Skip to main content

Ölümünden 47 yıl sonra Che!

 Ernesto Che Guevara kadar devrimci mücadele tarihine damgasını vuran az sayıda kişi vardır. Cesareti, mücadelesi ve idealleriyle, daha adil, yoksulluktan, sosyal adaletsizliklerden, ırkçılıktan, sömürüden ve emperyalizmden yani özet olarak egemen kapitalist sistemden tamamıyla arınmış bir Dünya için mücadele eden insanlara bugün hala yol göstermeye devam etmektedir. Kahire’deki Tahrir Meydanı dahil, doğduğu ülke Arjantin’den Yunanistan’a kadar kemer sıkma politikalarına, neo-liberalizme ve diktatörlüklere karşı gerçekleştirilen çeşitli gösterilerde onun resmine her zaman rastlamamız mümkün.

 
 
 

Adalet ve özgürlük tutkusu onu Küba’da, Kongo’da ve Bolivya’da silahlı mücadeleye yöneltir. Adaletsizlik ve sefaletin kol gezdiği ülkede yine bir devrimci isyanı ateşlemeye giriştiğinde, Bolivya’nın Higuera kırsalında,  9 Ekim 1967’de Bolivya Ordusu ve CIA tarafından katledilir.

Ancak, faşist diktatörlük ve yoğun neo-liberal politika yıllarına karşın, anısı hala dipdiri ve Latin Amerika’da devrimci ve ilerici hükümetleri iktidara taşıyan toplumsal mücadelelere ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

1950’nin başında, Don Kişot’u defalarca okuduktan sonra, arkadaşı Alberto Granado ile birlikte sade bir motosiklet üstünde yaşadığı kıtayı keşfe çıkar. Bu yolculuk onun devrimci yaşamında ilk önemli dönüm noktası olacaktır.       

 « Gerçek büyük vatanım » olarak adlandırdığı toprakları arşınlarken, toplumsal şiddet ve sefalete yakından tanık olacaktır. Halkın ezici çoğunluğu karnını dahi doyuramazken, yeşil ahtapot olarak adlandırılan United Fruit gibi ABD’li çokuluslu şirketler zenginliklerini katlıyorlardı. Adil olmayan ve acımasız olan bu durum karşısında, El Libertador Simon Bolivar’ı tefsir ederek şöyle der: « Bu kapitalist ahtapotları imha etmedikçe rahat etmeyeceğime and içtim ».

1952 yılının başında, eğitimini tamamlamak üzere Buenos Aires’e döner: üç ay içerisinde on beş sınavı geçer ve doktor olur. Ancak, yorulmak bilmeyen ve vazgeçmeyen bir göçebe olarak, ülkesine bir daha geri dönemeyeceğinin farkında olmadan yeniden yollara düşer.

O yıllar Latin Amerika ayaktadır. Eylül 1952’de, Bolivya’da, büyük madenlerin millileştirilmesi ve tarım devriminin ilanıyla sonuçlanacak olan Milli Demokratik Devrim’e katılır. 1954’te, dört yıl önce meşru seçimlerle iktidara gelen Başkan Jacobo Arbenz’e karşı ABD’nin desteklediği ve CIA’nin örgütlediği askeri darbe gerçekleştirildiğinde o Guatemala’dadır. Peki bunu hak etmek için Başkan ne Arbenz ne suç işlemiştir? Ulusal ve uluslararası oligarşi tarafından el konulan toprakları yoksul çiftçilere iade etmek amacıyla bir tarım reformu önererek United Fruit’in ekonomik çıkarlarına saldırmaya kalkışmıştır. Orta Amerika tarihindeki bu trajik olay, Che Guevara’nın yaşamındaki ikinci dönüm noktasını oluşturur.

Che, ülke dışına çıkmak zorunda kalır ve o dönemde Latin Amerikalı sürgünlerin buluşma noktası olan Meksika’ya gider. Burada, kendisini hemen ağabeyi Fidel ile tanıştıran Raul Castro ile karşılaşır. Yoğun tartışmalardan ve fikir alışverişinden sonra, ülkelerini Diktatör Fulgencio Batista’dan kurtarmayı hedefleyen Kübalılara katılmaya karar verir.

Che için, bu tavır alış doğaldır:  « Latin Amerika’da gerçekleştirdiğim uzun yürüyüşün ertesinde, bir tirana karşı gerçekleştirilen herhangi bir devrim mücadelesine katılmam için beni ikna etmeye çok da fazla çaba harcamak gerekmiyordu ».

ABD desteğindeki Batista’nın ordusuna karşı yürütülen bu zorlu savaş boyunca Che, doktor çantasını bir kenara bırakacak ve silahını kuşanacaktır. Özellikle 1958 sonunda özgürleştirilecek olan Santa Clara kentinin ele geçirilmesi sayesinde, « Babudoslar » zaferinin baş mimarlarından biri olacaktır. Fidel Castro, bu başarısı sayesinde ona « Commandante » rütbesini verir ve Che’yi Küba vatandaşı yapar.

