Skip to main content

Bir baba kimdi?

Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Her şey eskir. Her defasında ayrı bir hırsla umutlarımı ittire kaktıra yokuş yukarı yuvarladığım bu koskocaman dağ parçası, yamaç aşağı kurtulan kayanın takılamadığı pürüzsüz sıkıntı verici düzlükler.    

Her şey solar. Önce parlak yeşilinden kaybeder, bir garip kahverengi kızıla, ardından soluk sarıya döner, birbirine çarpan yellerin sarhoş edici sarsıntısında yükselir, sonra son bir raksın baş döndürücü güzelliğinde rüzgarla yarışır, kıvraklığında ter içinde kalır, yorulur, nihayetinde mutlaka zemine düşer. Yaprak gibi, ama sanki ağaçtan değil de topraktan kurtulan. Küçükken çok inanılan ama daha oluştuğu anda çıktığı yerden dağılan beyaz duman çizginin hayal meyal ufuk doğrultusu. Yerden bakakalınan, az önce, hem de tam da biraz önce, çoktan izleğini yitirdiğim bu belli belirsiz yolun güç kaybeden ısrarı. Taze sürgün rengi, çiçeğe ve sürgüne vurmuş bostan, kavurucu aydınlıkların altında çekirgelerin çaresiz sağa sola savrulduğu toprak sarı bir verimsiz durgunluğa vurulur. Sürgünsüzlük sıkıntısı. Yelken gibi şişen dalların salınımları gittikçe genişler. Kum saati yukarıya doğru gidişi zorlamada kadın beli boğazda şişerken, ele avuca sığmayan küçük parçacıklar utançlarından kaçacak delik arar.     

Her şey zayıflar. Güç kaybeder. İlk günkü canlılığını yitirir, gün geçtikçe varlığından dahi rahatsızlık duyulan köküne kadar aşınmış bir alışkanlığın bıktırıcı acısına dönüşür. Var olduğunu sandığımız, ancak andaki mevcut durumu değiştirmenin aşmanın tek aracı haline gelen sevgi, gündeliğin yinelenen taşlı zımparasında hacminden yer. Bilinenin tersine işleyen demir sıradanlaşır, kararır. Oysa hiçbir şey önceden tasarlandığı gibi gelişmese de, verilen sözler kısmen de olsa her ne pahasına olursa olsun bal gibi ağırlığınca tutulmuştur.   

Yakın çevremize düşen ölümlerle birlikte damladıkça biriken arsız bir hayatta kalma suçluluğu siner üstümüze. Çok matah ya, her gün barutu yeniden buluyoruz ya bu boktan işe yaramaz ısrarda, sonunda işe yaramayacağını bile bile mutlaka soluk almayı sürdürmeliyiz. Aynı bir ot, bir bakteri gibi buna kodlanmışız.

Her günden geceye, geceden sabaha ertelenip, şiddeti bir gıdım dahi eskimeyen sancılı intikam tasarıları gibi, ertelenip duran, sirkeye batırılan duygular. Nerede yitirildiği bir türlü itiraf edilemeyen, birbirini bulmayan sözler, anıları çağırır durur. Geriye kalmayan bir tek bu vardır elde avuçta.

Gün geçtikçe azalan algılarla kavramamamız zayıflar. Yerinden oynamayan taş, yağmayan yağmur, kıpırdamayan bulut, koşmayan köpek, mırıldamayan ve nasıl yok olduğu belli olmayan kedi, akmayan su, meyveye dönmeyen çiçek, geçmek bilmeyen gün. Cümle alem birlik olmuş aleyhimizde hareket etmektedir sanki.

Sıradanlaşan anın suç ortaklığında, bizimkisi de böyle ola ki üzülmüyorum. Allahın belası gerçekler, ne kadar haksız bir mağlubiyet kılığına soyunsa da, nihayetinde çaresiz önümüze düşen kabul edilir. Olan bitene gerçek adını koymaktan kesinlikle kaçınarak, koskoca bir eyvallah akar, yerden havalanmak üzere olan varlığımızın kenarına süzülür. Her felaket karşısında, ne kadar sarsıcı, acı verici olsa da, her yeni duruma verilecek olumlu bir karşılık mutlaka bulunur: daha şimdiden yumuşaklığını duyumsadığımız, kendi ölümümüz dahil.

