Skip to main content

Demokrasinin sonu

Résultat de recherche d'images pour "chems eddine chitour" Sahte küresel demokrasi: devletlerin programlanan sonu

« Dünya üç insan kategorisine bölünüyor: olayların ortaya çıkmasını sağlayan çok az sayıda insan, olayların gelişimini sağlayan ve tamamlanmasını izleyen biraz daha kalabalık bir grup ve son olarak gerçekte ne olup bittiğini hiçbir zaman bilmeyen geniş bir çoğunluk » Nicholas Murray Butler, Pilgrim Society Başkanı.

 

Dünyada işler kötüye gidiyor! Bunu her gün ilan etmek artık rahatsız edici olmaya başladı! Bu yargıda bulunulmasını yasaklayanların, dünyayı istedikleri yöne, yani para-tanrıcılığa itaat ettiğimiz sürece ekümenik olmak isteyen bir küresel oligarşinin dünya ölçeğindeki önlenemez yükselişine sürükleyenlerin olması dahi mümkündür. Vaaz tanıdıktır, çok eskiden Zola’nın Germinal romanında anlattığı gibi çocukları çalıştıran ya da rekabet adına güçsüzleri birbirine düşürmeye dayanan bir başka tür köleliği dayatan çokuluslu şirketlerin acımasız köleliğin boyunduruğu altında onları sömürerek en güçsüz olanların aleyhine zenginleşmek gereklidir. Bunun sonucunda zayıf ülkeleri belirleme üzerine kurulu vahşi yersiz yurtsuzlaştırmalar ortaya çıkacak, bu da sermayeye değer elde etme imkanı verecektir.

ABB’nin eski Genel Müdürü zamanında küreselleşmeyi şöyle tanımlamıştı: « Küreselleşmeyi, şirketler grubum için istediği yere, istediği zaman, istediğini üretmek için, istediği yerden mal alarak ve istediği yere satarak ve iş hukuku ve sosyal yükümlülükler anlamında olabildiğince az zorlukla karşılaşarak yatırım yapma özgürlüğü olarak tanımlayabilirim. » Başka bir dille tilkinin tavuk kümesi içerisindeki özgürlüğüdür bu. Dünyanın bu şekilde yola getirilmesi süreci, bir dua kitabı, yani Bretton Woods Anlaşması ve bir rahipler sınıfı, yani IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve tabi ki huysuzluk edenler için bir silahlı kol,  yani NATO ve Uluslararası Ceza Mahkemesi olmaksızın gerçekleşemez. « Carnegie Mellon Üniversitesinde yürütülen araştırmalar ABD’nin İkinci Dünya Savaşından beri 81 farklı seçime şu ya da bu şekilde müdahil olduğunu ortaya koymaktadır. Rusya bunu 36 kez yapmıştır ». (1)

Donald Trump’ın seçilmesiyle yaşanan yanılsama

Bir an için Donald Trump’ın İsa gibi, her araziye, her eğilime uygun, ekonomist Alain Minc’in mutlulukla karşılayacağı sözünü verdiği, Küreselleşme Tapınağındaki tüccar tezgahlarını devireceğine inanıldı. Ama hiç de öyle olmadı! Trump kısa sürede ele geçirilecek ve Léo Ferré’nin zaman dışı metnindeki gibi « şeytan çıkarlarını korumak üzere bir gün yeryüzüne gelir » ve yeryüzünü her yerde aydınlatan ateşlerle hiçbir zaman olmadığı kadar kaos içerisinde olan bir dünyada, çok boyutlu bir son hazırlık gözlemlenir. Başkanın denetim altında olduğunu bize somut olarak gösteren şu açıklama anlamlıdır: küreselcilerin eylemlerinin « olası nedenlerini / modus operandi’lerini (çalışma yöntemlerini) belirleyebilmek için anahtar ve başat unsur, para hareketini izlemektir ». Başkan Trump’ın bütün dertlerimize deva olacağına inanların sayısı yüksek olsa da, Başkan’ın varlığından habersiz olduğu birçok şey var. Bu toplumumuzun bizzat dokusunu denetim altında tutan mali çıkar grupları tarafından kasten yapılmaktadır. Çıkar grupları şirketler, siyasiler ve din adamlarıdır: söz konusu olan beşeri toplumun tüm yönleriyle üç düzeyde denetlenmesidir (…) » (2)

