Skip to main content

CİA'nin yasal penceresi NED

 30 yıldan beri, National Endowment for Democracy (NED) CİA’nin illegal operasyonlarının taşeronluğunu yapıyor. NED, işçi ve işveren sendikalarını, sol ve sağ siyasi partileri satın alarak, üyelerinin yerine ABD’nin çıkarlarını korumaları için, fazla dikkat çekmeden dünyanın en geniş yolsuzluk ağını kurdu. Thierry Meyssan bu makalesinde, bize bu düzeneğin yayılma alanını tanımlamaktadır.

 

2006 yılında Kremlin, Amerikan Ulusal Demokrasi Vakfı (National Endowment for Democracy - NED) tarafından yürütülen, bazıları ülkenin istikrarsızlaştırılmasına yönelik olan bir gizli plana katılan yabancı kuruluşların Rusya’daki sayısının artışından şikayet ediyordu. Olası bir « renkli devrimin » önüne geçmek için, Vladislav Surkov, bu « sivil toplum kuruluşlarına (STK) » yönelik sıkı kurallar getirdi. Batı’da bu idari adım, « diktatör » Putin’in ve danışmanının örgütlenme özgürlüğüne karşı yeni bir saldırısı olarak tanımlandı.

Bu politika, uluslararası basının « diktatörlük » olarak sunduğu başka Devletler tarafından da izlendi.

ABD hükümeti « dünyada demokrasinin geliştirilmesi » için çabaladığını belirtiyor. Kongrenin NED’i ve bu kurumun da bu kez kendi payına doğrudan ya da dolaylı olarak dünyanın her yerinde bu yönde çaba harcayan dernekleri, siyasi partileri ya da sendikaları mali açıdan desteklemesi talebinde bulunmaktadır. Tanımları gereği, sivil toplum kökenli yani  « hükümet dışı » olması gereken STK’lar, Büyükelçiliklerin, bunlara konu olan Devletlerin hükümranlığını ihlal etmeden gerçekleştiremeyeceği siyasi girişimlerde bulunabilirler. Dolayısıyla tüm sorun tam da burada gizleniyor: NED ve finanse ettiği STK ağı, Kremlin’in haksız bir şekilde baskı astlında tuttuğu sivil toplum girişimleri mi yoksa müdahale ederken suçüstü yakalanan ABD gizli servislerinin paravan kuruluşları mıdır?

Bu soruya yanıt vermek için, National Endowment Democracy’nin kökeni ve çalışma şekline göz atacağız. Ama her şeyden önce, ABD resmi « demokrasi ihracı » projesinin tam olarak ne anlama geldiğini incelemeliyiz.

Hangi demokrasi?

Halk olarak ABD’liler, kurucu atalarının ideolojisine bağlıdırlar. Kendilerini, Tanrı’ya itaat eden bir kent kurmak için Avrupa’dan gelmiş bir koloni olarak görmektedirler. Ülkelerini, iki yüzyıl boyunca Devlet Başkanlarının söylevlerinde kullanılan Aziz Matta’nın « dağa vuran ışığı » olarak düşünmektedirler. ABD, bir dağın tepesinden bütün dünyayı aydınlatacak örnek bir ulus olacaktır. Ve yeryüzündeki diğer bütün halklar selamete erişmek için bu modeli örnek alma umudu içerisinde olacaklardır.

ABD’liler için bu saf inanış, ülkelerinin kendiliğinden örnek bir demokrasi olduğu ve bunu dünyanın geri kalanına yaymak biri Mesihçi bir görevleri bulunduğu sonucuna varıyor. Aziz Matta, adil bir yaşam sürdürmenin inancın yayılması için yeterli olmasını öngörürken, ABD’nin kurucu ataları ateş yakılması ve bunun bir rejim değişikliği olarak yayılmasını düşünüyorlardı. İngiliz püritenleri, Hollanda ve ABD’ye kaçmadan önce I.Charles’in kafasını keserler ve ardından Yeni Dünya’nın yurtseverleri İngiliz Kralı III. George’un otoritesini reddederek ABD’nin bağımsızlığını ilan ederler.

Bu ulusal efsaneyi benimseyen ABD’liler hükümetlerinin dış politikasını emperyalizm olarak algılamazlar. Onların gözünde, kendilerinden farklı olan yani uğursuz bir modeli canlandırma hevesi içerisindeki bir hükümeti devirmek meşrudur. Aynı şekilde, Mesihçi misyonlarına o kadar çok inanıyorlar ve buna o kadar çok memur olmuşlar ki, işi işgal ettikleri ülkelerde güç kullanarak demokrasi dayatmaya kadar vardırmışlardır. Örneğin okullarında GI’lerinin (Deniz Piyadelerinin) Almanya’ya demokrasi getirdiğini öğretiyorlar. Tarihsel gerçeklerin bunun tamamen tersi olduğunu görmezden geliyorlar: Hükümetleri, Sovyetleri yenmesi için, Weimar’ı devrilmesinde ve bir askeri rejimin kurulmasında Hitler’e yardım etmiştir.

