Skip to main content

Yunanistan'ın gizli savaşı

 Amerika Birleşik Devletleri liberal düzeni korumak amacıyla, 1967 yılında Yunanistan’da çok azınlıkta olan küçük bir askeri çete aracılığıyla, çoğunluğa dayanan ve meşru bir hükümeti devirmekten kaçınmadı. Amaçları Yunanistan’ın Sovyetlerin uydusu olmasını engellemekten daha çok Balkanlarda denetimi elde tutmaktı. Bu darbe, Washington’un demokrasi anlayışı konusunda bize çok şey anlatmaktadır.
Faşist diktatör Benito Mussolini’nin emriyle İtalyan birlikleri 1940 yılında Yunanistan’ı işgal etmeye kalkarlar, ama halkın kitlesel direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalırlar. Ertesi yıl, Duce’nin uğradığı bozgunu hoş karşılamayan Hitler, bu kez kendi askerlerini gönderir ve ülkeyi işgal ederek onu Mihver devletleri güçlerinin denetimi altına sokar.

 

Bu arada Yunanlılar teslim olmamıştır. Savaş süresince kararlı bir direnişle karşı karşıya kalan Alman Ordusu, ülkede denetimi ele geçirmekte bir hayli zorlandı. İtalya ve Fransa’da olduğu gibi, Yunanistan’da da faşist işgale karşı direniş hareketleri içerisinde komünistler başı çekiyorlardı. Yunanistan Komünist Partisinin (KKE) girişimiyle işgalden birkaç ay sonra Halk Kurtuluş Ordusu ELAS kuruldu. Saflarında tüm sol eğilimlerden gelen partizanlar ve kadınlar kadar, aralarında Başpiskoposların da bulunduğu dini adamları da savaşıyordu. ELAS’ın siyasi kolu EAM örgütüne de komünistler hakimdi. O dönemlerde yedi milyon nüfusa sahip olan Yunanistan’da, 50 000 kişi ELAS’ın aktif savaşçısı iken EAM’a üye olanların sayısı iki milyona yaklaşıyordu.

ELAS Nazilerin baş belasıydı ve ülkenin denetimini yeniden ele geçirmek için her şeyi deneniyordu. Halk Kurtuluş Ordusu yürüttüğü harekatlarda, subayları Yunanlı direnişçilere sahada danışmanlık yapan ve onlara silah ve mühimmat sağlayan İngiliz SOE’nin (Special Operation Executive, İkinci Dünya Savaşında İngilizlerin işgal altındaki ülkelerde direnişi desteklemek için kurduğu gizli özel kuvvet – ç.n.) desteğini alıyordu. ELAS savaşçılarıyla SOE’nin irtibat elemanları arasında sayısız dostluklar kuruldu. Ancak Mihver devletlerinin yenilgisinden sonra Yunanistan’ın komünistlerin kontrolüne geçmesinden korkan Başbakan Winston Churchill 1943 yılında ELAS’ı desteklemekten vazgeçince, siper kardeşleri aniden ayrılmak zorunda kaldılar. Churchill, 1943 Ekim’inde Balkanların paylaşımını yapmak üzere Dışişleri Bakanı Anthony Eden’i gizlice Stalin’e gönderir. Yalta’da varılan anlaşma Amerikalı ve İngilizlere Yunanistan’da meydanı boş bırakılmasını, Romanya ve Bulgaristan’ın ise Sovyetlerin denetimine geçmesini öngörüyordu.

 

Yunan komünist ve sosyalistlerinin etkisini azaltmak amacıyla Londra, muhafazakar bir hükümetle ülkeyi yönetecek olan eski Yunan Kralı’nı yeniden iktidara getirmeyi öngörüyordu. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Foreign Office’in 20 Mart 1943 tarihli talimatı bu geri dönüşe dikkat çekerek « SOE’nin sistematik bir şekilde Kralı desteklemeye hazır gruplara yönelmesi ve monarşi karşıtı güçlere Kralın majestelerinin desteğine sahip olduğunu iyice anlatması gerektiğinin » altını çiziyordu. (1) Yalnız Kral, özellikle Faşist diktatör Metaxas ile işbirliği yapmayı seçtiği için ülkede pek sevilmiyordu. Hitler ve Mussolini’den esinlenen Metaxas, 1930’lu yılların sonunda, sağ kol öne uzatılarak verilen faşist selamı benimsemiş ve çok acımasız bir gizli polisi örgütü kurmuştu. Öte yandan Londra muhafazakarlara destek siyasetini sürdürüyordu ve Ekim 1943’te Foreign Office işi « her türlü imkanı kullanarak EAM’a saldırmayı ve onu zayıflatmayı hedefleyen gerçek bir siyaset yürütmeyi » göze almaya kadar götürdü. Bu strateji, « askeri üstünlüğü ele geçirme şansını engelleyebilecek ve EAM’ın siyasal meşruiyetini güçlendireceğinden ters tepme olasılığı taşıyabilecek nitelikte » kabul edildiği için nihayetinde terk edilecektir.(2)    

Britanyalıların yaptıkları bu U dönüşü, Nazi taraftarı eski işbirlikçiler ve İngilizler tarafından desteklenen, Kıbrıslı asker George Grivas’ın X grupları gibi aşırı sağ özel birimlerinin yürüttükleri insan avının hedefi olan ELAS üyeleri için gerçek bir şok etkisi yaratmıştır. Olan biteni uzaktan izleyen Churchill, halkın katılımını sağlamayı beceremeyen X gruplarının üye sayısı 600’ü bile aşmakta zorlanırken, ELAS’ın hala ülkenin en büyük gerilla gücü oluşturduğunu fark etmişti. Bu bağlamda İngiliz Başbakanı 1944 sonunda, Yunan komünistlerinin iktidarı ele geçirmelerini engellemek üzere ek önlemler almaktan vazgeçmiştir. Yunanistan’da yeni bir aşırı sağcı gizli ordu kurulması emrini verir. Gazeteci Peter Murtagh’ın da yazdığı gibi « Yunan Ordusunda, sırasıyla Yunan Dağcı Tugayı, Helen Müdahale Gücü ya da Yunanca kısaltmasıyla LOK (Lochos Oreinon Katadromon)  olarak adlandırılan yeni bir birim oluşturuldu ». Komünist ve sosyalistlere karşı bir silah olarak tasarlanan birim, « siyasi eğilimi ılımlı muhafazakarlıkla gerçek sol arasında bocalayan herkese » kapalıydı.                    « Birim, Churchill’in özel emirlerini uygulayan Britanyalı subayların gözetiminde, Cumhuriyet karşıtları ve krallık taraftarları arasından oluşturuldu. » (3)

LOK’un ilk başkanı olarak Mareşal Alexandre Papagos seçildi ve Britanyalıların desteğiyle aşırı sağcı militanlara görev vererek ELAS ile mücadeleye başladı. (4) Ulusal Kurtuluş Ordusu aynı zamanda Nazi işgalcilere ve Helen Müdahale Gücüne karşı mücadele etmek zorunda kalırken, Churchill, İngiliz halkı Londra’nın Yunanlı komünistlere karşı mücadele veren faşistleri gizlice desteklediğini öğrendiğinde kopabilecek olası bir skandaldan çekindi. Bu amaçla 1944 Ağustos’unda BBC’ye, Yunanistan’ın kurtuluşunu ele alırken ELAS’a « hiçbir şekilde değinilmemesi  » talimatını verdi. (5) Ama birkaç hafta sonra, Yunan direnişi nihayet Alman işgalciyi yenmeyi başardı ve Hitler birliklerini ülkeden çekmek zorunda kaldı. Winston Churchill direnişin hemen silah bırakmasını şart koştu. Son zamanlardaki düşmanı LOK’un da aynı şeyi yapması kaydıyla ELAS da silah bırakmaya hazırdı.

Büyük Britanya gizli ordunun silah bırakmasını reddedince EAM, Britanyalıların savaş sonrasında Yunanistan’ın siyasal sorunlarına müdahalesini teşhir etmek için Atina’da geniş katılımlı bir demokratik gösteri düzenledi. Gösteri 3 Aralık 1944’te, yani Alman işgal kuvvetlerinin ülkeyi terk etmesinin üzerinden henüz altı hafta geçmişken düzenlendi. Gösteriyi örgütleyenler protesto yürüyüşünü bir genel grevin öncüsü olarak gördüklerinden, İngilizlere karşı barışçıl yollarla karşı çıkma niyetlerinin altını çizmişlerdi. Bu sabah, saat 11.00’i biraz geçince 200 ila 600 kadar gösterici Parlamentonun pencerelerinin altında kalan Syntagma Meydanına geldi. Bayram havası içerisinde bir bölümü kadın ve çocuklardan oluşan bu küçük gruba, polis barikatlarında geciktirilen 60 000 kişiye yakın bir kitlenin katılması öngörülüyordu. Yüzlerce kişi meydana doğru ilerlerken, polislerden ve aralarında muhtemelen LOK üyelerinin bulunduğu milislerden oluşan bir sıra silahlı adam yollarını kesti. Makineli tüfekli İngiliz askerleri ve polisler çevredeki binaların çatılarında konuşlanmıştı. Gözle görülür bir gerginlik hakimdi.

« Şu piçleri vurun » emri verildi ve barışçıl gösteri aniden bir kan gölüne döndü. Her yöne dağılan göstericiler kurşun yağmuruna tutuldu. Tanıkların ifadesine göre kurşunlama bir saat kadar sürdü. Aralarında 6 yaşında bir çocuğun da bulunduğu 25 gösterici öldü, 148’i yaralandı. Birkaç dakika sonra ana yürüyüş korteji olay yerine vardı. Şaşırtıcı bir şekilde sükunet içerisinde kendine hakim olan 60 000 gösterici, ağırbaşlı ve tefekkür içerisinde vurulan yoldaşlarının bedenleri çevresinde toplandılar. Ölenlerin kanlarının bulaştığı pankartlardaki sloganlarda Britanyalıların Yunanistan’ın iç işlerine müdahalesine son verilmesi talepleri yer alıyordu. Birçok göstericinin elinde Yunan ve ABD, diğerlerinde ise sosyalizmin kızıl bayrağı bulunuyordu. İngiliz bayrağı hemen hemen yok gibiydi. Churchill, Londra’da Atina’da gerçekleştirilen vahşetle ilgili açıklama isteyen Avam kamarasının öfkesiyle yüzleşmek zorunda kalıyordu. İngiliz Başbakanı yaşanan olayların « dehşet verici » olduğunu kabul etmekle birlikte, silahlı insanlarla dolu bir kentte bu kadar çok çocuğu yürüyüşe getirme kararını saçmalık olarak niteliyordu. Aşırı sağcı gizli ordunun Syntagma Meydanı katliamındaki rolü konusunda hiçbir araştırma yapılmamıştır. (6)

Bu güç gösterisi sonrasında İngilizler Yunanistan’da monarşiyi kurarlar ve Mart 1946’da gerçekleştirilen demokratik genel seçim sözü karşılığında ELAS’tan silahları bırakma sözünü alırlar. Yunanistan Komünist Partisi ve merkez solunun, ülkenin İngilizler tarafından işgalini protesto etmek için aldıkları hatalı seçimleri boykot kararı sayesinde sağ nihai bir zafer kazanacaktır. Bundan sonra Londra’nın kuklası sağcı hükümetler birbirini izleyecektir. Yunan solu iktidara gelirse Yunanistan’ın Stalin’in acımasız yönetimine girmekten kurtulamayacağına ikna olan hükümet, birçoğu Yunan adaları üzerinde inşa edilmiş korkunç hafızalarla dolu esir kamplarında işkence gören EAM üyelerinin tutuklanmasını emretmeye devam etmiştir. 

1945 yılında birçok ülke İkinci Dünya Savaşının sona ermesini kutlar ve gelecekte aynı trajedinin bir kez daha yaşanmaması için Birleşmiş Milletler Örgütünü kurar. Ama Yunanistan hala çatışmalara gebeydi ve soğuk savaş başlar. Hayal kırıklığının etkisiyle Yunan soluna ait bir fraksiyon yeniden silahlanıp dağa çıkar ve 1946 sonbaharında yerel sağ ve İngilizlere karşı bir iç savaş başlatır. Savaş sonrası güçsüzlüğü içerisindeki Birleşik Krallık artık ülkede denetimi sağlayacak durumda değildi ve dolayısıyla da 1947 yılının başında ABD’den yardım talep eder. CİA uzmanı William Blum « Washington’daki sorumluların yeni “müşteri-hükümet”lerinin İnsan Hakları anlamında, ABD’li en ateşli anti-komünistleri bile çileden çıkartacak ölçüde, ne kadar yozlaşmış ve kayıtsız olduğunu gayet iyi bildiğini» anlatıyor. (7) Öte yandan Komünist Yugoslavya Yunan soluna silah sağladığı ve ülke de komünizme yönelme noktasında olduğu için, Başkan Truman ünlü doktrinini sunarak Yunanistan’a resmen müdahalenin gerekliliğine kongreyi ikna etmeye çalışıyordu. Böylece dünya ölçeğinde komünizme karşı mücadele siyaseti kapsamında ABD tarafından işgal edilen ilk ülke olmuştur. Washington izleyen yıllar içerisinde Kore, Guatemala, İran, Küba, Kamboçya, Nikaragua, Panama ve daha birçok ülkedeki açık işgallerini meşrulaştırmak için Yunanistan örneğinden yararlandı.

Truman, ABD güçlerinin ağır donanımlarla Yunanistan’a girdiği sırada, ilginç bir ideolojik manevrayla Atina’daki çürümüş muhafazakar hükümeti « demokratik » olarak niteler ve sol muhaliflerini « teröristlerle » bir tutar. Helen müdahale gücü ve diğer yerel paramiliter birimlerle birlikte ABD güçleri, Yunanistan dağlarına sığınan yaklaşık 20 000 kadın ve erkekten altı kat daha fazla personele sahipti. Stalin 1948’de Yunanistan iç savaşının iki süper güç arasında bir çatışmaya yol açabileceğini anladığında, Yugoslavya Sovyet bloğunun dışına çıkarıldı ve böylece Yunan partizanlarının silah tedariki kısılmaya başladı. Artık ABD’nin denetimine geçen LOK’un gittikçe daha iyi donatılması ve güç kazanması karşısında durumları daha da kötüleşti. Bu durumda ABD, Yunanistan dağlarına binlerce litre napalm bombasının atılacağı « Torch Operasyonunu » gizlice başlattı (“to torch” ateşe vermek anlamındadır). 1948 sonunda, kendi topraklarında önce Nazileri, ardından da İngilizleri yenen Yunan direnişi sonuçta baş eğmek zorunda kalır. « İç savaş Yunanistan sağının ve onu himaye eden ABD’nin kesin zaferiyle sonuçlanır. »(8)    