« Sorun bu çıkarların gerisinde, felsefelerinin kitlelere zorla dayatılması gerektiğine inanan seçkinlerin bulunmasıdır. Aynı zamanda halkı “sürüyü seçici bir şekilde çökertebileceklerini” ve yönetimleri altında ev hizmetlerini ve sanayi üretimini gereği gibi yönlendirmek için asgari düzeyde köleliğe razı bir halde muhafaza etmek gerektiğine inanmaktadırlar (Huxley’in Dünyaların en iyisi’ndeki Delta ve Epsilon). Bu seçkinciler, on yıllardır bu proje üzerinde çalıştırıp onu geliştirerek, « 1984 » toplumlarının gerçek olacağı günü sabırla bekliyorlardı. İnsanlığın ağırlığı bir sorun çıkarmaktadır çünkü fazla olan her şeyi büyük ölçekte bir salgın ya da savaş olmaksızın kolayca ortadan kaldıramamaktadırlar, ama böylesi bir olaydan sonra, gezegenin kendisi bizzat yaşanamaz hale gelebilir ». (2)

Demokrasinin programlanan sonu

Keyifle okunan yayın, bugünkü insanlık durumunu birkaç sayfada özetlemekte ve her şey seçilmemiş olan, ama ülkeleri talimatlarıyla yönetebilmek için seçilmiş siyasetçileri yöneten insanların denetimi altındayken, bilisiz olan tarafından tespit edilen uyumsuzlukları anlatma imkanı vermektedir. Kocası Fransız Cumhurbaşkanı François Mitterand’ı seçim kampanyasında verdiği sözleri tutmamakla eleştiren Danièle Mitterand’ın görüşlerini hatırlıyoruz. İlgilini buna verdiği yanıt, hiçbir şey benim kontrolüm altında değil ve bankalara karşı hiçbir şey yapamam idi… Bu durumu, Avrupa halkları tarafından seçilmeyen ama ulusötesi yönergelerle yurttaşların yaşamlarını cehenneme çeviren Brüksel’deki oligarkların boyunduruğu altındaki Avrupalı yurttaşların durumunda açıkça görüyoruz.

Bu katkı yazısında şunları okuyoruz: « Dünyanın gerçek efendileri artık hükümetler değil, ama çokuluslu mali ya da endüstriyel şirketlerin ve şeffaf olmayan uluslararası kurumların (IMF, Dünya Bankası, OECD, DTÖ, Merkez Bankaları) yöneticileridir ». Verdikleri kararın halkların yaşamı üzerindeki etkisine rağmen bu yöneticilerin hiçbiri seçilmiş değildir. Devletlerin gücü ulusal boyutla sınırlı iken bu örgütlerin gücü küresel boyutta etkilidir. Öte yandan, mali para hareketlerinde uluslararası şirketlerin ağırlığı uzun süreden beri devletlerinkini aşmış durumdadır. Uluslararası boyutta devletlerden daha zengin olan, ama aynı zamanda ülkelerin çoğunda her eğilimden siyasi partilerin başlıca finansman kaynağı olan bu örgütler fiili olarak yasaların ve siyasi iktidarın, demokrasinin üzerindedir. Demokrasi artık gerçekliğini yitirmiştir. Gerçek iktidarı elinde tutan örgütlerin sorumluları seçilmiş değildirler ve halk bunların verdikleri kararlar konusunda bilgilendirilmemektedir. Devletlerin hareket alanı, halklara hiç danışılmadan ve bilgi verilmeden imzalanan uluslararası ekonomik anlaşmalar tarafından gün geçtikçe daraltılmaktadır. Son beş yıl içerisinde geliştirilen sözünü ettiğimiz anlaşmaların (GATT, OMC, AMI, NTM, NAFTA) tümü tek bir amaca hizmet etmektedir: devletlerin elindeki iktidarın ‘küreselleşme’ adını verdikleri bir süreç aracılığıyla seçilmemişlerin yönettiği örgütlere aktarılması ». (3)

