Anastasia
Egemenleri altüst eden, bugün bile kabuslar görmelerine neden olan güzellemeyi lekelemek için fırsat bildikleri uyduruk bir efsanedir bu sarıldıkları. Lanetli pay hırsızları İmparatorluğunun tırnaklarımıza kadar işleyen biyo-iktidarına karşı, kendi irademizle ömrünü tüketmek üzere olan yeryüzüne getirdiğimiz son çocuklarımıza paylaşmayı, eşitliği, ortaklaşmayı, en basit yaşamsal davranışlarımızdan hareketle anlatmaya çalıştığımız bir dönemde, Anastasia çizgi filminde Ekim Devriminin kahramanı Bolşeviklerin gözü dönmüş katiller gibi gösterildiğini izlerken işimizin çok zor olduğunu bir kez daha anlamıştım. Kuşatma bu kez 50 milyon dolar bütçeli 1997 yapımı şarkılı sözlü danslı “şirin” bir animasyon çizgi filmle çocuk bilinçaltlarına kadar uzanmak üzere kapımıza dayanmıştı.
Benim Anastasia’yla ilk tanışmam, çoğunluğu mor ve pembe renkli çizgi romanla değil, 7-8 yaşlarımda izlediğim 1956 yapımı Ingrid Bergman ve Yul Brynner’in oynadığı aynı adlı filmle olmuştu. Çoluk çocuk Çar ailesinin kurşuna dizilme sahnesi dün gibi hala aklımda dipdiri olsa da, bu etkiye rağmen o dönemlerde orak ve çekicin temsil ettiği ve insan emeğinin sömürülmediği eşitlikçi ve ortaklaşmacı dünya ülküsünden hiçbir zaman vazgeçmedim. Demek ki film, karşı propaganda her zaman etkili olmayabiliyormuş.
Devrim sonrası beyinlerde yaşanan travmanın da etkisiyle “efsane” haline gelen Anastasia Nikolayevna’nın dirilişi öyküsüne ilişkin çok da iddialı olmayan aşağıdaki yazı aracılığıyla bir göz atalım. Bakarsınız bu hikayelerin geçtiği mekanlara bir gün gelir yolumuz düşer.
***
1918’de Ipatief’lerin mütevazı evi, bir anda muhtemelen Rusya’nın en iyi korunan evi haline gelmişti: bir kısmı dışarıya, bir kısmı ise içeriye dönük toplam on dört sabit nöbet noktası; evin çevresinde bir devriye hattıyla bölünmüş iki sıra tel örgülü çit. Çatı penceresinin gerisinde her an ateşe hazır bir makineli tüfek. Bu yoğun önlemler, Çar Nikola, eşi ve beş çocuğu, yani şehzade Alexis ve Büyük Düşesler Olga, Maria, Tatiana ve Anastasia gibi önemli tutsaklar için alınmış. Nöbetçiler Moskova’da iktidarı ele geçiren Bolşeviklerin vereceği emirlerini bekliyorlar.
Çarın iktidardan alaşağı edildiği Mart 1917’den beri hükümet imparatorluk ailesini ne yapacağını bilememektedir. Leningrad yakınlarındaki bir sarayda, aralarında Doktor Botkine’nin de bulunduğu birkaç sadık hizmetkarla birlikte gözetim altında tutulmaktadırlar. Kızıllar henüz tam kararlarını vermemişlerdir; Çar’a bağlı Beyaz Ordu Rusya’nın büyük bir bölümünü kontrol altında tutmaktadır ve Bolşeviklerin elinde güçlü olduğu kadar belalı bir politik kart olan Çarı bulup kurtarmaya çalışmaktadırlar. Nisan 1918’de tutsaklar Ural’ların yakınındaki Ekaterinburg’a, yurttaş İpatieff’in onların yerleştirilmesi için kamulaştırılan evine gönderilirler. Dört ay boyunca Çar ve ailesi kaygı içerisinde beklerler: Beyaz Ordu tarafından kurtarılabilecekler mi, yoksa daha da uzağa mı gönderilecekler?
Beklenen emir, 16 Temmuz’da doğrudan Moskova’dan gelir. Partinin siyasi komiseri Jacob Yurovski adamlarına haber verir. Gece yarısı, Rusya’nın son Çarının ailesi ve hizmetkarları evin bodrumuna indirilirler.
Yurovski soğukkanlılığını bozmadan “yurttaş Romanov… sizinkiler sizi kurtarmaya çalıştı… Sizi kurşuna dizmek zorundayız” der. Çar tereddüt eder, İmparatoriçe hac çıkarır. Yurovski ilk kurşunu sıkar. Bu yaylım ateşin işaretidir. Silahlar patlar, bedenler yere yığılır. Askerler son kurşunlarını da boşaltırlar. Silahlar sustuğunda yere on bir beden uzanır. Cesetler çarşaflara sarıldıktan sonra avluya taşınır. Kapının önünde bir kamyon beklemektedir. Bedenler kamyona yüklenir. Kortej şafak vakti ormanın içerisine dalar. Çukurlarla kaplı yolda ilerleyen araçlar kentten yirmi kilometre kadar uzakta, bir çeşit açıklıkta dururlar. Açıklığın orta yerinde artık kullanılmayan bir maden kuyusu bulunmaktadır. Çar taraftarlarının iddialarına göre üzerilerine benzin dökülen cesetler ateşe verilir ve üç gün, üç gece boyunca yanar. Amiral Koltchak’ın komutasındaki Beyaz Ordu 25 Temmuz’da kenti ele geçirir. İnfaza ilişkin, giysiler, dişler, gözlükler ve Büyük Düşeslerin korse parçaları gibi bazı kalıntılara ulaşsalar da artık çok geçtir.
KİMLİĞİ MEÇHUL KIZ
1920 yılının bir Şubat akşamında, Berlin’deki Landwehr su kanalının kıyısında, sıkıca giyinmiş ve sefil bir şala sarınmış bir kadın kanalın sularını izliyordu. Çok da uzağında olmayan bir polis memuru ise onunla hiç ilgilenmiyordu. Birdenbire kadın suya atlar ve buz parçacıklarının arasında çırpınmaya başlar. Polis memuru arkasından atlar ve onu kıyıya getirir. Yoksul giysiler içerisindeki kadın genç ve hatta güzeldir. Siyah çorapları, siyah botları, siyah bir eteği, üzerinde baş harflerinin yazılı olmadığı kaba ketenden iç çamaşırları, bir bluz ve büyük bir şalı vardır. Hiçbir kimlik belgesi yoktur. Tek bir kelime dahi konuşmamaktadır. Polisler onu hastaneye götürürler. Kimliği meçhul kız burada yatağına oturmuş, çevresine ilgisiz, sessiz ve gözleri dalgın bir şekilde durmaktadır. Ancak Mart ayı sonunda ağzından Almanca birkaç kelime duyulabilir: “Kimseyle bir şey konuşmak istemiyorum”. 30 Mart 1920’de yabancıların konulduğu bir barınağa yerleştirilir. Bir buçuk yıl boyunca burada kalır.
BİR KOMŞU
Kendi halinde bir kadındır: Hiçbir zaman hiçbir şekilde sinirlenmez; sadece fotoğrafının çekilmek istendiği anlar hariç. Çok kitap okumaktadır ve koğuş arkadaşı, bir zamanlar Rusya’da terzilik yapmış, elli yaşlarında bir çamaşırcı olan Marie Peuthert ile tek tük konuşmaya başlar. Bir gün, bu kadın ona Çar II.Nikola’nın üç kızının olduğu bir gazete makalesi gösterir. Meçhul kız sarsılmıştır: eski terzi içgüdüsünün dürtüsüyle ona “kim olduğunu biliyorum” der.
Birkaç gün sonra Marie kendisine bir Gotha, Larousse’un Avrupa’daki soylulara ilişkin kitabını ödünç verir. Kimliği meçhul kız bu kitabı haftalarca okur. Ocak 1922’de Marie barınaktan ayrılırken meçhul kıza kendisiyle ilgileneceği sözü verir.
ANASTASIA?
Mart 1922’de Marie, Rus imparatoriçesinin zırhlı alayının eski Teğmeni Schwabe ile karşılaşır. Teğmen meçhul kızla görüşmeyi kabul eder. Onunla nazikçe konuşur. Çok şaşırır ama kız Rusça anlamamaktadır. Annesi, İmparatoriçe’nin fotoğrafını tanımamaktadır. Hafıza kaybı mı? Olabilir, insanların savaş travması nedeniyle ana dillerini tümüyle unuttukları görülmüştür. Schwabe İmparatorluk ailesinden bazı kişilerin kızla gelip görüşmeleri konusunda ısrarlı olabilecek kadar konuyu önemser.
