç attıkça, varılamayacak karşı tarafın cazibesi pırıltısını daha da bir kaybettiğinde.

Sürdürülebilir yaşam için kabul edilebilir gerekçeler üretmekten yorulmayan, neden-sonuç ilişkisini geleceğine yansıtmasını bilen bir varoluş biçimi olarak, en karanlık çıkmaz noktasında bile “oyunu sürdürecek”, belirsiz bir süreliğine yaşamda ‘kalmaya’ devam edecek bir tutunma, bir asılma noktasını hemen buluveriyoruz.

 

Oysa bu baştan sonu belli oyunun tükenmesine yaklaşan bölümlerinde, yaşamın sürdürülebilirliğine ilişkin bulduğumuz gerekçelerin, süreç aklamaları olduğunu, tükenmiş gelecekten çok umut yüklü geriye baktığımızda daha da bir iyi anlıyoruz.

Ama bir türlü ‘eyvallah’ dedirtmiyor bu bilinçli oluş tutulması.

Ana, Baba, Kardeş, sevgili, eş, çocuk, evin kedisi, pencere denizliğinde göz kırpan kumru, beni gördükçe yaprak çırpan ot, hepsinin söndükçe yükselen ve ciğerlerimizde gezdirdiğimiz havayla dolu atmosferin belli bir noktasında patlamadan önce gözümüzden kaybolan, içi sırf öz sevgimizle dolu balonlar olduğu gerçeği, tek tek, birer birer, gözümüze gözümüze vuruyor.

Oysa gerçekten de ne çok sevmişizdir onları; içimiz erimizdir, nefesimiz tutulmuştur, kar kıyamet yüzümüze binlerce küçük zehirli ok gibi çarparken sıkıntısının en alasına meydan okuyan bir gülümseme olmuşlardır gözümüzde. Birbirinden doğan sımsıkı daralan, sonra da alabildiğine birbirini iterek gittikçe savrulup dağılarak saçılan; tözün kıskandıran birliği ve bir daha asla aynı şekilde bir araya gelmemecesine dağılma.

Artık yapamadıklarımızın yapabildiklerimizi burun farkıyla aştığı aşamada, yok olmaya şükreden bir kabulle isyan ediyoruz.

Oysa varlığın ötesineymiş gibi aslında kendisine duyduğu sevginin dahi bir gün gelip karaya oturacağı ana çoktan değilmiştir.

Geniş çanağı örten pürüzsüz karda kesişen besbelli izlekler gibi işaret çoktan verilmiştir aslında.

İçine aldığını varacağı yere taşımayan patikalar, yanlış yönü gösteren rüzgardan dönmüş levhalar, yaramaz bir piç kurusunun sırf zevk olsun diye şaşırtmak üzere yerlerini değiştirdiği işaretler, taş taş üstünde haliyle uçurum diplerinden uzaklaşan işaret babaları.

Kör kör parmağım gözüne belirgin gerçeğin belirsiz ağırlığı fısıldanırken, aldanmışlıkların memleketinde hiç de oralı olmuyoruz.

Yaklaştıkça dikliğini, azametini yitiren yamaç etten kemikten çağrısını sürdürüyor. Aşılabilirliğini fısıldıyor, uçurum aşağı yuvarlanan taşların şakırtısı. 

Yaşama kolaylığı ölüm cesaretini şimdilik öteliyor.  

Evelallah, bu çok da severek yaşadığımız bilinçli aldanma safahatında Koç katımı bayramları kıvamında coşkumuz.

Hıdrellez gecesinde ışıksız kalmış suyu ‘görmezden gelme’ kararlılığımız devam ediyor.        

Bok böceği kendisinden on kat daha büyük tezek parçasını kan ter içinde yokuş yukarı yuvarlıyor.

Hız kesmiyor yanılsama.