Bu akıldışı ideoloji, kendi kurumlarının niteliğini ve « zorla demokrasi » kavramının saçmalığını sorgulamalarına engel oluyor.

Oysa Başkan Abraham Lincoln’un formülüne göre, « demokrasi, halkın, halk tarafından halk için yönetimidir ».

Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde ABD, bir demokrasi değil ama yasama ve yargı karşı iktidarlarıyla halkın keyfiliğini sınırlandırabildiği oligarşinin elinde olan yürütme erkinden oluşan bir melez sistemdir. Her ne kadar Kongreyi ve bazı hakimleri seçen halk ise de yürütme erkini seçen federal devletlerdir ve yüksek hakimleri de belirleyen yürütmedir. Mahkeme’nin 2000 yılında Bush’a karşı Gore olayında hatırlattığı gibi, her ne kadar yurttaşlardan devlet başkanları konusundaki tercihleri sorulsa da, oyları sadece istişari niteliklidir. ABD Anayasası halkın egemenliğini tanımaz, çünkü iktidar halk ve Federal devletler, yani yerel seçkinler arasında paylaşılmıştır.

Bu arada, « Rusya Federasyonunda egemenliği elinde bulunduran ve iktidarın tek kaynağı çok uluslu halkıdır » (Başlık I, 1. bölüm, sayfa 3)  ifadesinin yer aldığı Rusya Federasyonunun Anayasasının, aksine –en azından kağıt üzerinde- demokratik olduğunu gözlemleriz.

Bu entelektüel bağlam, ülkelerinin Anayasal olarak demokratik olmamasına rağmen, hükümetleri « demokrasi ihraç etmek » istediğini duyurduğunda ABD’lilerin neden destek verdiklerini açıklıyor. Ama ellerinde olmayan ve kendi ülkelerinde görmek istemedikleri bir şeyi nasıl ihraç edebileceklerini bilemiyoruz.

Son otuz yıl içerisinde, bu çelişki NED ile taşındı ve birçok Devletin istikrarsızlaştırılmasıyla somutlaştı. Binlerce avanak militan ve STK, vicdan rahatlığının dingin gülüşüyle halkların egemenliğini ihlal ettiler.

Çoğulcu ve bağımsız bir vakıf

Başkan Reagan, 8 Haziran 1982 tarihinde İngiliz Parlamentosunda yaptığı ünlü konuşmasında, Sovyetler Birliğini « Şer İmparatorluğu » olmakla suçladı ve burada ve diğer yerlerde bulunan muhaliflere yardım edilmesi önerisinde bulundu. « Demokrasi için gerekli altyapının oluşturulmasına katkı yapılması söz konusudur: basın özgürlüğü, sendikalar, siyasi partiler, üniversiteler; böylece halklar kültürlerini geliştirmek ve aralarındaki sorunları barışçıl yollardan çözmek için kendilerine hangi yolun uygun olduğunu seçmekte özgür olacaklardır ».

Zorbalığa karşı mücadele konusunda uzlaşılan bu temelde, iki partili bir düşünce komisyonu Washington’a Ulusal Demokrasi Vakfı (NED)’in kurulmasını önerdi. Vakıf, Kasım 1983’te Kongre tarafından kuruldu ve hemen finanse edilmeye başlandı.

NED, yurtdışındaki işçi ve işveren sendikalarına ve sağ ve sol partilere ayrılan parayı dağıtan dört özerk yapıyı beslemektedir. Bunlar:

Bugün Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi (American Center for International Labor Solidarity – ACILS) adını alan ve AFL-CIO işçi sendikasına bağlı Hür Sendikalar Enstitüsü (Free Trade Union Institue-FTUI);

ABD Ticaret Odasına bağlı Uluslararası Özel Girişim Merkezi (Center for International Private Entreprise – CIPE);

Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (International Republican Institue – IRI);

Ve Demokrat Parti tarafından yönetilen Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (National Democratic Institute for International Affairs – NDI).