Anti komünist gizli ordu LOK iç savaş sonrasında dağıtılmaz, Yunan muhalefetini denetim altında tutmak üzere işler durumda bırakılır. Yunanistan 1952’de NATO’ya kabul edildiğinde « ABD’nin güvenilir müşterisi, mükemmel bir müttefiki haline geldi. Ateşli bir anti komünist haline gelmiş ve NATO’nun sistemine çok iyi entegre olmuştu. »(9)

CİA ve Yunan ordusu, Mareşal Alexandre Papagos’un komutası altına verilen LOK’u birlikte yönetiyor, eğitiyor ve donatıyordu. CİA için anti Komünist gizli ordu, ülkedeki siyasal yaşamı etkilemek için kullandığı birinci sınıf bir aygıttı. ABD’li gizli servislerle, ordu ve Yunan hükümeti arasındaki yasadışı işbirliği, Yunanistan halkının 1990 yılında açığa çıkmasıyla birlikte varlığından haberdar olduğu bir dizi gizli belgeyle de teyit edildi. Bunların arasında 25 Mart 1955 tarihli ve CİA adına General Truscott, Yunan Ordusu Genel Kurmay Başkanı Konstantin Dovas ve ülkenin Başbakanı Alexandre Papagos tarafından imzalanmış gizli orduya dair bir belge de yer alıyordu. (10) İmza sahipleri 3 Mayıs 1960’ta gizli orduya dair sorumluluklarını bir kez daha teyit ederler. (11)

Gazeteci Peter Murtagh’a göre, CİA LOK’u Yunanistan’ın öncelikli bir programı haline getirmişti. « 1950’li yıllarının ortalarında CİA, Müdahale Gücünün finansmanına ve tedariklerine katkıda bulunuyordu ve hatta onu ABD’li ve İngiliz seçkin birlikleri, Delta Forces ve Special Air Services ya da SAS modeline göre titizlikle yeniden yapılandırdı. CİA’nin komutası altında, aynı adla anılan birim kurulmadan önce bile Müdahale Gücü unsurlarına yeşil bereler dağıtıldığı görüldü ». Batı Avrupa’daki diğer tüm ülkelerde olduğu gibi, yerel savaşçılarla İngiliz ve ABD’li özel kuvvetler arasındaki ilişkiler çok iyiydi. Yurtdışında özel eğitimden geçtikten sonra Yunan subayları özel birliğe katılmak üzere seçildikleri için ayrı bir kıvanç duyuyorlardı. Murtagh, Yunan gizli ordusunun, CİA aracılığıyla aynı zamanda NATO ve idare kurulu stay-behind, Brüksel’deki ACC (Müttefik Koordinasyon Komitesi) ile irtibatta olduğunu kesin bir dille altını çiziyor. « Müdahale Gücü, Brüksel’de NATO Genel Kurmayındaki ACC, Müttefik Koordinasyon Komitesi tarafından yönetilen ve 1950’li yıllarda CİA ve NATO tarafından yürürlüğe sokulan Avrupa çapındaki kontrgerilla örgütünün kolu haline gelir. » İç denetim görevine koşut olarak, LOK aynı zamanda daha klasik stay-behind görevi kapsamında da eğitilir. « Şebeke, Avrupa’nın Sovyetler tarafından işgali sonrasında “stay-behind” gücü olarak etkinlik yürütebilecek bir güç olarak özellikle tasarlanmıştı. İşgal altındaki çeşitli ülkelerde sürdürülecek gerilla faaliyetlerinin koordinasyonunu yapacak ve sürgündeki hükümetlerle irtibatı sağlayacaktır. İşgal edilen ülkelerin istihbarat servislerinin ve gizli polisinin ajanlarını ve yanı zamanda gönüllü sivilleri de kullanacaktır. Bu harekatın Yunanistan koluna “Sheepskin Operasyonu” (koyun derisi operasyonu) adı da verilecektir. » (12) 1944’te İngilizler tarafından kurulan LOK, böylece Soğuk savaş sırasında Avrupa’da faaliyet gösteren tüm stay-behind gizli ordularının en eskisi haline gelecekti.

Gizli ordunun varlığı daha önce de 1987 yılında, eski CİA ajanı Philip Agee’nin Dirty Work: The CİA in Western Europe adlı, yazarının CİA ve Pentagon’un şiddetle eleştirilmesine neden olan kitabında ortaya çıkarılmıştı. 1950’li yıllarda CİA adına Latin Amerika’da faaliyet yürütmüş olan Agee 1969 yılında, etik nedenlerden ötürü teşkilattan ayrıldı ve o dönemden itibaren, söz konusu operasyonların içeriğini ve bunlara bulaşan ajanların isimlerini açıklayarak, CİA tarafından birçok ülkede yürütülen insan hakları ihlali ve terörist operasyonu ifşa etmeye başladı. İtalya’da Gladyo skandalının patlamasından yıllar önce, Agee « CİA tarafından yönetilen paramiliter grupların 1960’lı yıllarda Avrupa’da faaliyet gösterdiğini » ortaya koymuştu. « CİA’nin tüm faaliyetleri içerisinde, bunlardan hiçbiri iç ihtilal potansiyelinin gelişimine doğrudan bağlı değildi ». (13)

Agee’ye göre, CİA’nin Yunanistan’da oynadığı rol gerçekten de belirleyiciydi. « CİA adına çalışan Yunan-Amerikan ajanı, CİA’nin “solun hükümet darbesi tehdidini önlemek için gerçek bir yurttaş ordusu oluşturmaya kararlı bir çekirdek” adını verdiği birçok yurttaş grubunu işe aldı. Oluşturulan bu grupların her biri, insanları seferber etme ve gerilla eylemleri gerçekleştirme yeteneğine sahip, dışarıdan çok az ya da hiç gözetim gerektirmeyen, özerk gerilla birlikleri gibi harekat yürütebilecek şekilde eğitilmiş ve donatılmıştı. » Gizli ordunun kontrolü CİA’nin ve ABD’li gizli servislerin güven duyduğu bazı Yunanlı subayların elindeydi. « Bu grupların her birinin üyeleri CİA tarafından askeri prosedürlere tabi tutuluyordu. Edinilen bilgilere göre bu paramiliter birlikler iki kampta eğitim görüyorlardı: Bunlardan biri Volos çevresinde, diğeri ise Olimpos dağının yakınlarındaydı. Temel eğitim sonrasında, Pindos Dağlarının ıssız bölgelerinde ve Florina yakınlarında dağlarda eğitimlerini sürdürüyorlardı. » CİA tarafından Batı Avrupa’da yönetilen tüm gizli ordular gibi bu birlikler de, gizli silah depolarında stoklanan hafif silahlara sahiptiler. « Bu partizan grupları otomatik silah ve hafif havan toplarıyla donatılmışlardı. Silahlar farklı yerlerde depolanmıştı. Askeri malzemenin büyük bir bölümü toprak altında ve mağaralarda gizlenmişti. Üstlerinin talimatına gerek duymadan buralara ulaşabilmek için bu paramiliter grupların her üyesi yasadışı mühimmat depolarının yerini biliyordu. » (14)

Bağlantılı kişilerin sayısının fazla oluşu nedeniyle birçok grubun gizli hareket etmesi gerekiyordu ki bu da sonuç olarak stay-behind ordusu çevresindeki ve onun CİA ile bağları sırrının saklanmasını daha da zorlaştırıyordu. « Projeyi gizlemek gün geçtikçe daha da zorlaşıyordu. Bir CİA ajanı mevcut durumu “kabus” olarak niteledi », diye anlatıyor Agee. « Şunun da bilinmesinde yarar var, paramiliter grup hiçbir zaman dağıtılmadı. Üst düzey CİA yetkililerinin gözünde, paramiliter kol komutası altına alınan gruplar, ABD’nin Yunanistan’daki çıkarları için uzun vadeli bir “teminat” gibiler, “antipatik” bir hükümete karşı gerçekleştirilecek olası bir devirme harekatını desteklemek ya da yönetmek üzere kullanılabilirler. Tabi ki ABD’nin hileli yönlendirme stratejisi bakış açısıyla “antipatik” olan bir hükümet. » (15) CİA Yunan gizli ordusuna milyonlarca dolar yatırım yapar ve ülkenin kuzey-doğusunda, LOK üyelerinin CİA eğitimcileri tarafından kayak, paraşütle atlama ve dalgıçlık gibi çeşitli alanlarda eğitildiği Olimpos Dağı çevresindeki eğitim kampları ve sığınaklardan oluşan büyük bir kompleks inşa eder. (16) Ülke genelinde yaklaşık 800 gizli silah deposu hazırlanır ve gizli ordunun personel sayısının yaklaşık 1500 kişi olduğu tahmin edilir ki bunlar gerek gördüğünde 2000 kişiyi daha seferber edebilirdi, bu da bu seçkin askerlerin toplam sayısını 3500’e kadar yükseltiyordu. (17)  

Agee’nin sözünü ettiği ve Yunan gizli ordusunun kurulmasında ve yönetiminde önemli rol oynayan Yunan ve ABD’li CİA ajanı Thomas Karamessines idi. Teşkilatta yer alan birçok meslektaşı gibi Karamessines de İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’li gizli servis OSS’ler (Office of Strategic Services) hesabına çalışmıştı. Koyu bir anti-komünist oluşu ve Yunan kökenleri nedeniyle, Ocak 1946’da Atina’daki ABD Elçiliğinde resmi şekliyle Askeri Ataşe olarak görev almıştır. İç savaş sırasında İngiliz ve Yunan güvenlik yetkilileri ve Helen Müdahale Gücü üyeleriyle temas kurmuştur. 1947 yılında OSS’nin yerini almak üzere CIA kurulduğunda, Karamessines teşkilatın karargahını Syntagma Meydanına bakan Tamion Building’in beşinci katına yerleştirir. Birkaç yıl içerisinde, CİA’nin şubesinde çoğu Karamessines gibi Yunanlı ve ABD’li olan yüzlerce ajan çalışmaya başlar. Atina, böylece Balkan Yarımadası ve Orta Doğuda İran’a kadar olan bölgede CİA faaliyetlerinin geri üssü haline gelir.

Özel harekatlarda ve CİA’nin anti-komünist ordularının oluşturulmasında aktif olarak görev alan Karamessines 1958’de, istasyon şefi olarak İtalyan Gladyosu ve yerel komünistlere karşı yürütülen mücadeleyi yönetmek üzere Roma’ya tayin edilir. 1962’de, anlaşılması zor koşullarda gelişen, sanayici ve petrol şirketi ENI’nin patronu Enrico Mattei cinayetine karıştığına ilişkin dedikodular sonrasında İtalya’yı terk etmek zorunda kalır. ABD’ye geri geldiğinde, gölgenin askeri Karamessines, Planlamadan sorumlu Müdür Yardımcısı sıfatıyla, CİA’nin özel harekatlar bölümünün başına geçer. ABD topraklarında da mücadele verdiği anlaşılıyor. Kennedy’nin 1963’te öldürülmesi sonrasında, bazı kanıtları ortadan kaldırmak ve bazı tehlikeli belgeleri yok etmekle suçlanır.

Karamessines CİA’nin mali olarak yardım etmekle yetinmeyip, aynı zamanda düzenli olarak işkence yaptığı gerçeğine rağmen askeri istihbarat örgütü KYP’yi de kontrol altında tutmayı sürdürür. « Ortak hedeflerimiz ve tabi ki sağladığımız para sayesinde onlarla işbirliği yapmak çok kolaydı » diye anımsıyor Yunanistan’da bir süre görev yapmış eski bir CİA ajanı. « KYP’nin adamları komünistleri ve Sovyetlerle flört edenleri konuşturmayı iyi beceriyorlardı » (18). Yunan ajanlar Bulgarlar ve Romanyalılar arasındaki telsiz görüşmelerini dinliyor ve kaydettikleri konuşma bantlarını NSA uzmanlarının deşifre etmesi için ABD’ye gönderiyorlardı. Yunan muhalefetini ispiyonlayarak, KYP ve CİA 15 tondan fazla veri topladı ve devlet için tehdit oluşturduğunu düşündükleri Yunan yurttaşları hakkında 16,5 milyon adet dosya oluşturdular. Arşivlerin depolanması ciddi bir sorun oluşturmaya başlayınca, CİA KYP’ye bir bilgisayar sistemi verdi. Tarihin ironisi olmalı ki, ilk modern demokrasi sayılan ABD, antik dönemin ilk demokrasisi Yunanistan’a halkı kontrol altında tutmaya yönelik ilk bilgisayarları armağan ediyordu. KYP’nin şefi bu yeni makine karşısında çok mutlu olur ve hatta kendini tutamayıp durumu kayıt altına alması için basını bile davet eder. Çok heybetli aletin yanında övünçle poz vererek şu açıklamayı yapar: « Yunanlılar yataklarında huzurla uyuyabilirler, çünkü bu Amerikan teknoloji harikası daima uyanık kalacaktır ». Sistemin işe yaradığını göstermek için bir « ülke düşmanı » düğmesine basar; bunun sonucunda orada hazır bulunan bir gazetecinin kişisel dosyası ortaya çıkar ve KYP ajanları biraz mahcup olurlar. (19)

CİA ve yerel oligarşi, LOK ve KYP aracılığıyla Yunanistan solunu ve komünistlerini kontrol altında tuttuğu için, iktidarın dengesi için tek tehdit demokratik seçimlerden geliyordu. 1959 ila 1962 arasında CİA’nin istasyon şefliğini yapan Laughlin Campbell, Ekim 1961’deki genel seçimlerde solun zafer kazanmasından korkuyordu. Böylece birçok seçmen tehdit ya da parayla KYP’nin talimatlarına uygun bir şekilde oy vermeye zorlandı. Bazı köylerde, ordu ve CİA tarafından desteklenen adayların, oy kullanma yaşına gelmiş kayıtlı seçmen sayısından daha çok oy aldıkları dahi görüldü. Her şey öngörüldüğü gibi gerçekleşti ve sola meyil vermesinden korkulan merkez ittifakı oyların sadece üçte birinden biraz fazlasını elde etti ki bu da ona Parlamentoda 100 koltuğu almasını garantiledi. Lider Yorgo Papandreu seçim hilesi yapıldığını haykırdı ve konuyu bağımsız bir komisyonun soruşturmasını sağladı. Komisyon iddiaları haklı bulunca, Papandreu hükümete karşı acımasız bir mücadele sözü verdi.

Halkın gerçek desteğini arkasına alan Papandreu CİA ve KYP’ye meydan okuma cesaretini gösterdi ve 1963 yılında ABD yanlısı Başbakan Konstantin Karamanlis’i istifaya zorladı. Merkez İttifakının oyların %42’sini ve Parlamentodaki 300 koltuğun 138’ini kazandığı 1963 seçimlerinde gerilim iyice arttı. İttifakın birinci partisinin başındaki isim olan Papandreu, Şubat 1964’te Başbakan oldu. Alman işgalinden beri Yunanistan sağı ilk kez siyasal ağırlığının büyük bir bölümünü kaybettiği kötü bir duruma düşüyordu. Papandreu ülkenin dizginlerini dört yıllığına elinde tutuyordu ki bu gelişme « muhafazakar establishment’ı sallamaktaydı. Üst düzey bazı danışmanlar da dahil, bu birçok kişi için yakın zamanda komünistlerin iktidarı ele geçirmesinin habercisiydi ve bunu engellemeye çok kararlıydılar ». (20) Başbakan Yorgo Papandreu’yu mutlaka devirmek gerekiyordu.

CİA’nin Atina şubesi yöneticisi olarak Campbell’in yerini alan Jack Maury, Papandreu’dan kurtulunması talimatı aldı. İstasyon şefi gücünü dışarıya vurmaktan çok hoşlanıyordu: çarpıcı giysiler giyiyor, devasa mühür yüzükleri takıyor ve altını çizmekten büyük zevk aldığı « elçininkinden bile daha büyük » bir Amerikan arabası kullanıyordu. Kral Konstantin ile Yunan Ordusundaki muhafazakar ve kralcı subaylarla gizli bir komplo kurdu ve 1965 yılında Kral talimatıyla Yorgo Papandreu’yu istifa ettirmeyi başardı. (21) Bu sessiz darbeyi izleyen döneme geçici hükümetler ve siyasal iklimi düzenlemek üzere ajan Konstantin Plevris’in tavsiyeleri üzerine KYP tarafından yürütülen yasadışı çabalar damgasını vurdu. 1965 yılında, tam da siyaset sınıfının tümünün Nazizme karşı direnişi andığı bir günde, Gorgopotamos Köprüsü bombayla havaya uçuruldu. Yer seçimi çok büyük simgesel öneme sahipti çünkü Yunanlılar işgal sırasında Almanlara köprüyü yok etme imkanı vermedikleri için kendileriyle çok övünüyorlardı. Saldırı beş kişinin ölümü ve birçoğu ağır olmak üzere yüzlerce insanın yaralanmasına yol açar. Bu insanların yararlandığı güçlü desteğin altını çizerek « ne de olsa hepimiz resmi olarak terörizm eğitimi almıştık » diye yorum yapıyor stay-behind harekatlarında görev almış bir subay.(22)

Bu destek, Washington’da, daha önce Kıbrıs’ta Yunanistan Hükümetine işleri kimin idare ettiğini anlatma imkanı bulan Lyndon Johnson yönetiminden geliyordu. 1964 yazında Başkan Johnson Yunan Büyükelçisi Alexandre Matsas’ın Beyaz Saray’a davet eder ve ona Kıbrıs’taki sorunların adanın biri Yunan diğeri de Türk olmak üzere iki parçaya bölünmesiyle çözülmesi gerektiğini söyler. Matsas bunu reddedince Johnson’un öfkelenmesine neden olur: « Beni iyi dinleyin Bay Büyükelçi , Parlamentonuz da, Anayasanız da benim hiç umurumda değil. Amerika koskocaman bir fil. Kıbrıs ise bir pire. Yunanistan da bir pire. Eğer bu iki pire fili gıdıklamaya devam ederlerse onları hortum darbesiyle bir güzel ezebilir hem de sonsuza kadar! » Johnson’un da altını çizdiği gibi, Yunan Hükümetinin Beyaz Saray’ın emirlerini yerine getirmesi zorunluydu. « Bay Büyükelçi Yunanlılar Amerikan Dolarlarından fazlasıyla yararlanıyorlar. Eğer Başbakanınız bana Demokrasiden, Parlamentodan ve Anayasadan söz etmeye devam ederse, onun, Parlamentosunun ve Anayasasının çok uzun süre ayakta kalmayacakları aşikardır ». (23)

Çok öfkelenen Matsas karşı çıkmaya kalkışınca : « Bu tavırları hoş görmem mümkün değil », der Johnson ve « Yaşlı Papa-de-bilmemnenize size az önce söylediklerimi yinelemeyi unutmayın. Ona bunları söylemeyi unutmayın, beni duydunuz mu? » diyerek devam edince, odadan ayrılan Matsas görüşmeyi Başbakan Yorgo Papandreu’ya telgrafla aynen aktarır. Yolladığı mesaj NSA’ya takılınca Matsas’ın telefonu çalar. Telefondaki Başkan Johnson’dur: « Belanızı mı arıyorsunuz Bay Büyükelçi? Gerçekten tepemi attırmak mı istiyorsunuz? Bu özel bir görüşmeydi. Size karşı kullandığım terimleri tekrarlamak zorunda değildiniz. Dikkatli olun... »(24) Tık. Görüşmenin sonu.

Başbakanın oğlu Andreas Papandreu ülkesinde gerçekleştirilen manipülasyonları ve yürütülen gizli savaşı bir tür iğrenme duygusuyla izliyordu. Öğrenciliğinde bir Troçkist harekete katıldıktan sonra Andreas, 1930’lu yıllarda Metaxas’ın diktatörlük rejiminin baskısından kaçmak için ABD’ye gitmek üzere Yunanistan’ı terk etmişti. ABD vatandaşlığına geçen Andreas, Berkley’de Kaliforniya Üniversitesi Ekonomi Bölümü yöneticiliğine kadar yükselerek parlak bir üniversite ve ekonomist kariyerine imza atmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan Deniz Kuvvetlerinde hizmet vermiş ve 1945’ten sonra, CİA’nin dikkatini çekerek, Akdeniz Bölgesi siyasi bürosuna katılmıştır. 1950’li yılların sonuna doğru, ABD’nin Yunanistan’da oynadığı rolü anladığında CİA ile arasındaki köprüleri atmış ve doğduğu ülkeye geri dönerek ABD politikasının en sıkı aleyhtarlarından biri haline gelmiştir. Genç Papandreu, Kastro’nunkini anımsatan demogajik bir tarz kullanarak, Yunanistan’ın sorunlarına ABD’nin müdahale etmesini, Krallın yolsuzluklarını, muhafazakar partileri ve genel olarak da Yunanlı seçkinleri ateşli söylevleriyle eleştiriyordu.