Yazar, devrimler yaratmanın söz konusu olmadığını ve usulca ilerlemenin gerektiğini bize öğretiyor: « Demokrasinin açıkça ilan edilerek askıya alınması mutlaka bir devrime neden olurdu. Bu nedenle bir ‘sahte demokrasi’nin muhafaza edilmesine ve gerçek iktidarın yeni merkezlere doğru kaydırılmasına karar verildi. Yurttaşlar oy vermeye devam ediyor ama oylarının içeriği boşaltılmış durumda. Artık gerçek iktidarı ellerinde bulundurmayan sorumlular için oy veriyorlar. 1990’lı yılların başından itibaren medyaların kitlelere yönelik haber verme niteliği ortadan kalktı. Ekonomik iktidarın sorumlularının hemen hemen hepsi aynı dünyadan, aynı ekonomik çevrelerden geliyor. Dolayısıyla da geleceğe yönelik ideal dünyaya vizyonları doğal olarak aynı. » (3)

Hedef, strateji üreten ve en zayıfların koruyucusu devletin rolünü azaltmaktır. Bu zaten devleti çözüm değil sorun olarak gören Ronald Reagan’ın doktriniydi. Reagan’ın kusursuz müridi olan Margaret Thatcher kaçamaksız olarak şunları söylüyordu: « Benim için yurttaş yoktur, tüketici vardır. » Yazar « Dünyayı yönetenlerden » söz ederek bundan böyle bunların ortak bir strateji üzerinde mutabık kalmaları ve amaçlarının gerçekleşmesine elverişli ekonomik durumların oluşmasına yol açarak eş zamanlı olarak eylemlerini ortak hedeflere yöneltmelerini doğal karşılamak gerektiğini söylüyor. Bunlar devletlerin ve siyasal iktidarın zayıflatılması, düzenlemelerin gevşetilmesi, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, devletin eğitim, araştırma ve hatta uzun vadede özel şirketlerin yürütebileceği sektörler olmaya aday polis ve ordu dahil ekonomiden tamamen elini çekmesi, yolsuzluk aracılığıyla devletlerin borçlandırılması (bir hükümetin dış borcu ne kadar artarsa, « Dünyanın efendilerinin » kontrolü altına o kadar kolay girer) sermaye yatırımlarının yer değiştirmesi ve istihdam piyasasının küreselleşmesiyle istihdamın zayıflatılması ve yüksek işsizlik düzeyinin muhafazası, üçüncü dünyada totaliter ya da yolsuzluğa bulaşmış rejimleri destekleyerek ücret artışı taleplerinin engellenmesi… (3)

« Uluslararası özel kurumlar giderek artan bir şekilde, iletişim ağları, uydular, istihbarat servisleri, kişilere ilişkin fişlemeler, hukuksal kurumlar (OMC ve AMI tarafından düzenlenmiş olan, bir çokuluslu şirketin bir Devleti özel bir uluslararası adalet mahkemesi önünde süründürmesini sağlayan mutabakat) gibi devletlerin tüm ayrıcalıklarına sahip oluyorlar. Bu örgütler için sonraki –ve çok önemli- aşama, yeni güçlerine karşılık gelen asker ve polis iktidar payını da elde etmek olacaktır, çünkü ulusal ordu ve polis güçleri onların dünyadaki çıkarlarının korunmasına göre uyarlanmamıştır. Ama söz konusu planın en önemli aşaması olan bu özel ordular, büyük çokuluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet edecek ve yeni ekonomik düzenin kurallarına boyun eğmeyecek olan Devletlere saldıracaklardır (…) Dünya ticaretinin büyük bölümü kağıt para kullanılmadan gerçekleşmektedir ve günlük mali işlemlerin sadece % 10’u “gerçek dünya” içerisindeki ekonomik değişimlere karşılık gelmektedir. Mali piyasaların kendisi sanal paranın, gerçek zenginliklerin yaratılması üzerine kurulu olmayan karların yaratıldığı bir sistem oluşturmaktadır. Karşılığında ekonomik zenginlik olmaksızın gelişen bu para yaratımı, yapay para yaratımının tanımının bizzat kendisidir » (3)