Bu şekilde sunulduğunda, NED ve dört yalancı ayağı, sanki toplumsal çeşitliliğini ve siyasi çoğulcuğunu yansıttıkları sivil topluma dayalıymış gibi görünmektedir. Kongre aracılığıyla ABD halkı tarafından finanse edilen bu kurumlar, evrensel bir ideal uğruna çaba harcıyor gibidir. Başkanlık yönetiminden tamamen bağımsız görünmektedirler. Ve şeffaf faaliyetleri, itiraf edilemeyen ulusal çıkarlara hizmet eden gizli operasyonların örtülmesine olanak veremez.

Oysa gerçek tamamen farklıdır.

CIA, MI6 ve ASIS’in ortak mizanseni  

Ronald Reagan’ın Londra’da yaptığı konuşma, CİA’nin kirli işlerinin parlamento soruşturma komisyonlarınca ortaya çıkarılması çevresinde oluşan skandallar sonrasına denk geliyor. Kongre CİA’ye, yeni pazarlar bulmak üzere askeri darbeler düzenlemesini yasaklar. Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Konseyi bu yasağı delmek için başka araçlar kullanma arayışındadır.

İki partili düşünce komisyonu, her ne kadar Beyaz Saray’dan resmi görevlendirilmesini sonra almış olsa da,  Ronald Reagan’ın konuşmasından önce oluşturuldu. Dolayısıyla da Başkanlığın abartılı hırsına cevap vermiyor ama onun öncülü. Bunun sonucunda konuşma, kaba hatlarıyla zaten belirlenmiş olan ve iki partili komisyon tarafından uygulanmaya yönelik olan kararların söylem olarak süslenmesinden başka bir şey değildir. 

Komisyonun başkanı, ticaretten sorumlu ABD özel temsilcisiydi ve bu da demokrasinin geliştirilmesini değil ama kutsanmış terminolojiyle, « piyasa demokrasisini » öngördüğünü ortaya kurdu. Bu garip kavram ABD modeline uygundur: Bir ekonomik ve mali oligarşi piyasalar aracılığıyla siyasi tercihlerini dayatırken, halkın seçtiği parlamenterler ve hakimler, bireyleri yönetimin keyfiyetinden korumaktadır.

NED’in dört uydu kuruluşundan üçü koşullara uygun olarak oluşturuldular. Öte yandan dördüncüsünü, sendikal birimi (ACILS) kurmak gerekmedi. Bu kurum zaten İkinci Dünya Savaşından beri vardı, ama 1978’de CİA’yle bağlantısı ortaya çıkarıldığında isim değiştirmişti. Buradan da CIPE, IRI ve NDI’nin kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları ve aynı şekilde CİA’nin rehberliğinde kuruldukları sonucunu çıkarabiliriz.

Üstelik NED her ne kadar ABD hukukuna göre kurulmuş bir dernek olsa da, sadece CİA’nin aygıtı değil ama İngiliz (bu nedenle kuruluşu Reagan tarafından Londra’da açıklanmıştır) ve Avustralya gizli servislerinin ortak aygıtıdır. Bu çok önemli husus hep sessizlik içerisinde geçiştirilmiştir. Oysa bu durum, sözüm ona « STK »’nın XXnci kuruluş yıldönümü dolayısıyla Başbakan Tony Blair ve John Howard tarafından gönderilen kutlama mesajlarıyla teyit edilmiştir. Echelon elektronik algılama ağında olduğu gibi, NED ve yalancı ayakları, Londra, Washington ve Canberra’yı birbirine bağlayan Anglosakson askeri paktın aracıdır. Bu düzenek sadece CİA değil ama İngiliz MI6 ve Avustralyalı ASIS tarafından da kullanılabilir.

Bu gerçeği gizlemek için NED, müttefikler arasında kendisiyle çalışan benzer örgütlerin de kurulmasına ön ayak olmuştur. 1988 yılında Kanada, özellikle Haiti ve ardından Afganistan üzerinde odaklanan Haklar ve Demokrasi Merkezi kurulmuştur. 1991 yılında, Birleşik Krallık Westminster Foundation for Democracy (WFD)’yi oluşturmuştur. Bu kamu kuruluşunun işleyişi NED’in bir kopyasıdır: yönetim siyasi partilere emanet edilmiştir (sekiz temsilci: üçü Muhafazakar Partiden, üçü İşçi Partisinden, biri Liberal Partiden ve sonuncusu da Parlamentoda temsil edilen diğer partilerden). WFD Doğu Avrupa’da çok faaliyet yürütmüştür. Son olarak 2001 yılında Avrupa Birliği, mevkidaşlarından daha az şüphe çeken, European Instrument for Democracy and Human Rights (EIDHR)’i kurmuştur. EuropAid’a bağlı olarak çalışan bu ofis, güçlü olduğu kadar çok da tanınmayan Hollandalı Jacobus Richelle adlı bir üst düzey memur tarafından yönetilmektedir.

