Skip to main content

Pocono Dağlarında sevimsiz bir gezinti

Ulus-devlet, egemenliğin üç temel özelliği olan askeri, siyasal ve kültürel egemenliği sermaye imparatorluğunun merkezi güçlerinin temsilcilerine ya devrediyor ya da bu özellikler imparatorluk tarafından soğuruluyor.

 

 

Koyu lacivertten siyaha dönmeye fırsat kollayan rengiyle uyumlu, hafif yapışkansı taç yapraklarıyla laleden çok yılan otuna benzeyen bir hâli var. Sanki üstünden alçak irtifadan geçen sineği, uçan kaçanı ne varsa boru ağzıyla hüp diye içine çekecek ve olur olmaz, yerli yersiz duygulanımlar eşliğinde ıslanıveren tenine yapıştırarak hazmetmeye koyulacak. Elin Amerikası’nın iç taraflarında aslında New York, New England, Philadelphia, New Jersey gibi merkezlere çok uzak olmasak da, Pocono havalisinin yeşil ağırlıklı kırsalında nadir bulunan bir bitki türüyle karşılaşınca insan yine de çekiniyor. Bu kara tonlu laleye ‘dokunan yanıyor’...

Benim şahsen iktidar paylaşımıyla ilgili olarak, daha önce elinde bulunan nimetleri kaybeden ya da kaybetme yolunda olan Yankee’nin ‘kullanıp attığı’ şirketleşmiş üniformalılar ya da siyaset özürlü ayyıldız Baasçı destekçileri gibi doğrudan şahsi bir ilgim olmasa da, yönetsel aygıtın kumandasına çöreklenme sürecini hemen hemen tamamlamış olan bir topluluğa, kendi hâlinde iman etmekten ve müritleriyle dayanışmaktan çok, en masum ifadeyle ABD’nin ‘önüne’ gönüllü geçerek, ‘küçük dar kafalarıyla’ beni de yönetmeye soyunan, kutsal bildikleri bu yolda her türlü dolap düzen ve ahlak dışı yöntemlere başvuran bu yurttaşlara geçerken ‘dokunmadan’ geçemeyeceğim.

Pasaportundaki bol Arapça giriş çıkış mühürleriyle Avrupa’ya seyahat etmemeye yeminli bir yurttaş olarak, şeytanın anavatanına ‘hayali de olsa’ ayak basmak bana yakışmıyor. Anlayacağınız I-94 formunu doldurmama gerek kalmıyor. Kuzeydoğu Pennsilvania’nın göller, nehirler, yemyeşil ormanlarla çevrili Pocono Dağlarının yamaçlarındayız. Bölge, kıyılarda yoğunlaşan nüfusun nefes alabileceği en yakın doğal alanlardan. Kano, golf, rafting, dağ bisikleti, amatör tatlı su balıkçılığı, binicilik gibi çeşitli ‘Outdoor’ etkinliklerinin yapılabildiği bölge, temiz havası ve sakin ortamıyla (belli bölgelerde uçuşan helikopterler ve yoğun ziyaretçi trafiği hariç) aynı zamanda emekli Amerikan vatandaşlarının da gözde mekanı hâline gelmiş durumda.

Wayne County’nin güney kesiminde bulunan ve içerisinde Lake Henry’nin de bulunduğu Hickory Run State Park’ta doğa içerisinde kamp kurmak ve oluşturulan güzergahlarda doğa yürüyüşleri yapmak mümkün. Pocono Dağlarının kuzey kesimlerinde bulunan Delaware Water Gap National Recreation Area’da bulunan Pennsylvania’nın Niagara’sı sayılan Bushkill Şelalesi, bölgedeki görülmeye değer doğal varlıklardan. Beyaz adamdan ve dünyanın belirli bölgelerinden arazi almak yoluyla buraya yerleşenlerden önce bölgenin asıl sahibi olan Delaware Kızılderililerinin uğradığı soykırım ve aşağılama zincirinin son halkası olan Pocono Kızılderili Müzesi, Bushkill’de yer alıyor.

