Toprağa dönüş operasyonu
Oluşturdukları her dizilişte ayrı bir şeytanı vücuda getiren
“sözcükler kaçınılmaz olarak yolumuzu kesiyor!”
ama yine de,
mümkün yaşayabilirliğimizi daim kılabilmek uğruna, her birimizin geliştirdiği derin unutma ısrarına karşı, şımarık yaban incirlerinin sürgün verdiği irin kokulu duvar diplerinden kasıtlı sağırlar kalabalığına, insanlıklarının altına süpürdüklerini, bilinçaltına itilmiş bir günah gibi unutmayı tercih ettiklerini anımsatmak zorunluluğu ve çabası sürdürülmeye değer.
Ebeveynini zamansız terk etmiş bir penguen gibi küçük stepaj hareketleriyle basamaklardan inmeye çabalarken, geçmişin alaca karanlığındaki biricik umudumuz Kıbrıs fatihi Karaoğlan Ecevit, dört duvara arasına hapsedilen tutsakların katledilmesi karşısında,
“Teröristler artık devletle başa çıkmayacaklarını anlamış olmalılar”
diyebildi.
Türkiye genelindeki 20 cezaevinde eşzamanlı olarak şafak vakti gerçekleştirilen baskın harekatlarda, 2’si dost ateşiyle ölen asker olmak üzere toplam 32 kişi, olayların devamında gelişen ölüm orucu ve direniş eylemlerinde ise son silah olarak bedenlerini ve dirimlerini düşmanın üzerine savuran 122 kişi bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı.
Gözbağı açıldığında çevresindeki MİT ve CİA ajanlarına ilk söz olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne her türkü hizmeti sunmaya hazır olduğunu müjdeleyen ‘bölücübaşı’nı, ABD’nin asılmaması kaydıyla bize armağan ettiği günler sonrasında, uygar sömürgeci dünyaya AB’ye giriş yolunda demokratikleşme paketlerinin, halk tarafından ne olduğu dahi bilinmeden art arda kanunlaştırıldığı günlerdi.
Kamuya ait son elde kalanları soyup soğana çevirenler, bankaları hortumlamakta, yurdu satmakta olanlar bir yana bırakılmış, devletin ‘şefkatli eli’ bu oyunu bozmakta ya da bozacak olan ‘elin altındaki’ dört duvara kapatılmış silahsız ve savunmasız tutsaklara yönelmişti.
Direnişin belki de en anlamlı yönü, elde kalan en etkili ve tek silah olarak bedenlerini, yani ölümlerini sisteme karşı kullanarak, iktidarın doğası gereği kendi yararına göre denetlediği ölüm işlevinin maskesini düşürmekti. Ama sistem bu katliamla ‘siz kendi iradenizle ölemezsiniz’, ‘ölecekseniz ancak benim katliamımla öleceksiniz!’ diyerek üstünlüğü ele almak ve ölüm orucu sürecinin ateşini söndürmek istedi. Ama işler beklediği gibi gelişmedi ve yanıtı yine ‘denetleyemediği’, mermi gibi yağan yürekli ölümlerle aldı.
Bir zamanlar baskın yaptığı mekanlara çift Thomson ile dalmasıyla ünlenen delikanlı Tantan, ‘bir yıldır maket üzerinde çalışarak hazırlandıkları’ katliamdan sonra Milliyet’e çok üzülerek “bizi ölüm orucu yapıyoruz diye kandırdılar. Hastaneye kaldırılanların çoğu sağlam çıktı” dedi. Gazetenin postallarla çiğnenmiş cesetler üzerine anlamlı manşeti “SAHTE ORUÇ, KANLI İFTAR”.
Medyanın tutsağı kamuoyu, ‘asılmayıp beslenen’ bu eli kanlı teröristlerin şu ya da bu şekilde ‘idam’ edilmesinden memnundu ya da en azından ötekileştirdikleri bu insanlara yapılanlara karşı her zamanki gibi kayıtsızdı. Ancak bilmedikleri bir şey vardı ‘içeridekilerin’ büyük çoğunluğunun ‘eline silah dahi değmemişti’. Düşünceleri çoğunluğun eğilimlerinin çok uzağında olsa da insanları öğüten sistemin dışında farklı bir dünya düşledikleri için şu ya da bu şekilde ‘harekete geçme’ ve teslim olmama yolunu seçmişlerdi.
Jandarma Komando Özel Asayiş birlikleri otomatik silahlarla ve gaz maskeleriyle ‘kafeslerin içini’ ABD malı miadı dolmuş, son kullanma tarihleri geçtiği için stok dışına çıkarak çöpe atılması gereken ölüm gazlarıyla ilaçlamadan önce tutuklu ve hükümlülere megafonla şefkatle seslendi:
“Hayat güzeldir”
“Sevdiklerinizi ölüme itmeyin!”
“Müdahalemiz tamamen insani amaçlıdır”
“İnsan hayatı en değerli varlıktır”
“Güvenliğiniz bizim garantimiz altındadır”
Harekatı düzenleyen ‘güvenlik güçleri’ başta atış mesafesi olmak üzere otopsi sırasında yapılacak birçok değerlendirmeyi olumsuz etkilemek için vurulan tutsakların daha henüz yaşamlarını kaybetmedikleri halde, kurşun yaralarını kesici aletlerle kesmek suretiyle genişlettiği tespit edildi. Eyüp 3.Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen “Hayata Dönüş Operasyonu” dava dosyasına giren ek otopsi raporuna göre, Murat Ördekçi, Cengiz Çalıkoparan ve Mustafa Yılmaz’da tespit edilen ateşli silah yaralarının, kenarlarından kesilmek suretiyle genişletildiği ve bu işlemin ölümden önceki ya da sonraki kısa zaman diliminde yapılmış olduğu tespit edilmiştir.