77 nolu Başkanlık yönergesi    

ABD’li parlamenterler 22 Kasım 1983’te NED’in kuruluşunu oylarlarken, aslında vakfın 14 Ocak tarihli bir Başkanlık yönergesi uyarınca zaten gizlice kurulduğunun farkında değillerdi.

Ancak yirmi yıl sonra tasnif dışı olan bu belge, propaganda yerine, siyasal olarak düzgün bir tanım olarak kullanılan « kamu diplomasisini » düzenlemektedir. Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Konseyi içerisinde, biri NED’i yönetmekle yükümlü olan çalışma gruplarının oluşturulmasını öngörmektedir.

O halde, Vakfın yönetim kurulu, Ulusal Güvenlik Konseyinin hareketini aktaran bir kayıştan başka bir şey değildir. Görüntüyü korumak için, genel olarak CİA’de fiilen çalışan ve eski ajanların yönetici olarak atanmamaları kararlaştırıldı.

Yine de olan biten şeffaftır. Ulusal Güvenlik Konseyi’nde önemli rol oynayan üst düzey memurların çoğu NED’te yöneticilik yapmıştır. Bu durum örneğin Henri Kissinger, Franck Carlucci, Zbigniew Brzezinski ya da Paul Wolfowicz için geçerlidir. Bu şahsiyetler, birer demokrasi idealisti olarak değil ama birer ahlaksız şiddet uzmanı olarak tarihe geçeceklerdir. 

Vakfın bütçesi, istihbarat örgütleri arasında geniş kapsamlı operasyonların parçası olan faaliyetler yürütmek üzere talimatlarını Ulusal Güvenlik Konseyinden aldığı için tek başına yorumlanamaz. Fonlar, özellikle de Uluslararası Yardım Ajansı’ndan (USAID) gelenler, bunların « hükümet dışı kalmalarını sağlamak için », bütçesinde görünmeksizin NED üzerinden nakledilmektedir. Vakıf bunun dışında, Smith Richardson Foundation , John M. Olin Foundation ya da La Lynde and Harry Bradley Foundation gibi özel aracılarda aklandıktan sonra dolaylı olarak CİA’den de para almaktadır.  

Bu programın kapsamının genişliğini iyi değerlendirebilmek için, NED’in bütçesini, Dışişleri Bakanlığının, USAID’in, CİA’nin ve Savunma Bakanlığının ilgili alt bütçeleriyle birleştirmek gereklidir. Böyle bir değerlendirmeyi yapmak bugün için imkansızdır.

Yine de bilinen bazı unsurlar bunun büyüklüğüyle ilgili bir fikir sahibi olmamızı sağlamaktadır. ABD son beş yılda, Lübnan gibi 4 milyon nüfuslu bir küçük ülkedeki dernek ve siyasi partiler için 1 milyar dolar harcamıştır. Global olarak, bu paranın yarısı Dışişleri Bakanlığı, USAID ve NED tarafından kamuoyunun gözü önünde dağıtıldı. Diğer yarısı ise CİA ve Savunma Bakanlığı tarafından gizlice ödendi. Bu örnekten hareketle ABD’nin kurumsal yolsuzluk genel bütçesinin yıllık on milyarlarca dolar olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bugün, Avrupa Birliğinin kamuoyuna tamamen açık olarak yürütülen ve ABD faaliyetlerine de katkı sağlayan eşdeğer programının yıllık bütçesi 7 milyar Euro’dur.

Sonuç olarak, NED’in hukuksal yapısı ve resmi bütçesinin hacmi şaşırtmacadan başka bir şey değildir. Doğası gereği, daha önce CİA’ye atfedilen legal faaliyetlerden sorumlu bağımsız bir kuruluş değil ama Ulusal Güvenlik Konseyinin yasadışı operasyonlarının yasal unsurlarını yerine getirmekle görevlendirdiği bir vitrindir.

Troçkist strateji

NED, kuruluş aşamasında (1984) Allen Weinstein, sonra da dört yıl boyunca John Richardson (1984-88) ve son olarak da Carl Gershman tarafından yönetildi (1998’den beri).