Bölge hayvan varlığındaki en tehlikeli varlık siyah, kara ayılar. Kampçılara özellikle çadır içerisinde ya da yakın çevresinde yaban hayvanlarının dikkatini çekecek şekilde yiyecek maddesi bulundurmama konusunda el ilanlarında uyarılarda bulunuluyor. Çoğu yerde canavar olarak anılan Ayılar ‘gerekmedikçe’ ve çok sıkışmadıkça insana saldırmaz. Ama boyun eğdirmek ve daha iyi sömürebilmek için insan insana saldırır. Kalabalıklaştıkça, sürü psikolojisinin de verdiği güçle daha da artan bir cüretle hem de. Hemcinslerinin gövdelerinin perdelediği suç sürü içerisinde gizlenir.

Kozmik döngüde iki dünya arasında kalanlar gibidir bunlar. En kutsal duyguların bezirganlığını yaparak, şeytan gibi aykırı güçlerle işbirliğine dahi girmeye cüret ederek kendi çevreleriyle yetinmeden cümle âlemi yönetmeye soyunurlar. Bir sonraki yaşamlarında bulaşık ruhları girecek yeni bir beden bulamaz ve istem dışı salınmış bir karbon gazı kümesi gibi sağda solda yoğunlaşıp bedensiz dolanırlar. Çocukluklarından beri gerçekleştirilememiş kıvrımlarıyla eksik yaşaya geldikleri vadelerinin sonunda, gerçekleşmesi gereken ruh göçü (tenasüh) tamamlanamamış ve ne yazık ki bizden çok da uzak olmayan bir yerlerde, tanımlaması zor bir garip ara bölgede sıkışa kalmışlardır.

Saylorsburg, kısaca ve çok kullanışlı bir yaklaşımla PA olarak kodlanan Pennsylvania’nın Pocono yamaçlarında küçük bir de gölü de olan şirin bir kasabası (yoksa köyü mü?). Ormanlık bölgelerin içerisinde Amerikan Ordusuna ait silah depolarının olduğu söyleniyor. Havada düzenli olarak askeri helikopterler uçuşuyor. Bu güzide ülkenin kültür aşığı ve ten rengi ya da dini inancı ne olursa olsun tüm insanlığı kucaklayan cömert insanları, kırsala doğru gittikçe biraz daha şüpheci davranabiliyor. Anadolu’nun kimi köylerinde çok sıkı uygulanan yabancıya (bu yabancı köy dışından gelen anlamında) toprak satmama disiplini, ABD’de de kimi zaman bozulabiliyor. Hele araya ulusal güvenlikle ilgili (CIA, NSA, FBI...) kuruluşlar ya da hatırlı kişiler (insan ırkının nadide örnekleri Bush Ailesi, James Baker, Albright, Clinton Çifti...) girince iş daha da kolaylaşıyor. Komünist cephenin dünya genelinde yayılmasına karşı doktrinleştirilen ve Taliban, El Kaide gibi köktendinci İslamcı gruplar yaratma ya da var olanlara olabildiğince destek verme politikasını da aşan, şeytanın şimdiden uygulamaya soktuğu Büyük Ortadoğu Projesine yönelik yakın bir işbirliğinin kokusunu kolayca alabiliyor insan.

Oldu mu seni gidi uyanık Yankee ? Şimdi sen gel elin en güçlü ve en nüfuzlu Müslüman hocasına köyünde toprak sat, ondan sonra da bin bir dedikodu çıkararak arkasından kuyusunu kazmaya çalış. Hani anılan mekan Saylorsburg olmasa kendimi köyümde hissedivereceğim. Aynı şey benim de başıma gelmedi mi? Toplam beş parseli satmak için kıvranan ve verdiğim paraları sayarken hiç de zorlanmayan sevgili hemşerilerimin çok azınlıkta kalan bir kısmı (yazının bu kısmına her toplumda ruhu bozuk insanlar bulunabilir, burada da var türünden yumuşatıcı bir cümle eklemekte yarar olabilir...), bir süre sonra aleyhimde yalan yanlış bir sürü dedikodu çıkarmadılar mı? Dedikoduyu bırakın arazide attığım her adımı takip ederek, jandarmaya uyuşturucu, ormancıya kaçak kesim, maliyeciye işgalci, elektrikçiye kaçakçı yakıştırmasıyla bir dizi ihbardan da kaçınmadılar.

