Skip to main content

Setif 1954

 Kasım 1954. Saf değiştirerek aralarına katılan bir Fransız subayıyla birlikte bir direniş grubu, Setif kenti ve çevresindeki yüksek platolarda işgalci Fransız Ordusuna karşı amansız bir mücadeleye girişir.

Roman kahramanı Dahmani, düşmanı bulunduğu her yerde vurmaya kararlıdır. Ancak daha çok sivilleri hedef alan Fransız askerlerinin ve işbirlikçi paralı askerlerin yürüttüğü karşı saldırı, devrimcilerin eylemlerini zorlaştırmaya başlar.

Kahraman Cezayir halkının ve FLN (Ulusal Kurtuluş Ordusu)’nin Kasım 1954’te başlattığı ayaklanma 1962’de bağımsızlık ve zaferle sonuçlanacaktı.

 

« Kılavuz yolu iyi biliyor. Bir saat bile dolmadan, gerisinde bıraktığı adamlar aceleyle dağın içerisindeki bir tür oyuğa dalıyorlar. Hemen altında doğanın kendiliğinden küçük bir yarık açtığı devasa bir kaya bu: insan eliyle yarık boyunca ufak mağaralardan oluşan uzun bir koridor yaratılmış. Bu geri çekilme yeri, bu sığınak dışarıdan zorlukla tespit edilebilir. Gündüz dahi fark edilmesi imkansız. Birbirine girmiş bodur ağaççıklardan oluşan canlı bir bitki örtüsü ve yabani asma kayalık yamaç duvarı doğal yeşil bir tabakayla örtüyor; yaklaşırken dahi buranın girişini tahmin etmek mümkün olmuyor. Bir kez içeriye girdik mi, zayıf bir ışıkla aydınlanan geçiş yerini aştıktan sonra kaya içerisine oyulmuş oda büyüklüğünde bir bölüme ulaşılıyor. Burada sırtlarını duvara dayamış yerde oturan ona yakın adam var. Bir kısmı Burnuslarının içine gömülmüş, diğer bir kısmı ise Cellabalarının içerisinde emin ve vakur bakışlarıyla yeni gelenleri izliyor. Tıraşsız yüzlerini kaplayan birkaç günlük yabani bir sakal bakışlarını soğuk ve ciddi kılıyor. Bazılarında av tüfekleri, bazılarında ise önlerinde, yere koydukları Mat 29 makineli tüfekler var. Kılavuz hızla ortadan kaybolup yerini adamları selamlamak için ileriye atılan Dahmani’ye bırakıyor. Selamına topluca yanıt veriyorlar. Aralarından biri, en yaşlı olanı, onu görünce ayağa kalkıp onu öpüyor ve içeriye girenlere yüzünü dönerek cesaret dolu gülüşüyle onlara hoş geldiniz diyor. Adamın adı Hadj; bu tabi ki onun takma adı; gerilla grubunun lideri. Bütün militanlar gerçek kimliklerini gizlemek için sahte kimliklerine yazılmış takma adlara sahip. Hadj bakışları Fransız yüzbaşıya takılıyor. Kafasını Dahmani’ye çeviriyor. O da kafasını öne sallayarak onu onaylıyor. Hadj, esir alınmasından hareketle Dahmani’nin sorumluluğunda gerçekleştirilen harekatta sorun çıktığını anlıyor. Dahmani tutsağın elindeki bağın çözülmesini istiyor. Mahmut ipi çözüyor ve tutsak ellerini önüne alarak bileklerini birbirine sürtüyor. »

--

« Barajdaki asker kimlikleri kontrol etmeye devam etti. Herhangi bir şey bulmadı. İki, üç, dört adam daha. Yine bir şey yok. Elindeki kayıtlarla örtüşen hiçbir işaret yok. Amine’e doğru yöneliyor. Ardından tutsak Fransız Yüzbaşı Michel’e. Uzun süre bakışıyorlar. Kaygılanan Dahmani onları göz ucuyla izlemeye çalışıyor. Yüzbaşı gözlerini yere dikiyor. Eğer konuşmaya başlarsa hepsi hemen oracıkta kurşunlanırlar diye geçiriveriyor aklından. Yüzbaşı vatandaşının keskin bakışları altında çözülmüyor. Sanki asker kılık değiştiren Yüzbaşının kıyafetlerinden herhangi bir ipucu elde etmiş gibi ondan kimliğini isteyiveriyor. İşçiler Michel’in isyancıların rehin aldığı Yüzbaşı olduğundan habersizler. Ancak bundan haberdar olanlar şu anda soğuk terler döküyorlar. Dahmani başını öne eğiyor, biraz sonra gerçekleşecek katliamı görmemek için gözlerini kapatıyor. Yanında oturan Amine müdahale etmeye hazırlanıyor. Michel elini ceketinin cebine atıyor, kimliğini bulmuş olmasına karşın biraz daha zaman kazanmak için her yerde kimliğini arıyormuş gibi yapıyor.