Bu üç adamın, üç ortak noktası bulunuyor. Üçü de Yahudi, Social Democrats USA adlı Troçkist partinin eski militanı ve Freedom House’da çalışmışlar. Bunun bir mantıklı açıklaması var: Stalinizme duydukları nefret nedeniyle kimi Troçkistler, Sovyetlerle mücadele etmek için CİA’ye katıldılar. Beraberlerinde, « renkli devrimlere » ve « demokratikleşmeye » aktardıkları dünya ölçeğinde iktidarın ele geçirilmesi teorisini de getirdiler. Troçkist kutsal söylemi Antonio Gramsci tarafından analiz edilen kültürel mücadeleye uyarladılar: iktidar güçten çok bilinçle ilgilidir. Kitleleri yönetmek için, öncelikle bir seçkin grubunun onlara egemen olan iktidarı kabullerini programlayan bir ideoloji aşılaması gerekir.

Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi (ACILS)

Solidarity Center adıyla tanınan, NED’in sendikal kolu ACILS, çok uzaktan bakıldığında onun başlıca kanalıdır. Vakfın bağışlarının yarısından fazlasını dağıtmaktadır. Soğuk Savaş süresince Vietnam’dan Angola’ya, Fransa’dan Şili’ye dünyadaki komünist olmayan sendikaları yapılandırmaya hizmet eden önceki kuruluşların görevini devralmıştır.

CİA’nın programını gizlemek için sendikacıların tercih edilmesi, benzeri görülmemiş bir ahlak bozukluğudur. « Dünyanın bütün işçileri birleşin! » Marksist sloganının çok uzağında kalan ACILS, ABD’li işçi sendikalarını diğer ülkelerin işçilerini ezen emperyalizmle birleştirmektedir.

Bu yan kuruluş, 1948 yılından 1989’daki ölümüne kadar, çok renkli bir kişiliğe sahip olan Irving Brown tarafından yönetildi.

Bazı yazarlar, Brown’un bir beyaz Rus’un, yoldaş Aleksandr Kerenski’nin oğlu olduğunu söylüyorlar. Kesin olan bir şey varsa, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin gizli servisi OSS’nin ajanı olarak çalışmış ve CİA ve NATO’nun Gladyo ağının kuruluşunda görev almıştır. Doğrudan kuruluşun yönetiminde yer almayı reddetmiş ve kendi uzmanlık alanı olan sendikalar konusuna yoğunlaşmayı tercih etmiştir. Washington’a değil, ama İtalya ve Fransız kamuoyunda özel bir etki yaratacak şekilde Roma’ya, ardından da Paris’e yerleşmiştir. Yaşamının son günlerinde, Fransız İşçi Gücü sendikasını el altından yönetmekle, öğrenci sendikası UNI (ki bu sendikada Nicolas Sarkozy ve Michèle Alliot-Marie ve Millet Meclisi Başkanı Bernard Accoyer ve Parlamento Çoğunluk Grubu Başkanı Jean-François Copé görev almışlardır) ve sol kesimde aralarında Jean-Christophe Cambadelis ve geleceğin Başbakanı Lionel Jospin’in de bulunduğu bir küçük Troçkist grubun üyelerini şahsen eğitmekle öğündü.  

90’lı yılların sonunda, AFL-CIO konfederasyonu üyeleri, ACILS’in gerçek faaliyetlerine ilişkin hesap verilmesi talebinde bulundular, oysa bu sendikanın birçok ülkede suç işlediği birçok belgeyle ortaya konulmuştu. Bu büyük itiraftan sonra işlerin değiştiğine inanılabilirdi. Ancak hiç de öyle olmadı. ACILS 2002 ve 2004 yılında, Venezüella’da Devlet Başkanı Hugo Chavez’e karşı gerçekleştirilen başarısız darbe girişimine ve Haiti’de Cumhurbaşkanı Jean-Bertrand Aristide’e karşı bu kez başarılı olan darbeye aktif bir şekilde katıldı.

ACILS, bugün kendisi de Social Democrats USA adlı Troçkist Parti kökenli olan AFL-CIO konfederasyonunun eski Başkanı John Sweeney tarafından yönetilmektedir.

Uluslararası Özel Girişim Merkezi (CIPE)        

Uluslararası Özel Girişim Merkezi (CIPE), liberal kapitalist ideolojinin yayılması ve yolsuzluğa karşı mücadele konuları üzerine odaklanıyor.

CIPE’nin ilk başarısı, 1987 yılında European Management Forum –Avrupalı büyük patronlar kulübü-‘un World Economic Forum –uluslarötesi yönetici sınıfın kulübü-‘a dönüştürülmesi olmuştur. İsviçre’deki Davos kayak istasyonunda gerçekleştirilen, Gotha global ekonomik ve siyasal büyük yıllık buluşması, bir ulusal kimlik ötesi sınıf aidiyetinin pekiştirilmesine yol açmıştır.