Haber Berlin’de Rus göçmenler arasında yayılır yayılmaz meçhul kız çiçek ve hediyelere boğuluverir. Ziyaretlerin sonuçları ikna edici değildir: çocukluğundan beri büyük düşesleri tanıyan ve infazdan altı hafta kadar önce Ipatieff’lerin evinde bulunan imparatorluk ailesinin saygın hanımefendisi Baroniçe Iza Buxhoeveden, İmparatorluk ailesine ait kişisel eşyaları dahi tanımayan kızla Anastasia arasında hiçbir benzerlik bulmaz. Ama Anastasia’nın dadısı ve oyun arkadaşı Tatiana Bodkine onu tereddüt etmeden tanırlar.
Baroniçe Kleist barınaktan kızı kendisine emanet etmelerini ister. Kleist’lerin küçük evi hiç boş kalmaz. Berlin’deki tüm Rus göçmenler küçük Annie olarak adlandırılan kızı görmeye gelir. Ona fotoğraflar, kitaplar getirilir, kendisine devrim öncesi günler anlatılır.
İzleyen aylar boyunca kendine güveni geri gelen kız öyküsünü anlatmaya başlar. Ekaterinburg’taki bodrumda o da vardır. Anında can veren Tatiana’nın arkasındayken aldığı mermi yaralarıyla bayılmıştır. Kendine geldiğinde iki adam ve iki kadının bulunduğu bir at arabasına yüklenmiştir. Adamlar, infaza katılmayı reddeden Çaykovski adıyla anılan ve cesetleri ortadan kaldırmakla görevlendirilen Bolşevik muhafızı iki kardeştir. Cesetleri ellediklerinde kızın hala nefes aldığını fark etmişlerdir. Ona Rusya’yı gizlice terk etmesi için yardımcı olmaya karar vermişlerdir.
Bolşeviklerden ürken Anastasia gizlenmeye devam eder. Sonunda kardeşlerden biriyle evlenecek ve Aralık 1918’de ondan bir çocuk doğuracaktır. Bir süre sonra, Bolşevik ajanlar tarafından tanınan kocası tutuklanır ve asker kaçağı olduğu gerekçesiyle infaz edilir. Anastasia böylece depresyona girer. Bebek elinden alınıp bir başka aileye emanet edilir. Kayınçosu Serge onu daha güvende olacağı Berlin’e götürmeye karar verir. Ama oraya vardıkları gün, Şubat 1920’de bu kez Serge ortadan kaybolur. Umutsuzluk içerisinde ve tükenmiş bir halde Anastasia intihar etmeye karar verir ve su kanalına atlar.
Hikayesi öylesine gerçekçidir ki en saygın Rus soyluları ona inanır; ama başkaları ise onu sahtekarlıkla suçlar. 12 Ağustos’ta olan olur. Annie aniden Baron’un evinden yok olur. Üç gün boyunca kendisinden haber alınmaz. Döndüğünde hiçbir açıklama yapmaz; ancak üzerinde aynı giysiler vardır.
Polis müfettişi Grunberg onu evine alır. Annie tükenmiş durumdadır. II.Nikola’nın ablası Prenses İrène onu gizlice evde ziyaret eder. Annie ilk kez imparatorluk ailesinin çok yakın bir üyesiyle birlikte olma imkanı bulur. Prenses onu kesinlikle tanımaz. Öte yandan bir başka Rus mülteci olan, 40 yaşındaki Harriet von Rathlef-Keilman onun Anastasia olduğuna ikna olur. Çariçe’nin eski oda hizmetçisi Volkof zengin dul kadın ve kardeşi tarafından gönderilir. İkna olmadan geri döner. Fiziksel olarak bir benzerlik bulmasa da kız sorulara mantıklı yanıtlar vermiştir. Daha önemli bir tanığın gönderilmesine karar verilir: Fransız Pierre Guillard.
YA GERÇEKSE?
Çariçenin eğitmeni olan Guillard, Anastasia’yı her gün görme imkanı bulduğu on iki yılını ailenin mahremiyeti içerisinde geçirmiştir. Hatta Ipatieff’lerin evinde dahi kalmıştır. Guillard da kızı Anastasia’ya benzetmez ama kız Büyük Düşeş Olga’nın Tatiana’ya taktığı “Schwibs” lakabı gibi çok az insanın bildiği Büyük Düşeşlerin mahremiyetine ilişkin çarpıcı ayrıntılar konusunda bilgi sahibidir.
