Beyrut'un ruhunu kim çaldı?
6 Mayıs 1916’da, Osmanlı İmparatorluğu Lübnanlı altı Arap milliyetçisini astı. Bu olayı anmak için, Beyrut’un en büyük meydanına « Şehitler Meydanı » adı verildi. Şehitler Meydanı on yıllardır, çevresindeki çarşılar, oteller, lokantalar, kafeteryalar, sinemalar, seyyar satıcılar ve hatta genelevleriyle Lübnan başkentinin çarpan kalbi, şehrin merkezi oldu. Yüz yıl sonra, 2016’da, Şehitler Meydanı 2003 yılında inşa edilen Şehitler Anıtının on metrelerce uzağındaki « Hariri Camii » yararına bizzat şehit edildi, ihmal edildi, kendi kaderine terk edildi.
1916 – 2016: sönük bir yıldönümü
İtalyan heykeltıraş Marino Mazzacurati’nin eseri olan ve Şehitler Meydanına yerleştirilen « Şehitler Heykeli »’nin açılışı 6 Mayıs 1960’da yapıldı. Yani 1916’da Osmanlı askeri şefi Cemal Paşa’ya karı isyan eden altı Lübnanlı yurtseverin asılmasından 44 yıl sonra. Ama heykel aynı zamanda 1915 ve 1916 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından asılarak infaz edilen 47 şehidin (aydın, din adamı ve gazeteci) de anısına yapıldı.
Bugün, Beyrut’ta yaşayan birçok Lübnanlı, bu anıtın Lübnan’ın « tüm şehitlerini » temsil ettiğine inanıyor. Bu da, özellikle 200 000’den fazla kişinin öldüğü ve yaralarının henüz kapanmadığı Lübnan iç savaşı (1975-1990) sırasında olmak üzere, herkesin politik eğilimine ve izlediği yola göre kişisel yoruma çok geniş bir pay ayırıyor. Bu kanlı çatışma, savaş sırasında çatışmaların sınır hattının geçtiği meydanın merkezinde yer alan Şehitler Anıtı üzerinde de kendi izlerini bıraktı.
BTP Solidere1 Şirketi (1994 yılında dönemin Lübnan Başbakanı Refik Hariri tarafından kurulan), 15 yıl süren savaş sırasında harabe haline gelen Lübnan kent merkezinin yeniden inşasını üstlendi. Heykel, bir toplumsal isyanın ayak seslerinin duyulduğu Kasım 2004’te başlangıçtaki yerine yeniden taşınmıştı. Refik Hariri’nin 14 Şubat 2005’te öldürülmesi sonrasında, toplumsal isyan yoğunlaşır ve 1976 yılından beri Lübnan’a yerleşen Suriye’nin askeri varlığına karşı yöneldi. « Sedir Devrimi » adıyla bilinen bu olaylar, Nisan 2005’te Suriye askeri birliklerinin geri çekilmesiyle sonuçlandı.
Bundan iki yıl önce, Ekim 2003’te, Lübnan Cumhuriyeti müftüsü Muhammet Kabbani ve Lübnan Başbakanı Refik Hariri, Şehitler Heykelinin on metrelerce uzağındaki Muhammet el-Amin Camiinin açılışını yaptılar. Bu firavunlar dönemine layık cami Refik Hariri ile bağlantılı olduğundan, bu anıt genelde « Hariri Camii » olarak anılır. Bu arada camiye « Hariri Türbesi » de denilebilir, çünkü eski Başbakanın naşı buraya gömüldü.
Milliyetçi isyancıların Osmanlı iktidarınca infaz edilmesinden yüz yıl sonra, olayın anısına dikilen anıt, uluslararası jeopolitiğin ruhsuz eşiğinde simgesel bir parça haline dönüştü. 2016’da, yüzyıllık şehitler görünmez hale geldiler. Şehitler Meydanının merkezi artık karanlık bir kuyudan başka bir şey değil. Geceleyin Hariri Camiini onlarca ışıklı spot aydınlatıyor. Bu mizansen, tamamen karanlığa gömülen Şehitler Heykelini tamamen görünmez kılıyor. Bin bir ışıkla parlayan, karanlığın orta yerinde parlayan alev gibi duran Hariri Camii gözleri kamaşan kelebekleri kendine çekiyor. Görkemli ve merhametsiz, gösterişli cüssesi ve şatafatlı kütlesiyle güçlü cami, Şehitler Heykelini küçümsüyor. Dondurucu nefesiyle, yüzyıllık şehitlerin mumunu söndürdü ve hatta isyanın ateşini de söndürmek istiyor gibi görünüyor. Ateş, küllerinden tekrar doğabilecek misin?
Bir şehit, diğerini kovuyor
Gündüz gözüyle, bir başka gösteri ortaya çıkıyor. Şehitler Heykelinin çevresi kamu yetkilileri tarafından açıkça kendi kaderine terk edildi. Bir zamanlar kentin kalbi ve ciğeri olan yer şimdi çöplüğe dönmüş durumda.
Karşılaştırırsak, 2005’te öldürülen ve milli şehit seviyesine yükselen Refik Hariri’nin Heykeline büyük özen gösteriliyor. Bu anıt, Hariri’nin ölümünden üç yıl sonra 14 Şubat 2008’de açıldı. Beyrut’un marinası ve Lübnan başkentinin en pahallı mahallelerinden biri olan, Lübnan burjuvazisi ve Avrupa’dan ya da Körfez petromonarşilerinden gelen zengin ailelerin uğrağı Zeytuna Bay’de bulunuyor. Bu görkemli heykel, Beyrut şehir merkezinin büyük bölümünde belirleyici etkinliği olan (Solidere Şirketi aracılığıyla) Hariri Ailesinin gizli ama merhametsiz varlığını hatırlatıyor.
Hatırlatmamız gerekirse, Suudi Arabistan’da işadamı olarak servet kazanan Refik Hariri, aynı zamanda Suudi vatandaşlığına sahipti ve Suudi kraliyet ailesinin yakınıydı. Hariri ne zaman elini uzatsa, Suudilerin kolu hemen yardımına koşuyordu. Dolar mültimilyarderi Refik Hariri, bankacılık, emlak, sanayi, medya olmak üzere ekonominin birçok kilit sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin hissedarıydı. Medyatik aygıtın kontrolü –egemen ideolojinin propaganda aygıtı olarak- kamuoyunu şekillendirmek ve yönlendirmek için temel öneme sahiptir. Böylece Refik Hariri, Lübnan’da kendi televizyon kanalı (Future TV), kendi gazetesi (el-Müstakbel) ve Paris’te yerleşik olan ve birçok Fransız kentinde ve internet üzerinden yayın yapan (Radio Orient) bir radyoya sahipti.
Öte yandan Refik Hariri eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile yakın ilişkiler içerisindeydi. Bunun kanıtı olarak Jacques Chirac ve eşi Bernadette’in Mayıs 2007’de, Seine kıyısında Hariri Ailesine ait bir binaya taşınmalarını gösterebiliriz. Taşınmalarından iki ay önce, yani 18 Mart 2007’de, Jacques Chirac, Refik Hariri’nin oğlu Saad’i Legion D’honneur Şövalyesi unvanıyla onurlandırmıştı.
Bir coğrafi mikro-merkez kayması, bir siyasi mega-yarar
Şehircilik daima egemen iktidarların enstrümanı olmuştur. Kentin coğrafi örgütlenme –dolayısıyla toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi- aracı olarak şehircilik büyük ölçüde siyasidir. Böyle olunca, kendimizi şu soruyu sormaktan alıkoyamayız: milli şehitlere adanan anıtın önemsiz hale getirilmesi ve Muhammet el-Amin Camii ve onun « şehidi » Hariri’ye aşırı değer verilmesi hangi projeye hizmet ediyor? Özgürlüğü için mücadele veren bir halkın kahramanlık anıtı neden marjinalleştiriliyor? Bakıştaki, görsel perspektifteki bu merkez kayması, sadece Refik Hariri’nin kişisel ve megalomanyak bir hevesini mi yansıtıyor ya da tersine, yurtsever simgeler ve Arap milliyetçiliğinin aleyhine, Vahhabi eğilimli bir siyasal İslam’a doğru kolektif yönelişin bilincinde olan bir sosyo-politik projeyi mi ortaya koyuyor?
Her zamanki gibi tarih zamanla kendi yanıtlarını verecektir. Ama daha şimdiden yurttaşlar gözlerini dört açmalı ve bir simgeden çok daha fazla anlama gelen bu anıtın üzerine titremelidir. Bu anıt, özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele eden bir halkın tarihinde temel bir hafıza desteğidir.
Maël Alberca
(Inverstig’Action www.michelcollon.net sitesinde 4 Kasım 2016 tarihinde Maël Alberca imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir http://www.investigaction.net/qui-a-vole-lame-de-beyrouth/ )