19 Aralık 2000: TUFAN HAREKAT PLANI. Devlet dört duvar arasına kapattığı, sorumluluğu altındaki 30 silahsız ve savunmasız tutuklu ve hükümlüyü ‘uygar dünyanın’ gözleri önünde, kendi denetimindeki kafeslerde sağlayamadığı ‘disiplini’ sağlamak uğruna öldürdü. Amaç ‘canlı olarak ele geçirilen bedenin’ dışında bir türlü boyun eğdirilemeyen ruhu da sistem önünde diz çöktürtmek!
Bayrampaşa Cezaevi Uzman Jn.Çvş. Altan SABSIZ’ın VAN I.Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 5 Temmuz 2011 tarihli ifadesi:
“İçeriğini bilmediğim değişik türdeki gaz bombalarıyla müdahale edildi; yanan koğuşta teslim olmak isteyenler dışarıya kasten çıkarılmadı; yangına müdahale edilmedi; yanan tutukluların üzerine yanıcı madde dökülmüş battaniyeler atıldı”.
Sonuç: Bayrampaşa Cezaevinde 5’i C-1 koğuşunda yanarak olmak üzere toplam 12 tutuklu ve hükümlü gazla, yakılarak, uzun menzilli tüfeklerle hedef alınarak öldürüldü; 55 kişi yaralandı.
Yüzünde vahşetin izini ömür boyu taşıyacak olan kadınlar koğuşundan Birsen Kars, mahkemede verdiği ifadede “bir yandan üzerilerine ateş açılırken, delinen tavandan sürekli olarak gaz bombaları atıldığını, ayrıca siyah renkte bir gazın da atıldığını ve bu gazın ‘sinir gazı’ olduğunu, saçlarının ve derisinin koptuğunu, sonra da yangın çıktığını” anlatıyordu.
22 Aralık 2000-19 Ocak 2001 tarihleri arasında Bayrampaşa Cezaevinde inceleme yapan 4 kişilik bilirkişi heyeti, hazırladığı raporda aşağıdaki saptamaları yaptı:
* 30 metreküplük bir kapalı alanda 20 gram CS maddesi kullanıldığında, öldürücü dozaj süresi 38.1 dakikadır. C1 koğuşunda bulunan gaz bombalarında 35 gram CS maddesi bulunmuştur. Sadece bu koğuşta 45 adet gaz bombası kullanılmıştır. C1 koğuşunda öldürücü dozun çok üzerinde gaz etkisi ortaya çıkmıştır.
* Koğuşta bulunan gaz bombalarının üzerindeki kullanım talimatlarında İngilizce “bombayı insan ya da yanabilecek malzeme olmayan sahaya fırlat” uyarıları bulunmaktadır.
* C blok matlası boyunca tespit edilen tüm mermi çekirdeklerinden, atışların idari kısım tarafından maltanın sonu olan 19.koğuş yönüne doğru yapılmış olduğu, ters yöne doğru herhangi bir atışın saptanmadığı tespit edilmiştir. Mahkumlara yakın mesafeden ateş açılmadığı, atışların en az 100 metreden yapıldığı belirlenmiştir.
F tipi cezaevlerini protesto için zaten direnişte olan tutsaklarla devlet arabulucular yoluyla pazarlıklarını sürdürürken, derin devletin nimetlerinden sonuna kadar yararlanmasını bilen hükümet, kimseye haber vermeden sessizce katliamın hazırlıklarını yapıyordu.
14 Aralık’ta İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığının değerli katkılarıyla aldığı operasyon kararına ilişkin emri Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat ERTOSUN aracılığıyla tebliğ etti: TUFAN.
Aynı zamanda HSYK üyesi de olan ERTOSUN’a 2004 yılında dönemin hukukçu Cumhurbaşkanı SEZER tarafından Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi.
Zamanında bu zatı muhteremleri kutsallaştıran bugünkü ABD destekli cemaat operasyonlarının mağduru aynı ulusalcıların büyük bir bölümü bugün tıkıldıkları F tipi hücrelerde ‘daralan’ ‘kendi’ tutuklularının durumlarına isyan etmektedirler.
Koğuş sisteminden tabutluklara geçişte, her şeye karşın ‘içeride’ teslim olmama bilinci, fiziki durum itibariyle kitlesellikten bireyselliğe evirildi. Sistemin zulmüyle karşı karşıya bir başına kalan irade, hiçbir etki altında kalmadan ne pahasına olursa olsun yine teslim olmamayı seçti ve bu insanlık dışı oyunu da bozmasını bildi.
Bedeni, yaşamın işgal edilen tüm alanlarından sonra bireysel iradenin buyruğunda kalan o biricik varlığı, sistemin hapishanede dayattığı insanlık dışı, dirimi körelten kurallardan kurtarmak, süregelen irade savaşında en zayıf düşüldüğü sanılan noktada mucizevi şekilde dengeyi alt üst ederek üstünlüğü yeniden ele geçirmek için iradi ölüm elde kalan tek silahtır.
UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ !