XXnci Yüzyılda Atletizm Antrenman Yöntemleri
Bu yazıda 20nci yüzyılda geliştirilmiş olan çeşitli antrenman yöntemleri ele alınmaktadır. Antrenman yöntemi teriminden anladığımız, bir çalışma süresi içerisinde veya onun belli bir bölümünde gerçekleştirilen fizik çalışma düzenlemesi ya da kullanılan özgün atletik tekniktir. Tarihsel sıralamaya sadık kalarak yenilikçi yöntemleri ele alacağız.
İnceleyeceğimiz yenilikler bir ya da birkaç kişi tarafından geliştirilmiş olabilir. Aynı şekilde farklı yerlerde, zamanlarda, çeşitli dil, kültür ya da değerlerin birliğinden de doğmuş olabilir. Bu durumda antremandan çok “koşu okullarından” söz etmemiz gerekir.
Her antrenör için geçerli olduğu gibi her okulun da kendine özgü bir antrenman yöntem ve sistemi, yani belirli ilkelere göre çalışma birimlerini düzenleme tarzı vardır.
Aktardığımız yenilikler, bir çalışma türüne değil ama kullanılan farklı sistemlerin düzenlenmesine ilişkin olabilir. Bu durumda yenilikçi olan kullanılan söz konusu sistem değil ama kullanılan yöntemlerdir. Yeni yöntemlerden yeni sistemlere geçişin yüzyıl içerisinde önemli bir dönüm noktası oluşturduğunu göreceğiz.
Eğer genellikle olduğu gibi bir sistem birden fazla farklı yöntemi biraraya getiriyorsa, kavramada zorluk oluşabilir; zira çoğunlukla iki terim de birbiriyle karıştırılıyor. Özellikle bir atletin antrenmanını tamamını tek bir yöntem oluşturuyorsa.
Atlet, yöntem, sistem ve okul arasındaki benzerlikler, tarihin belli bir anında kesişebilir ya da tek başına kalabilir. Bu da bir terimden diğerine coşkuyla geçmemizi açıklar.
1. Ingilizlerin ağır bastığı bir yüzyıl başlangıcı
20nci yüzyılın ilk yıllarında Ingiltere ve ABD kökenli koşucuların egemenliği vardı. O dönemlerde en yaygın kullanılan antrenman yöntemi spesifik olandı. Bu yöntemde atletin antrenman sırasında, hedeflenen yarıştakine yakın mesafe ve hızda koşarak hazırlanması söz konusuydu.
10’lu yıllar sırasında, anglosakson koşucuların ve antrenman yöntemlerinin üstünlüğü sarsılmaya başlar. 3,5 milyon kişinin yaşadığı minicik bir ülke, koşu alanında uluslararası sahnede ortaya çıkar. Bu ülke, Finlandya’dır.
2. 1910-1920 : Uçan Finliler
20’li yıllarda, Finlandya koşucuların ülkesi hâline geldi. Kolehmainen (1912, 1920 Olimpiyat Oyunları), Ritola ve özellikle de Nurmi (1920 ve 1934) gibi koşucular bu kara parçasını, koşuculukta olimpiyat derecesi ve dünya rekoru koleksiyonu yapan bir ulusa dönüştürdü.
Finlilerin bu kabaran dalgası her ne kadar halkın bu spora duyduğu sevgiden kaynaklansa da, bunu yalnızca tek ve yerleşik bir antrenman sistemine bağlamak mümkün değildir. Bu dönemde her koşucunun kendine özgü bir çalışma yöntemi vardı. Bunu kanıtlamak üzere Kolehmainen ve meşhur Nurmi’nin antrenmanlarını inceleyelim.
2.1 Hannes Kolehmainen: bir uzun mesafe tutkunu
Kolehmainen’in antrenmanı tamamıyla orta süratte gerçekleştirilen uzun mesafe koşularına dayalıydı. Stockholm Olimpiyat Oyunlarından önce (1912), günde iki kez antrenman yapmaya başlar. Sabahları uzun yürüyüşlere çıkıyordu. Öğleden sonraları ise çoğunlukla uzun mesafe koşuları, kas geliştirme ve/veya pist üzerinde sprintlerden oluşan çalışmalara ayrılmıştı. Çalışmanın önemli bir bölümü düzenli olarak düşük bir hızda gerçekleştiriliyordu. Bu yaklaşım, hayranlarından birinin başlangıç dönemini etkilemiştir: Paavo Nurmi.
2.2 Nurmi : müjdeci
Dokuzu altın, on iki olimpiyat madalyası; onlarca dünya rekoru. Aynı zamanda 1500 metreden 20 000 metreye kadar tüm dünya rekorlarını kırmayı başaran Paavo Nurmi koşu alanında bir efsanedir. İstekli bir kuşağın önüne geçmeyi başaran bu Finlandyalı kralının koşuculukta gelişimini sağlayanın ne olduğunu birlikte incelemeye çalışalım.
Antrenman
Paavo da, ilk antrenman yıllarında orta süratte uzun mesafeler koşmakla yetindi. Aldığı sonuçlar hayal kırıcıydı. Ancak, insanoğlu meraklı ve direngendir. Çalışma şeklini sorgular; diğerlerinin ne yaptığını öğrenmek için bilgi toplar. Değerlendirmelerinin sonucunda, elde ettiği kötü sonuçların hızlı koşma eksikliğinden kaynaklandığı kanaatine varır. Böylece, antrenmanlarına yüksek hızlı koşu parçaları dahil ederek çalışma şeklini değiştirmeye karar verir. 1920 yılından itibaren çalışma programı aşağıdaki şekilde değişir:
Sabah : birkaç sprintle zenginleştirilmiş yaklaşık 10 kilometre koşu.
Öğleden sonra : Son iki kilometrede temposu arttırılmış daha kısa mesafe (5-6 kilometre) koşu. Çalışma 100 metrelik birkaç hızlanma ile tamamlanır.
Değişikliğin etkisi ortaya çıkmakta gecikmedi. Bu durum Nurmi’yi daha yüksek bir yoğunlukta çalışmalarını sürdürme yolunda cesaretlendirdi. Paris Olimpiyat Oyunlarından önce (1924), sabah çalışması 30 dakikalık bir ısınma ile başlıyor, ardından birkaç sprint sonrasında yüksek tempoda koşulan 400 ila 1000 metre ile devam ediyor ve sabit bir hızda koşulan 3000-4000m ile tamamlanıyordu.
Nurmi bu arada, yarış için hedeflediği hızda gerçekleştirilen koşular yapmaktan çekinmedi (ritim antrenmanı). Ancak ona göre, on yıllarca öncesine göre aradaki farkı oluşturan özel bir sistem değil sadece bir antrenman yöntemi farkıydı.
Çalışmaları sırasında sabit hızda koşmaya alışmak amacıyla kronometre kullanıyordu.
Koşu antrenmanlarına sıçramalardan ve kol egzersizlerinden oluşan güçlendirme çalışmaları ekleniyordu.
Bu antrenman yöntemi döneme göre özel olarak çok yönlü ve yoğundu. Halbuki, fizik egzersizlerinin ötesinde, Nurmi’nin tüm yaşamı gayret üzerine kurgulanmıştı.
Bir yaşam tarzı
Nurmi dinlenmeye ve toparlanmaya (uyku, sauna, masaj) önemli bir yer ayırıyor, beslenmesine dikkat ediyor, hiç sigara içmiyor ve alkol almıyordu. Bu yaşam kurallarına, kararlı bir şekilde geleceğe kilitlenmiş bir ruh hali ve her türlü sınamaya hazır bir kararlılık iradesi ekleniyordu.
Bütün bu özellikler sayesinde, Nurmi sonrasında koşucu antrenmanı anlayışı tümüyle değişti. Paavo koşuculuğun tamamen farklı bir yaşam tarzı olduğunu anlamış, tekdüze antrenmanın fazla yararlı olmadığını herkese göstermişti; yüksek hızlı antrenmanın dayanıklılığı geliştirdiğini kanıtlamıştı. Gerçekten de tarihte ilk kez, yavaş koşu ya da yarış tipi olsun tek türde bir sistem yerine yoğun ve çeşitlendirilmiş bir antrenman yöntemi gündeme geliyordu. Bu anlayış daha sonradan gelen, özellikle de bir başka Iskandinav ülkesinde gelişen antrenman yöntemini derinden etkilemiştir: Isveç.
3. 1930 : Isveç tipi fartlek
30’lu yıllarda, Gosse Holmer isimli Isveçli bir çalıştırıcı ülkesindeki koşuculara yönelik bir antrenman sistemi üzerinde yoğunlaşmaya başladı.
Düşüncesi her şeyden önce bir felsefeyi temel alıyordu: atlet kendi bireyselliğine uygun bir antrenman tarzını kendisi yaratabilecek oranda özgür olmalıdır. Kendi kaynaklarını, zamanını değerlendirme arzusunu olduğu kadar çevresindeki koşulları da hesaba katabilmelidir.
Holmer, yaratıcı, doğayla ve duygularıyla uyumlu bir atlet hayal ediyordu.
Bu felsefe, atletleri çevre koşullarının sunduğu olanaklardan olabildiğince yararlanmaya yöneltmiştir:
Karla kaplı zeminler kasları güçlendiriyordu
Yosun kaplı tarlalar antrenman sırasında dayanıklılığı arttırıyor ya da dinlenmeye olanak sağlıyordu (çıplak ayakla koşmak)
Devrilmiş ağaçlar, sıçramalar yaparak aşılabilecek doğal engellere dönüşüyordu
Ulaşılabilen ağaç dalları kol hareketlerine olanak sağlıyordu
Kayalıklar gerçek bir sıçrama parkuruydu
Yokuşlar, en dik bölümünde en hızlı tamamlanması gereken hız arttırmaya yönelik ısrarcı ve dayanılmaz kışkırtmalardı
Gerçekte Holmer’in düşündüğü bu “doğal hâl” tam bir özgürlük anlamına gelmiyordu. Sonraları gittikçe artan bir şekilde, az ya da çok düzenlenmiş farklı fartlek çeşitleri ortaya çıktı.
Aşağıda sıralayacağımız aşamalar bir fartlek parkuruna örnek oluşturabilir:
1) Isınma koşusu (footing)
2) Sıçrama, esneme, gerdirme... (mekanın sunduğu imkanlara göre önceden planlanmış ya da doğaçlama yapılan)
3) Koşulan arazinin eğim durumu ne olursa olsun sabit bir hızı koruyarak gerçekleştirilen bir ya da iki koşu
4) Bir ya da iki dakika süreli, hızı gittikçe arttırarak koşulacak bazı yokuşlar
Yürüyerek ya da çok hafif koşuyla küçük bir toparlama.
5) On’a yakın, aktif dinlenmeli çok kısa (50m) sprintler
Birkaç dakika süren toparlama.
Tümü yaklaşık olarak bir saat süresince.
Isveç’te düşünülen ve uygulanan sistemde antrenman organizasyonunun ve denetiminin hiç olmadığı söylenemez. Özellikle Volodalen adlı şirin küçük bir kasabada, Gösta Olander isimli bir çalıştırıcı tarafından geliştirilen antrenman yönteminde ve koşu parkurlarının düzenlenmesinde bu öğelerin dikkate alındığını görebiliriz.
40 ve 50’li yıllarda Olander, Isveç’in en ücra doğal bölgesinde yer alan terk edilmiş bir oteli dünya koşuculuğunun gözdesi hâline gelen bir antrenman merkezine dönüştürdü.
Haegg, Anderson, Strand gibi rekor kıran koşucuların çalıştırıcısı Gösta Olander dönemin en aranan uzmanı (hatta bir tür büyücüsü...) hâline geldi. Konunun uzmanları, Isveç tarzı antrenman yapmak üzere tüm dünya ülkelerinden “sporcu cennetine” akın ediyorlardı.
Volodalen doğayla uyum hâlinde olan koşucunun felsefesine çok uygun düşüyordu. Buradaki zemin yapısı çok çeşitliydi (göl kenarındaki kumsallar, yosun tarlaları, kışın karlı patikalar, orman altı dokusunun yumuşak zemini, tepeciklerin kısa rampaları ve daha yüksek tepelerin uzun yokuşları), temiz hava, sağlıklı gıda... Bu doğal kolaylıklara kayaklı koşu, sauna gibi etkinliklere; 400 ve 220 metre uzunluğundaki işaretli iki parkurun sunduğu denetim kolaylıkları, koşucuya “doğal çevresini” koruyarak gücünü geliştirme, çalıştırıcıya ise oluşan gelişmeyi kaydedip gözlemleme olanağını da eklememiz gerekir.
Duyguları, istekleri ve her bireyin kendine has özelliklerini dikkate alan çalışma kavramlarından hareketle kolayca yapılabilecek bir genelleştirmenin tersine, koşucunun güçlenmesinden söz ediyoruz zira Isveç tarzı fartlek özellikle ağır bir antrenman yöntemidir.
Gosse Holmer’e göre, antrenman sırasında harcanan eforun yoğunluğunu belirlemede en önemli unsur, çalışma tamamlandığında atletin daha önce hiç bu kadar az yorulmadığı duygusuna sahip olmasıdır.
