Skip to main content

1917: Öğretmenimiz Lenin küreselleşmeyi anlatıyor

lenin kimdir ile ilgili görsel sonucu Lenin 1917 yılında, dünya savaşının tam ortasında kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm adlı kitabını yayınlar. Hiçbir zaman olmadığı kadar çılgınlaşan bir Batı oligarşisiyle birlikte yeniden bir dünya savaşına sürüklendiğimiz bugünlerde, bu büyük eserden bugün adına çıkartabileceğimiz derslerin neler olduğuna bir göz atalım.   

 

Lenin savaşı şöyle tanımlıyor:

« Bu kitapta, 1914-1918 savaşının, iki taraf için de emperyalist bir savaş (yani bir fetih, yağma, talan savaşı), dünyanın paylaşılması, sömürgelerin, mali-sermayenin (finans-kapitalin) “nüfuz bölgeleri”nin bölüşülmesi ve yeniden bölüşülmesi için çıkarılmış bir savaş olduğu tanıtlanmıştır. »

Emperyalizm korkunç bir baskı anlamına gelmektedir:

« Demiryolları yapımı, basit, doğal, demokratik, kültürel, uygarlaştırıcı bir girişim görünür (…) Aslında kapitalist bağlar, demiryolu yapımını (sömürgelerin ve yarı sömürgelerin) bir milyar insan (…) ve “uygarlaşmış” ülkelerde sermayenin ücretli köleleri için bir baskı aracı haline gelmiştir. »

Tekeller ortaya çıkar ve doğal olarak serbest rekabeti (imparatorluklarını kuran labirentvari ticaret anlaşmalarıyla düzenledikleri) ortadan kaldırırlar:

« Yarım yüzyıl önce, Marx’ın, Kapital’i yazdığı sırada, serbest rekabet, iktisatçıların büyük çoğunluğunca, bir “doğa yasası” gibi görünüyordu. Kapitalizmin teorik ve tarihsel bir tahlilini yaparak, serbest rekabetin üretimin yoğunlaşmasına yol açtığını, bunun ise, belirli bir gelişme aşamasında, tekelciliğe götürdüğünü tanıtlayan Marx’ın yapıtını, resmi bilim, sessizlik-fesadıyla (bak sen…) öldürmeyi denedi. Bugün ise, tekel, somut bir gerçek gibi ortadadır. »  

Sonuç: « On binlerce büyük işletme her şey; milyonlarca küçük işletme hiçbir şeydir. »

Emperyalist dümencilerimizin Fransız Cumhuriyetiyle ilgili olarak Lenin bize ciddiyetle şu hatırlatmada bulunuyor:

« Lysis şöyle der: “Fransızlar, Avrupa’nın tefecileridir.” Bütün bu ekonomik yaşam koşulları, kapitalizmin bu dönüşümüyle derinden derine değişmektedir. Nüfusta bir değişiklik olmadığı; sanayide, ticarette ve deniz yollarında bir durgunluk hüküm sürdüğü halde, ülkenin tefecilik yoluyla zenginleşmesi olanaklıdır. Yazarın “Fransız Cumhuriyeti bir mali monarşidir; hiç kuşkusuz büyük bankalarımızın egemenliği mutlaktır; basını da, hükümeti de kendi çizgilerinde sürükler” sonucuna varmasında şaşılacak bir yan yoktur.

Macron’un ortaya çıkışı karşısında şaşkınlık rolü yapanlara bunu aktarmakta yarar olacaktır. Lysis’e geri döneceğiz.

Bugün Fransa ve Avrupa’da olduğu gibi (Cumhurbaşkanımız, Komiserler İssing, Draghi, Mandelson, Barroso), büyük bankalarla devlet kurumları arasında gizli bir anlaşma vardır:

« 1911’de Eschwege “Plütokrasi ve Memurlar” başlıklı bir yazı yayınlamış, bu yazısında, Alman memurlardan Völker adlı birinin durumunu ele almıştı; karteller komisyon üyesi olan ve çalışkanlığıyla bilinen Völker, bir süre sonra, kartellerin en büyüğü olan Çelik Sendikasında, kazançlı bir görev koparmıştı. »

2008 krizi sırasında olduğu gibi tekeller ve bankalar, iyiliksever siyasetçiler aracılığıyla vergi mükellefini soymaktadırlar:

« Güzel ilkelerin gözlerini kör etmesine ses çıkarmayan bizim devlet sosyalistlerinin, Almanya’daki tekellerin, tüketicilerin yararına olacak ya da hatta işletme karlarından bir kısmının devlete kalmasını gerektirecek hiçbir amaç taşımadığını; bu tekellerin hep devletin aleyhine olarak iflasın eşiğine gelmiş özel işletmeleri kalkındırmaya yaradığını artık kavramaları gerekir. »