Pentagon ve CİA, ikinci bir Papandreu’nun Yunanistan’daki ABD varlığına meydan okumayı göze alması karşısında kudurdular. Gazeteci Peter Murtagh’a göre, « muhfazakar sağ ve CİA’nin Başbakanın oğluna karşı duydukları kini tasavvur etmemiz çok zordu ». (25) 1964 yılında, bakanlık görevi yürüten Andreas Papandreu, KYP’nin hükümet mensuplarının telefon görüşmelerini düzenli olarak dinlediğini ve bu yolla elde ettiği bilgileri CİA’ye aktardığını öğrenir. Öfkeyle servisten iki üst düzey yetkiliyi görevden alır ve yerlerine CİA ile her türlü işbirliğine son verme emri verdiği daha güvenilir iki ajanı atar. Bu arada bizzat Papandreu’nun da anlattığı gibi, KYP’nin yeni şefi « geri gelir özür dileyerek, bunu yapamayacağını anlatır. Bütün malzeme ABD’lilere aittir, CİA’nin emri altında çalışan Yunanlılar ya da bizzat CİA’nin denetimi altındadır. İki istihbarat servisini birinden ayırmak artık mümkün değildir. Her ikisi de aynı yapıya göre inşa edilmiş ve her yetkilinin karşılığı olan bir mevkiidaşı vardır. Somut olarak aynı olan tek bir şube söz konusuydu. » (26)

Andreas Papandreu KYP’ye meydan okumayı sürdürürken, ABD Elçiliği Birinci Müsteşarı Norbert Anshutz onunla yaptığı görüşmede KYP’ye verdiği talimatları iptal etmesini tavsiye etti. Papandreu bunu reddetti ve ABD temsilcisini bürosundan kovdu. Çok öfkelenen Anshutz odadan çıkarken « bunun sonuçları olacağı » şeklinde kendisini uyardı.(27) 1967 yılının 20 Nisan’ını 21’ine bağlayan gece, CİA’ninki de dahil olmak üzere tüm seçim anketlerinin Merkez İttifakının, Yorgo ve Andreas Papandreu’nun sol ittifakının zaferini öngördüğü seçimlerin gerçekleşmesinden bir ay önce, askeri darbe gerçekleşti. LOK, Komünist bir işgal karşısında yürürlüğe sokulması gereken, NATO tarafından tasarlanan bir plan olan Promete planını temel alan darbeyi başlatır. Karşı çıkılması durumunda yapılacaklar planda çok açık bir şekilde belirtilmiştir: « En küçük bir tereddüt göstermeden düşmanın her türlü direnişi ezilmelidir ». (28) Gece yarısına doğru, LOK, ABD’lilere hayranlığın bir işareti olarak « Pentagon » adı verilen Yunan Savunma Bakanlığının denetimini ele geçirir. LOK’un elemanları çok zayıf bir direnişle karşılaşırlar ve deneyimli bir paraşütçü olan Albay Costas Aslanides’in komutası altında bina güvenlik altına alınır. Darbeciler Pentagon’u ele geçirdikten sonra ikinci aşamaya geçilir: karanlıktan yararlanılarak, zırhlılar başkente girerler ve Sylianos Pattakos’un komutasında Parlamentoyu, Kraliyet Sarayını, radyo binalarını ve iletişim merkezlerini kuşatırlar. Zırhlı birliğinin başındaki Pattakos, Almanların 1941 Nisan’ında Atina’yı işgal ederken kullandıkları aynı güzergahı kullanır. Zırhlılar ara sıra intikallerine ara veriyor ve sağa sola bakınarak olası bir direnişin işaretini arıyorlardı. Ama hiçbir şey olmayacaktı. Atina derin bir uykuya dalmıştı.

Aynı gece, başkentten birkaç kilometre uzaklıkta, Kastri’deki beyaz duvarlı mütevazı evinde, o dönemler 78 yaşında olan Yorgo Papandreu da uyuyordu. Tüm askeri darbelerde olduğu gibi plan korkutucu bir şekilde basitti. Silahlı adamlar kapısına vururlar. Papandreu tutuklanır ve evin çevresini kuşatan iki askeri araçtan birine götürülür. Aynı anda, 8 adam Andreas Papandreu’nun evinin önünde belirirler, 7’sinin silahında süngü, sekizince de bir makineli tüfek bulunuyordu. Oluşan karmaşa içerisinde Papandreu çatıdan kaçmayı başarsa da askerlerden biri 14 yaşındaki oğlunun başına silah dayayınca sonunda teslim olmak zorunda kalır. Önceden ayrıntılarıyla belirlenen plana uygun olarak, izleyen 5 saat içerisinde 10 000 yurttaş askeri birliklerce tutuklanır ve « kabul merkezlerine » götürülür.

Bir yıl sonra verdiği bir mülakatta, o dönem 47 yaşında olan Yunan Askeri Polisinin Şefi Yannis Ladas, NATO planının uygulanmasındaki hassasiyet ve süratin övünerek altını çizmiştir. « Sadece 20 dakika içerisinde, listelerde yer alan tüm politikacıları, şahısları, tüm anarşistleri toplamayı başardık (…) Çok basit, çok şeytani bir plandı. » (29) Sabah kalktığında Yunan halkı, askerlerin iktidarı ele geçirdiğini anlamadan, her şeyden önce telefonların kesilmiş olduğunu fark etti. Saat altıda, Albay Yorgo Papadopulos, demokrasi, özgürlük ve mutluluğu savunmak amacıyla iktidara el koyduğunu ilan etti. Anayasanın on bir maddesi askıya alındı. Yurttaşlar bundan böyle, herhangi bir karar olmadan anında tutuklanabilir ve askeri mahkemeye sevk edilebilirlerdi. Gösteri ve yürüyüşler ve grevler yasaklandı ve banka hesapları donduruldu. Atina’nın yeni kudretli adamı Yorgo Papadopulos, 1952’den beri KYP’nin CİA nezdinde irtibat subayı olarak görev yapıyordu ve teşkilat içerisinde İstasyon Şefi Maury’nin güvenilir adamı olarak tanınıyordu. Bu arada Washington’da, CİA’nın acımasız yöntemleri herkes tarafından kabul görmüyordu. Darbeden birkaç gün sonra, Senatör Lee Metcalf Johnson yönetimini sert bir şekilde eleştirmiş ve Kongre önünde « ABD desteğinden yararlanan (…) Nazizmin işbirlikçileri ve sempatizanlarının rejimi » olarak nitelediği Yunan cuntasını teşhir etmiştir.(30) Darbeden bir hafta sonra, Atina’daki ABD Büyükelçisi Philip Talbot, ABD tarafından gerçekleştirilen harekatı « demokrasinin tecavüze uğramasına » benzeterek Maury’ye şikayetçi olur. Maury buna sadece « bir fahişeye nasıl tecavüz edilebilir ki? » diye yanıt verir. (31)

Helen Müdahale Gücü’nün işe karışması nedeniyle Yunanistan’daki askeri darbe « Gladyo darbesi » olarak nitelenmiştir. Halbuki anti-komünist gizli orduların darbeye giriştiği başka bir tek ülke var ki o da Türkiye. İtalya’da, Gladyo şebekesi Haziran 1964’te, CİA’nin güvenilir adamı General De Lorenzo’nun, NATO kuvvetleri bölgede büyük askeri tatbikatlar yaparken, Roma’ya tank, zırhlı personel taşıyıcılar, cip ve bomba atarlar araçla girdiği « Piano Solo » harekatı sırasında bir « sessiz darbe » gerçekleştirmişti. Harekat sosyalist bakanların istifasıyla sonuçlanmıştı. ABD’li tarihçi Bernard Cook « Piano Solo, Yunanistan’da askeri bir hükümet kurmak amacıyla 1967 yılında Albay Yorgo Papadopulos tarafından gerçekleştirilen Promete planına benzemektedir. Amaç İtalya’yı istikrarsızlaştırmak ve solun gelişimini engellemekti, plan “Gladyo’nun onaylı kopyası”ndan başka bir şey değildi » diyecektir.(32) Bir askeri uzman olan Collin « De Lorenzo projesinin teknik görünümü itibariyle birkaç yıl sonra Yunanistan’da Albay Papadopulos’un iktidarı aldığı projenin benzeri » olduğunu belirtiyor. (33)      

