Skip to main content

Tahran ve çevresindeki türbeler

 İranoloji Vakfı yakın zamanda Tahran ve yakın çevresinde bulunan 118 hac yeri/türbeyle ilgili bir kitap yayınladı.[1] Çok eski tarihlerden kalma bu yerler –aralarından biri Sasaniler dönemine kadar uzanmaktadır- bugün kendi kaderlerine terk edilmediler; hacılar tarafından düzenli olarak ziyaret edilmekte ve halkın bağışları ve devletin desteğiyle bakım altında tutulmaktadırlar. İster çok şaşalı ya da çok sade, ister Tahran’ın kent dokusuna gömülmüş ya da dağ başında ücra bir yerde olsun, herkesin kendi zevkine uygun bir hac mekanı bulması mümkündür. 

 

Sözünü ettiğimiz kitap, beşeri bilimler araştırmacılarından oluşan bir grup bilim insanının iki yıl boyunca, bugün birer hac mekanı haline dönüşen Tahran ve çevresindeki tüm kutsal yerleri dolaşarak önce sahada daha sonra da kütüphanelerde gerçekleştirdiği çalışmaların meyvesidir.

Kitabın birinci bölümünde 105 hac mekanının ayrıntılı tanımlaması yer alıyor. Her biri bir mekana ayrılmış bulunan kitap bölümlerinde, sonradan hacıların uğrak yeri haline gelen bu kutsal mekanda naşı bulunan kişiye ilişkin bilgiler, türbeye ve ek yapılara ilişkin ayrıntılı bir tanımlama, yapıların inşaatına ve gördükleri olası onarımların tarihçesi ve hac yeri yakınında gerçekleştirilen dini ve kültürel etkinliklere ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Yine her bölümde yapının güncel ve eski haline ilişkin fotoğraflar yer almaktadır.

İkinci bölüm ise mezar sahiplerinin kime ait olduğu bilinmediği13 ayrı mekana ayrılmış.

Bazı tarihsel veriler

Bu hac yerlerinin birçoğu Şii imamlarının soyundan gelenlerin türbeleridir. Bu insanlar, Emevi ve Abbasi hanedanlıkları halifelerinin baskısından kaçarak Arabistan ve Irak’ı terk etmişler ve İran’a sığınmışlardır. Peygamberin ailesinden geldikleri ve adalet ve özgürlük fikirlerini övdükleri için İran’da halk tarafından saygı görüyorlardı. Akraba olmamasına karşın ünlü ve saygın şahsiyetlerin mezarlarının ziyaret edilmesi İran’da gelenektendir. Dolayısıyla da Peygamberin ailesinden gelen kişilerin gömülü bulunduğu yerlerin İranlılar tarafından ziyaret edilmesi doğaldır. Başlangıçta, gölgede kalması için mezarın üstünde sadece basit bir güneşlik bulunurdu. Daha sonra, mezarın etrafına sade kubbeli bir yapı inşa edildi. Hicri IIIncü yüzyılın (Miladi IXncu yüzyıla karşılık geliyor) başlangıcında, Şiiler Hazar Denizi kıyısında iktidarı ele geçirince, peygamberin soyundan gelenlerin ve İran’a gömülen şahsiyetlerin mezarlarına türbeler yaptırıldı. Bir yüzyıl sonra, Selçuklu Şii vezir Nizamülmülk, aralarında Rey’deki Hazreti Abdülazim Türbesi de bulunduğu üzere birçok türbe yaptırdı. 1968 yılında, aynı mekanın bugünkü giriş kapısının yanında Hicri 480 ila 490 arasına tarihlenen bir kapı bulundu. Peygamberin soyundan gelenlerinin mezarlarına türbe yapımı, İran’da Şiiliğin devlet dini haline geldiği Safeviler döneminde büyük gelişme kaydetti. Eski yazıtlar sayesinde, o dönemlerde bu binaların yapımı için bağışta bulunan bazı müminlerin ve zenginlerin ismini öğrenme imkanı bulabiliyoruz. Kaçar şahları, özellikle de Feth Ali Şah ve Nasrettin Şah’ın da türbelerin yapımında önemli katkıları olmuştur.