Aynı olay şimdi bizim 6 milyon müridi ve 30 milyar dolara yakın malvarlığıyla koskocaman ülkemi yönettiği öne sürülen yetmişli yaşlarına gelmiş bu saygıdeğer şahsa da yaşatılıyor mu? Yok ılımlı İslam adı altında uyuyan bir radikal islam ruhunu tüm dünyada yaygınlaştırıyormuş, ilkokulu bile dışarıdan bitirmişmiş nasıl uluslararası eğitim elçisi olabilirmiş, Pocono yaylalarındaki kale gibi malikanesinde helikopterler ve tam otomatik silahlara sahip muhafızlarla korunuyormuş, içerideki eğitim alanlarında müritler Taliban eğitmenlerin yönetiminde AK-47’lerle talimler yapıyorlarmış -yuh artık...- , olmayan ruhuna ‘el Fatiha’ diyemeyeceğimiz Bin Ladin’den sonra (bin bir) ‘gezegendeki en tehlikeli radikal İslamcıymış’ hepsi İslam düşmanı Hıristiyan gericilerin uydurması. Sen sat elindeki arazileri (hem de bir iki dönüm değil toplam 45 dönüm!) ondan sonra da yeşil karta da sahip olmuş bu yarı ABD vatandaşı karşısında kıskançlıktan çatla...

Irak’ta görevli bir ABD’li asker dallamanın bilgisayarları kurcalarken oluşan kişisel merakından çok daha farklı hesaplarla piyasaya sürüldüğünü belki 20 yıl sonra ancak anlayabileceğimiz Wikileaks belgelerinde satır aralarında okunan kimi notlar, disipline toplumundan denetim toplumuna geçişte tekelci sermayenin başrolü uygun gördüğü ABD’nin göçmen hocanın faaliyetleriyle gittikçe artan bir oranda ilgilendiği anlaşılıyor. Türkiye Büyükelçileri kıdemli ajan James Jeffrey bir “beyin yıkamasından” söz ediyor. Büyükelçiye göre hareket yani cemaat Türkiye’de iktidarı fiilen ele geçirdi. Ona göre Türkiye’nin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı dahil yönetici kadrolarının büyük bir bölümü doğrudan (kendi kadrosu) ya da dolaylı olarak (hareketle uzlaşarak işbirliği yaparak), 1998’de ABD’ye küçük bir mürit ordusuyla göç eden bu şahsın kontrolünde.

ABD’nin muhterem İstanbul Başkonsolos Vekili Smith merkeze gönderdiği bir iletisinde : “ (...) kamuoyuna verdiği hoşgörü ve diyalog mesajını ve buna paralel olan İslam’ı bilim ve moderniteyle uzlaştırma çabasını hesaba katan bazı Batılı gözlemciler, onu Müslüman bir eğitimci (ya da “hoca”) olarak benimsiyor ve onu “ılımlı İslam”ın sesi olarak görmeyi tercih ediyorlar. (...), sıklıkla terörizme karşı konuşuyor (Kuran’ın bazı tefsirleriyle İslam adına uygulanan terörist şiddet arasındaki bağlantıyı irdelememek konusunda dikkatli davranmasına rağmen...) (...) ayrıca, Yahudi cemaatince kendi varlığına destek olarak algılanan tavırlar da sergiliyor. Ancak (...) hareketinin nihai niyetleri konusunda derin ve yaygın kuşkular hâlâ geçerli. Bu hareketin bünyesindeki çeşitli çevrelerin içine çektiği insanlar üzerinde uyguladığı baskıya ilişkin ipucu veren anekdotlara sahibiz; işadamlarına (...) okulları ve diğer faaliyetleri desteklemek için para vermeyi sürdürmeleri yönünde yapılan ağır baskı buna örnek. (...)kendi okul ağlarını (buna ABD’deki düzinelerce okulları da dâhil), din propagandacısı haline getirilmeye müsait buldukları öğrencileri büyük bir dikkatle seçmek için kullandıkları hakkında çok sayıda güvenilir rapor elde ettik ve bu okullardaki yatılı öğrencilerin beyinlerinin yıkandığını da defaatle işittik.