Çevre boyutu makineyi aksatabilir

Yazar, şeytanın makinesini çevrenin frenleyebileceğini bize öğretiyor: « Amacı özel çıkarlar için kısa vadeli kar peşinde koşmak olan bir liberal ekonomik sistem, çevrenin bozulması gibi uzun vadeli bedelleri hesaba katamaz. Eğer ekonomik modellerimiz, doğanın yok edilmesinin, çevre kirliliğinin, iklim değişikliklerinin gerçek bedelini hesaba katsalardı, « getirimli » olan ve olmayana ilişkin değerlendirmemiz kökten bir şekilde değişirdi. 1997 yılında Maryland Üniversitesi Institute for Ecological Economics’e bağlı bilim insanları doğanın üretimini yıllık 55 000 milyarlık bedele mal olacağını hesapladılar. Doğanın yok edilmesi kaçınılmazdır çünkü yeni ekonomik iktidar bunu istemektedir. Neden mi? Üç gerekçeleri vardır: doğanın yol olması ve kirliliğin artması bireyleri hayatta kalmak üzere ekonomik sisteme daha da bağımlı kılacaktır (…) Bu düzenin güzelliği ve mükemmelliği yıkıcıdır: bireyi kentsel çevreleri reddetmeye ve tek referans olarak kalması gereken toplumsal düzenden şüphe etmeye sürüklemektedir. Çevrenin kentselleşmesi halkları tümüyle denetim ve gözetim altında tutma ve bireyin toplumsal düzenin yansımasına tamamen gömüldüğü bir uzama yerleştirilmesi imkanı vermektedir. Son olarak doğanın hayranlıkla seyredilmesi bireyleri düş kurmaya sürüklemekte ve öz duyarlılıklarını ve dolayısıyla da cüzi iradelerini geliştirerek iç dünyalarını yoğunlaştırmaktadır. Bundan böyle artık malların büyüleyici cazibesinin etkisine kapılmaya son vermektedirler. Zincirlerinden kurtulunca, kar ve para dışındaki değerler üzerine kurulu başka bir toplumun mümkün olduğunu hayal etmektedirler. Bireyleri kendi kendilerine düşünmeye ve yaşamaya sürükleyen ne varsa potansiyel olarak yıkıcıdır. Toplumsal düzen için en büyük tehlike tinselliktir çünkü bireyi değer yargılarını ve dolayısıyla tavırlarını, toplumsal şartlanma tarafından daha önce yerleşik kılınan değer ve tavırların aleyhine alt üst etmeye itmektedir. “Yeni toplumsal düzenin” istikrarı için, tinsel uyanışı uyandırabilecek her şeyin ortadan kaldırılması gereklidir » (3)

Söylenecek olan ne varsa söylenmiştir, Orwell’in ünlü 1984 romanında öngörülen vaatlerle dünyanın robotlaştırılması sürecine doğru hızla ilerliyoruz. Gelecek kuşaklara gerçekliğinden hiçbir şey yitirmeyen şu ünlü cümleyi miras bıraktı: « Evrensel yutturmaca döneminde, hakikati söylemek devrimci bir eylemdir. »