1914’teki mücadele Almanlarla Anglosaksonları karşı karşıya getirmekteydi (bu konuda Guido Preparata ya da Fritz Fischer’in yazdıklarına ilişkin denemelerime bakınız):

« Kapitalizmin yüksek derecede gelişmiş olduğu (ulaştırmanın, ticaretin ve sanayinin iyice geliştiği) üç bölge görülüyor: Orta Avrupa, Britanya ve Amerika bölgeleri. Bunlar arasında dünyaya egemen olan üç devlet var: Almanya, İngiltere, Birleşik Devletler. »

Asya zayıftır ama daha o zamandan hesaba katılmaktadır:

« Diğer iki bölgede, Rusya ve Doğu Asya bölgelerinde ise, kapitalizm az gelişmiştir. Nüfus yoğunluğu, birincisinde son derece az, ikincisinde ise fazladır. Siyasal yoğunlaşma birincisinde yüksektir; ikincisinde yoktur. Çin’in paylaşılması daha yeni başlamakta ve bu ülke için Japonya, Birleşik Devletler vb. arasındaki savaş kızışmaktadır. »

Mali ve asalak kapitalizm lüks ve tüketime yönelik tampon bölgeler oluşturmaktadır. Lenin bu konuda Hobson’un sözlerini hatırlatıyor:

« O zaman Batı Avrupa’nın büyük kısmı, İngiltere’nin güneyi, Riviera, İtalya ve İsviçre’nin, zenginlerin oturduğu ve en çok turist çeken bölgeleri gibi bir görünüm ve nitelik kazanacaktır: temettüler ve Uzak-Doğudan gelen kar paylarıyla yaşayan küçük bir zengin aristokrat grubu; biraz daha geniş bir tacir ve serbest meslek sahibi grubu; daha geniş bir uşaklar ve mamul madde imalatı işlerinde çalışan işçiler grubu. »

Savaşlar ve komünizm, 90’lı yıllardan sonra yeniden hız kazanan bu hareketi yavaşlatırlar.

Vladimir Lenin Almanya çevresinde gerçekleştirilecek olan Avrupa Birlikteliğinden söz ediyor:

« Alman oportünisti Gerhard Hildebrand, Afrika zencilerine karşı, “büyük İslam hareketi”ne karşı, “Çin-Japon koalisyonu”na karşı, “güçlü bir ordu ve donanma” bulundurmak amacıyla, (Rusya hariç olmak üzere) bir “Batı Avrupa Birleşik Devletleri” kurulmasını savunarak, Hobson’un düşüncesini tamamlamaktadır. »

Ne kadar da heyecan verici bir durum: Rusya, Çin, Afrika, İslam’a karşı « ortak eylemler »…

Kapitalizm spesifik göçmen hareketlerini yürürlüğe sokmaktadır:

« Emperyalizmin, sözünü ettiğimiz olaylar dizisine bağlanabilir özellikleri arasında, bir de, emperyalist ülkelerden dışarıya yapılan göçlerde bir azalma, buna karşın ücretlerin düşük olduğu daha geri ülkelerden buralara akan işçi göçünde artma görülmesi gerçeğini anımsatmalıyız. »

Lenin, Alman ya da İngiliz göçünde yaşanan çöküşün altını çiziyor: « Almanya’ya Avusturya’dan, İtalya’dan, Rusya’dan gelen işçi sayısında artış görülmüştür. 1907 sayımına göre Almanya’da 1.342.294 yabancı vardı; bunun 440.800’ü sanayi işçisi, 275.329’u tarım işçisiydi. Fransa’da maden sanayinde çalışan işçilerin “büyük bölümü” yabancıdır: Polonyalı, İtalyan, İspanyol. Birleşik Devletler’de Doğu ve Güney Avrupa’dan gelen işçiler en düşük ücretli işlerde çalışmaktadırlar; oysa Amerikan işçileri gözeticilerin ve daha iyi ücret ödenen işleri yapan işçilerin en geniş bölümünü sağlamaktadırlar. »

Bugün de amaç aynıdır: sömürmek için işçi getirmek. « Emperyalizm, işçiler arasında da ayrıcalıklı kategoriler yaratma, onları proletaryanın büyük yığınından ayırma eğilimi taşıyor. »

Lenin, toplumsal sınıfların nasıl uyutulduğunu hatırlatıyor.

