Skip to main content

Afganistan'a yapılan insani yardım kime gidiyor?

 Tamamen “insani” nedenlerle girişilen modern savaşların çoğunlukla halka karşı yürütülmediği açıklanıyor.  Daha çok halka yardım etmekten söz ediliyor, en azından açıklanan gerekçe bu. Çoğu zaman söz konusu halk hiçbir talepte bulunmuyor ya da en azından bombalandığı için pek memnun sayılmaz. Tabi bu durum halktan daha çok şey bilen, halk için neyin en iyi olduğunu bilen demokrasilerimiz için çok da sorun değil.

 

 

 

Georges Bush’un Afganistan sorununu ilk kez ele aldığı, 20 Eylül 2001 tarihindeki kongre konuşmasında, şöyle bir durum değerlendirmesi yapılıyor:    « Amerika Birleşik Devletleri olarak Afganistan halkına saygı duyuyoruz –her şeyden önce insani yardım alanında en önemli destekçi ülkelerden biriyiz- ama aynı zamanda Taliban rejimini de şiddetle kınıyoruz. »

 

Daha başından beri, resmi olarak açıklanan amaç Afgan halkına yardım etmek, onları Talibanlardan kurtarmak ve yaşam koşullarını iyileştirmekti. 23 yıl süren savaş sonrasında ülke tamamen harap oldu ve artık acilen her şeyi yeniden inşa etme gereği var. Dolayısıyla koalisyon güçleri yeniden inşaya yönelik bir insani görevle geliyor.

 

Milyarlarca dolar tutarında yardım…

 

İnsani yardım amacıyla Afganistan’a gerçekleştirilen yardım tutarı baş döndürüyor. 2002 yılından beri, ülkeye yılda ortalama 11 milyar dolar tutarında yardım gerçekleştirildi.

 

Eğer halkın yaşam düzeyinin yükseldiğini, sefaletin azaldığını ya da gelişme oranının arttığını görebilseydik bununla gerçekten övünç duyardık. Halbuki durum hiç de öyle görünmüyor. En yoksul ülkelerin başında yer alan Afganistan, dünyanın en düşük gelişme katsayısına sahip. Felaketin boyutunu anlayabilmemiz için birkaç veriyi yeniden hatırlamamız yeterli olacaktır.  Afganistan’da ortalama yaşam süresi sadece 45 yıl. Kadınların ortalama 5 çocukları var ve anne ölüm oranı ölün nedenleri arasında birinci sırada.

 

Carol Mann dramatik bir rekordan söz ediyor. Badakşan Bölgesinde gerçekleşen 100.000 doğum sırasında toplam 6.500 annenin öldüğü biliniyor ki bu da bugüne kadar görülen en büyük rakama karşılık geliyor. Afganistan’ın geri kalanındaki doğum sırasındaki anne kayıp oranı, Sierra Leone’den sonra Dünyada ikinci sırada: 100.000 doğumda 1.800 kayıp.

 

Hayatta kalabilen yeni doğanların yüzde yetmiş beşi (%75) yetersiz beslenme, aşırı sıcak ve bakımsızlıktan ölüyor. Genelde kolayca önlenebilecek bir nedenden ötürü, sekiz hamile kadından ortalama biri yaşamını kaybediyor ve bunların yarısından fazlası da on altı yaşın altında. Bu kayıpların sayısını kesin olarak hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz çünkü bunlar, kırılgan ve yaralı varoluşları gibi genelde sayılmıyorlar. Sayıların gerçeği eksik yansıttığı kesin bir şey. Bu ülkedeki çocuk ölüm oranı de ürkütücü boyutlardadır ama devlet bu konuyu kadınlardan daha çok ciddiye alıyor.

 

100.000 canlı doğum arasında ortalama 1.600 ölümün yaşandığı dört eyalette Centers for Disease and Prevention Control (CDC), UNICEF ve Afgan Sağlık Bakanlığı tarafından ortak gerçekleştirilen güncel bir araştırmaya göre, çocuk doğurma yaşına ulaşan kadınların %40’ından fazlası, önceden önlenebilecek komplikasyonlar nedeniyle yaşamlarını yitiriyorlar.

 

Yetersiz beslenen kadınlar daha kırılganlar ve hamilelikten kaynaklanan yorgunluklara daha az direnç gösteriyorlar. Yetersiz beslenme gittikçe yaygınlaşıyor. Yine UNICEF’e göre, Afganistan yetersiz beslenme anlamında dünyada dördüncü sırayı işgal ediyor. On Afgan çocuğundan biri ciddi oranda yetersiz besleniyor, çocukların yarısından fazlası gelişme zorluğu içerisinde ve her dört çocuktan biri 5 yaşından önce vefat ediyor.

 

Nüfusun üçte biri, günde bir doların altında bir gelirle yoksulluk eşiğinin altında yaşıyor. Uluslararası toplum Afganlara yılda 11 milyar dolar para dökerken böyle bir dramın nasıl yaşandığını merak ediyoruz.

 

Kesin bir şey var ki yardım hedefine ulaşmıyor. Bu ilginç fenomenin birçok açıklaması olmalı. Bunlardan biri yardımın dağılımıyla ilgilidir. Yardımın %20’si Afgan devletine gidiyor. Bu devletin dünyada rüşvet ve yolsuzluğun en yoğun yaşandığı üç ülkeden biri olduğunu hatırlayalım. Bu yardım paralarının ihtiyaç sahipleri yerine muhtemelen Dubai’deki özel hesaplara aktarıldığını tahmin etmek pek zor olmasa gerek.

