Skip to main content

Masal gibi

arnavut kaldırımı sokaklar ile ilgili görsel sonucu 

Masalcı, bize bir masal anlat hiç bitmesin

Eski zamanların insanlarını

1001 gece masallarını

Gul'un kızı Lunja'yı

Ve Sultan'ın oğlunu anlat

Balkona benzeyen bahçesinden taş attığında denize değecek, uçuruma aplik gibi asılı duran cami. Hani şu sırf hınzırlık olsun diye solucanlı kara toprağına Vedat ile birlikte soluk renkli bir şişe içerisinde özenle yıpratılmış üçüncü hamur kağıda karalanmış define haritası bıraktığımız kutsal yer. Vedat mı? Zevk için kedilerin üzerine iri taşlar atan, fındıklı merdiveninden ana caddeye çıkma araba lastiklerini yuvarlayan, sonra aşağıdan gelen fren patırtısına yaramaz gülüşleriyle eşlik eden okul yolu arkadaşım. Her anarşist hamlesinde gözlerinin içi pırıl pırıl parlayan dostum. 

Utanç duvarının ardında, top yakalayan ağlarla örtülen uçurumun tam dibinde eski bir konak hayaletinin bahçesinden yükselen altı kollu dev çitlembik ağacı. Utanç duvarı mı? Doğu ve Batı’yı değil, gerçekle irademizle şekillendirdiğimiz belirlenimciliğimiz arasındaki daimi çit. İlk ciddi engellerimizle karşılaştığımız bir çağda, evlerinin önündeki manzara kapatılmasın diye satın aldıkları arsayı, artan araba sayısından artık oyun alanı bulamayan çocukların imece usulü temizleyip voleybol sahasına çevirmeleri sonrasında üst sokak zenginlerinin üşenmeden tuğla ile ördüğü duvar ve taze sıvasının üzerine el alışkanlığıyla kazıyarak yazdığımız aşağıya doğru eğimli yazı.

Kentin Marmara’ya yüksekten bakan semtlerinden birinde iki apartmanın arasına sıkışmış on metre genişliğindeki bir arsayı mahalle delikanlıları aralarında 150’şer lira toplayarak birkaç gün içinde kazma-kürekle düzleştirip voleybol alanı haline getirdiler. Küçücük mescidin yanındaki evin bahçesinde ağ örerek hayatını kazanan bir genç, voleybol filesini komşu çocuklarına indirimli fiyatla sattı. Toplar da bir başka dükkan sahibine torpil patlatarak ucuza.

Daracık tozlu yolun kenarındaki arsa, televizyonun voleybol ve basketbol maçlarını sürekli yayınladığı günlerde biçimli bir oyun alanına dönüşüvermişti. İmam, minyatür caminin çiçekli bahçesini asma kilitli zincirle kapadığı için akşam serinliğinde oturacak yer bulamayanlar, çoluk, çocuk, voleybol sahasının etrafına çömelip maç seyrediyorlardı. Okuldan dönen çocukların başlattığı voleybol “partileri”, akşam işlerinden dönen genç evlilerin, bazen eşleri ile birlikte katıldıkları iddialı “maç”lara dönüşüyordu.

Güneş, Galata Kulesinin ardına inerken mahallenin sevgilisi olan salon köpekliğinden sokak köpekliğine terk edilmiş “Sarı” bile anaları mavzerle vurulmuş iki yavrusu ile şakalaşarak yolun kenarına uzanıp keyifleniyordu. Kediler camdaki akislerinden televizyon antenine konmuş kumrulara dünyanın en aptalca yalanlarını mırıldanıyorlardı. Semtin “Ayşen Gruda”larına göre tam bir “Veleybol Sitatyomu” olmuştu arsa.