Mimari özellikler

Söz konusu mekanların mimarisi İran ve Irak’ta bulunan Şii imamların türbelerinden ve camilerden esinlenmiştir. Anıt mezar kapsamına girebilecek ilk yapı basit bir kubbe biçimli çatısı olan kübik ya da beşgen odalar olmuştur. Mezarların üstüne başlarda yapılan bu yapılara haram adı verilmiştir. Mezar bu odanın ortasında ya da bazen yer altında yer almaktaydı. Bu ana yapının hemen yanına tuvalet ve abdest alma yerleri yapılmıştır. Derslikler, hocanın lojmanı, öğrenci odaları, kütüphane, banyo ve mutfaktan oluşan bir medrese, Hicri takvimin ilk yüzyıllarından itibaren bu hac yerlerinin birçoğuna eklenmiştir. Kimi zaman hac mekanının yanına aynı şekilde bir mezarlık da dahil edilmiştir.

Günümüzde hacıların gereksinimlerini karşılamak üzere bunlara, hacılar için bir kulübe, müze, eski binaları onarım atölyesi, bilgi işlem merkezi gibi yapılar da eklenmiştir. Haram ın süslemeleri, türbelerin mimarisinin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilmektedir. Aynalar, avizeler, alçı süslemeler, seramiklerden oluşan bu süslemelere genel olarak türkuaz, yeşil ve altın yaldızı renkleri hakimdir. Ancak Tahran ve çevresindeki tüm hac mekanlarında bu tür süslemeler yoktur.  

Türbelerden bazıları asgari unsurlara sahip çok basit yapılardır. Bu hac yerlerinin mimarisi ziyaretçiyi dışarıdan içeriye doğru aşamalar halinde yönlendirir; yani önce dışarıda ferah, geniş bir açıklık; sonra içeriye, mezara doğru yaklaştıkça gittikçe daha çok kapanan, daralan bir alan söz konusudur. Hac ziyaretinde bulunan kişinin psişik açıdan sükunet ve yoğunlaşma haline geçişini sağlayan bu mimari özelliğe, en şaşaalısından en sadesine kadar kitapta yer bulan tüm hac yerlerinde uyulmuştur.     

Kent dokusuyla ve kent sakinlerinin gündelik yaşamıyla bütünleşmiş hac yerleri

Güneyden kuzeye, Tahran’ın eski mahallelerine dağılmış bulunan onlarca hac yeri bulunmaktadır. Kapalı çarşının içinde ve yakınlardaki yollarda, bilgi sahibi olan hacılar bazı tefekkür noktalarına kolayca ulaşabilmektedir. Kentin modern bölümünde kalan, Tacriş, Lavizan, Evin, Şizar gibi bazı eski mahallelerde de türbeler mevcuttur. Tacriş meydanında yer alan İmamzade Salih türbesi bunların en ünlüdür.

Ulaşımı çok zor olan, dağ başında ya da uzak bir köy gibi ücra yerlerde bulunan hac yerleri de vardır. Ulaşımı için önceden hazırlık yapılması şart olan ve fiziksel güç gerektiren İmamzade Davut türbesi bunlardan biridir. Yol ve ulaşım altyapısının bu kadar gelişkin olmadığı dönemlerde, İmzade Davut türbesine gitmek için birkaç gün süren bir ekspedisyon düzenlemek gerekiyordu. Bu kitapta sunulan hac yerlerinden bazıları Peygamberin soyundan gelmeyen ama hayatta iken dini mevkisinden dolayı saygı duyulan kişilere aittir. Aynı şekilde haramın içerisindeki mezarda bir bayanın bulunduğu hac yerleri de mevcuttur.

