Menteşe gıcırdadığında
Sen gittiğinden beri saate bakmıyorum artık. Hüzün kederi geçeli çok oldu. Kaçınılmaz olarak alışmanın verdiği utançla kapanıyor gözlerim ışığın tam altında. Bir rüzgar gölgesi, evin dış dört köşesini dolanıp duruyor. Saymaktan usanıyorum. İkiye bölünen biricik varlığım sekerek kendi yaptığımız, çatlaklarından ayrık otları fırlayan trotuarda peşinden gitmeye çabalıyor. Benimle başlayan ve bensiz bitmeyecek varoluşumun faili meçhul yarısı uçtu gidiyor.
Kimi zaman topyekun uyuyakalan, merkezi sisteme bağlanmayı beceremediği için sesiyle makamını şaşıran hocanın yüksek desibelli sabah şamatasını da dikkate almıyorum. Çağırıyor mu yoksa hiç gelmeyelim diye çığırıyor mu belli değil. Bir zamanlar beyaz olan perdenin üçte birini örttüğü pencerenin aysız aydınlığının önünden geçen kaçıncı gölgenin sonunda bilmiyorum ama açılacak çukurlar, köklenecek bağlar gibi çok dünyevi tasarılarla daldığım uykudan olur olmaz yerde uyanıyorum. Bu an, kedinin aniden uyanıp pencereden dışarıya çıktığı zamandan sonra olmalı. Bize ait olmayan koltuğun minderindeki çöküntü yer değiştiriyor, düzeliyor, ikiye bölünüyor sonra birden tekrar çöküyor. Yanlış döşenmiş fayansın ayrı düşmüş desenleri nihayet buluşuyor. Sobanın içindeki, evin dışındakiyle konuşuyor.
Bize sanki çok uzakmış gibi gelen ama hemen incecik cam pencerenin öte tarafından başlayan dışarıda, karanlığın içinden karaltı geçse hissediyorum. Çakallar, tilkiler, yabandomuzları gibi bilumum gece yaratıklarının çıkarttığı ses değil duyduğum hışırtı. Kokusuz, kütlesiz ve izleksiz adımlar atılıyor duvarın öte tarafında; bu kez ‘tamam geldiler’ diyor gibi yapıyorum, ayak parmaklarımla birlikte ses çıkarmadan oynattığım dudaklarımla. Kafa sallıyorsun. Köyün çok uzak bir noktasında gereksiz bir güçle börtü böceği gündüz gibi aydınlatan lambanın odaya kırlangıç deliğinden geçerek ulaşan ışığı bir saniyeliğine kesintiye uğruyor.
Kuru malta eriği yaprakları üzerilerindeki vücutsuz ağırlığın altında, mika parçaları gibi çatır çutur kırılıyor. Bilmem kaç metreye kadar çürük kayasız kahverengi verimsiz toprağın üstünde yalancı kırık mermerlerin jiletten keskin yüzeylerine bırakılan tüylerle bağlantılı değil bu davetsiz devinim. Eskiden çocuklara anlattığım bütün korku öykülerinin laneti mi bu? Korkmam gerekmiyor mu burada? Oysa çişe gider masum ve insancıl bilincimden bir çıkıp, şimdilik tek sığınağım uykuya yapılacaklar resmigeçidiyle yokluğa geri dalıyorum. Yolun kenarındaki prefabrik evin ışığı yanıyor. Yıldızlar, küçük ayı, büyük ayı, ayı oğlu ayı hepsi yerli yerinde gibi duruyor.
Uykumun kör noktalarındaki boşluklarda dahi anlamını yitirmiş bir temsilin, geri gelmesi mümkün olmayan topraklarda yapışıp kalması gibi bir şey bu. Çimenlik bir sırt hattının üzerinde yükselirken, sağ taraftaki uçurumun derinliklerinden gelen sesleri görmezden gelmek.
Her daim kapalı pencerenin camına yaslanan çığlıklarım, olur olmaz ya da tam yerinde çirkin çirkin ağlayışlarım değil sadece giden gelmez ülkesinde bıraktıklarım. İçtiğim su kadar karşılıksız selamlara verdiğim yanıtlar, sözsüz sessiz baş sallamalar, başakların rüzgarsız zikir dalgalanmaları, anlaşılmaz birkaç heceli ilahileri haykırarak yineleyen çocuk sesleri. Buğday tarlasının kıyısındaki karasuluğa oynamaya gelen leyleğin şaşkın kaçışı. Tek ağaçsız upuzun sarı tarlaların kenarından giden toprak yol; yorulmadan karını taşımayı sürdüren doruk; ağaç kütüklerinden yapılmış uzun adak masası. Hepsi de benim için bu gece buraya toplanmış.
Birkaç ağaç ötesinden gerçek olamayan tasarıların fısıltıları sızıyor topraktan. Henüz dalmamışım. Çok yakında konuşulanlar, olması gerekenler, yıllar sonra oldubittilerin kendiliğindenliğine çoktan teslim olmuş.
Çok değiştim biliyor musun artık erken uyumuyorum, televizyon karşısında uyuyakalmıyorum geceleri.
İkinci el, bildik tehlikelerin tecrübesiyle geceye zaten hazırlıklıyım bir şekilde ama en kötüsü sabahın bizzat kendisi: Kızıldan beyaza dönen ateş, hiçbir ritme uymayan, nereden geldiği belli olmayan Horoz bağırtıları, gülün dikenindeki kopmuş kumaş parçası, topraktaki değişik şekillerdeki çöküntüler, duvardaki parmak izleri, yer değiştiren kocaman delice ağaçlar, az önceki karanlıktan gün batımıyla aydınlığa geçtiğimizi fark edemeyerek çığlık atan gece yaratıkları, fare deliğinin önünde bekleye duran gözleri kapalı kedi.
Benden ayrılan bedensiz organ uzaklaşıp gidiyor. Dün anahtarı yine dışarıda kapının üzerinde bırakmışım.