Bu gerçekler, (...) Milli Polis Teşkilatı dâhil (İstanbul’daki ‘legat’la (FBI temsilcisi) yaptıkları toplantıda ortaya çıktığı gibi Ankara bu gelişmenin polisin terörizmle mücadele çabalarına etkisini ayrıca ele alacak) birçok devlet kurumuna sızmalarıyla birleştiğinde, yüzeyin altında çok daha katı bir çizginin, dünya çapında bir İslamcı yayılma propagandası misyonunun yattığına işaret ediyor. Kısacası, (...) sahip oldukları uluslararası okullar ağı ile gelecek nesillere şekil verme çabaları ve sadece Türk iş dünyasına değil, resmi kurumlara da sızma konusundaki belgeli gayretleri, Türk İslamı içinde baskın bir ses haline gelmeleri halinde, ılımlı tavırlarının sürüp sürmeyeceği konusunda soru işaretleri doğmasına yol açtı.”

23 Mayıs 2006 tarihinde ABD’nin güzel ve uzun boylu İstanbul Başkonsolosu Deborah K. Jones’un Washington’a gönderdiği iletide satır arasında aynen şöyle yazıyor: “(...) : Onun takipçileri niye bu kadar çok seyahat ediyorlar?” Bu iletinin başında, “(...)” diye yazmış dönemin Başkonsolosu, “30’dan fazla ülkede, 50’den fazlası ABD’de olmak üzere 160’tan fazla örgütten oluşan ve büyümeye devam eden devasa bir ağın merkezinde oturuyor. Sonuç olarak da, (...)’in destekçileri Türkiye Misyonu’na (ABD’nin buradaki diplomatik temsilcilikleri kastediliyor) ulaşan ziyaretçi vizesi başvurularının giderek artan bir oranını oluşturuyor. Başvuru yapan (...) seyahat gerekçeleri ve (...)’le ilişkileri konusunda hemen her zaman kaçamak davranıyorlar; bu da, Konsolosluk memurlarında soru işaretleri yaratıyor. Bu rahatsızlığımız Türk toplumunun laik kesimlerince de paylaşılıyor.”

Aynı iletide, Jones’un, her yıl ABD’ye ziyaretçi vizesi almak için Türkiye Misyonu’na başvuran 75 bin kişiden yüzde 3-5 kadarının “(...)” olduğuna ilişkin tahmini de yer alıyor.

4 Aralık 2009 tarihinde Büyükelçi James Jeffrey’nin Washington’a yazdığı ve (...) hakkındaki sorulara nasıl cevap verileceği konusunda tavsiyelerde bulunduğu ‘Türkiye’nin görünmez adamının uzun bir gölgesi var” başlıklı iletiye dönelim.

“ÖZET: (...) Türkiye’de hâlâ siyasi bir fenomen. Son on yıl boyunca Pennsylvania’da ‘sürgünde’ olsa da, (...)’in etkisi, sadık destekçilerinden oluşan tümenler ve elit bir okullar ağı sayesinde devam ediyor. (...) Hareketi’nin öne sürülen hedefleri dinler arası diyalog ve hoşgörü ama mevcut ‘AKP-laikçiler’ bölünmesinde, pek çok Türk, (...)’in daha derin ve muhtemelen sinsi bir siyasi gündemi olduğuna inanıyor; hatta bazı İslami gruplar bile (...)’in şeffaflıktan yoksun oluşunu eleştiriyor ve bunun kendisinin amaçları konusunda şüphe yarattığını söylüyorlar.

(...)1938 ile 1942 arasındaki bir tarihte (değişik tarihler veriliyor) doğdu ve başlangıçta imam ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın memuru olarak çalıştı. Hareketini, 1970’li yıllarda, takipçileri ‘Nurcu’ olarak bilinen, Kürt kökenli İslami düşünür Said Nursi’nin öğretilerini temel alarak kurdu. (...) daha sonra Nursi’nin çerçevesinin dışına çıktı. (...)’in kendi felsefesi İslam’da bilimin rolünü vurguluyor. O, dinler arası diyalogu destekliyor ve terörizmi lanetliyor. Son yirmi yılda ise, (...) sadece Türkiye’de değil, dünyada da ağırlıklı olarak eğitim üzerine odaklandı. Onun okulları özellikle Orta ve Güney Asya’da, akademik mükemmeliyetleri ve ılımlı İslami görüşleri savunmaları nedeniyle itibar kazandı.

(...), 1999’dan beri, görünürde tedavi (kalp rahatsızlığı ve diabet) gerekçesiyle gittiği ABD’de yaşıyor. Ancak, bu dönemde, Türkiye’de devleti yıkma planı yapma suçundan da yargılandı. Bu suçlama, (...)’in 1986’da yaptığı bir konuşmadan kaynaklandı. (...) Hakkındaki iddianame nedeniyle, (...)’in ABD’ye seyahati, Türk yargısından kaçtığı izlenimini yarattı. 2006’da bir Türk mahkemesinde hakkındaki bütün suçlamalardan beraat etti. Bu karar temyiz edildi ama 2008’de yeniden onandı.

Bu arada, (...) ABD’de Sürekli Oturum statüsü için başvurdu. Göçmenlik Bürosu yetkilileri ilk başta (...)’in ‘olağanüstü yetenekli bir yabancı’ olarak sınıflandırılması başvurusunu geri çevirdiler ama bir Federal Mahkeme 2008’de bu geri çevirme kararının yanlış olduğuna hükmetti. (...)’in şimdi Yeşil Kart’ı var ve Pennsylvania’nın Pocono Dağları’nda gözden ırak bir yerleşimde yaşıyor.

(...) Hareketi’nin çekirdeğinde Güney Afrika’dan ABD’ye kadar uzanan bir okullar ağı var. Bu okullar yüksek seviyede akademik başarıya önem veriyor ve işçi sınıfına mensup ve yoksul ailelerden gelen en parlak öğrencileri alıp onlara burs sağlıyorlar. Türkiye’deki (...) okullar, her yıl yapılan üniversite giriş sınavında, rutin biçimde en üstteki yüzde birlik puan grubuna giren mezunlar veriyorlar. Bu parlak mezunların çoğu da genellikle (bu okullarda) öğretmen oluyor. (...) doktrin, muhafazakâr ve dinî vecibelere bağlı yönüyle, 1990’larda (...) toplu halde sınırdışı eden Rusya gibi rejimlerde keskin bir husumetle karşılaştı.

Ama bu hareketin kökleri, en kalabalık takipçi grubu ve en büyük sorunları Türkiye’nin içinde. (...)lerin ayrıca Ergenekon (...) soruşturmasının öncüsü olarak görev yaptıkları Milli Polisi’ne de hâkim oldukları belirtiliyor. Bu soruşturma, askerî şahsiyetler dâhil olmak üzere iktidardaki AKP’nin pek çok laik muhalifinin derdest edilmesine neden oldu ve bu da (...) lerin nihai hedefinin, Türkiye’nin görünür biçimde İslamcı bir hale gelmesini onaylamayan bütün kurumların yıpratılması olduğu yönündeki ithamlara sebebiyet verdi. (YORUM: Milli Polisi’nin (...)lerin kontrolünde olduğu iddiasını teyit etmek imkânsız ama biz buna karşı çıkan kimseye rastlamadık ve (...)ci yurtlarda kalan polis adaylarına polislik sınavındaki soruların cevaplarının önceden verildiğine ilişkin tanıklıklar işittik.)

(...) ci gazeteler Atatürk’ün mirasının geçerliliğini bıkmadan sorguluyor ve AB heveslisi bir ülke olarak Türkiye’nin siyasi konularda Türk ordusunun sesinin kısılmasını sağlaması gerektiğini savunuyorlar. Bu gazeteler, Ergenekon soruşturmasının bayraktarlığını yapıyor ve Türk ordusunun geleneksel hâkimiyetinin Türkiye’nin tarihinde olumsuz bir etken olduğunu sürekli olarak vurguluyorlar. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Türk Genelkurmayı’na yakın kaynaklar (...)’den açıkça nefret ediyor; onun ve onun destekçilerinin sadece Türk ordusunu yıpratmak değil, aynı zamanda Türkiye’yi İran benzeri bir İslami cumhuriyete dönüştürmek için de amansız bir mücadeleye giriştiklerini savunuyorlar.

Hatta bazı İslamcı örgütler nezdinde bile, (...) Hareketi’nin karanlık bir imajı var. Başkent Kadın Platformu’nun eski başkanı Hidayet Tuksal bize kendi grubunun, şiddet kullanımına karşı çıkması yüzünden (...)’e olumlu baktığını ama şeffaflıktan yoksun olmasının (...)’in amaçları hakkında şüphe doğurduğunu ve bunun, (...)’in en etkin olduğu topluluklar arasında bile geleceğe ilişkin kuşkuları beslediğini söyledi. (...)’in temel hedefinin dinler arası diyalog ve hoşgörü olduğu öne sürülse de, onun gündeminin daha derin ve daha sinsi olduğu düşüncesi Türkiye’deki pek çok çevrede yaygın.

(...), Sünni Hanefi İslam’ın modernleşmiş bir versiyonu olarak tarif ediliyor. Bu eğilimi, eski Başbakan Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş grubuyla paylaşsa da, Milli Görüş, Türkiye merkezli bir hareket iken, (...) Hareketi’nin daha geniş bir kapsamı var ve amaca ulaşmaya yardımcı her aracı mubah gören bir yaklaşımdan rahatsızlık duymuyor; mesela, gerektiğinde başörtüsünü de çıkartabiliyor. Yine de, başka bazı ortak paydalar söz konusu: AKP’nin kurucularının çoğu Milli Görüş’ten gelirken, AKP’nin birçok yetkilisinin de (...) Hareketi’ne yakın olduğu biliniyor.

Türkiye’de (...)’e değinen tartışmaların büyük bölümü nezaket ve incelikli bir ustalık içeriyor. Bizim irtibatta olduğumuz kişiler, konuşmaları halinde bunun sonradan kendilerine zarar verip vermeyeceğinden emin değillermişçesine, bu konuda görüşlerini açıklamakta sıklıkla tereddüt gösteriyorlar. Dahası, (...)’le ilgili konuşmaların siyasi bağlamı da karmaşık, zira Cumhurbaşkanı, bizim ilişkide olduğumuz kişilerin hemen hepsi tarafından (...) ci olarak görülüyor ama Başbakan öyle görülmüyor. Esasen, görüştüğümüz bazı kişilerin iddiasına göre, Başbakan, o kadar kararlı biçimde (...) cephesinin dışında duruyor ki, (...)’in sadık çevresi onu bir yük gibi görüyor. Bu arada, CeHePe ve AKePe’nin diğer muhalifleri ABD’yi, sözüm ona Türkiye’nin laik temellerini zayıflatarak bir ılımlı İslami devlet “modeli” yaratmak amacıyla, gizliden gizliye (...)’i desteklemekle itham etmekte pek aceleci. Bu itham, Türkiye’de laiklik karşıtı faaliyetleri nedeniyle yargılandığı bir sırada (...)’e ABD’ye sığınma imkânı ve nihayetinde de sürekli oturum statüsü tanınmış olması gerekçesine dayandırılıyor.

(...)’in İslami olmayan destekçileri de var ve İstanbul’daki Ekümenik Patrik bunlardan biri. Patrik, kısa süre önce Büyükelçi ile yaptığı bir konuşmada, ABD’ye yaptığı son gezi sırasında (...)’i ziyaret ettiğini ve bir saatten fazla baş başa görüştüklerini anlattı. New York’a yaptığı ziyarette de (...)’i yeniden görmeyi planladığını söyledi. Patrik, Büyükelçi’ye (...)’den “çok etkilendiğini” anlattı ve Kazakistan’da Süleyman Demirel’in adı verilen bir üniversite dahil olmak üzere (...) okullarının kalitesini övdü.

Türkiye’de mevcut AKP-laik bölünmesi veri alındığında, herhangi bir İslami hareketin kendi amaçları konusunda temkinli konuşması şaşırtıcı olmamalı. Ne yazık ki bu durum, Türk toplumunda adeta bir refleks olan komplo teorilerine inanma eğilimini besliyor ve (...) Hareketi’ne ilişkin kuşkuların üzerine de büyüteç tutuyor. (...)’in amaç edindiği öne sürülen dinler arası diyalog ve hoşgörüye söylenecek söz yok ama (...) Hareketi’nin arkasında ABD hükümetinin olduğu iddialarında kaygı verici bazı yönler görüyoruz.”