Kitapta sunulan en büyük ve en eski hac yeri kuşkusuz Rey’de bulunan ve aslında Peygamberin soyundan gelen üç ermişin mezarını barındıran Hazreti Abdülazim’e ait olan türbedir. 1979 yılına kadar İran şahları ve otuz yıldır da İslam Devriminin rehberi tarafından düzenli olarak bakımı yapılan bu yer eskiden olduğu kadar bugün de çok ziyaretçi çekmektedir. Kaçar Hanedanı Nasrettin Şah buraya düzenli olarak gelirdi. Bu sık ziyaretlerinin nedenlerinden biri de en sevdiği eşi ve ondan olan oğlunun haramın yanındaki mezarlıkta gömülmüş olmalarıydı. Aynı Nasrettin Şah bu ziyaretlerinden biri sırasında Hazreti Abdülazim türbesinde öldürülmüş ve naşı buraya defnedilmiştir.  1906’daki anayasal devrimin önderlerinden Sattar Han gibi, Kaçar ve Pehlevi dönemine ait birçok siyasi şahsiyet de aynı şekilde buraya defnedilmiştir. Hazreti Abdülazim türbesi, zamanla çevresinde gelişen etkinliklerle birlikte Rey kenti sakinlerinin sosyal ve kültürel yaşamında önemli bir yere sahiptir.

Yapıların düzenli olarak onarımı için gerekli el sanatları etkinlikleri, bundan on yıl önce kurulan Hadis Bilimleri Fakültesi, kuran okulu, kütüphane, otel, mahalle gençleri için oluşturulan kültür merkezi türbenin külliyatın bölümlerini oluşturmaktadırlar. Kentin kapalı çarşısında yer alan birçok dükkan da bu hac yerinin parçasıdır.

Rey kentinde bundan başka birçok hac yeri daha bulunmaktadır. Bunlardan biri olan İbni Babuye’de, Hicri 381 yılında (Miladi 902) Rey’de vefat eden,  birçok esere imza atan Şii dinbilimci Şeyh Sadık’ınki gibi birçok ünlü şahsiyetin mezarı bulunmaktadır.

Rey yakınlarındaki bir dağın eteklerinde bulunan ünlü hac yerlerinden bir diğeri de Bibi Şahbanu’dur. Yapılan araştırmalar bu türbede yatan kişinin tam olarak kim olduğunu öğrenmemize yeterli olamamıştır. Efsaneye göre, üçüncü Şii imamı İmam Hüseyin ile evlenen son Sasani İmparatoru Yezdigirt III’ün kızı olan Bibi Şahbanu, Medine’ye savaş tutsağı olarak götürüldükten sonra ve naşı buraya gömülmüştür. Ancak bu efsane gerçek olmamalı zira Bibi Şahbanu oğlu Zeynelabidin’in doğumu sırasında yaşamını yitirmiş ve büyük olasılıkla da Medine’ye gömülmüştür. Çok eski yapı gerçekten de Sasani devrine aittir: burası İslam öncesi dönemde bir ateş tapınağı (Ateşkade) idi. Hicri IVncü yüzyıldan (Miladi Xncu yüzyıl) itibaren mezarlık olarak kullanılmıştır. Bibi Şahbanu türbesi, hakkındaki efsaneler ve eskiliği nedeniyle Tahran ve çevresinde, ister mümin ister turist olsun herkes tarafından çok tercih edilen türbelerden biridir. Merkezde yer alan mezarın üstündeki 900 yıllık sanduka bu kitapta tanımı yapılanların en eskisidir. Ayrıca Bibi Şahbanu taş kubbeye sahip nadir türbelerden biridir.

Kitabın giriş bölümünde, türbelerin kime ait olduğunu öğrenmenin, İranlıların tarihsel ve kültürel geçmişleriyle bağlarını korumalarını sağladığı vurgulanmaktadır. İranoloji Vakfının bu kitabı yayınlama amacı da budur. Tahran ve çevresinde yer alan hac yerlerine yönelik yapılan ayrıntılı ve titiz tanımlamalar bu eşsiz kitaba değer katıyor. Okuyucu söz konusu kitapta bu mekanların mimarisine ve tarihçesine ilişkin değerli bilgilere ulaşma imkanı bulacaktır.     

(La Revue de Téhéran dergisinin Mart 2010 tarihli 52nci sayısında Djamileh Zia imzasıyla Fransızca yayınlanan yazıdan Türkçeleştirilmiştir).

 

[1] Hassan Habibi yönetiminde, Emâmzâdeh-hâ va torbat-e barkhi az pâkân va nikân  (İmamzadeler ve bazı dini şahsiyetlerin mezarları), Cilt 1 (Tahran, Şahmiran ve Rey kentlerini içeriyor), Bonyâd-e iran-shenâssi yayınları (İranoloji Vakfı), Tahran 2009.