1925 yılının Ekim ayında, Guillard’lar Büyük Düşeş Olga ile birlikte Almanya’ya geri dönerler. Görüşme ikna edici değildir. Yalnız, kadın kendini gerçekten de Anastasia sanmaktadır. Sonraki yıllarda kimliğini kabul ettirmek için bir hukuksal mücadele başlatan kadın Rus diasporası tarafından davet edilir. Ona Anna Anderson diye yasal bir isim verilen ABD’de kalır. Kötü bir karaktere sahiptir, insanlara tepeden bakar ve saflığından dolayı istemese Çarın servetini ele geçirmeye çalışan dolandırıcılara alet olur.
Kimliğini kesin bir şekilde tanıyabilecek olan kişilerin büyük bir çoğunluğu ölmüştür. Hayatta kalanlar ise genç kızın gerçekten Anastasia olması durumunda Romanov’ların mirasından aldıkları payı kaybetme kaygısı içerisindedirler. Söz konusu olan miktar azımsanmayacak kadar çoktur. Romanov’ların devasa servetinin büyük bir kısmının devrimden hemen önce İsviçre ve İngiliz bankalarına yatırıldığı anlatılmaktadır. Sadece nakit olan bölümü için 7 milyar franktan söz edilmektedir. Çarın Almanya’daki malikaneleri ve malları ayrıca birkaç milyar değerindedir. Dolayısıyla onu tanıyan İmparatorluk ailesi mensuplarının neden çekingen davranıp kendilerini birden geri çektikleri daha iyi anlaşılıyor.
Romanov ailesinin reisi haline gelen Çarın kuzeni ve tacın sahibi Büyük Dük Cyrille bir defa da olsa kendisiyle görüşmeyi reddeder ve bu konunun artık kapandığını ilan eder.
Bu arada Anastasia, Büyük Dük Ernest de Hesse’in iki ülke savaş halindeyken Almanya’dan Rusya’ya geldiğini anlatır. Hainlikle suçlanan Büyük Dük genç kızın Anastasia olduğunu kabul etmez ve bu yolda diğer aile üyelerine de baskı yapar. Bununla birlikte, Çarın kız kardeşi Prusya Prensesi İrène genç kızın alnının ve gözlerinin Anastasia’ya benzediğini söyler. Büyük Dük André de aynı şekil kızın Düşeş olduğunu belirtir.
1933 yılında Berlin Hukuk Mahkemesi, Çar’ın Almanya’daki varlıklarına ilişkin altı İmparatorluk ailesinin taleplerini kabul eder ki bu da bir şekilde Anastasia’nın öldüğünün kabul edilmesi anlamına gelir.
Ancak Annie’nin mücadeleden vazgeçmez; avukatları kararı temyiz etmeye kalkışırlarken o da kendisine ayrıntılı tıbbi analizler yaptırır. Röntgende kafatasında tüfek dipçiği kaynaklı olabilecek ciddi yaralanmaların olduğu ortaya çıkar. Yine sağ kürek kemiğindeki bir yara izi de Anastasia’nın İmparatorluk ailesinin sağlık belgelerindeki izle örtüşür. İkinci Dünya Savaşı konunun bir kez daha mahkemeye taşınmasını engeller.
Savaş sonrasında ise tarihçiler Anatasia’nın sözünü ettiği şekilde o dönemde Büyük Dük’ün Rusya’yı ziyaret ettiğini teyit ederler. Ama Mayıs 1968’de Hamburg Mahkemesi yapılan başvuruyu reddeder: Anna artık mücadeleyi sürdürmekten vazgeçer. Şubat 1984’te vefat eder.
Yıllar boyunca, SSCB’nin çöküşüne kadar birçok insan Romanov’ların öyküsünün İekaterinbourg’taki evin bodrumunda sonlanmadığına inanırlar ve Anastasia isminin “Yeniden Dirilen” anlamına geldiğini hatırlatırlar. Ancak Bolşeviklerin gizli polisinin arşivlerinin halka açılması ve özellikle de yapılan DNA analizleri, Anna’nın çok içten olmasına karşın “Yeniden Dirilen” olmadığını kesin olarak ortaya koymuştur.
CLAUDE MARCİL
(http://www.sciencepresse.qc.ca/dossiers/affanastasia.html – Claude Marcil /