Yunan askeri cuntası tutuklamaları yaygınlaştırarak ve Batı Avrupa’da İkinci Dünya Savaşının sonundan beri görülmemiş yöntemlerle işkence uygulayarak, iktidarını pekiştirdi. Askeri darbeyi izleyen saatlerde tutuklanan insanların birçoğu sivil ya da askeri cezaevlerine aktarıldı. Komünistler, sosyalistler, sanatçılar, üniversiteliler, gazeteciler, öğrenciler, politikaya katılmış kadınlar, din adamları ve aileleri ve dostları işkence gördüler. Tırnakları sökülüyordu. Ayak tabanlarındaki derileri patlayıncaya ve kemikleri kırılıncaya dek falakaya tutuluyorlardı. Kadınların cinsel organlarına kesici cisimler sokuluyordu. Kurbanları boğmak için boğazlarına sidik ya da dışkıya batırılmış çarşaflar sokuluyordu, anüslerine borular sokulup çok yüksek basınçla su enjekte ediliyordu, elektroşoklara tabi tutuluyorlardı. (34) Atina gizli polisinin şefi Müfettiş Basil Lambro « burada hepimiz demokratız » diye özellikle altını çiziyordu. İşkenceci kurbanlarına mevcut durumu açıkça ortaya koyuyordu: « Burada hükümet biziz. Siz bir hiçsiniz. Hükümet yalnız değil. Arkasında ABD var.» Keyfi yerindeyse eğer, Lambro jeopolitik analizinden de söz edebilirdi: « Dünya iki kampa ayrılıyor: Ruslar ve ABD’liler. Biz ABD’lileriz. Size birazcık işkence ettiğimiz için mutlu olmalısınız. Rusya’da sizi öldürürlerdi. » (35)

İtalya sağı ve onun gizli savaşçıları, Yunanlıların CİA’nin yardımıyla solu yenmede kazandıkları becerikliliğe hayrandılar. 1968 Nisan’ında, Yunanlı Albaylar, aralarında ünlü Stefano Delle Chiaie’nin de bulunduğu elliye yakın İtalyan faşistini bizzat yerinde görmeleri için Yunanistan’a davet ederler. İtalya’ya döndüklerinde, Gladyatörler şiddet kullanmada bir aşama daha kaydederler ve halka açık yerlere bombalar koymaya başlarlar. Yüzlerce insanın ölümüne ya da sakat kalmasına yol açan bu saldırıların sorumluluğu İtalyan komünistlerine yüklenecektir. Yunan cuntasının askerleri de bu kez İtalyan dostlarının ülkeyi askeri darbenin kıyısına sürüklemedeki becerileri karşısında çok etkilenirler ve 15 Mayıs 1969’da Papadopulos şu başarı telgrafını gönderir: « Ekselansları Sayın Başbakanımız, Yunan Hükümetince İtalya’da son zamanlarda gösterilen çabaların meyvelerini vermeye başlamasını takdir ediyor  ». (36)

Askeri diktatörlük, albayların 1974’te Kıbrıs’ta Başpiskopos Makarios’un meşru sol iktidarını adanın ilhakına izin veren kukla bir rejimle değiştirmeyi hedefleyen bir askeri darbeyi finanse ederek emperyalist bir maceraya girişmesi sonrasında, halk desteğini tamamen kaybetmesi nedeniyle çökmeye başlar. Ancak ilhak yerine, darbeye yanıt olarak Türk askerleri Kıbrıs’ı işgal ederler. Binlerce kişinin ölümüne neden olan şiddetli çatışmalar yaşanır ve sonuç olarak adanın kuzeyinin Türk ve güneyinin Yunan olmak üzere ikiye bölünmesine yol açar. Albaylar tutuklanırlar ve adalet karşısına çıkarılırlar. Papadopulos vatana ihanet suçundan 1975 yılında ölüm cezasına çarptırılır ve cezası sonradan müebbet hapse dönüştürülür. Referandumla Monarşinin yıkılmasına karar verilir ve yeni bir Anayasa kabul edilir.

Cezaevinden serbest bırakıldıktan sonra, Andreas Papandreu birkaç yılını Kanada ve İsveç’te sürgünde geçirir. Albaylar rejiminin yıkılması sonrasında ülkesine döner ve siyasal yaşamına yeniden başlar. 1981 seçimlerini kazanan Panhelenik Sosyalist Hareket PASOK’u kurar. Başbakan olarak, Yunanistan’da savaş sonrası ilk sosyalist hükümeti kurar. Aynı yıl, ülke Avrupa Topluluğuna tam üyesi olur ama Papandreu radikal tarzından vazgeçmez ve birçok fırsatta NATO’dan çıkma tehdidinde bulunur. Tehdidini hiçbir zaman uygulamaya geçirmez ama ölümünden altı ay önce, İtalyan Gladyosuna ilişkin ifşaatların yapıldığı sırada Andreas Papandreau kendi ülkesinde de aynı türde bir gizli ordunun var olduğunu teyit eden ilk eski hükümet başkanı olur. Bu ifşaatla birlikte skandal uluslararası boyut kazanır ve kıtadaki siyasal sorumluları büyük sıkıntı içerisine sokar. Andreas Papandreu 30 Ekim 1990 tarihinde Yunan gazetesi Ta Nea’ya verdiği bir mülakatta, Başbakan olduğu sıralarda 1984’te, Yunanistan’da, İtalyan Gladyosuna çok benzer bir gizli ordunun varlığını keşfettiğini ve onun dağıtılması emrini verdiğini açıklar. Eski Savunma Bakanı Nikos Kuris Yunan gizli ordusunun Soğuk Savaş sırasında faaliyet gösterdiğini teyit eder. « Gizli örgüt projemiz 1955’te CİA ve Yunan gizli servisi şefleri arasında varılan mutabakatla başlatıldı (…) Bu kabul edilemez anlaşmanın varlığını öğrendiğimde (…) Andreas Papandreu’yu bilgilendirdim (…) ve Red Sheepskin’in dağıtılması emri verildi. » (37)

1990 yılı sonunda, bir parlamento soruşturması açılması yolunda sosyalist muhalefet sıralarından sesler yükseldi ancak bu talep dönemin muhafazakar hükümeti ve yeni demokrat parti tarafından reddedildi. Savunma Bakanı Yannis Varvitsiyotis, Papandreu’nun verdiği bilginin doğru olduğunu ve CİA ve yerel komandoların, bilindiği kadarıyla « 1988 yılında dağıtılan » Sheepskin olarak adlandırılan harekat kapsamında gizli bir şebeke kurduklarını Parlamento önünde kabul etmek zorunda kaldı. (38) Öte yandan Yunan Kamu Düzeni Bakanı Yannis Vasilyadis, polisinde Sheepskin harekatıyla ülke topraklarında gerçekleştirilen terörizm eylemleri arasındaki bağa ilişkin « fantezileri » araştırmayacağını belirtti. Birçok Avrupalı mevkiidaşı gibi Bakan, iç siyasete yönelik her türlü müdahale girişimini kesin bir dille yalanlayarak Yunan Gizli Ordusunun sadece stay-behind işlevi üstlendiğini belirtir: « Sheepskin, NATO tarafından 1950’li yıllarda tasarlanan planlardan biriydi ve bir ülkenin düşman işgaline uğraması durumunda, örgütlü bir direniş şebekesine sahip olmasının daha iyi olacağı düşüncesine dayanıyordu. Ülke içerisinde gizli silah depolarının ve gerillanın vurucu çekirdeğini oluşturacak ajanların olmasını öngörüyordu. Bir başka deyimle, ulusal çıkar açısından savunulabilir bir eylemdi. » (39) Muhalefet her şey rağmen resmi bir soruşturma talebini sürdürünce, Savunma Bakanı Varvitsiyotis bakanlığı nezdinde bizzat kendisinin bu hassas konuyu halledeceği için gizli orduya ilişkin Parlamentoda soruşturma açılmasına gerek olmadığını belirtiyordu. Bu patlamaya hazır araştırma görevini NATO’da ve Washington’da askeri ataşe olarak görev yapmış bir generale verecekti. Yunan Stay-behind’i raporu daha tamamlanmadan, Varvitsiyotis meslektaşlarına « hükümetin korkacak hiçbir şeyi olmadığı » teminatını verecektir. » (40)

DANIELE GANSER     

NOTLAR :

(1) Mackenzie, W. J. M., History of the Special Operations Executive : Britain and the resistance in Europe (British Cabinet Office, Londra, 1948), s.703. Londra Halk Arşivleri Bürosunun orijinalı hala henüz yayınlanmadı, yakın zamanda Frank Cass tarafından yayınlanacak.