« Direnmenin » karşı-iktidarları

Brezilya’da gerçekleştirilen Porto-Allegre forumu, o dönemler kısa sürede dağılan bir umut rüzgarının esmesine neden olmuştu. Ardından hemen her yerde bizi boş yere « öfkelenmeye » zorlayan Stephane Hessel’in Les Indignés’si (Öfkelenenler) yaşandı! Bu Fransa’da « Nuit Debout » (Gece Ayakta!) hareketi olacaktır. Podemos gibi, tacir düzenine bir seçenek olarak ortaya çıkan bütün bu hareketler uzun ömürlü olamadılar. Syriza’nın nasıl sıraya girdiğini ve Yunan yurttaşlarının harcamadıkları bir para karşılığında ömür boyu borç ödeyecek duruma nasıl düşürüldüklerini görüyoruz. Fransa’da dahi seçimlerde % 20’ye yakın bir oranda oy toplamayı başaran Jean-Luc Melenchon’un « Baş eğmeyen Fransa » hareketi dahi başlangıçtaki etkisini yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yazar, var olanlara eklenecek diyebileceğimiz bir küresel eşgüdüm çağrısında bulunuyor: « Nihai olarak oyunun dışında bırakılmamak için, ekonomik iktidarın karşı-iktidarları (yani sendikalar, tüketici dernekleri, çevreci hareketler) aynı örgütlenme düzeyinde, eylemlerini küresel ekonomik akışlar içerisinde yeterince ağırlığı olan Devlet grupları ölçeğinde birleştirerek ve senkronize ederek ulusaldan daha çok küresel düzeyde karşılık vermelidirler. » (3)

Dolayısıyla Batıda yurttaşlar istediklerini söyleme ve yapma konusunda tamamen özgür olduklarını sanıyorlar. Bu tamamen yanlıştır. Filozof Dany Robert Dufour’un güzel deyimiyle « Kutsal Pazar »ın demokrasi olduğu yanılsaması yaşattığı itaat eden kölelerdir. Komedyen Coluche fırsat buldukça « özgürlüklerin sınırlandırıldığı ülkelerde “Kapa çeneni”, demokrat olarak nitelenen ülkelerde ise “sürekli çene çal”dır » derdi. Bunu, gerçekte asla düşünmeye değil ama harcamaya koşullandırılmış kuklalar olmalarına rağmen onlara sahte bir süper güç duygusu vererek egolarını tatmin eden yola getirici küreselleşmeyle her gün yaşıyoruz. Aslında mücadele her bir ülkedeki zayıflar arasında değil, ama yeryüzünün zayıfları ile onları yöneten oligarşi arasındadır.

Bu bağlamda Thierry Meyssan’ın Le Monde tel qu’il est (Dünya’yı olduğu gibi kabul etmek) isimli denemesi, her birimizdeki saflık ve ahlak idealinden uzakta, en belden aşağıları da dahil olmak üzere her türlü darbenin serbest olduğunu ortaya koyuyor. Kanadalı araştırmacı Marshall McLuhan’ın da yazdığı gibi: « Yalnızca çok küçük sırların korunmaya gereksimi vardır. En büyük sırlar halkın kuşkulu yaklaşımı tarafından korunur. » François Xavier şöyle diyor « Arap Baharlarını Paris’in gördüğü, Müslüman Kardeşler’in yaşadığı ve Washington tarafından örgütlendiği şekliyle didik didik ediyor. Yaşamakta olduğumuz aldatmaca çağını ifşa eden bu kitap, özellikle kendi kaderlerini belirlemek isteyenlere olan biteni kavramaları için şart olarak verileri sunacaktır. Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı dönemi ve Avrupa’ya ilişkin referandum sırasında halka yönelik yapılan yönlendirmenin gölgesi hiç de masumca olmamakla birlikte, Libya’da yönettiği şeyle karşılaştırılamaz bile. ABD Kongre üyesi ve Martin Luther King Jr’ın eski asistanı Walter E. Fauntroy’un söyledikleri çok çarpıcıdır: Fransız ve Danimarkalı askerlerin El Kaide saflarında Libyalıların başlarını kestiğine tanık olmuştur… Sonra 5 Eylül 2011’de Cumhurbaşkanı Sarkozy Maruni Başpiskopos S. B. Béchara Raï’yi kabul edecek ve lafı dolandırmadan İmparatorluğun Müslüman Kardeşler’i Şam’da iktidara yerleştireceğini ve Doğu’daki Hıristiyanları Fransa’ya nakletmeyi planlamak gerektiğini anlatacaktır. Libya’dan sonra, sıra Suriye’dedir… Böylece Fransız Özel Kuvvetlerinin (General Puga’nın yönetimi altındaki) Malula’ya saldıran cihatçılara yardım ettiği ve ardından bir İslam Emirliğini ilan ettikleri Baba Amr’daki tekfurcuları eğittiği modern dünyanın ne hale geldiği görülecektir (…) » (4)