Ama, fazla sürmedi bu minimini mahalle keyfi. Bir sabah, çocuklar okullarına, büyükler de işlerine gittikten sonra iki adam bir kamyonetle getirdikleri briket tuğlaları iki torba çimentoyu yolu kenarına boşalttılar. Akşamüzeri, okullarından çıkarak ilk sırayı kapmak için koşan çocuklardan kurulacak ilk altı daha tamamlanmamıştı ki duvarın yapımı sona erdi. “Veleybol Sitatyumu” direkleri ile yepyeni filesi ile duvarın gerisinde kaldı. “Sarı” iki yavrusu ile belediyenin mühürlediği inşaatın bodrumuna sığınmıştı. “Yaşam boyu” sporu yaşamlarının başında düşünmeye başlayan çocuklar parkın önündeki kızgın asfaltın üzerinde futbol oynamaya başladılar. Kediler yalan dolu mırıltıları ile kumruların gönlünü almaya çalışıyorlardı.

Arsanın bilinmeyen bir semtteki adı bilinmeyen ihtiyar sahibesi de “bedava hafriyat”ın keyfi içinde idi herhalde.

Artık var olmayan konağın bahçesinde dimdik duran, biçimli, dengeli ulu bir ağaç. Eskiden gemiciler çitlembik ağacının nazardan koruduğuna inanırlarmış. Aralarına dikine dallar sıkıştırılmış, direkler üstü gevşekliklerinden yeraltına alınan telefon kablolarının atıklarıyla enine dolanarak sarılmış bardak şeklindeki ilk çanağından ürettiğimiz ağaç evin üstü açık salonuna büyülü bir kubbe gibi yerleşen neşemiz. Bir dalı alt sokaktaki yıkıntı kulübenin üzerine uzanan diz kaldırma mesafesinde ayak koyup basamak yapacak çivi olmasa çıkması bir hayli zor Çit-lem-bik.

Çitlembik mi? Yani ufak tefek esmer sevimli kız. Yuvarlak kara meyvelerini birbirimize fırlattığımız ağaç gibi bir ağaç. Cesaretle tırmanılan, gürültücü karar kargaların uğrağı üst dallarında bir kademe daha değerlenen özgürlük.

Zorunlu olarak sadece siyasi faaliyetlerin değil ama direkten direğe uzanmaya çalışan tellerin de yeraltına alındığı yıllar. Ölü bir konağın kalıntıları arasında, tuğlaları, taş parçalarını Kemal Ağabey’den aldığımız kazma kürekle temizleyerek yarattığımız kireç çizgili açık voleybol sahası.

Bakkalda bir cephesi camdan kırmızı teneke kutuda istifli duran açık gofretten kesekağıdında alınan yarım kilonun apartman sahanlığından sonra burada da adaletle paylaşılması, afiyetle hep birlikte yenilmesi. Deniz manzarasız ağacın içinden yükselen ezgilerin, yüksek irtifalı manzaralı balkonları kıskandıran içtenliği. « Haykıracak nefesim kalmasa bile ».

Yasaktan ya da fiziksel yetersizlikten ağaca çıkamayanların aşağıdan kıskançlıkla baktığı nokta. Siz ne yapıyorsunuz orada?

Masal anlat bize yeniden

Bizi bu dünyadan çok uzaklara götürecek

Masal anlat bize yeniden

Herkesin yüreğinde yer edecek

Devrin lanetini üzerine yüklenen insansız bakışlı Cemal’in uyarıları hızımızı kesmeye yetmiyor. Postayla, dilimizle ıslatarak bulduğumuz her boşluğa yapıştırdığımız kağıt koli bantları, keçeli kalemle, pastel boyayla, yağlı boya tüpleriyle 45 milyon halkın teslim alınamayacağına dair imzamızı attığımız zeminler.

Kemal Ağabey kazma kürekleri verecek mi?

Bu taraflara çok yolu düşmeyen, ormana kız diye kaçırdığı yaratık travesti çıkınca, aldanmanın şiddetiyle cinnet getirip partnerini bıçaklayan bıçkın delikanlı Belalı Nuri ağaca doğru bir tuhaf bakış fırlatıyor. Bir şeyler duymuş olacak, buraya bir dadanırsa mahvoluruz. Yuvamızı dağıtır mübarek. Aynı şey kızlardan ötürü son zamanlarda bizim mahalleye olan ilgisi artan Baki için de geçerli.