Koşucu ertesi günden itibaren, her zaman yeniden bir antrenman serisi yapma, çalışmaya yeniden başlama isteğini kaybetmemelidir.
Öte yandan, Isveç tarzı fartlek uygulayan atletler neşeli, güdüleyici ama aynı zamanda da çok zorlu bir antrenman gerçekleştirdikleri duygusunu yaşıyorlardı.
Isveç tarzı fartlek doğa ruhundan kaynaklansa da, 40’lı yılların başında koşu antrenmanı alanında tamamen farklı bir temel üzerinde gelişen büyük bir ilerleme daha kaydedilecekti.
4. 1940 : Intervalli antrenman (Reindell ve Gerschler’in interval training’i)
30’lu yıllardan başlayarak, ama özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde gerçekleşen bir devrim tüm dayanıklıklık sporlarını etkileyecektir. Yeniliğin yolunu açan aynı zaman hem çalıştırıcı hem de kardiyolog olan biridir.
Almanya’da, Hans Reindell adında bir doktor, kalp yetmezliği rahatsızı hastalarının normal yaşama dönüşlerini geliştirecek ve hızlandıracak bir yöntem arayışındaydı. Freiburg Universitesindeki bir öğretim üyesiyle birlikte gerçekleştirdiği araştırma sonucunda, kalbin işlevini geliştirmek için en etkili yöntemin kısa dinlenme dönemleriyle kesintiye uğratılmış kısa eforların yinelenmesi olduğu sonucuna vardı.
Reindell’e eşlik eden öğretim üyesinin ismi Waldermar Gerschler’di. Interval training’i sportif performans alanında ilk kez uygulayacak olan da odur. Bu antrenman yönteminin başarısının kanıtlanması çok hızlı ve dayanıklı bir koşucunun ortaya çıkışıyla gerçekleşecektir: Rudolf Harbig. Onun yanı sıra, Britanyalı Gordon Pirie, Belçikalı Moens, Alman Schade ve Luegg gibi başka ünlü isimler de intervalli yöntemi uygulamaya başlayacaklardır.
Günümüzde, intervalli antrenman deyimi birbirinden farklı çok sayıda uygulamayı içermektedir. Halbuki ilk çıktığı dönemde, interval training’in uygulama çerçevesi iyi tanımlanmıştı:
Koşuların süresi 1 saati geçmemeliydi. Efor sırasında, kalp atışı sayısı (kardiyak frekans) dakikada 180’e varan değerlere ulaşabilirdi.
Tekrarların sayısı yüksek olmalıydı (en az 15 ila 30 arasında).
Toparlanmalar kısaydı (45" ila 1'45" arasında)
Reindell ve Gerschler kalp açısından antrenmanın aktif aşamasının toparlanma (interval) döneminden daha az önem taşıdığı düşüncesindeydiler. Kalp hacminin gelişimini ve dolayısıyla kaslara gerekli kanın taşınmasını sağlayan intervaldi; dolayısıyla üzerinde yoğunlaşılması gereken bu aşamaydı. Onlara göre, kalp atım hızı dakikada 120’ye geri düşmeden yeniden koşmaya başlamamak gerekiyordu. Eğer 1'30" sonra, nabız bu değerin üzerindeyse, bu durum harcanan eforun gereğinden çok fazla olduğu ve sonuç olarak düşürülmesi gerektiği anlamına geliyordu.
Bu kesin kurallara karşın Gerschler, intervalli antrenmanı hazırlık yapılan koşuya göre uyarlamayı denemekten kaçınmadı. Yarışta harcayacağı efora alışabilmesi için atletin yeterince hızlı koşabilmesi gerektiğini düşünüyordu. 400-800 uzmanı olan Harbig, Reindell’in öngördüğünden çok daha az sayıda tekrar içeren yüksek hızlı koşular içeren antrenmanlar yaptı. Harbig’in 23-24" süreler arasında değişen birçok 200 metreyi tekrarlayabildiğini göz önünde bulundurursak, kardiyak frekansının 1'30"da 120 atım/dak’nın altına indiğinden şüphe duymalıyız.
Orta tempode koşulan çok sayıdaki intervaller ile daha yüksek hızda koşulan az sayıdaki intervaller arasındaki zor seçimi başka bir atlet yapmasını becerdi.
5. 1950: Zatopek’in intervalli antrenmanı
Emil Zatopek, intervalli antrenman ilkelerinin sınırlarını zorlayan kişi olmuştur. İnsanın işine duygularını karıştırmaması gerekliydi. Onun faaliyetlerine yön veren mantık ve yoğunlaşmış düşünceydi.
Emil, mantığı Alman bilim adamlarının ortaya koyduğu interval training yönteminde buluyordu. Düşüncesi ise bedenin her zaman daha ağır bir çalışmayla güç kazandığı yönündeydi. Bu iki kavram atleti aşırı zorlukta antrenmanlar gerçekleştirmeye yöneltti.
Zatopek, interval training ilkesine sadık kalarak yarışacağı mesafeyi kısa mesafelere bölüyordu (200, 400 m). Ona göre bir koşucu, antrenmanı sırasında 100 metreler koşarak 5000m’ye hazırlanabilirdi: ancak bunun için bu mesafeyi 50 kere üst üste koşması gerekiyordu!
İkinci Dünya Savaşını izleyen yıl içerisinde Zatopek tek bir antrenman sırasında 20 defa 400 metre koşmaya başlamıştı bile. Üç yıl sonra, tek bir antrenmanının 1'10"-1'15"lik süreler içerisinde gerçekleşen 40 defa 400 metre koşuyu içerdiği oluyordu. 1953’te, artık antrenmanlarında aynı gün içerisinde 100 kez 400 metreyi 1'10" ila 1'20"lik sürelerde koşacak düzeye ulaştırmıştı.
Bu yöntem 10 km ve üzerindeki mesafelerde önemli başarılar elde etmesine olanak tanıdıysa da, ona göre, daha kısa mesafelerde hızlı koşmasına engel olmuştur. Kendi antrenman sistemini rakibi Rus Vladimir Kuts ile karşılaştırdığında, her ikisinin de ortak bir temelden hareket ettiklerini fark etti (20x400 m). Öte yandan o yoğunluğu değiştirmeden sadece miktarı arttırırken, Kuts koşu hacmine dokunmadan her tekrarı bir öncekinden daha hızlı koşmaya çalışıyordu. Antrenman yöntemindeki bu gelişim, Kuts’un daha kısa mesafelerde (5000 m) rakipsiz oluşunu, Zatopek’in uzun mesafedeki başarısını iyi açıklıyordu.
Her iki durumda da antrenman özellikle ağırlaştırılmıştı. Gerschler’in yönteminden, Zatopek’in ağır antrenmanlarından ve Kuts’un yoğunluğu arttırma tarzından esinlenen Gordon Pirie, interval yöntemini sabah ve akşamüstü olmak üzere kullandığını açıklar. 30' süren ısınma koşusuna (footing) ve 15 dakikalık bir toparlanma parkuruna eklenen antrenmanları onu haftalık olarak 300 km’yi aşan mesafeler koşmaya kadar ulaştırdı.
Böylesi bir çalışma dozu, “batılı” atletlerin çoğu tarafından insan doğasına aykırı olarak kabul ediliyordu. Tamamen haklı olmasalar da, ileride bu eleştirilerin kendine özgü bir çerçeve içerisinde anlaşılır olduğunu göreceğiz. Ancak daha önce, tarihin akışını bir süreliğine durduralım ve şu ana kadar (20nci yüzyılın ilk yarısı) incelediğimiz antrenman yöntemlerine geri dönelim.
Özet
Şu ana kadar incelenen antrenman yöntemlerini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz :
Spesifik antrenman : Yarışılacak mesafeye yakın uzunluklarda yarış temposunda koşu ve kendini geliştirmek için yarışlardan yararlanma
Uzun mesafe ve ağır tempolu koşu
Hız : kısa mesafe koşuları (100 m)
Kasların güçlendirilmesi
Fartlek : “duyguları eşliğinde” doğa içerisinde koşu
Niceliksel interval training (Zatopek) : kısa süreli toparlanma intervalleriyle bölünen, çok sayıda 200 m ila 400 m arasındaki kısa mesafenin tekrarlanması
Niteliksel interval training (Harbig) : Tekrarların sayısından daha çok tekrarı yapılan koşunun hızı önemlidir. Toparlanma koşuları yine kısa.
Bu liste koşu alanında uygulanabilecek farklı çalışma yöntemlerinin eksiksiz bir özetini sunmaktadır. Yüzyılın ilk yarısında temel antrenman yöntemleri şekillenmeye başlamıştır. İzleyen on yıllarda ortaya çıkan sistemlerin özgünlüğü, daha çok bu farklı yöntemlerin eksiksiz antrenman sistemleri içerisinde kullanılış tarzlarından ortaya çıkmaktadır.
6. Savaş sonrası : doğa ve bilim arasında
Savaş sonrası yıllarında, Isveç tarzı fartlek’in egemen olduğu bir anlayış içerisinde interval training’in yayılması ve belirginleşmesi, “doğa taraftarları” ile “bilim taraftarları” arasında dünya çapında bir tartışmanın oluşmasına yol açtı. Doğu Avrupa ülkeleri Reindell ve Gerschler’in yöntemini aynen kabul etmiş olsalar da, Fransa gibi ülkeler Isveç’te oluşan “doğalcılık” akımına sadık kalmayı tercih ettiler. Bu dönemde interval training’e yönelik geliştirilen eleştiriler şu ana başlıklar altında toplanıyordu:
Eforların zorluğu koşucuların gücünü tüketiyordu,
Antrenmanlardaki tekdüzelik motivasyonu düşürüyordu,
Sadece kalp fizyolojisini temel alan çerçevenin katılığı ve kısıtlayıcı özü, atletin bütün özelliklerini, telafi ve uyum yeteneklerini hesaba katmaya engel oluyordu. Öte yandan, sadece intervaller üzerine kurulu bir antrenman atletlerin form durumunda bir istikrarsızlık ve yarış sırasında koşu temposunu değiştirme yeteneğinde azalma sonucunu ortaya çıkarıyordu.
Diğer yandan, interval training taraftarları ise Isveç yönteminde şu eksiklikleri buluyorlardı :
Koşucuyu sonuç olarak sadece sevdiğini yapmaya vardırıyor. Sonuç olarak kendini aşma, koşulları zorlamada ısrarcı olmuyor;
koşu anında tempoyu istikrarlı bir şekilde aynı düzeyde sürdürmeyi öğretmiyor;
antrenmanın denetimine olanak vermiyor.
Uzmanlar arasındaki bu tartışmaya, yeni olmasa da, 50’li yılların modasına eklenen ve 60-70’li yıllar boyunca bazı ülkelerde yaygınlaşan bir antrenman yöntemi de eklendi.
1950-1970 : Almanya kökenli yavaş koşu modası
50’li yıllarda, bilimsellikle doğallık taraftarları arasındaki tartışmalar doruktayken, Van Aaken adında bir Alman doktor durumu biraz daha karmaşıklaştırır. Van Aaken doktor yönüyle bilimden yanaydı. Oysa ki öngördüğü yaklaşım, Alman bilimsel yaklaşım sahiplerinin tamamen karşıtını, interval trainingi temel alıyordu. Reindell’in söylediklerinin tersine, ona göre veriler aslında ölçülü fiziksel egzersizin kalp işlevini geliştirme imkanı tanıdığını gösteriyordu. Van Aaken, başarılı bir sonuç elde etmek için düşük hızda, yani kalp atım hızı (kardiyak frekans) dakikada 140 atımın altında olduğu bir ritimde koşulmalıydı. Ona göre ağır tempoda ve sürekli yapılan egzersizin etkisi de haliyle yavaş oluyordu ama performansı temel alan bir değerlendirmeyle elde edilen sonuç intervaldekinden daha önemliydi: kalbin sistolik pompalama hacmi. Hacmi genişleyen kalp, her bir nabız atışında daha çok kan pompalama yeteneği kazanır ve daha etkili çalışır.
Ancak bu antrenman türünün savunucuları (ki aralarında İsviçre’deki Macolin Federal Spor ve Jimnastik Okulunun öncülük ettiği “Spriridon” akımı da vardı) tarafından öne sürülen avantajlar, kalp işlevinin geliştirmesinin çok ötesindedir. Onlara göre, “temel dayanıklılık” aşağıdaki sonuçları sağlar :
Koşu sırasındaki verimi arttır
“Biyolojik oksidasyon fermentlerinin” etkinliğini geliştirir
Hücreleri potasyum yönünden zenginleştirir, bu da hücrelerdeki enerji potansiyelini arttırır
Kandaki hemoglobin ve miyoglobin sayısını çoğaltır
Kas liflerindaki kılcal damarların sayısını arttırır (kan dolaşımının artması)...
Öte yandan intervaller ise aşağıdaki sonuçlara yol açar :
Efor sırasında kan dolaşımını sınırlayacak şekilde kaslar genel olarak büzülürler. Kanın kas hücrelerine taşınma yeteneğindeki bu azalma, kas liflerinin kalınlaşması sonucunda daha da artacaktır
Laktik asit oluşumunun hızlanması
Potasyum eksikliği nedeniyle kas hücrelerinin yorulması
Enerji tüketiminin kat kat artması sonucunda organizmanın bitkin düşmesi...
Bu arada, antrenmanlarında intervallere ağırlık veren koşucuların, başlangıçta hızlı bir gelişme kaydettikten sonra, performansların ve yinelenen yorgunlukların ertesinde, sportif erinç hâli ve form durumlarında büyük bir istikrarsızlık oluşuyordu.
Eğer yapıcı bir tartışma ortamı içerisinde ele alınma olanağı bulsalardı, bazı kanıtların kuşkusuz önemli bir etkileri olabilirdi. Ancak ne yazık ki, dönem ideolojilerin savaştığı bir dönemdi. Bir dayanıklılık antrenmanı taraftarı tarafından yazılmış makaleden uyarlanan “çarpıcı kanıt” buna en iyi örnektir. “Tecrübemizle sabittir ki, intervalli antrenman modelini kumda şekillendirirken, düşük eforda ve uzun süreye yayılmış antrenman modelini sağlam, sert ve hemen hemen aşınmaz bir kaide üzerinde yontar.” Ne etkili bir propaganda, değil mi?
Uygulamada, öngörülen ölçüyü aşmamak ve oksijen eksikliğine düşmemek için atletlerin nabızlarını kontrol etmeleri gerekiyordu.
Organizma düşük hızla çarpan bir kalbe indirgenemeyeceği için, çalıştırıcılarının bir bölümü yavaş entrenman akımını izleyen, Fransa’nın da aralarında bulunduğu bazı ülkeler, “140 kutsalı” yüzünden bir koşucu kuşağının tümünü heba ettiler.
Temel dayanıklılık uygulamasının koşullarını daha iyi ortaya koyabilmek için doktor Van Aaken’in belirlediği temel ilkelere bazı örnekler verelim :
“her gün koş, ama yavaşça.”
“çok koş [...] belirleyici olan antrenmanın yoğunluğu değil koşulan kilometre miktarıdır.”
56“Hiçbir zaman yarış koşu temposundan daha yüksek hızda koşma ya da nabız frekansın 150’yi geçtiğinde yoğunluğu hemen düşür.”
“Uzun mesafe koşularının yoğun olduğu bir dönemden sonra, 30 ya da 40 dakikalık kısa koşular da yap, ancak aradaki dinlenme süreleri uzun olsun.”
“Çocukların ya da doğanın bağrında koşan bir yerli gibi antrenmanını bir oyuna dönüştür.”
“Vücut ağırlığını normalin 6 ila 8 kg altında muhafaza et.”
“Eğer hafif kas ya da bağ yırtılmalarından muzdaripsen antrenmanları tamamen kesme, hatta uzun süreli işlevsel ancak ölçülü egzersizlerle onları tedavi etmeye çalış.”
“Varoluşun süresince biyolojik dayanıklılığa ulaşma yolu olarak dayanıklılık antrenmanlarını uygula.”
Sonuç olarak, yavaş koşu-interval karşıtlığı bir anlamda fartlek ile interval taraftarları arasındaki ayrılığın bir yeniden söylemine benzemektedir.
Herkesin bir taraf belirlemek zorunda kaldığı bu savaşta, kimi çalıştırıcılar her iki çalışma türünü de tamamen reddetme yolunu seçtiler. Bunlar değişik antrenman türlerinde de yararlı buldukları yönleri kullanmayı başardılar. Onlar arasında, Igloi adında Macar bir çalıştırıcı dikkat çekmekteydi.
7. 1955 : Igloi isminde bir Macar çalıştırıcı
15 dünya rekorunu kırmayı başaran 4 atlet! Budapeşte Atletizm Kulübü koşucu çalıştırıcısı Mihail Igloi’nin başarı unvanını en iyi bu kısa cümle özetleyebilir.
Ancak burada Igloi’den söz etmemizin nedeni, bu sıradışı başarıyı (ki şatafatlı dönemi izleyen “ABD’ye sürgünü” sırasındaki hayal kırıklığını unutmadan) kutlamaktan çok, bizim için temel olan iki noktayı birleştirmeyi beceren sistemine değinmektir.
Birinci nokta : Igloi o dönem geçerli olan yöntemlerden hiçbirini tamamen reddetmedi. Tercih yapmaktansa, elindeki tüm olanakları kullanmaya çalıştı. Antrenman sistemi Alman interval training’den olduğu kadar Isveç tarzı fartlek’ten de yararlanıyordu. Germen tarzı sertlik, kısa toparlanma intervalleriyle bölünen birçok koşu tekrarı, gerçekleştirilen çalışmanın ve kullanılan tekniğin denetiminde ifadesini buluyordu. Isveç yaklaşımı özellikle ikinci noktada karşımıza çıkıyordu.
İkinci nokta : Igloi, atletin özelliklerine uyarlanmış bir antrenman tarzı öneriyordu. Ona göre, atletin kapasitesine en üst düzeyde harekete geçirebilmek için onun belirleyici niteliklerinden hareket edilmeliydi. Roszavolgyi gibi hızlı bir atlete çok sayıda tekrarlanan kısa mesafeli koşular öneriyordu. Iharos gibi büyük irade sahibi, dayanıklı ama çok çevik olmayan bir atlet için ise az sayıda tekrarlarla uzun süreli koşuları temel alan bir yöntem izliyordu.
Her iki durumda da, günde iki kez antrenman ilkesi geçerliydi. Mihail Igloi böylece, günde iki defa uygulanan sistematik antrenmanın öncülerinden biri oldu.
Igloi tarafından kullanılan yöntemlerin çok işlevliliği, Polonya okulu tarafından oluşturulan bir antrenman sistemi tarafından daha da ileriye götürüldü.
8. 1950-65 : Polonya tarzı koşu setleri
50’li yıllarda geliştirilen Polonya tarzı koşu setleri temel bir ilkeye dayanıyordu: herhangi bir atletizm disiplininde sportif elit düzeyine ulaşabilmek için, bedenin bütününe esneklik ve kondisyon kazandıracak bir çalışma türü önermek gerekiyordu. Organizma ancak sağlam ve uyarlanabilir bir temele dayanarak, çeşitli koşu ve güçlendirme egzersizlerinde bitkin düşecek kadar yorulduktan sonra tüm potansiyelini ortaya koyacak duruma gelebilir.
Koşu setleri adı verilen yöntem başlangıçtaki bu kanıyla birlikte ortaya çıktı. Koşuculara olduğu kadar cirit atıcı ya da atlayıcı olsun diğer disiplinlere de uygulanabilen ve birçok türü bulunan koşu setleri ortak temel ilkelere dayanıyordu:
Yarış etkinliği sırasında seferber olan ve zengin bir hareket yeteneği sağlayan büyük kas gruplarını çalıştıran çeşitli egzersizler ve zeminler kullanmak. Amaç otomatikleşmiş egzersiz anlayışından uzaklaşarak uyum yeteneklerini geliştirmekti (koordinasyon çalışması...)
Toparlanmayı yine hareket içerisinde doğru bir teknikle ve maksimum gevşemeyle gerçekleştirmek (özellikle yüksek hareket esnekliği aracılığıyla hareket ekonomisi)
Toparlanmayı hızlı yürüyerek, esneme egzersizleri ve solunum denetimiyle güçlendirmek.
Aralarında fartlek (arazinin sunduğu olanaklar), interval training (tekrarlar, denetim olanağı), teknik-hız (egzersizin yoğunluğu, yapılan hareketin yararlılığı) gibi değişik antrenman yöntemlerinin sunduğu avantajları dikkate almak.
Örnek bir antrenman seansı aşağıdaki modele göre şekillenebiliyordu :
1nci bölüm : üç büyük aşamada ısınma :
1-Vücudun tüm bölümlerini harekete geçiren ve gittikçe artan hızda yapılan, egzersizler eşliğinde koşu
2-Arazinin sunduğu olanakları kullanan ve daha önceden alışık olmasına gerek kalmadan organizmayı sürekli uyum sağlamaya zorlamak (anti-otomatizm) için intibak ve koordinasyon egzersizleri
3-Gerdirme hareketleriyle sonlandırılan düşük hızda yokuş yukarı koşular
2nci bölüm : hız. Çevikliği geliştirmenin ötesinde, koşu setlerinin ikinci aşamasındaki egzersizlerin amacı bir kez daha hareket uyum yeteneğini güçlendirmekti. Bunu yapabilmek için, koşucu daha da süratli koşabilecek şekilde ihtiyatı koruyarak hızlı koşmalıylı. Hafif iniş eğimli araziler kasları fazla çalıştırmadan yüksek hıza ulaşmayı sağlamaya uygundu. Gevşeme ve hareket esnekliği böylece gelişmek için en üst düzey koşullara ulaşmış oluyordu. Her koşu arasında, amaç olabildiğince kısa sürede toparlanmaktı. Bunu gerçekleştirebilmek için, yüksek hızda yürümeye solunumla (soluk vermeyle) uyumlu bir şekilde yapılan gevşeme hareketleri eşlik ediyordu.
3ncü bölüm : İnterval koşuları. Kullanılan koşu setinin tipine göre çeşitli hacim ve hızlarda gerçekleştirilebilirlerdi.
“Küçük koşu setinde” yüksek hızda gerçekleştirilen 200 metreye yakın mesafeler tercih ediliyordu. Parkurun çoğunluğu hafif iniş olabilse de, yeni atılımlar gerektiren yokuşların çıkılması tavsiye ediliyordu.
Örnek : 8 x 200 metre – toparlanma 400 metre hızlı adımlarla yürüyerek
“Büyük sette”, koşu mesafeleri çoğunlukla 400 ila 1000 metre arasında, tekrar sayısı ise 10’u buluyordu. Koşu temposu maksimum aerobik hız adını verdiğimize yakındı (3000 metre temposu). Kısa toparlanma aktif şekilde gerçekleşiyordu (footing). Solunum normale döndüğünde ve yeniden başlama ihtiyacı hissedildiğinde toparlanma sonlandırılıyordu.
Her iki durumda da hareket ekonomisini geliştirmek üzere çeşitli arazilerin (rampa, bozuk zemin, eğim) kullanımı koşucuların hareket yeteneğini arttırarak gelişmeye zorluyordu (bilek, diz ve kalça eklemlerinin hareket yeteneği). Çalıştırıcı Jan Mulak bu koşullarda, güçlü ve esnekliği az olan koşucuların ya kendilerini geliştirdiğini ya da vazgeçtiklerini belirtiyordu (Raymond Chanon’un “Yarışa hazırlık antrenmanı” 1970, kitabından).
4ncü bölüm : toparlanma hafif koşu, gevçeme ve gerdirme egzersizleri temel alınarak gerçekleştiriliyordu. 150-200 metreye yakın hızlı ama gevşek tarzdaki bir koşuyu içerebilirdi.
Çalışmanın toplam süresi genel olarak 1 saat 15 dakika ve 2 saat arasında değişiyordu.
Koşu setleri döneminde, bazı Polonyalı koşucuların 3000 metre engelli koşusunda başarılı olmaları (1955 ve 1965 arasında birçok dünya rekoru) ilginç bir rastlantıdır. Uygulanan çalışma yöntemi sonucunda elde edilen niteliklerle bu disiplin için gerekli olanlar arasında bir bağlantı kurulabilir mi?
Eğer Polonyalı çalıştırıcılar hızlı koşmak için bedenin güçlü olması gerektiğini kavramışlarsa da, aynı sırada Avustralyalı bir “mentor” (akılhocası-çn) güçlü olma düşüncesini son kerteye vardırdı.
9. 1955-1965 : Avustralya
Cerruty sunar...
Percy Wells Cerruty çok sıradışı bir kişilikti. Koşu ailesine geç katılan (50nci yaşına doğru) Cerruty, başlangıçta kırılgan sağlığını güçlendirmeye yarayan bir yaşam programını uygulamaya çalıştı.
Girişimindeki başarı onu ayakta tutan değerler üzernde yoğunlaşmaya yöneltti.
Cerruty’ye göre, insanoğlunun yüceliği kendini aşma iradesinde, acıyla olan bitmek bilmeyen ilişkisinde gizliydi. Atletin bu kendini aşma iradesini, eylemi ve düşüncesinde bizzat duyumsaması gerekiyordu. Düşünce birliğinin işareti “stotan” idi: stoacı ve spartalı. Antrenman bedeni olduğu kadar ruhu da sertleştirmeliydi. Uzmanlara özgü büyük başarılar ancak bu sağlam temelden hareketle olanaklı hâle gelebiliyordu.
Her ne kadar kendini Isveçli doğalcıların okuluna bağlı olarak tanımlasa da, Cerruty’nin antrenman sistemi çeşitli yöntemleri içeriyordu :
Haftada üç güne kadar varan bir yoğunlukta, rampalar ve tepelerde yapılan koşu ve ek ağırlıklarla kasları geliştirme yoluyla sürekli varolan bir güçlendirme. Ona göre, koşucunun, kendi ağırlığının 3 ila 4 mislini taşıyabilmesi gerekiyordu.