Bu durum, İran gibi petrol üreticisi ülkelerin sert devrimleriyle belgelendi: İran’ın ulusal zenginliklerini denetimi altına almak isteyen Başbakan Musaddık usulüne uygun bir darbeyle karşı karşıya kalır. Şah onu görevden alır ve yerine İngiltere ve ABD ile daha uyumlu olan General Zahidi’yi atar. Üzerinden uzun süre geçtikten sonra Margareth Albright iplerin CIA’nin elinde olduğunu kabul edecektir. Ardından bu kez Şili’de Amerikalıların eliyle bir darbe gerçekleştirilir, çünkü Allende ülkesinin zenginliklerini geri almak istemektedir. Bu yolda canını verecektir. 2003’te, Saddam Hüseyin’in asılması sonrasında Paul Bremer’in kişiliğinde bir çıplak Kral’ın (genel vali) yerleştirildiği Irak’ın işgaline kadar her yerde bir havadan indirilen demokrasi söz konusuydu. Iraklılar hala ve daima lime lime edilmektedir ama petrol Amerika Birleşik Devletlerine doğru gürül gürül akmaktadır.

Ardından soft power Mısır’ı, Libya’yı sürükleyip götüren Arap devrimlerinin ortaya çıkmasına yol açtı, ülkenin rehberi linç edildi; sonra, İsrail’in mutlu geleceği reshaper Kissinger’in önerdiği gibi ne pahasına olursa olsun ele geçirilmek istenen Suriye. Tunus ve Yasemin adı verilen devrimi. Bu, Araplar arasında fazladan bir kaos yaratmak için yürürlüğe sokulan ve kaos mimarlarının tüm beklentilerine rağmen Tunus halkının kararlılığı sayesinde başarılı olması beklenen tek devrim olacaktır. 

Zamanında Candy Rice’ın çok rağbet ettiği Ordo ab chaos (Kaostan gelen düzen) kaos teorisi, en zayıf ülkelerde yürürlüğe sokuldu… Boş durmayan neo-liberalizm, özellikle ülkeler arasında nifak tohumları ekerek ve herkesin malumu olan Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki ittifak örneği bloklar kurarak ulus devletleri yok etme görevini sürdürüyor. İsrail’de Suudi Arabistan büyükelçiliği binasının inşaatı devam ediyor. Bu ittifak, her şeyin üstüne bir de korkunç bir kolera salgınıyla baş etmek zorunda kalan Yemen’i ortadan kaldırmak için oluşturulmuştur.

İşin gerçeği zayıf ülkeler için yapılmış olanlar, halen gelişmiş ülkelerdeki zayıflara sıçramaktadır. 2005 yılından itibaren, Gürcistan’da, Ukrayna’da renkli devrimler ortaya çıkar… Bu ülkelere kaos çöker. Ancak bu neo-liberalizm için yeterli değildir, zayıf halkları haddeden geçirdikten sonra şimdi de gelişmiş denilen ülkelerin demokrasilerine el atmış durumdadır, amaç uzun vadede sadece küçük yapay özgürlük alanlarına (ersatz) sahip, rıza gösteren ve piyasanın kölesi haline gelmiş tüketici halklarla baş başa kalabilmek için bugünkü haliyle devletleri ortadan kaldırmaktır. Yoksul ya da zengin tüm yurttaşları için strateji üreten, yurttaşlarına onurlu ve saygın bir şekilde yaşamalarını sağlayacak bir asgari ücreti temin eden devletin dayanışmaları ve işlevinin sonu gelmiştir.