Vay be, ne iletiler ama helal olsun imparatorluğun bu sömürgeci ajan diplomatik misyonlarına. Bizi bizden iyi tanıyor gibiler...

Uzun dönemden beri altını oya oya, yavaş yavaş denetimine aldığı söylenen 200.000 kişiyi aşan güce sahip güvenlik teşkilatı da, birbirilerine ‘bey’ diye hitap eden cemaat yoldaşlarının, Risus Sardonicus* misali korkutucu ve güven vermeyen cam bakışlar eşliğinde yaydıkları sükunet havası bile kendi başına, evrene barış içerisinde ilim ve irfan yaymayı kendine biricik amaç edinmiş bu insanlar karşısında korkudan elimi ayağımı dolandırmıyor değil aslında. Ama korkunun ecele faydası yok tabii. Biz de aslında bu kısa yaşamışlığımız boyunca bunlardan daha kötüsünü de gördük. İşin ilginç tarafı cuntacı başı Evren’den, beyaz güvercin meraklısı Ecevit’e, şapkacı Demirel’e soldan sağa Türk siyasal yaşamındaki (parlamenter vitrin) birçok şahsiyet ve parti ‘hareketin’ çıkarlarına aykırı bir iş yapmamaya büyük özen göstererek bu büyük güç karşısında hep garip bir ‘uzlaşma’ yolunu tercih etti. Siyasetçilere ruhu kiralık sanayiciler, işadamları, sinemacılar, sanatçılar, futbolcular, edebiyatçılar, yazarlar eklendi. Gezegen yüzeyindeki bilumum halklara bir iki Türkçe şarkı söyleterek, Dünya çapında örgütlenmenin ve yasallaşmanın köprüsü hâline getirilen okullarla Türkçenin evrensel elçisi olarak verilen hizmetten ne zarar gelirmiş?

Medyadan altın maden şirketlerine kadar çok geniş bir yelpazede faaliyet alanına sahip şirketler gruplarıyla, holdingleriyle mal varlığıyla, lise çağlarında agit-prop konuşmalarımızda paragraf başı giriş cümlelerini süsleyen ‘Koç’lar, Sabancı’lar’ı da aşan şaşırtıcı bir güce ulaşmış durumda. Elin Amerika’sındaki Pocono Dağı’nı kimi müminler için Dünyanın merkezi sayılan bir başka Siyon Dağı’na dönüştüren de inançtan çok ‘geleceği teminat altına alan’ bu mucizevi pırıltılı ve bol akçeli Ahit Sandığı değil mi?

Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki bu Allahsız neo-yankee’ler (neo modasına biz de uyalım), ekonomik yaşam tarzının siyasal uzantısı olarak manevralarında köpek gibi kölelik yaptırdıklarını, kleenex’ler (yani selpak’lar) gibi ‘kullanıp-atmakta’dırlar. Modası geçmiş ve son dönemde ulusallaşmaya eğilimli ve ‘Allah Allah’ diye saldıran ordumuzun üst düzey generallerine yaptıkları gibi... Hem de hiç gözünün yaşına bakmadan. Elin yankee’si top gibi oynar ‘oynak siyasetli’ adamlarla. Suriye siyasetinde sapma eğilimine giren hükümeti dize getirmek için, kendi istihbaratının desteğiyle yarattığı yalan doğru ‘kanıtlar’ın sahte olduğunu basına fısıldar (Times dergisinde çıkan Balyoz davası kanıtlarının uydurulduğu ve bir kurgu olduğu haberi gibi).

Bakınız son örnek daha geçen haftalarda ‘kafese giren’ mübarek Hüsnü’nün hâli. ‘Sistemin gereklerini yerine getiriyoruz’, ‘Amerika bizi değil, bu kutsal yolda biz onları kullanıyoruz’ deme dangalaklığından uyandığınızda büyük olasılıkla çok geç olacak, çöpü boylamış olacaksınız.

*Tetanoslu hastalarda görülen ve yüz kası kasılmalarıyla gelişen sürekli kasılma ifadesi.