« Nitekim Engels, 7 Ekim 1858’de Marx’a şöyle yazmıştı: “Gerçekte, İngiliz proletaryası gitgide daha fazla burjuvalaşmaktadır; öyle görünüyor ki, başka uluslara göre daha burjuva olan bu ulus, kendi burjuvazisinin yanı sıra bir burjuva aristokrasisi ve bir burjuva proletaryası yaratmaya yönelmekte. Bütün dünyayı sömürmekte olan bir ulus için bu, elbette, bir dereceye kadar mantıksal bir şeydir. »

Usta, dehşet verici bilançonun altını çiziyor: « Dünyadaki bütün sömürgelerin yüzölçümü toplamı olan 75 milyon kilometre karenin % 86’sının altı büyük devletin elinde toplandığını, % 81’inin ise üç büyük devlete ait olduğunu yukarıda görmüştük. »

Son olarak banka denetimi (666) insanların tüm etkinlikleri üzerinde dolanıp duruyor:

« Üretim artık birbirinden bağımsız ve insanın ekonomik gereksinimlerine yabancı girişimcilerin eseri olmaktan çıkacak, toplumsal bir kurum tarafından yönetilmeye başlanılacaktır. Geniş toplumsal ekonomi alanını daha yüksek bir açıdan yetenekli olan merkezi yönetim yetkilileri onu, bütün toplumun yararına olacak biçimde ayarlayacak, üretim araçlarını uzman ellere teslim edecek, özellikle üretim ile tüketim arasında sürekli bir uyum bulunmasını gözetecektir. Görevleri arasında ekonomik çalışmanın örgütlenmesi de bulunan kurumlar, şimdiden vardır: bankalar. »

Bu yeniden okumanın bizi getirdiği nokta pek teskin edici değildir. Birincisi, Lenin’den bugüne bu konuda daha iyi bir analiz yapılmadı; ikincisi, Batı sermayesi hala ve daima savaş istiyor; üçüncüsü Fransa hala ve daima bankacıları ve bürokrasisinin ihanetine uğruyor.

Bu konuda Vladimir İliç’in bize sözlerini aktardığı Lysis’in Albin Michel yayınevinden yayınlanan kitabında yazdıklarını yineleyelim:

Lysis, kitabının II. bölümünde Cumhuriyetini şu şekilde özetliyor:

« Her ne kadar siyasi kurumları açısından çok ileri durumda olsa da, Fransa mali açıdan otokratik bir rejim altındadır. Fransız Cumhuriyeti bir mali monarşidir. Bir araya gelen üç ya da dört banka ülkenin tüm parasını elde tutmakta ve kimseye hesap vermeden bu devasa mirası yönetmektedir…

Mali rejimimiz sadece despotizmiyle değil, ama yönetsel süreçleriyle de Çarlığa benzemektedir. Rusya’da olduğu gibi Fransa’da da mutlakıyet yolsuzluktan güç almaktadır. Kölenin rızasının ya da alçaltıcı sessizliğin hüküm sürmesini sağlayan, orada terör olmadığı zaman rüşvet, burada ise reklamdır. »

Lysis seçkinlerin ihanetine ilişkin şunları ekliyor:

« Büyük kredi kuruluşlarımız yurtdışına sermaye ihracıyla yetinmiyor. Gayri milli faaliyetlerini daha da mükemmelleştirmek için, Fransız sanayisini dışlamakta ve sözcüğün tam anlamıyla boykot etmektedirler. »

Gerekçe bugünkü ile aynıdır: Fransızlar beceriksizdirler! Lysis’e göre Fransa’da Fransız yatırımcı eksikliğinden tek şikayet eden bankacı Alphonse de Rothschild’dir.

Ve yazar CAC40’ın emirlerine uyarak Aude Lancelin’i beklemeyen basını topa tutmaktadır:

« Yakın zamanda hükümeti parmağında çeviren, bakanları yoldan çıkaran mali oligarşiye tanık olduk; şimdi daha da zor bir iş yapıp, paraya hakim olanlardan maaş alan, kendini onlara satan, kulluk eden basınımıza hakim olan ve artık evrensel hale gelen yolsuzluğa parmak basmalıyız. » 

Dostoyevski’nin de söylediği gibi pastanın süsü, « bu satılmışlık yaşantımıza öylesine işlemiş halde ki artık sıradan insanlar tarafından doğal karşılanmaktadır… »

Oligarşi, işte bu şekilde Alman savaş sanayini finanse ettikten sonra, Fransız yurttaşlarını Alman makine tüfeklerinin önüne sürdü.

Nicolas BONNAL

Kaynakça:

Lenin – Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşaması

Lysis – Mali oligarşiye karşı…

John A. Hobson – Imperalism a study

Nicolas Bonnal – Les grands auteurs et la conspiration; chroniques (Kindle_Amazon)

(www.reseauinternational.net sitesinde 25 Mayıs 2017 tarihinde Nicolas Bonnal imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir http://reseauinternational.net/1917-le-professeur-lenine-explique-notre-mondialisation/ )