- Daha hızlı! Diye bağırıyor asker.

Ara sıra Teğmenin buyruklarıyla bölünen olayların zorunlu kıldığı sessizlik anında şoför Hamudi cesaretle müdahale ediyor:

- O özürlü, Komutanım. Dilsiz, konuşamıyor.

Bu sözleriyle birlikte tüm gözler kurnaz şoföre yöneliyor. Subay bir kez daha rolünü gayet güzel oynayan Michel’i bakışıyla süzüyor ve Hamudi’nin tanıklığından şüphe etmeksizin askere yaptığı kontrolü sonlandırması emri veriyor:

- Tamamdır.

Ardından ortama yeniden derin bir sessizlik çöküyor ve kimse bunu bozmaya cesaret edemiyor. Böylece iki ya da üç dakika geçiyor. Anlaşılan Yüzbaşı daha önce hiç isyancı görmemişti. Hamudi’ye parmağıyla yaklaşması için işaret yapıyor.

- Ee, nerede bu Fellagalar? diye onu sorguluyor.

Şoför telaşla subayın yanına koşuyor ve matemsi bir tavırla bedeniyle önce eğilerek ardından gösterişli bir hazır ola geçiyor. Fransız askeri devam ediyor:

- Çinko madeninin işçileri mi bunlar?

- Evet, Yüzbaşım, diye yanıtlıyor onu, göz göze gelmemek için kafasını öne eğerek.

- Tamam, haberimiz var, devam edin şimdi. Eğer olağanüstü bir şeyle karşılaşırsanız bize haber vermeyi unutmayın diye ekliyor. Arkasını dönüp aracına yöneliyor. »

--

« Avluda büyük bir karmaşa var: yolla kışla arasında girip çıkan kamyonların bitmek bilmeyen balesi. Yine insanlar tutuklanıyor. Bu kez bu düzensizliğe son vermek kararlılığıyla daha sert vurmaya kararlılar. Paris’ten ve Alger’deki generallerden alınan talimat bu yönde. Askerler geliyor, gidiyor, her yöne koşuşturuyor, alışılagelen denetimlerin yapılması beklenirken, getirdikleri sivilleri duvara yaslıyor, bir bölümünü yere oturtuyor.  Bir tutsak grubunun yanından geçerken ve avludaki lambalardan sızan ışıkla çok az aydınlanan yarı karanlığa rağmen Dahmani Si Ammar’ı görür gibi olur.

Akademinin arka tarafında bir fırın işlete eski bir arkadaş bu. Murabut Çeşmesi karşısında yer alan çeşme başı kahvesindeki bir kahvede sık sık karşılaşıyorlardı. İkisi de politika konuşmaktan hoşlanıyordu. Saatlerce dünyadaki kurtuluş hareketlerini anlamaya çalışıyor, İkinci Dünya Savaşının sonuçlarının, sömürgeleştirilmiş ülkeleri ve ABD karşısında Rusya’daki gelişmeleri tartışıyorlardı.

İki adam şimdi birbirilerine öylesine yaklaşmışlardı ki birbirilerini baştan aşağı süzdüler ve hatta Dahmani biraz yavaşlama gereği duydu. Asker, daha hızlı yürümesini emrederek onu ileriye doğru kaktırdı. Hava karardı ve sokak lambalarının ışığı daha da belirginleşti. Kasım ayının sonlarıydı. Geceler gittikçe soğuk oluyordu. Kocaman gri bulutlarla kaplı gökyüzü havada salınan nemle yüklü bir serinlik gönderiyordu. Üç adam sade cepheli, birinci kat pencereleri parmaklıklı olan küçük bir binaya doğru ilerlediler. Işıkları yanan iki ya da üç ofiste kafaları masalarına eğik meşgul adamlar seçilebiliyorken, giriş katı boyunca delikli duvardan küçük ışıklar sızıyordu. Ortada bir asker tarafından korunan ağır demir parmaklıkla örtülü kalın bir ahşap kapı bulunuyordu. Burası kışlanın hapishanesi. Geldiklerini görünce kapıdaki görevli onları içeriye aldı ve kapıyı hemen arkalarından kapattı. Koridor karanlık ve soğuk tütün kokuyor. İlginç diye düşünür kendi kendine Dahmani bütün askeri mekanlar birbirine benziyor.