Her türlü eğilimden tüm insanların aklının başına gelmesine yol açacak kurtarıcı sıçrama nereden gelecektir? Hoşnutsuz olmak yeterli mi? Değişmesi için, kor ateşin yanında dünyayı yeniden inşa etmek yeterli mi? Zamanlarında ünlü insanlar, emeğin onurlu bir övünç kaynağı olduğu, daha adil bir dünya ütopyası uğrunda yaşamlarını feda ettiler. Lumumba, Che Guevara, Sankara’lar. Porto Allegre ve diğer yerlerdeki tüm küreselleşme karşıtı hareketler işlerin akışını değiştirmeye boş yere uğraştılar. Bunu dayanışmaları darmaduman eden ve sendikal hareketleri marjinalleştiren, yurttaşı işverenin keyfine mecbur eden El Khomry yasasıyla da yaşadık. Paris’te Gece Ayakta, Hoşnutsuzlar, Occupy Wall Street… 2000 yılından beri artarak çoğalan kendiliğinden hareketler bugüne kadar hala somut bir siyasi çıkış yoluna ulaşmayı başaramadılar. Birçok bakımdan Fransa’da tanık olacaklarımız memnuniyetsizlerden geri kalanlarla, rengini belli eden ele geçirilmiş bir iktidar arasındaki çatışmanın bir çeşit laboratuarı olacaktır.

Yeni Dünya düzeninin mimarları inançlarını her zaman açıkça ortaya koymuşlardır.Hiçbir zaman olmadığı kadar yakıcı bir gerçekliğe sahiptirler. Daha 1920 yılında büyük bankacı ve CFR’nin ilk Başkanı Paul Warburg şunları yazıyordu: « Hoşunuza gitsin ya da gitmesin bir dünya hükümetimiz olacak. Tek sorun bunun fetih yoluyla mı yoksa rızayla mı kurulacağını henüz bilmiyoruz ». David Rockefeller açık açık kaçınılmaz Yeni Düzen’den söz ediyordu: « Bir küresel dönüşümün arifesindeyiz. İhtiyacımız olan tek şey uygun bir büyük krizdir ve bunun sonucunda uluslar Yeni Dünya Düzenini kabul edeceklerdir ».

Dünyanın dişsizlerini karanlık günler bekliyor.                    

Şemsettin ŞİTUR

Alger Siyasal Bilgiler Yüksekokulu

1. http://fr.whatsupic.com/nouvelles-politiques-monde/1494415152.html">http://fr.whatsupic.com/nouvelles-politiques-monde/1494415152.html

2. http://lesakerfrancophone.fr/une-catastrophe-mondiale-est-orchestree-par-les-elites-il-y-a-beaucoup-de-choses-que-le-president-ne-sait-pas">http://lesakerfrancophone.fr/une-catastrophe-mondiale-est-orchestree-par-les-elites-il-y-a-beaucoup-de-choses-que-le-president-ne-sait-pas

3. http://www.syti.net/Topics2.html">http://www.syti.net/Topics2.html

4. http://reseauinternational.net/thierry-meyssan-le-monde-tel-quil-est/#rTgLj9HGBTZPmx5t.99">http://reseauinternational.net/thierry-meyssan-le-monde-tel-quil-est/#rTgLj9HGBTZPmx5t.99

(Réseau International sitesinde 16 Mayıs tarihinde Şemsettin ŞİTUR imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir http://reseauinternational.net/une-democratie-mondiale-de-facade-la-fin-programmee-des-etats/ )