(2) Mackenzie, Special Operations Executive, s.722–723.

(3) Guardian’dan Gazeteci Peter Murtagh, Yunan Direnişinin uğradığı ihanet ve Soğuk Savaş sırasında Yunanistan’da demokrasiye Anglosaksonların el koymasına  ilişkin güzel bir kitap yayınlayacaktır. Tasnif dışı belgelere ve birçok ABD’li ve İngiliz diplomat ve CİA mensuplarıyla yapılan görüşmelere dayanan kitabın adı : The Rape of Greece. The King, the Colonels, and the Resistance (Simon & Schuster, Londra, 1994), s.29. [Yunanistan’ın tecavüze uğraması. Kral, Albaylar ve Direniş]

(4) Herhangi bir yazar adı belirtilmemiş, « Spinne unterm Schafsfell. In Südeuropa war die Guerillatruppe besonders aktiv – auch bei den Militärputschen in Griechenland und der Türkei ? » Alman haber dergisi Spiegel, N°48, 26 Kasım 1990. Ve Leo Müller, Gladio. Das Erbe des Kalten Krieges. Der NATO Geheimbund und sein deutscher Vorläufer (Rowohlt, Hamburg, 1991), s.55.

(5)Murtagh, Rape, s.30.

(6) a.g.e., s.24. Aynı şekilde bkz The Concise History of Greece (Cambridge University Press, 1992) Profesör Richard Clogg : « Disiplinsiz polisler, şehir merkezindeki Anayasa Meydanında kitlenin üzerine ateş açtı ve on beşe yakın kişi yaşamını yitirdi», s.137.

(7) William Blum, Killing Hope : US Military and CIA interventions since World War II (Common Courage Press, Maine, 1995), s.36.

(8)Murtagh, Rape, s.39.

(9)Blum, Killing Hope, s.38.

(10)Müller, Gladio, s.55. Et Jens Mecklenburg (ed.), Gladio : Die geheime Terrororganisation der Nato (Elefanten Press, Berlin, 1997), s.19.

(11) Jacques Baud, Encyclopédie du renseignement et des services secrets / İstihbarat ve gizli servisler tarihi (Lavauzelle, Paris, 1997), s.546.

(12) Murtagh, Rape, s.41.

(13) Philip Agee ve Louis Wolf, Dirty Work : The CIA in Western Europe(Lyle Stuart Inc., Secaucus, 1978), s.154.

(14) Agee, Dirty Work, s.155 ve 156.

(15) A.g.e.

(16) Murtagh, Rape, s.42.

(17) Avusturyalı Siyaset dergisi Zoom, N°4/5, 1996, « Es muss nicht immer Gladio sein. Attentate, Waffenlager, Erinnerungslücken », s.73.

(18)Murtagh, Rape, s.43.

(19) a.g.e., s.44.

(20) a.g.e., s.71.

(21) Blum, Killing Hope, s.216.

(22) Herhangi bir yazar adı belirtilmemiş, « Spinne unterm Schafsfell. In Südeuropa war die Guerillatruppe besonders aktiv – auch bei den Militärputschen in Griechenland und der Türkei ? » Alman Haber dergisi Der Spiegel, N°48, 26 Kasım 1990.

(23) Murtagh, Rape, s.90.

(24) a.g.e.

(25) a.g.e., s.102.

(26) Blum’da anlatılıyor, Killing Hope, s.217.

(27) a.g.e., s.218.

(28)Murtagh, Rape, s.114.

(29) a.g.e., s.118

(30) Christopher Simpson, Blowback : America’s Recruitment of Nazis and its Effects on the Cold War (Weidenfeld and Nicolson, Londres, 1988), s.81.

(31) Agee, Dirty Work, s.154.

(32)Bernard Cook, The Mobilisation of the Internal Cold War in Italy dansHistory of European Ideas. Cilt. 19, 1994, s.116. Cook “Gladyo’nun bir onaylı kopyası” diye tırnak içinde yazar çünkü cümle Paul Grinsborg’a aittir, A History of Contemporary Italy : Society and Politics, 1943–1988 (Penguin, New York, 1990), s.277.

(33)Richard Collin, The De Lorenzo Gambit : The Italian Coup Manque of 1964 (Sage, Beverly Hills, 1976), s.40.

(34)Bkz Uluslararası Af Örgütü, Yunanistan’da işkence : The First Torturer’s Trial in 1975. Londra, 1977. Passim. Et Blum, Killing Hope, s.218–220, Murtagh, Rape, s.1–9.

(35) Murtagh, Rape, s.6.

(36) Jean-Francois Brozzu-Gentile, Gladio dosyası (Editions Albin Michel, Paris, 1994), s.41, 42 ve 90. İngiliz gazetesi The Observer yayınlarından birinde 15 Mayıs 1969 tarihli Yunanlı Albayların İtalyan dostalarına gönderdikleri telgraf mesajını yayınladı. Ancak Brozzu-Gentile bunun hangi günün gazetesi olduğunu belirtmiyor. Gladyo Operasyonu kapsamında İtalyan faşistlerinin Yunanlı Albaylara gerçekleştirdiği ziyaretten Gladyo ve terörist saldırılar üzerine yayınlanan İtalyan Parlamentosu raporunda da söz ediliyor: Senato della Repubblica. Commissione parlamentare d’inchiesta sul terrorismo in Italia e sulle cause della mancata individuazione dei responsabiliy delle stragi : Il terrorismo, le stragi ed il contesto storico politico. Redatta dal presidente della Commissione, Senatore Giovanni Pellegrino. Roma, 1995, s.206.

(37) Gentile, Gladyo, s.137.

(38) John Palmer, « Undercover NATO Group ‘may have had terror links’ » İngiliz Gazetesi The Guardian du 10 Kasım 1990.

(39) Uluslararası Haber Ajansı Associated Press, le 14 Kasım 1990.

(40) Herhangi bir yazar adı belirtilmemiş, « Spinne unterm Schafsfell. In Südeuropa war die Guerillatruppe besonders aktiv – auch bei den Militärputschen in Griechenland und der Türkei ? » Haftalık Alman Haber dergisi Der Spiegel, N°48, 26 Kasım 1990.

(Réseau Voltaire internet sitesinde 24 Ağustos 2013 tarihinde yayınlanan NATO’NUN GİZLİ SAVAŞLARI / YUNANİSTAN’DA GİZLİ SAVAŞ – Danièle GANSER başlıklı Fransızca metinden Türkçeleştirilmiştir http://www.voltairenet.org/article179911.html)