Bizim emeğimizle ve girişimimizle yapılan bir şeyin, zamanla elimizden çıkması, başkalarının denetimine geçmesi.

Saatler ilerledikçe sahayı kullananların yaşı da artıyor: sabah okuldan ilk çıkan ilkokul öğrencilerinin ardından ortaokul ve liseliler ve iş çıkışı eve girmeden önce canlılığını yitirmeyen ağabeyler, ablalar. Haldun’un yıldırım smaçları kendi evinin zemin katının sıvasız tuğla duvarında patlıyor.

Anlat ve unuttur yaşımızı

Farzet ki genciz

Bize cennet ve cehennemden bahset

Ve hayatı boyunca hiç uçamamış bir kuştan

Çözmemizi sağla

Nedir bu hayatın anlamı?

Alakasız bir ev sahibinin rahatsız edici bakışları ve mırıldanışlarıyla bir başkasına kovulana kadar sığındığımız apartman girişleri. Kıskanç ve sorgulayan anlayışsız ebeveyn bakışları. Ellerinden ağır yükleri, torbaları kapı girişine dek taşınan komşular. Aşina satıcı bağırışları, tek tük geçen araçları, alışılageldik çağrılarıyla soluk alan kent. Araç geçişleriyle kesintili, gelip giden, durup kaldığı yerden devam eden bir yaşam.

Üzerinde kağıt iplik madalyalı, birincilik kürsülü, tam tekmil bir olimpiyat dahi düzenlediğimiz kaldırım taşları. Üçgeni genişleyeceğine daralan gülle atma sahasında attığı taşlar saha dışına çıktığı için diskalifiye olan Türkiye Şampiyonu. İkinci katındaki tuğla deliklerinin uyuşturucu zulası olduğu, birinci katı kapalı spor salonu gibi kullanılan mühürlü inşaatın önündeki kum yığınına yapılan atlayışlar. Yusuf’tan başka rakibim olmadığı için altın madalya kazandığım, sokak başından dönmeli, baş döndürücü ilk uzun mesafe koşularım. O kiloda başka rakibi olmadığı için Türkiye Boks Üçüncüsü olan iri yarı arkadaşın kıramadığı, ama benim kurnazca vuracağım yeri iyi belirlediğim için ikinci vuruşta kırdığım tuğla duvar. Arkadaş mı? Hafif kilolu olduğu için okul yolunda “tulum peyniri” diye utanmadan dalga geçtiğim için, küçükken beni kucağına alıp kaçırmaya çalışan adamın elinden kurtaran rahmetli annesinin akşam eve gelip masa başında babama şikayet ederek beni yerin dibine soktuğu çocuk. Hani fuel-oil krizinin yaşandığı yıllarda kaloriferler yanmadığında sehpa altı tandırda birlikte ısındığımız.

Ağır sürgülü demir kapısının açılıp kapanmasına güler yüzle yardımcı olduğumuz için topla oynamamıza izin verilen beton aralık. Ara sıra evin bahçesinden üzerimize tüküren gayrimüslim afacan çocuğa yükselemeyen sesimiz, içimizden şelaleler gibi akıp giden ana-avrat küfürler.

Uygunsuz bir zamanda, beklenmedik bir anda uygunsuz bir şekilde geliveren ebeveynin çaldığı zil sesiyle boşluğun üzerinden yaptığım atlayışla gerçekleştirdiğim ilk rekor denemem.    

Masalcı, sana nasıl anlattılarsa öyle anlat

Ne eksik ne fazla

Ki biz de içinde olalım onun

Bu zamanı unutturmak için anlat

Bizi zamanın birinde bırak

İşler hiç de o günkü aklımızla düşündüğümüz kadar kolay değilmiş meğer.