Geçmişte kalan her şey, olur olmaz yerde daha dün olmuş gibi birbirinin aynı cümlelerle anımsandıkça, unuttuklarımızın evreni kat be kar genişler. Eskiden yaşadığımızda dahi temas etmediklerimiz, birbiriyle buluşup bir karşı cephe oluştururlar.   

Ayakları oynak sedirin kör köşesinde evin neşesi altın top, yüzü bana dönük kucağa alınır, iki elinden tutarak bu tahterevalli vurgulu ibadete başlanır.

Pembe yanaklı gülücüklerinle gizlenir gibi göğsüme kapan: Bir Baba Hindi…

Eller havada geriye doğru çiçek gibi aleme açıl: Hey Allah!

Kapan: Arabaya bindi…

Açıl: Hey Allah!

Kapan: (Gülen çocuğun ağzından sızan tükürük göğsüme akar) Arabadan indi.

Hey Allah!

Tramvaya bindi. Ya da o anda aklımıza gözümüze ne ilişirse, köpekmiş, kediymiş, anneymiş, kardeşmiş, ona bindi, şuna bindi, buna bindi.

Garip yaratıklar tarikatının bilinmeyen zikri gibi, mutluluk getireceği kesin bir tahterevalli, taşıyıcısız yolcusuz uçan tahtırevan. Dengesi kaybolan sandal misali iki yana devrilir gibi sallanma ve gülmekten kırılma anı gelip çatar: « Allah Allah Hey Allah, Allah Allah Hey Allah ».

Düzenek sallanır durur. Nasıl geçtiği hiçbir şekilde kavranamayan bir aralıkta maddesiz buharımsı kütleler yer ve şekil değiştirir.

En yakın erkeğin ölüsünün, dört duvar arasında oturan boğa nefesi dahi nefretle anılan dirisinden çok daha makbul olduğu bir tarikatta, o bükülmez koskoca direk, üzerinden arsızca kayılan yavşak bir tırabzana dönüşür. Yılların koşuşturması, karmaşası, değer bilinmezliğin vadisinde, istemsizce basılan yapışkan gri bir balçıktan sızan pusa gömülür. Oturduğu yer üzerinden ağır kokuların yükseldiği sinek çeken bir yığın olarak algılanır. Aurası leş kokusu menzili gün geçtikte genişleyen bir sıkıntı. İş işten geçtikten sonra rahatlıkla biçimden biçime sokulan emre amade anıların kolaylığı, gündeliğin ezici sıkıntısına yeğ tutulur. Davetsiz bir abdest bozan olmuştur, kıvrılarak boydan azalan doğrultu. Tutumlu kullanıma elverişli bir birliktelik zamanla zevkli bir intikam kaçışına benzer.  

Oysa canlı varlıkların tümü gibi her ne kadar herkesten önce kendini düşünen yontulmamış bir koca kütük de olsa, öldükten sonra anılarda yaşatılan bir kahraman adayı olan baba da en az sizler kadar bu inanılmaz girdabın içerisinde savrulan bir zerredir. Onca “ilerlemeye” karşın doğru yolun hala tartışmalı olduğu bir dönemde, farklı yöntemlerle, belirteçlerle de olsa o da en az diğerleri kadar, hatta belki de hepsinden daha çok kendisinden yansıyanları, çıkanları sevmiştir.

Gece sesleriyle, güneş gölgesiyle, su katılığıyla farkını vurgular. Bu tükenerek gücünü yitiren hacmimizde, anıların ağırlığı küçük dirsek darbeleriyle anlağımızda gittikçe yer kazanmaya başlar. Geçmişte baskılanan ezikliğin intikamı, bugünün miras bekleyen devinimsizliği meşru kılmaz. Yaşanırken ayırdına varılmayanlar, birbirine iğrenç ölümcül pusular kurgularken, on yıllar sonra biçim değiştirmesine karşın belki yeniden ama bir başka sorgulanır. Öyle ya da böyle bunlar bir şekilde yaşanmıştır. Akıp gitmiştir, yazıya dökmemle birlikte çoktan geçmiş olan şimdiki an gibi.

Sizleri güdük geçmişinizin alacaklı mirası olan gündelik heveslerinizle baş başa bırakıyorum.

Reddedilmeye, üzerine düşünülmeye bile değmeyen hesaplarınızı bozacağım.

Bir Baba Hindi gibi her şey geçmiştir. Hayat da.

İmkanınız varken hala, üzerine bir güzel su için.