Önce Merkez Bankası’nın başına getirilecek ardından Sanayi Bakanı olacak ancak halkların kurtuluşu yolunda yürüttüğü kavga onu Küba sınırlarının dışına çıkmaya yöneltecektir. Önce, ABD ve Belçikalı eski sömürgeci güçlerin desteği ve kışkırtmasıyla Kongo’nun Chavez’i Patrice Lumumba’ya karşı Kongo’da düzenlenen askeri darbeyle iktidara gelen, Joseph Désiré Mobutu’nun zulmüne karşı ayaklanan isyancılarla birlikte savaşacaktır. Che, ülkenin altın, gümüş, elmas gibi geniş maden zenginliklerini yağmalamak ve Kongo’nun kurtuluşunu engellemek amacıyla batılı güçlerin gerçekleştirdiği darbeden çok etkilenecektir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda şunları söyleyecektir : « Modern Dünyada benzeri görülmemiş bir hal olan Kongo’nun içinde bulunduğu acıklı durum, dünya halklarının haklarının ne kadar acımasızca hafife alındığını açıkça ortaya koymaktadır. Kongo’nun sahip olduğu ve emperyalist devletlerin ele geçirmeye çalıştığı büyük zenginlikler… »  

Bu uzgörürlü söylev, günümüz bağlamında hala geçerliliğini koruyor: Irak’taki, Libya’daki, Venezüella’daki petrol, Bolivya’daki gaz ve Afrika’daki maden yataklarını ele geçirmek için yürütülen savaşlar hala devam ediyor. Tarih süregidiyor, emperyalizm de onunla birlikte. Afrika seyahati sırasında, Mısır’ın karizmatik Başkanı Cemal Abdül Nasır’la ya da Cezayirli Huari Bumedyen’le görüşecektir.

Ünlü Alger söylevinde, batı emperyalizmini olduğu kadar Sovyet yayılmacılığını da mahkum edecek ve Moskova tarafından « ideolojik sapma » içerisinde olmakla suçlanacaktır. 1955’teki Bandung konferansında ve 1961’de bağlantısızlar hareketinin oluşumunda Guevara, başta Amerikan olmak üzere, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi veren üçündü dünya halklarını aynı çatı altında toplamak amacındadır. Kısacık hayatı boyunca (39 yaşında ölecektir) Huari Bumedyen’in Cezayir’inden geçerek, Ho Şi Minh’in Vietnam’ından Salvador Allende’nin Şili’sine kadar proletarya enternasyonalizmini yeşertmeye çabalayacaktır.

Latin Amerika doğumlu ama evrensel bir savaşçı olan Che için mücadelenin sınırı yoktur. Emperyalizm ve sömürü her yerde var olduğuna göre bunlara karşı direnişin de her yerde geliştirilmesi gerekir. 9 Ekim 1967’de ölümü, on beş yıl süren zorlu bir kavgaya da son verir. Che’nin katliyle, insanlık en büyük savunucularından birini kaybetti. Adil bir dünya için mücadele veren halklar, başkaları için yaşamını feda eden bu adamı bugün saygıyla anıyorlar. Che öldü ama sadece fiziki olarak; adaletsizliğe karşı duyduğu kin, dayanışmacı ve isyancı ruhu, devrimci fikirleri, toplumsal adalet ve özgürlük uğruna mücadeleyi sürdüren milyonlarca insana yol göstermeye devam ediyor.

27 Şubat 1989’da 3000 kişinin ölümüyle sonuçlanan Venezüella’da ya da 2000 yılında suyun özelleştirilmesine karşı Bolivya’da gerçekleştirilen şiddetli gösteriler ya da halkın %50’sini yoksulluğun eşiğine getiren Dünya Bankası ve IMF reçetelerine karşı 2001’da Arjantin’de yaşanan halk ayaklanması olsun, son yirmi yıl boyunca Latin Amerika’yı kasıp kavuran halkçı devrimlerin tümü ve bunların sonucunda solcu Cumhurbaşkanlarının iktidara gelişi, Che’nin simgesinin milyonlarca Latin Amerikalının kafasında silinmeyecek şekilde kazılı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Latin Amerika’da geçmişin mücadeleleri bugünün de mücadeleleri. Kıtayı sallayan milli demokratik devrimler, adalet ve eşitlik için yürütülen halk mücadelelerinin, kar heveslileri, hırs ve açgözlüler karşısında nasıl galip gelinebileceğini ortaya koymuştur. Bolivya, Venezüella ve Ekvator’daki millileştirmeler, sosyal programlar, yeni Anayasaların kabulü süreçleri, yeni bir toplum inşasında ezilen sınıflara yeniden başat bir rol vermiştir. Üstelik, ALBA (Latin Amerika için Bolivarcı İttifak) gibi bölgesel ya da ASA (Afrika-Güney Amerika işbirliği konferansı) gibi uluslararası bütünleşme politikaları, mücadelelerin küreselleşmesi, ortak bir geçmiş ve hiç şüphesiz ortak bir geleceğe sahip Güney yarım küre halklarının uluslararası dayanışması yönünde gelişiyor.

Dolayısıyla, geçmişin ve günümüzün kurtuluş umudu olan kişilikleri karalamaya, yanıltıcı propagandalarla ve medya yalanlarıyla devrimci önderleri itibarsızlaştırmaya çalışan egemen güçlere, Mayıs 68’de ellerinde Che portresini taşıyan ama bugün utanmadan sıkılmadan « Chavezci diktatörlükten » söz eden mevki düşkünü politikacılara ve « başka bir alternatif olmadığından » hareketle teslim bayrağını çekenlere verilen cevap açıktır.  Ernesto Che Guevara, Mahir Çayan (Çevirenin eklemesi), Hugo Chavez, Muhammed Musaddık, Thomas Sankara, Rafael Correa, Evo Morales bize daha adil bir dünyayı düşünme ve tasavvur etme imkanı veriyorlar, çünkü bugün her zamankinden daha da fazla olmak üzere kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.

Dolayısıyla « gerçekçi olalım ve imkansızı isteyelim! ».    

(Investig’Action sitesinde 13 Ekim 2014 tarihinde Tarık BOUAFIA imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir

http://www.michelcollon.info/47-ans-apres-sa-mort-le-Che-reste.html )