 

Yardımın %25’i doğrudan özel şirketlere ve özellikle de kırka yakın özel güvenlik şirketine gidiyor. Blackwater ve diğer paralı askerler yardımseverliklerinden daha çok haraç kesmeleriyle tanındıklarından, doğum sırasındaki çocuk ölümlerinin oranını düşürmek için akıtılan paralardan bunlar için tek bir dolar harcanmış olmasını beklememiz saflık olur. Yardımın %25’i Birleşmiş Milletlere bağlı ajanslara gidiyor. Şişirilmiş maaşlar, devasa 4x4 cipler, elçilikler mahallesinde muhteşem villalar… Sonuç olarak öylesine büyük idari masraflar söz konusu ki, halk için geriye artıklardan ve süslü stratejik gelişme planlarından ve diğer yardım programlarından yararlanmanın memnuniyeti gibi çok az imkan geliyor.  Hatta o bile değil, Afganistan’daki Birleşmiş Milletler ajansları yardım programlarını Darice ya da Peştuca’ya çevirme gereği dahi duymuyorlar.

 

Yardımın %20’lik bir diğer kısmı ise PRT’ye gidiyor. Afganistan’da herkes PRT’yi tanıyor ama bu harflerin neyi simgelediğini bilmiyor. Yarı sivil yarı askeri kurumlar olan Provincial Reconstruction Teams’ler yeni bir askeri-insani yardım stratejisi ürünüdürler. Bu kavram, büyük bölümüyle yabancı şirketlere emanet edilen, ordu ve kalkınma unsurları arasında bir tür birlik sürecini gerektiriyor ki bundan ortalama Afgan vatandaşının en azından ekonomik açıdan doğrudan yararlanmadığı açık.

 

Bunu ben değil, bizzat MSF yani Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü misyon şefinin kendisi söylüyor.

 

Nihayetinde, yardımların ancak %10’u zaten ayrıca kendi kurumsal giderleri yüksek olan sivil toplum kuruluşlarına ulaşıyor. Birbiriyle içerik olarak çelişen kalkınmaya destek anlayışları ve giderleri.

 

Eğer aralarından bazıları tartışmasız olarak iyi iş üretiyor dahi olsa, bazılarının Afganistan gerçeğiyle hiç uyuşmayan ve hatta gerçekten de saçma sapan yaklaşımlar içerisinde olduklarını kabul etmemiz gerekir.

 

Kadınlar bir Fransız sivil toplum kuruluşundan beslenme eğitimi alıyorlar. Çocukların yarısının yetersiz beslenme kaynaklı gelişme bozukluğu içerisinde bulunduğu, annelerin üçte birinin hayatta kalabilmek için günde bir dolardan az bütçeye sahip olduğu bir ülkede, kadınlara Nestlé marka poşetleri nasıl kullanacaklarını öğretme çabasına şüpheyle yaklaşmamamız mümkün mü?

 

Kadınlar bugüne kadar bu nasıl inek sağacaklarını gayet iyi biliyorlardı. Kendi kapitalist tüketim alışkanlıklarımızı öğreterek Afganlılara gerçekten yardım mı etmiş oluyoruz?

 

İnsani olanla askeri olanı birbirine karıştırmak

 

General Petraeus tarafından Irak’ta geliştirilen karşı saldırı stratejisine COIN adı veriliyor. Askeri olarak ele geçirilen yerlerde istikrarı sağlamak için arkadan insani yardımın gelmesi gerekiyor. Askeri stratejinin dört aşaması Shape, Clear, Hold ve Build isimlerinden oluşuyor. Shape (mevcut durum), askerlerin gelişinden önce kanun kaçakları, silah varlığı konusunda istihbarat vermek üzere sivil toplum kuruluşları aracılıyla bilgi toplamayı hedefliyor. Sonra da sivil toplum kuruluşları doktorları kaçırıldığında ya da binaları hedef alındığında şaşkınlığa uğruyoruz. Clear (temizle) askeri aşamanın bizzat kendisidir. Bu edebiyat çoğu zaman savaş suçlarıyla ifadesini bulacaktır. Hold (muhafaza et) mevcut olan askeri iktidarın korunması ve sürdürülmesini ve elde edilen avantajın korunmasını içerir. Bu aşamadan sonra birliklerin taşınmasını kolaylaştırmak amacıyla, PRT’ler askeri üslerin, karakolların ve yolların yapımı için devreye girerler. Build(inşa)’in amacı ise insani yardım aracılığıyla halkın gönlünü almaktır.   

 

Dolayısıyla sivil halk önden tankların ve bombardıman uçaklarının teşrif ettiğini görüyor. Saldırıya uğruyor, köyler bombalanıyor ve ardından bunları yeniden inşa edecekler sahneye çıkıveriyor. Bu bölüm resmi olarak PRT’lerin görev alanı kapsamında. Ama aynı zamanda her şeye muktedir USAID’in etkisi altındaki birçok Amerikan sivil toplum kuruluşu da bu aşamada devreye girmektedir. Bunların tümü tamamen askeri mantıkla hareket ediyorlar.

 

Avrupa Komisyonu Afganistan’a İnsani Yardım Genel Müdürlüğü büro şefi Laurent Saillard’a göre yardım artık ihtiyaca göre değil ama askerleri birliklerin konumuna göre daha çok politik kriterlere göre dağıtılıyor.

 

Afgan halkının yaşadığı yoğun sıkıntılara getirilecek daha birçok açıklama vardır mutlaka ama burada saydıklarımız en azından ülkeye akıtılan milyarlarca doların neden insani gelişme anlamında bir milim ilerleme olmadığını anlamanıza yardımcı olmuştur umarım.

 

(Investig’Action www.michelcollon.info sitesinde Selma Benkhelifa imzasıyla 4 Kasım 2014 tarihinde yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir http://www.michelcollon.info/A-qui-profite-l-aide-humanitaire.html )