ABD, Fransız ve Suudi bombaları sivilleri öldürmüyor!
Birinci Dünya Savaşında, kurbanların %5’i sivildi; bugün ise silahlı çatışmaların kurbanlarının %90’i sivil. Bu halklar öldürülüyor, aç bırakılıyor, yerlerinden ediliyor, talan ediliyor. Siviller gün geçtikçe savaş yapmanın araçları haline getirildiler.
Bu çelişkili bir durumdur. İnsani haklar alanı gelişti ve uluslararası düzende insan hakları sorunu hiçbir zaman bu kadar sistematik olarak söz konusu edilmedi. Savaş suçlarını cezalandırmakla yükümlü ceza mahkemeleri ve insanlığa karşı suç kavramları bile yaratıldı. Daha da küresel anlamda « insani olan », birinin suçluluğu konusunda şüphesini dile getirmenin bunu aktaranın suça ortaklığına ilişkin bir şüpheye yol açabilecek kadar, medyatik alanda çok kutsal bir imaja sahip!
Menzilsiz yakarmaların ötesinde tek bir resmi merhamet göstermeyen büyük güçlerin hepsi sırasıyla insan haklarını ihlal etmekte ve her silahlı çatışma sırasında sivil halklar katledilmektedir. Son on yıllar içerisinde, işin hatta biraz daha ileriye gittiğini söyleyebiliriz: silahlı çatışmaları önlemeyi denemek için müzakere yapılması ilkesinin reddi, sivil çatışmaların sınırsız olarak daha yıkıcı olan uluslararası savaşlara dönüşmesi, kimilerine cezasızlık, kimilerine karşı ise yaptırım, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi hükümlerine kayıtsızlık, v.b.gibi.
Dün öldürenlerin, kendini bugün öldürenlerin hakimi olarak ilan ettiklerinde ya da utanmadan bizzat bombalayanlar, diğerlerinin bombardımanlarını kınadıklarında yüzsüzlüğün son sınırına varılmış oluyor!
Moral verme niyetli bu çılgınlığın belirticisi aktüalitedir.
Dresden, Hamburg, Hiroşima, Nagasaki bombardımanlarını, ardından İkinci Dünya Savaşından sonra, Pyong Yang’ın (1950-1953 savaşı sırasında), Hanoi’nin ve Vietnam’ın v.b. tamamının « karelere bölünelerek» Amerikan B52’leri bombalarla yerle bir edilmesini belki de hatırlıyoruzdur.
Bize daha da yakın tarihlerde, Belgrat, Irak bombardımanlarını ve Bağdat’a yönelik saldırıları, Libya’ya karşı sekiz ay süren savaşı, Gazze’nin İsrail bombardımanlarıyla dövülmesini v.b. de keza.
Bombardımanlarda sivillerin ölmesini masum göstermek için, Batılı medyalar, asıl önemli olanın müttefik askeri güçlerin büyük kayıp vermemesi olduğunu vurgulayarak, düşman ve « rehin alınan » sivil halkın birbirine karıştığı, bunları birbirinden ayırmanın zor olduğu olgusunu ortaya koyuyorlar.
Bu arada, Suriye vakası ve Batılıların İslamcılarla nesnel suç ortaklığı gibi garip bir « oyun » içerisinde Rusya’nın müdahalesi ortaya çıktı. Suriye topraklarına yerleşmiş IŞİD’e karşı yürütülen ve dört yıl süren bir sahte savaştan sonra, Rus müdahalesi mevcut durumu değiştirdi.
Fransa ve ABD’nin bundan böyle, başta Halep olmak üzere çeşitli kentlerde sağlam bir şekilde yerleştirilmiş İslamcı güçlerden yararlanarak Şam rejimini tasfiye etme yolundaki asıl hedeflerine ulaşmaları mümkün değildir. Birkaç ay içerisinde sahadaki güç dengeleri tersine döndü. ABD buna paralel olarak Irak’ta IŞİD’e karşı askeri çabalarını yoğunlaştırmak zorunda kaldı ve Fransız yetkililerin insani « kaygıları » birden öncelikli hale geldi!
Asıl « skandal » şu ki Rusya, NATO’nun « sınırlarının » kendisine kadar uzanmasını ve sadece Batının askeri üslerinin düşman oldukları varsayılan Devletleri kuşatmasını artık kabul etmiyor!
Halep konusunda BM İslamcıların koruma altında, sivil halkın zarar görmemesi için yerleştikleri kentin mahallelerini terk etmelerini önerdi. Ama stratejilerinin yakında bozguna uğrayacağını anlayan Batılı güçler birdenbire « insanileşerek » sadece Halep’i bombalayan « Şam ve Rus müttefikini » ve artık İslamcı olarak değil ama « isyancı »(*) olarak nitelediklerini suçluyor!
Büyük öneme sahip stratejik çıkarlardır söz konusu olan: Suriye, petrolün de ötesinde, Akdeniz’de petrol ve gaz kaynaklarının bulunmasından beri önemli bir enerji geçiş bölgesi haline gelmiştir. Batılılara ve özellikle de Fransızlara göre Suriye, Irak ve Libya gibi bir « neo-protektora » olarak yönetilmeliydi.
Buna karşın, tek başına 600 sivilin kurbana (ölü ve yaralı) yol açan, Ekim ayı başındaki Suudi bombardımanı karşısında « itidal » çağrısında bulunan kısa bir basın bildirisi dışında, Suudi Arabistan tarafından Yemen’de yürütülen savaşa karşı oluşan bir tepkiye rastlayamıyoruz!
Musul’un ABD ve Bağdat güçleri tarafından geri alınması muhtemelen sivil kayıp olmadan gerçekleşecek çünkü Batılı bombalar, silahlı düşmanlarla silahsız sivilleri birbirinden ayırmak gibi çok özel niteliklere sahip!
Sivillerin gerçekten de güvenlik içerisinde olabilmesi için tek yöntem olan, Devletlere silahlı güç kullanımını yasaklayan ve müzakere yoluyla siyasi çözüm arayışında bulunulmasını tavsiye eden Birleşmiş Milletler Sözleşmesinden ilham alındığını bir gün görebilmemiz mümkün olabilecek mi?
Robert Charvin
(*) Şam rejimine muhalefet eden bu « isyancılar » 2013 yılından beri ABD tarafından silahlandırılıyor ve petrol kaçakçılığından elde ettikleri karlar dışında Suudi Arabistan tarafından finanse ediliyorlar.
(Investig’Action www.michelcollon.info sitesinde 12 Ekim 2016 tarihinde Robert Charvin imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir)