Yeniköy'deki zeytin ağaçlarına ne oldu?
Çok diğerkam gibi görünen ama gerçekler kendisine ‘değmeden’ aklı başına gelmeyen hastalıklı bir türün silinmeye yüz tutan son nüshaları olarak, çevre koruma etkinliğinin genellikle bize çok uzak bir felaketi öteleme çabası şeklinde algılandığına tanık olduk. Önce düşüncelerimizi felç eden her zamanki vurdumduymazlığımıza, sürdürülebilir sömürünün egemen ağızlarının ‘küresel ısınma koskoca bir masal’, ‘dünyanın döngüsel iklim olayları bunlar’, ‘aslında ozon tabakası hiçbir zaman bu kadar kalın olmamıştı’, ‘yaşananlar gelip geçici El Nino’nun etkisi’ gibi yalanları eklendi.
Oysa kozmosun asıl benzersiz afeti olan insanın sürdürülebilir sefaletinin kopkoyu perdesinin ardında gizlemeye çalıştığı felaketler, ani ve şiddetli doğa olaylarının yanı sıra ani ölümler, kanserler, yediden yetmişe dizginsiz diyabetler, hormon bozuklukları, etkensiz alerjiler şeklinde bize, hücrelerimizin en ücra köşelerine kadar uzun zamandır değiyordu. Bugün artık çok daha somut ve geri döndürülemez olgularla karşı karşıyayız.
İlçeyi kasıp kavuran, mafyadan da çok muktedir CHP’li bir belediye başkanının, Amerika’daki oğlunu ziyaretinde gördüklerini örnek alan çok iyi niyetli DYP’li bir ilçe yöneticisiyle birlikte, köylerindeki ormanlık arazinin tam orta yerine kondurmak istediği ‘modern çöplüğe’, zaten çevreyi korumaktan ibaret olan yaşam faaliyetinin devamını sağlamak için karşı çıkan, ama nedense daha sonra Cinebız kıyısına kurulan oyuncak arıtma, dizginsiz yapılaşma ve her sabah fırınında bir türlü tutuşturmayı beceremediği prina ile köyü dumana boğan çamaşırhaneye teslim olan Yeniköy halkı, bugün çok daha önemli bambaşka bir ‘küresel’ afetle karşı karşıya.
“Hiç bakmasan da olur”, “altına işesen dahi faydası dokunur” diye küçümsediğimiz vefakar zeytin ağaçları meyve vermiyor. Yanlış anlaşılmasın, ortada mevsimsel bir ürün eksilmesi, bir yıl tam verip sırık kullanımı ve bakımsızlık nedeniyle ertesi yıl az verme anlamına gelen periyosiditenin ya da bakımsızlığın ve hastalıkların etkisi filan değil bu. Köydeki yerli ağaçlar, yani “Memecik” türü yabani çöğür üzerine aşılanan zeytin ağaçları, iki yıldır hiç ama hiç meyve vermemeye başladı.
Kuşkusuz sadece zeytinler değil, armutlar, üzümler, incirler, kayısılar, bademler ve hatta her koşula dirençli diye bildiğimiz maki topluluğunun kimi üyeleri dahi iklim değişikliğinin etkisi altında. Ama köyün birincil tarımsal faaliyeti zeytincilik. Zaten kıt kanaat ancak geçinen geriye kalan sınırlı çiftçi aileler ancak zeytinden aldıkları gelirle aile bütçelerini “sürdürülebilir” kılıyorlar. Yanlış anlaşılmasın büyük paralar kazanılarak, kıyı kesimindeki meyve bahçeleri gibi devasa karlar yapılması söz konusu olmadı hiçbir zaman. Sadece akrabalar dahil ev ihtiyacı yağın ve sofralık zeytinin karşılanması ve artan ve zeytinyağı spekülatörlerine düşük fiyattan satılan yağın geliriyle de toprağın sürülmesi, gübre verilmesi gibi yıllık masrafların kafa kafaya karşılanmasıydı yaşanan.
Felaketin başlangıcında, önce köydeki “Memecik” türü yerli ağaçlarda yaygınlaşan halkalı leke hastalığının (yani Latince bilimsel adıyla Spilocaea oleaginea=Cycloconium oleaginum) etkisiyle gerçekleştiği sanıldı bu durumun. Gerçekten de yaklaşık on yıla yakın bir süredir dere kenarındaki yüksek çınarların gölgesinde havasız taban bir mevkide yaşayan Rıfat Ağabeyin ağaçları hiç meyve vermiyordu. Hatta bu hastalık daha sonra zamanla diğer komşu arazilerde de görülmeye başlayınca ben de dahil olmak üzere baharda göztaşı (bakır oksit) mücadelesine dahi giriştiğimiz oldu. Ama verime yansımasını göremedik.
Ziraatçı olmamama rağmen gördüklerimden çıkarsadığım kadarıyla, iklim değişikliğinin katkısıyla zaten bakımsız olan zeytin bahçelerinde, hastalık ve zararlıların etkisi de artıyor. Kendi ağaçlarımdan gözlemlediğim kadarıyla, çok lanet bir hastalık olan ve ağaç köklenmedikçe kurtulması çok zor olan, köylülerin çaresizliği nedeniyle “kanser” olarak adlandırdığı ama zeytin dal kanseriyle (yine Latincesiyle Pseudomonas savastanoi pv. Savastanoi) hiçbir ilgisi bulunmayan Vertisilyum Solgunluğu (Verticillium dahliae) da artmış durumda. Keza tek ürün veren Gemlik ağaçlarındaki meyve sayısının azlığından ötürü zeytin kurdunun vurduğu meyvelerin sayısı da çoğalmış görünüyor. Çok kısıtlı hasat gerçekleştirebilenlerin zeytinyağlarındaki asit oranının yüksekliği tabi öncelikle yağış azlığının da etkisiyle bu durumdan da etkileniyor.
Ancak bugün geldiğimiz durum itibariyle, Memecik türü zeytinlerin köy genelinde hiç meyve vermemesinin nedeninin bu olmadığı anlaşılıyor. Başlangıçta sadece köyümüzde yaşanıyormuş gibi görünen bu şaşırtıcı fenomenin artık Kuşadası merkezinde betondan geriye kalabilen zeytinlikler dahil, çevremizdeki Kirazlı, Çınar, Burgaz, Çamlık, Ece Köyü gibi yerleşimlerde ve hatta Türkiye genelinde de yaşandığına tanık oluyoruz. Köyümüz dahil bazı yerlerde hiç (yani tek bir meyve dahi yok) meyve vermeyen Memecik türü ağaçların Kuşadası ve Çamlık gibi yerlerde nadir de olsa “kısmen” meyve verdikleri görülüyor. Hatta Ortaklar’a giderken ayrı bir mikro iklime sahip olduğunu düşündüğümüz Havutçulu’daki, bizim de bundan beş on yıl önce yaşadığımız gibi ağaçların dallarının aşırı meyveden yerlere değdiği söyleniyor.
Fenomen, kök yapısı güçlü yabani zeytin üzerine aşılı olan Memecik türü zeytinin meyve vermemesi ama son yirmi yıldır dikiminin kolay olması nedeniyle kimi bahçelerde zamanla tercih edilmeye başlanan, çelikleme yöntemiyle daldırma usulü üretilen ve dolayısıyla kök yapısı daha zayıf ve yüzeysel olan Gemlik türü ağaçların az da olsa hala meyve vermeye devam etmesi gerçeğiyle daha da bir karmaşıklaşıyor.
İşin ilginci meyve verme durumunun çöğürün yapısıyla yani ağacın kök yapısıyla da ilgili olduğu da anlaşılıyor. Yerli yabani zeytin üzerine bizzat aşıladığım Gemlik türü zeytinlerde meyve yok ama çelik köke sahip tüpten diktiğim Gemlikler hala meyve veriyor.
Son yüzyılların en kurak dönemini yaşadığımız bugünlerde, söz konusu durumun, yani meyve vermeme fenomeninin yağışla yani ağaçların su almamasıyla ilgili olduğu söylenebilir. Ama bu da doğru değil. Çünkü damlama sistemle sulanan yerli Memecik türü ağaçlar da yine hiç meyve vermiyor. Gemliklerde ise sulamanın etkisi meyve tutumunun biraz daha artması ve oluşan meyvelerin kalitesinin yükselmesi şeklinde görece olumlu olabilse de eski verim düzeyine ulaşmak mümkün olamıyor.
Sekiz yüz metre irtifanın altında Sıfırın altında yedi dereceye kadar dalları donmadan sorunsuz bir şekilde yaşamını sürdüren zeytin ağaçları, diğer çoğu meyve ağacı gibi “dinlenebilmek” ve gelecek yılın ürününü oluşturabilmek için +7 santigratın altındaki bir soğuklama dönemine ihtiyacı vardır. Bilim adamları genel olarak zeytin ağacının soğuklama ihtiyacını 600 ila 1000 saat arasında olduğunu söylüyor. Yani 24’e bölersek 25 ila 42 gün arasında 7 derecenin altında bir soğuk iklime gereksinimi var. Aydın bölgesi için yapılan bir özel araştırmada soğuklama ihtiyacı Aydın merkezde 817,8 saat, Kuşadası için ise 652 saat olarak hesaplanmış (ADÜ Ziraat Fakültesi Dergisi http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/2522/1/2010-71,77.pdf).
Oysa nedense oldum olası istatistiklere hiç içimden itibar etmek gelmese de, şu ana kadar kaydedildiği kadarıyla 2016’nın son 137 yılın en sıcak yılı olduğu söyleniyor. Geçen yıllarda da havaların genellikle geçiş dönemlerinde yani Ekim, Kasım, Aralık ve Şubat, Mart, Nisan gibi ilkbahar ve sonbahar aylarında sıcaklıkların aylık ortalamaların üzerinde ve oldukça güneşli gittiğine tanık olduk. Adına kış demekte zorlandığımız mevsimi ancak Ocak ayındaki birkaç gün için yaşar hale geldik. Yağışların azlığı ise ayrı bir olay. Bu yıl çok az yağmur aldık. Son baharın son günlerine gelmemize yazdan beri çok zayıf olmakla birlikte ancak iki kez yağan yağmur nedeniyle toprağın ancak 10-15 santimetrelik bir tabakasının nemlendiğine tanık olduk. Ama soğuklama sorunu yağıştan daha da önemliymiş gibi görünüyor.
Tabi çok haklı olarak ne idüğü belli olmayan bu sanal ortamda saçmalamak, ziraat mühendisliğine soyunmak yerine, işi ehline niye bırakmıyorsun ve yetkililerin dediklerini yapmıyorsun da denilebilir.
Benim gibi biri için çok şaşırtıcı ama devletin büyük umutlarla gerçekleştirdiği Çiftçi Kayıt Sistemine “kayıtlı” ve kapı gibi numarası dahi olan bir çiftçi olarak bunu da denemedim değil. Her yıl önceki yılın bilgilerinden kopyalayarak sahibi bulunduğum araziler üzerinden, çok bilimsel fotokopi formlar doldurup bunları beşinci hizmet dönemini yaşayan sevgili muhtarımıza ve “azalara” imzalatarak Tarım İlçeye düzenli olarak teslim ediyorum. Ve tarımsal faaliyetleri düzenleyen sevgili devletim çiftçi olarak gördüğü bana gübre ve mazot adı altında “destek” veriyor. Geçen yıl Zıraat Bankasında sadece bunun için açılmış bulunan hesabıma toplam 240 tl para yattı. Zorunlu Zıraat Odası aidatı, İlçe Tarım dosya parası, yol masrafları filan çıktığında geriye 140 tl kalıyor. Destek veriyoruz dedikleri bu olsa gerek, afetin zararını dengelemek için bozdur bodur harca.
Haklarını yememek lazım, benim olmadığım bir dönemde Tarım İlçe’den köye gelen bir ziraat mühendisi, zeytinliklerin durumu hakkında görüşü sorulması üzerine, devletin %50 destek verdiğini, zeytin ağaçlarını söküp yerine yüksek sistem bağ dikilmesini önermiş. Son yıllarda bu alana yönelen Çınar ve Burgaz köylerinde yaş üzüm üreticilerinin, mallarını satmaya zorlandıkları tüccardan paralarını alamadıklarını duyunca, çok da kolay görünmeyen bu operasyona yönelmek gelmiyor köylünün içinden.
Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) koordinatörlüğünde, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile birlikte yürütülen çalışmalar sonucunda, Zeytin ve Zeytinyağı Ulusal Tespit Komisyonu, bu sezon zeytinyağında geçen yıla göre yüzde 13 artışla 177 bin 365 yon, sofralık zeytinde ise yüzde 8 artışla 432 bin 976 ton rekolte gerçekleşmesinin beklendiğini açıkladı. Sisteme kayıtlı ağaç başına 11 kg üzerinden bir hesaplama yapılmış. Ağaç başına %27 verim artışı hesaplanmış. Masa başından durum böyle olunca da tabi köylü de bir an önce nakit elde edebilmek için elinde kalan cüzi miktardaki yağı aracıya kilosu 8 tl’den vermiş oldu.
Zeytin ağacı varlığıyla dünya birincisi olan ve kırsalda yaşayan köylü bırakmamaya yeminli olan neo-liberal devletimiz, zeytinciliğe çok özel bir önem veriyor. Yağ ve zeytin para etmese de, zeytin üreticisi köylünün en büyük güvencesi 1939 tarihli Zeytinliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılatılması Hakkında Kanundu. Zeytinliklere karşı birçok sermaye girişimine bu yasa kullanılarak set çekildi. Söz konusu kanunda 2015 yılında girişilen değişik tasarısıyla “zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az üç kilometre mesafede zeytinliklerin bitkisel gelişimini ve çoğalmalarını engelleyecek kimyasal atık oluşturacak tesis yapılamaz ve işletilemez » diye buyuran 20nci maddeye getirilen
- Jeotermal kaynaklı teknolojik sera yatırımları
- İlgili bakanlıkça kamu yararı kararı alınmış madencilik faaliyetleri
- Elektrik üretimine yönelik yatırımlar
- Petrol ve doğalgaz arama ve işletme faaliyetleri
- Savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar
- Doğal afet sonrası ortaya çıkan geçici yerleşim yeri ihtiyacı
- Kamu yararı gözetilerek yol altyapı ve üstyapısı faaliyetlerinde bulunacak yatırımlar
gibi istisnaları getirmeye çalışan aynı devlettir. Uydudan arazileri, ürünleri takip etmekten, havza bazında ürün planlamasından söz eden yine aynı devlet, nedense ağırlıklı olarak Ege Bölgesinde yaşanan bu felaketi görmezden geliyor. Oysa çok somut bir doğal afettir söz konusu olan. Zeytin üreticilerinin zararları, masa başında oturup ağaç başına 11 kg verim hesaplarıyla rekoltenin çok müthiş olacağını hesaplayıp fiyatları kırarak üreticinin zararına tüccara yarar sağlamak yerine bir an önce yukarıda oldukça amatör bir şekilde özetlediğim fenomeni ayrıntılarıyla açıklayarak, daha somut bir şekilde, mevcut kadrolarla ‘sahaya inerek’ oluşan zarar tespit edilmeli ve üreticilere gereken destek verilmelidir.
Tıpkı diğer üreticilere yapıldığı gibi.
Ama öyle adamı kayıtlı çiftçi olmaktan vazgeçirten köstek formülleriyle değil, gerçek “destekler” yoluyla. Nasıl mı hesaplanacak? Madem rekolte tahmininde ağaç başına 11 kg verim hesaplıyorsunuz, o zaman aynı yoldan gidelim.