Tepelere tırmanış ve iniş
Farklı arazilerde (kum, çimen, tepeler) sabit ya da değişen hızda (fartlek türü ya da işaretlenmiş parkurlarda) gerçekleştirilen uzun koşular
Doğada ya da pistte yapılan intervalli hız ve tempo egzersizleri.
Modern tüketim toplumuna özgü yaşam tarzını reddeden ve kendini doğaya bağlı biri olarak tanımlayan Cerruty, ilhamını bizzat doğadan alıyordu. Antrenmanını kurgularken şampiyonların kullandığı yöntemlerle birlikte, özellikle koşu stilini geliştirmek üzere hayvanların yaşamını da inceliyordu. Hareket ekonomisi hareketinin taraftarı olarak, sayılarını azaltmadan adım açıklığını genişletecek şekilde bacakların gücünü yeterince arttırmayı düşünüyordu. Kollar düşük olmalı, eller geriye ve aşağıya doğru hareket etmeliydi. Aynı zamanda, solunumu kolaylaştıracak şekilde omuzlar yüksek tutulmalıydı. Cerruty’ye göre koşucuların en sık yaptıkları hata, dirsekleri bloke etme ya da hareketlerini kısıtlamaktı.
Antrenman “kamp”ının bulunduğu Port-Sea’da (Melburn’un güneyinde), bir yılı üç aşamaya bölmüştü :
6 ay kondisyona giriş
3 ay hazırlık
3 ay yarış
Kondisyona girişten hazırlığa geçiş süreci, uzun seansların ağırlığının düşürülmesi, intervallerin (200m ve 1000m üzerindeki mesafeler arası) sayılarının ciddi oranda arttırılması ve ağır kas geliştirmeye gittikçe daha çok yer verilmesi yoluyla yapılıyordu. Çalışmaların çoğunluğu doğada gerçekleştirilse de haftada bir kez çalışma pistte gerçekleştiriliyordu.
Antrenmanlarının bütünü ekstrem zorluk içeriyordu. Cerruty’nin atletlerinin, 3 gün içerisinde toplam 90 kilometre koşup birçok kas geliştirme çalışması yaptıkları oluyordu.
Aynı zamanda dur durak bilmeyen, küçümseyici, merhametsiz ve şöhret meraklısı olan Perce Cerruty, ününü Landy ve özellikle de Elliott gibi koşuculara borçluydu. 1500 m Olimpiyat Şampiyonu, 1500 m ve bir mil’de dünya rekorunu kıran Elliott, yenilmezlik unvanını koruduğu koşuculuğu 22 yaşında bırakır. Daha sonraları, antrenmanların zorluğu nedeniyle koşuculuğu bu kadar erken bırakma kararı aldığını açıklayacaktır.
Aynı zamanda ve hemen hemen aynı yerde bir hayli farklı yöntemleri kullanan bir başka çalıştırıcı daha vardı.
Stampfl sunar...
Cerruty, Holmer’in Isveç tarzı fartlek’ini uyguladığını beyan ederken, Stampfl Reindell ve Gerschler’in interval training’ini hemen hemen özellikle temel alan bir antrenman tarzı geliştirmişti.
Ortaya koyduğu sistem, uç noktada bir düzenleme ve aklileştirmeyle diğerlerinden ayrılıyordu. Sistem beş dönemden oluşuyordu : kros, fartlek, intervaller, tekrarlar, spesifik. Bir dönemden diğerine geçiş, sadece çalışma yükündeki bir ya da iki parametre üzerinde oynanarak gittikçe artan bir tarzda yapılıyordu. Bir atlet birkaç ay boyunca her hafta aynı seansı sadece hız temposunu çeşitlendirerek tekrarlayabilirdi. Her şey öylesine düzenli ve programlıydı ki antrenmanlar ayrıntılarıyla haftalar öncesinden bilinebiliyordu. O kadar sıkı bir denetim söz konusuydu ki her koşu bölümü, öngörülen koşu temposundan sapmamak için kronometre ile takip ediliyordu.
çalışma yoğunluğunun arttırılması olgusunun Stampfl’ın sisteminin omurgasını oluşturduğunu gözlemlemek ilginçtir. Antrenman ve toparlanma sürelerinin uzatılması yoluyla koşucuların kapasitelerinin geliştirilmesi, yarış sırasındaki hızın artışına olanak sağlıyordu. Hızları ve toparlanma sürelerini arttırarak Stampfl intervalli koşu yönteminden parçalı (ya da 4ncü dönemdeki tekrarlar) ve spesifik (antrenmanın son dönemi) adıyla bilinen yöntemlere geçiş yapıyordu. Bu son antrenman türüyle, Amerikan koşuculardan bahsederken yine karşılaşacağız.
Antrenmanın denetimi ve kesin kurallarla düzenlenmesi fikri Stampfl’ın koşucuların yaşam koşullarına ilişkin düşünceleriyle çelişiyordu. Ona göre, koşmak atletlerin yaşamının tamamını değil sadece bir bölümünü işgal etmeliydi. Koşucuları sosyal ilişkilerini geliştirmeye, eğlenmeye, başka ilgi alanlarını keşfetmeye cesaretlendiriyordu.
Bir ara Ingiltere’de Avustralyalı göçmen işçi olarak bulunan Stampfl, Bannister (bir mil’i 4 dakikanı altında koşan ilk insan), Chataway ve Brasher’dan oluşan Ingiliz üçlüsünü etkiledi. Aynı şekilde 1955’te, modern koşucunun antrenmanına ilişkin yazdığı eserle bir koşucu kuşağının tümü üzerinde de etkili olmuştur.
Dünyanın aynı köşesinde, bir başka çalıştırıcı başlangıçta yeniden forma girmek için öngörülmüş olan farklı bir çalışma yöntemi önerdi.
10. 1955-1965 : Yeni Zelandalı çalıştırıcı : Arthur Lydiard
Bir süre Amerikan futbolu oynadıktan sonra obez olan Lydiard, 40’lı yıllarda kilo vermek için koşmaya karar verir. Amacına ulaşmak için işkence çekmeye hazır olmadığından, gittikçe artan bir şekilde düşük hızda ve uzun süre koşarak işe koyuldu. Uyguladığı yöntem zaman geçtikçe çok etkili olmaya başladı. Yalnız başına koşan Lydiard’a bir süre sonra, bir bölümü ileride ünlü şampiyonlar olmayı başaracak (Snell, Halberg) birkaç genç ve koşarak kilo vermeye kararlı erkek ve kadınlardan oluşan bir topluluk eklendi. Böylece herkese yönelik jogging modası başlamış oldu; 60’lı yılların henüz başlarıydı.
Tabii Snell’in 3 olimpiyat unvanı kazanmasını ve 4 dünya rekorunu kırmasını sağlayan sadece jogging değildi. Lydiard’ın antrenman sisteminin önemli bir ağırlığı dayanıklılığı arttırmaya yönelik olsa da sadece bununla sınırlı değildi.
Lydiard, dayanıklılığın arttırılmasının bir sonraki aşama olan direnç ve hız çalışmasına destek için en iyi yöntem olduğunu düşünüyordu. Antrenman programlarının düzenlemesini bu mantık çerçevesinde yapıyordu. Antrenmanlar 4 büyük çalışma evresini içeriyorlardı:
3 ay kros koşusu : başlangıçta, koşucu uzun süre önemli mesafeleri gerçekleştirerek çalışıyordu. Ardından ise, intervalli antrenman yoluyla yoğunluğu arttırmaya başlıyordu.
2 ay asfalt koşusu : Şema aynı kalmakla birlikte, değişik arazideki uygulama yerini asfalt üzerinde gerçekleşen daha hızlı ve düzenli koşuya bırakıyordu. Bu döneme “maraton tipi” antrenman adı veriliyordu.
Bir buçuk ay tepelerde yapılan hızlı koşular : Bu dönem boyunca, antrenmanın yoğunluğu doruğa varıyordu. Örnek bir çalışma seansında, koşucu koşu ile sıçrama arasındaki bir tarzda tepe tırmanışları yapıyordu. Bir kez zirveye vardıktan sonra, geri iniyor ve 50 ila 300 metrelik mesafelerde değişen kısa koşu tekrarları gerçekleştiriyordu.
3 ay pist koşusu : Antrenmanın bu son aşamasında, atlet gittikçe artan bir şekilde yarış temposunda koşmaya alışıyordu. Bunu için, birçok türde gerçekleştirilen seanslardan yararlanıyordu (interval training, 50 metrede hızlanmalarla dayanıklılık ve aynı mesafede toparlanmalar, yarış mesafesinden daha kısa mesafelerde yarış temposundan daha yüksek tempoda ya da yarış mesafesinden daha uzun parkurlarda yarış temposundan daha düşük tempoda koşu...)
Bu sistemin birçok antrenman yönteminden yararlandığını görüyoruz :
İlk aşama olarak yavaş tempolu footing
Fartlek tipi hız oyunları (kros)
Yokuş yukarı koşu
Tekrarlar halinde hız çalışması
Alman tarzı interval training
Parçalı (fraksiyonlu) çalışma, yani uzun toparlanma dönemleriyle bölünmüş koşu tekrarları
11. 1965 : ABD’deki parçalı (fraksiyonlu) çalışma
Toplumsal koşullar, üniversite kampüslerindeki yaşam ve ülkeye egemen olan değerlerin etkisiyle, ortak bir yöntem olmamakla birlikte Amerikan koşucular genellikle parçalı antrenman yöntemini uyguluyorlardı.
Çoğu zaman intervalli antrenmanla karıştırılan parçalı antrenman, intervalle daha uzun süren ve daha yüksek tempoda yapılan bir toparlanma ile ayrılır. Tarihi açıdan olduğu kadar, biçimleri açısından da bu iki yöntemi birbirinden ayıran sınırların oldukça belirsiz olduğu bir gerçektir. Zira, Gerschler’in Harbig’e uygulattığı antrenman türü, interval training’ten daha çok parçalı antrenman sayılırdı (24" gibi çok kısa sürelerde koşulan kısa mesafeler -200m-).
Toparlanma süresi – koşu hızı çifti bazen kullanılan yöntem konusunda fikir edinmemizi sağlamaktadır. 60’lı yılların ortasında, dört dünya rekoru sahibi Jim Ryun’ın toplam hacmi 10-13 km’ye ulaşabilen seansları interval training’i çağrıştırmasına karşın, toparlanma süreleri (400m’ler için 3', 800m’ler için ise 5') tekrar ya da parçalı çalışmayla benzeşiyordu.
Antrenman sistemlerine ilişkin bahsimizi sonlandırırken, bir siyasal bloktan diğerine, ABD’den Sovyetler Birliğine geçiş yapalım.
12. 1970-1980 : Sovyet organizasyonu
Sovyetler Birliğinde tek bir antrenman yöntemi aramamalıyız; onlar eldekilerin tümünden yararlanıyorlardı :
Aerobik temeli oluşturmak için uzun süreli footing
Oksijen kullanımına ilişkin yetenekleri sağlamlaştırmak için bol miktarda interval training
Daha yüksek koşu tempolarına erişmek için nitelikli interval training
Yarış koşullarına yaklaşabilmek için parçalı antrenman
Kısa ya da uzun süreli (direnç) hız; gevşeme ve aşırı hız egzersizleri
Birçok birimden oluşan kas güçlendirme çalışması
Yarış tekniği
Toparlanmayı kolaylaştıracak egzersizler (gevşeme...)
70-80’li yılların ortasında, antrenman türlerinin sayısı akıl almaz düzeye ulaştı. Günde üç kez yapılan antrenmanlar ve hatta bir haftada 300 kilometrenin üzerinde mesafelerin koşulduğu dahi görüldü! Halbuki, bir enflasyon döneminden sonra, antrenman türlerinin sayısı düşme eğilimi içerisindeydi. Hacimlerdeki önemli artışlar, atletlerin sportif düzeylerinden çok sakatlık oranını arttırmaya yarıyordu...
Bu dönemde, diğer Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi spor bir devlet girişimiydi. Bu statü, aktörlerin atletleri en üst performans düzeyine ulaştırabilmek için meşru olsun ya da olmasın tüm imkanları zorlamalarına izin veriyordu. Eğer sportif alanla kendimizi sınırlarsak bu konuyla ilgili belli başlı hususların altını çizebiliriz :
Spor alanında çalışan kişiler (çalıştırıcılar, bilim insanları, hekimler, teknik adamlar...) üstün yeteneklere sahip kişiler arasından seçiliyordu.
Antrenman merkezlerine çok özel maddi koşullar sağlanıyordu (ölçü sistemleri, salon pistler, yüksek irtifa koşullarını yapay olarak sağlayan mekanlar...)
Antrenmanın denetimi üst düzeydeydi; egzersizlerin modelleştirilmesi ve ölçümleri sistematik olarak geçekleştiriliyordu.
--
İnsan organizmasının antrenmana uyumunun modelleştirilmesi, bunun sonucu ortaya çıkan süreçlerin dinamiği, uygun terminoloji... Bütün bunlar, günümüz antrenman yöntemlerini en çok etkileyen unsurları oluşturmaktadır.
(www.volodalen.com sitesinde yer alan Fransızca yazıdan Türkçeye çevrilmiştir.)