CIPE, Davos’taki Forum ile hiçbir yapısal bağının olmamasına özen göstermektedir ve World Ekonomik Forum’un CİA tarafından araçsallaştırıldığını –en azından şimdilik- kanıtlamak mümkün değildir. Aksi ile kanıtlamak gerekirse, Davos sorumluları, bazı siyasi liderlerin, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde planlanan operasyonlardan ibaret olan büyük öneme sahip olayları oynamak üzere onların ekonomik Forumunu neden kullandığını açıklamakta bir hayli zorlanacaklardır. Örneğin 1988 yılında, Yunanistan ve Türkiye –BM’de değil- Davos’ta barışmışlardır. 1989 yılında, iki Kore Bakanlar düzeyindeki ilk toplantılarını ve iki Almanya ise birleşme yolundaki ilk zirvelerini yine Davos’ta gerçekleştirirler. 1992 yılında, Frederik de Klerk ve Nelson Mandela Davos’a birlikte gelip Güney Afrika için tadarladıkları ortak projelerini açıklarlar. Yine daha inanılmazı, 1994 yılında, Oslo mutabakatı sonrasında, Şimon Peres ve Yaser Arafat Davos’ta müzakere için bir araya gelirler ve mutabakatın Gazze’de ve Eriha’da uygulamasına ilişkin protokolü imzalarlar.

Forum ve Washington arasındaki bağlantı, herkesin bildiği gibi, Dışişleri Bakanlığı çalışanları meslek derneği eski müdiresiyken, CIPE’yi yöneten ABD Ticaret Odası Vakfının Müdiresi olan Susan K. Reardon sağlamaktadır.

Uluslararası Özel Girişim Merkezi’nin bir diğer başarısı da Transparency International’dır. Bu « STK » resmi olarak, aynı zamanda CIPE’nin de yöneticisi ve halen FBI’nin istihbaratçılarının işe alım sorumlusu ve özel istihbarat ajansı Fairfax Group’un Genel Müdürü olan, ABD askeri istihbarat subayı Michael J. Hershman tarafından kurulmuştur.   

Transparency International, her şeyden önce CİA’nin ekonomik istihbarat faaliyetleri için kullandığı bir paravan kuruluştur. Aynı şekilde, Devletleri pazarlarını dışa açmak üzere yasalarını değiştirmeye ikna etmek için kullanılan bir iletişim aracıdır.

Transparency International’ın kökenini gizlemek için CIPE, Dünya Bankasının eski basın yayın müdürü yeni-muhafazakar Frank Vogl’un bilgilerinden yararlanma yolunu seçer. Vogl, sivil toplum kökenli bir dernek izlenimi vermeye hizmet edecek bir şahsiyetler Komitesi kurdu. Bu vitrin komitesi, eşi 2004 ve 2009 yılları arasında SPD’nin Federal Almanya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayı olan, Dünya Bankasının Doğu Afrika’daki eski müdürü Peter Eigen tarafından yönetilmiştir.

Transparency International’in çalışmaları ABD çıkarlarına hizmet ediyor ve hiç de güvenilir değil. Sözde STK, 2008 yılında, Venezüella Devlet Petrolleri Şirketi PDVSA’daki yolsuzlukları ifşa ediyor ve tahrif edilmiş haberlerden hareketle bu kurumu dünya kamu şirketleri sıralamasında son sıraya yerleştiriyordu. Amaç tabii ki, Devlet Başkanı Hugo Chavez’in anti-emperyalist politikasının ekonomik temelini oluşturan bir şirketin itibarını sabote etmekti. Basının yönlendirirken suçüstü yakalanan Transparency International, Latin Amerika basınının sorularını cevaplandırmayı ve raporunu düzeltmeyi reddetti. CIPE’nin Venezüella temsilcisi Pedro Carmona’nın, 2002 yılında ABD tarafından Hugo Chavez’e karşı gerçekleştirilen darbe sırasında iktidara yerleştirildiğini hatırladığımızda bu durum hiç de şaşırtıcı değildir.

Transparency International, medyaların dikkatini ekonomik yolsuzluk üzerinde odaklayarak, yönetici seçkinlerin Anglosaksonlar yararına siyasi yolsuzluğu NED’in faaliyetlerini bir şekilde gizlemektedir.

Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (IRI) ve Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (National Democratic Institute for International Affairs – NDI)

Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (IRI) sağcı partilere rüşvet vermesiyle tanınırken, Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitüsü (NDI) sol partilerle ilgilenir. Birincisinin Başkanı John McCain, ikincisinin ise Madeleine Albright’tir. Dolayısıyla bu iki şahsiyetin birer basit siyasetçi, muhalefet lideri ve bilge emekli olarak değil ama Ulusal Güvenlik Konseyinin aktif sorumluları olarak algılanmaları gerekir.