Her bir yanında sağlam kapılarla kapatılmış iki sıra hücreden oluşan uzun bir koridorda buldular kendilerini. Kapılardaki vasistas boyundaki küçük açıklıklar gardiyanlara tutukları gözetleme imkanı veriyor. Son hücrenin hemen yanında bulunan dar bir odadaki her zaman açık olan ve tüm eşyası bir masa ve sandalyeden ibaret olan nöbetçi gardiyanın ofisi bulunuyor. Askerlerden biri tutsağı gardiyanla birlikte bırakarak içeriye girer. Aralarında konuşurlar. Ceplerini boşaltır, kemerini çözer ve ayakkabı bağcıklarını çıkarmasını emreder. »

« Setif kışlasında gece yavaşça yerleşmeye başlar. Dahmani bunu çevresinde hüküm süren sessizlikle birlikte daha çok hisseder. Askerlerin temaşası göründüğü kadarıyla yatıştı. Lamba işlevi gören yarıktan süzülen aydınlık ağı çelimsiz ışığıyla içeriyi tutsağı zifiri karanlıkta bırakmayacak şekilde çok zayıf bir şekilde aydınlatıyor. Canını yakan ayakkabılarını çıkarıp, gözleri açık tavana dikilmiş halde döşeğe uzanıyor. Belki onu almaya gelip serbest bırakırlar umuduyla uzun süre bu şekilde bekliyor. Bir süre sonra yaklaşan ayak sesleri duyar gibi olur. Dikilip kapıya yöneliyor ve kafasını demir kapıya dayıyor. Hiçbir şey duymuyor. Kulağı kapıya yapışık halde kalakalıyor. Birden koridorun öteki yanından gelen bir kilit tıkırtısı duyuluyor. Ses daha da netleşiyor, bir kapı çarpıyor ve ardından sessizlik. Öteki uçtan zayıf adım sesleri duyuluyor ama öylesine az duyuluyor ki kaç kişi olduğunu dahi anlayamıyor. Kulağını bu kez en küçük bir hareketi algılayabilmek için duvara daha güçlü bir şekilde dayıyor: bu kez yanılıyor olamaz, ritimli bir adım sesi bu. Yeni bir tutsak geliyor, diye düşünüyor kendi kendine. Koridorda emirler yağdıran bir askerin sesi yankılanıyor. Bir kapının kilidi paldır küldür açılıyor ve kapı gıcırdayarak kapanıyor. Ardından ayak sesleri yavaşça uzaklaşıyor ve tutsaklık gecesinin ayazında yankıları azalıyor. Gece boyunca uyuyor. Yere kayan örtüyü geri çekmek için ara sıra uyanıyor ve kamburlaşmış bedenini ısıtmaya çalışıyor. Sabah gözlerini açtığında düne göre daha da küçülmüş görünen küçük hücreyi daha da ayrıntılı keşfetme imkanı buluyor.

Gözleri yatağının hemen üstündeki gri duvara takılıyor. Burada daha önce kalan tutsakların yazdıklarını çözebilmek için dirseklerine dayanarak yarı yarıya dikiliyor. Bazı yazılarda sevgililere ait anılar yer alırken daha az romantik olan diğerlerinde “acı çekmek insanlara özgüdür” ya da “acı çek ve sus, insan olduğunu hatırla!”. Yazılar duvar yüzeylerini dolduruyor ve yazarlarının acı dolu yalnızlıklarında buradan hüzünlü geçişlerine tanıklık ediyor. Sert ve soğuk betonun büktüğü bedeniyle döşeğinden zorlukla ayağa kalkıyor, lavaboya doğru yöneliyor ve yüzünü musluğun altına sokuyor. Saat kaç acaba? Biraz esneme hareketi yapıyor ardından oturmak üzere ot şilteye geri dönüyor. Ardından dayanılmaz beklemeye devam. »

« İlk ateşi Michel açıyor ve asker daha silahına davranma imkanı bulamadan yere yığılıyor. Dahmani bir adım ileri atıyor ve sivil ihbarcıya iki el sıkıyor. Kolları gerili halde silueti geriye bükülüyor ve dengesizleşince başındaki örtü yana kayıyor ve bedeni ağır bir kütle halinde yere düşüyor. Şaşkına dönen askerler karşılık veriyorlar. İki arkadaş, önlerinde uzanan ve ilkokulun bulunduğu Dr.Aubry caddesine yöneliyorlar. Birkaç santimetre yakınlarından vızıldayarak geçen kurşunlar kaldırımın kenarından sekiyorlar. Çeşmenin karşısında daha sandalyelerini yeni yerleştirmeye başlayan Barış Kahvesi’nin camına isabet eden bir kurşun camların tuz buz yere serilmesine yol açıyor. Garson yere yüzüstü uzanıp hareketsiz kalıyor. Dahmani ve Michel bir sonraki sokağa doğru öylesine hızlı koşuyorlar ki kaymakamlık binasının önündeki polisin dikkatini çekiyor ve polis arkalarından düdük çalmaya başlıyor.

Delucca Caddesinde kapısını açık buldukları bir binaya dalıyorlar. Nefes nefese holde biraz soluklandıktan sonra içgüdülerini izleyip merdivenleri tırmanıyorlar ve son kattaki kapaktan çatıya çıkıyorlar. Sonra terasın kenarından ihtiyatla dışarıyı izliyor. Tüm kent ayağa kalkmış durumda. »

(Cezayirli yazar Abdelkader Benarab’ın Fransızca yayınlanan “La bataille de Sétif” -Bahaeddine Editions 2nci baskı 2013 - adlı kitabından derlenmiştir).