IRI ve NDI, dünyadaki başlıca siyasi partileri eğitmek için, Liberal Enternasyonal ve Sosyalist Enternasyonal’i kontrol etmekten vazgeçmiştir. Onların yer,ne Uluslararası Demokratik Birlik (IDU) ve Demokratların İttifakı (AD) gibi rakip örgütler kurmuşlardır. Birinci kurumun Başkanlığını Avustralyalı John Howard yürütmektedir. Adil Dava (Правое дело)‘dan Rus Leonid Gozman Başkan Yardımcısıdır. İkincisi ise İtalyan Gianni Vernetti tarafından yönetilmekte, eşbaşkanlığını ise Fransız François Bayrou yapmaktadır.

IRI ve NDI aynı zamanda Avrupa’daki büyük siyasi partilere (Almanya’da altı, Fransa’da iki, Hollanda’da bir ve bir tanesi de İsveç’te) bağlı siyasi vakıflardan da destek almaktadır. Bunun dışında, kimi operasyonlarda, son olarak Afganistan’daki hileli seçimleri düzenleyen Democracy International Inc. Gibi, bazı gizemli özel şirketlerin taşeronluğundan da yararlanılmaktadır.

Bunlar kulağa hiç de hoş gelmiyor. ABD, dünyadaki büyük siyasi partilerin ve sendikaların birçoğuna rüşvet dağıttı. Sonuç olarak, destekledikleri « demokrasi », her ülkenin iç sorunlarını –özellikle kadın ya da eşcinsel hakları gibi toplumsal sorunları- tartışmak ve tüm uluslararası sorunlarda Washington’la birlikte hareket etmeyi gerektirmektedir.

Seçim kampanyaları, NED’in kimisine hiç sunmamakla birlikte bazılarına ihtiyacı olan mali imkanları sunarak casting’ini oluşturduğu gösterilere dönüştüler. NED, kendisiyle aynı uluslararası ve savunma politikasını izlemesi kaydıyla bir kampı ya da bir diğerini alternatif olarak desteklediği için, ardışıklık kavramı bile anlamını kaybetmiştir.

Günümüzde Avrupa Birliği ve diğer yerlerde demokrasinin yaşadığı krizden şikayet edilmektedir. Bunun açık bir şekilde sorumlusu NED ve ABD’dir. Peki, John McCain gibi başlıca muhalefet liderinin aslında Ulusal Güvenlik Konseyinin memuru olduğu, ABD gibi bir rejimi nasıl nitelemeliyiz? Kesinlikle demokrasi olarak değil.

Bir sistemin bilançosu

USAID, NED, uydu kuruluşları ve aracı vakıfları zamanla geniş ve iştahlı bir bürokrasinin doğmasına neden oldular. Her yıl Kongrede NED’in bütçesinin görüşülmesi sırasında bu dokunaçlı sistemin yararsızlığı ve bu kurumu yönetmekle sorumlu ABD’li siyasetçilerle ilgili zimmete para geçirme dedikoduları üzerine şiddetli tartışmalar yaşanıyor.

Daha iyi bir yönetim kaygısıyla, bu mali akışların etkisini ölçmek üzere birçok araştırma sipariş edildi. Uzmanlar, her bir Devlete ayrılan tutarlarla, Freedom House’un bu Devletlere ilişkin verdiği demokrasi notlarını karşılaştırdılar. Ardından, bir Devletin demokrasi notunu bir puan kadar yükseltebilmek için fert başına ne kadar dolar harcanması gerektiğini hesapladılar.

Tabii ki bütün bunlar kendini meşrulaştırma girişiminden ibarettir. Bir demokrasi notu düzenleme düşüncesinin hiçbir bilimsel yanı yoktur. Totaliter bir yaklaşımla, sadece bir tür demokratik kurum olduğunu varsaymaktadır. Ve çocuksu bir şekilde, tutarsız bir kriterler listesi düzenleyerek, toplumsal karmaşıklığı tek tip bir rakama indirgemek için bunları hayali katsayılarla dengelemektedir. 

Sonuç olarak, bu incelemelerin büyük bir çoğunluğu başarısızlığa işaret etmektedir: dünyadaki demokrasilerin sayısı artıyor olsa da, Ulusal Güvenlik Konseyinin harcadığı paralarla, demokratik gelişme ya da gerileme arasında hiçbir bağ yoktur. Öte yandan, USAID’in sorumluları Vanderbilt Üniversitesinin gerçekleştirdiği bir araştırmadan söz etmektedirler. Buna göre, NED’in sadece USAID ile ortak finanse ettiği operasyonlar etkili olmuştur, çünkü USAID bütçesini dikkatli yönetmektedir. Bu çok özel araştırmanın USAID tarafından finanse edildiğini söylersem şaşırmayın.

Ne olursa olsun, 2003 yılında, yirminci kuruluş yıldönümü dolayısıyla NED, faaliyetlerinin bir siyasi bilançosunu çıkarır ve bu raporda dünya çapında 6 000’den fazla siyasi ve toplumsal kuruluşu desteklediğini açıklar. Bu sayı bugüne kadar artışını sürdürmüştür. Vakıf Polonya’da Solidarnoc sendikasını, Çekoslovakya’da Charta 77 (77’ler Bildirgesi) ve Sırbistan’da Otpor’u tamamen kendisinin kurduğunu kabul ediyor. Eski Yugoslavya’da radyo B92’yi ya da Oslobodjenje gazetesini ve « özgürleştirilen »Irak’ta birçok yeni bağımsız medyayı tam teşekküllü olarak kurmakla övünüyor. 

Örtü değiştirmek

Dünya çapında başarılı olduktan sonra, demokratikleşme söylemi artık ikna edici olmuyor. Başkan George W.Bush bunu her durumda kullanarak tüketmeyi başardı. Artık kimse NED’in yaptığı desteklerin uluslararası terörizmi ortadan kaldıracağı düşüncesini ciddi olarak destekleyemez. Aynı şekilde, ABD birliklerinin Saddam Hüseyin’i Irak’lılara demokrasiyi armağan etmek için devirdiğini bundan böyle kimse iddia edemez.

Üstelik dünyanın her yerinde demokrasi için mücadele eden yurttaşlar kuşkucu olmaya başladılar. NED’in ve yalancı ayaklarının armağan ettiği yardımın aslında onları yönlendirmeye ve ülkelerini tuzağa düşürmeye yönelik olduğunu anladılar. Dolayısıyla da gün geçtikçe kendilerine önerilen « karşılıksız » bağışları kabul etmiyorlar. ABD’nin farklı rüşvet kanallarındaki yetkililer de bir kez daha sistemi susturmayı öngördüler. CİA’nin süslü darbelerinden ve NED’in şeffaflığından sonra, güvenilirliğini yitirmiş bir oluşumdan görevi devralacak yeni bir yapı kurmayı öngörmektedirler. Bu yapı artık sendikalar, işverenler ve iki büyük parti tarafından değil, Asia Foundation modelinde olduğu gibi çokuluslu şirketler tarafından yönetilecektir.

80’li yıllarda basın, Asia Foundation’un CİA’nin Asya’da komünizmi yenmek için kullandığı bir paravan yapı olduğunu ifşa etmişti. O zaman vakıfta reform yapılmış ve yönetimi çokuluslu şirketlere (Boeing, Chevron, Coca-Cola, Levi Strauss v.b. gibi) emanet edilmişti. Bu yeni imaj, kuruluşundan beri CİA’ye hizmet eden bir yapıya, hükümet dışı ve saygın bir görünüm vermek için yeterli olmuştu. SSCB’nin dağılmasından sonra, ortaya çıkan yeni Asya Devletlerinde gizli faaliyetleri yaygınlaştırmak üzere bu kuruma Eurasia Foundation adında bir kardeş daha gelmiştir.

Bir başka tartışmalı konu da « demokrasinin teşviki » için yapılan bağışların sadece belirli projelerin gerçekleştirilmesi için bir tür sözleşme kapsamında mı yoksa sonuç zorunluluğu olmaksızın verilen destekler olarak mı verileceğidir. Birinci formül daha iyi bir yasal koruma sağlarken ikincisi yolsuzluk için daha büyük kolaylıklar sağlamaktadır.

Karşımızdaki manzaraya baktığımızda, bunun için geliştirdikleri bürokrasi aşırı ve aşırı titiz olsa da, Vladimir Putin ve Vladislav Surkov’un Rusya’daki STK’ların finansmanına kurallar getirilmesi şartı meşrudur. ABD Ulusal Güvenlik Konseyinin otoritesi altında yapılanan NED düzeneği, dünyadaki demokratik çabaları desteklemekle kalmıyor, onları zehirliyor da.

Thierry Meyssan

Kaynak
Оdnako (Rusya)    

(Bu makale ilk olarak Rus dergisi Odnako’nun 35nci sayısında (27 Eylül 2010 tarihli) yayınlanmıştır. Voltaire İletişim Ağı'nda Thierry Meyssan imzasıyla 6 Ekim 2010 tarihinde yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir http://www.voltairenet.org/article166549.html )