Çorba yasa
Neymiş, Beyefendiler daha da kolay “çok paralar” kazanacaklarmış!
Coşkusal vebaya kapılmış, üçte biri akrabasıyla evli genleri körelmiş bir kalabalığın desteğiyle, her geçen gün mantıklı, olağan halin daha da dışına çıkıldığı bir ortamda, muhalefet dahil toplumun her kesimi kendini geri çekip “mevcut durumunu” korumaya çabalarken, özellikle bürokrasi için de tam bir korkudan ne yapacağını bilememe durumu yaşanmaktadır. Özel sektörün dizginsiz kar hırsı karşısında, iktidarın gazabına uğramamak için hak, adalet, kanun, uluslararası sözleşme, çevre-mevre, yurttaşlık, mevzuat, yönetmelik, kalan kırıntılarıyla birlikte kolayca bir kenara itilebilmektedir.
Yoksul vatan evlatları birer birer düşerken, özel okullarda ot gibi yetiştirdiği oğlunu askere göndermemek için yurtdışında eğitime gönderecekmiş, orada çalışıyor gösterecekmiş, askerlik yaptırmayacakmış, her ne pahasına olursa olsun paraya ihtiyacı varmış, şirketine şirket holdingine yeni faaliyet alanları ekleyecekmiş.
Damat beyin kameralar karşısında yeni öğrendiği hitap teknikleriyle tetanos tebessümüyle “gerdan kırarak”, kayın pederine yaranma çabası karşısında kimsenin ayakta durması mümkün görünmüyor.
Neymiş, ülkenin enerji açığı varmış, dışa bağımlılık yaratıyormuş, mevcut enerji üretimimiz devlet istatistiğinin memurlarının hesabıyla her yıl % 5 büyüyen bir ekonominin gereksinimlerini karşılamaya yetmezmiş, bunun için bin kişi başına bir santral düşmesi için beş yüz metre arayla aynı havzaya yedi tane termik santral, aynı dereye on, yirmi tane hidroelektrik santral, aynı bölgeye yirmiye yakın jeotermal felaket yaratmak gerekiyormuş, mevcut kapasite yetmiyormuş, memlekette otla böcekle boş duran hala ellenmemiş bakir doğal varmış, su akar deli bakar, termik santral kükürdü cilde iyi gelirmiş, yerin iki bin metre altından çıkan zehirli akışkan aknelere iyi gelirmiş falan filan. Sadece Güneydoğu’da devletin yıllardır göz yumduğu kaçak enerji kullanımı ve özel sektörün kucağına bırakılan elektrik altyapısının yetersizliği nedeniyle enerji kaybı toplam üretimin % 20’sini aşarken, tümünü toplasan ülke enerji ihtiyacının % 10’ununu dahi geçmeyecek bir kapasite için insanların elinde kalan son yaşam alanlarını cehenneme çevirmeye değer mi?
Devletin ilgili ilgisiz bütün kurumları maden lobisi önünde tir tir titrerken, çevreyi korumakla yükümlü resmi daireler tek tek bireylere, şirketlere ücretsiz “danışmanlık” hizmeti vermek için birbiriyle yarışırken, tırtıklanarak soğana çevrilmiş bulunan çevre koruma mevzuatının bugün itibariyle ulaştığı şekliyle hala yatırımcılara engel olduğunun düşünülmesi ilginçtir. Daha önce de tanık olduğumuz olumsuzluklar, son dönemde özellikle Enerji, madencilik şirketleri ve şahıslar üzerinden vahşi ve ölçüsüz bir yağmaya dönüşmektedir.
Her alanda önü açılan madencilerimiz hala sıkıntı yaşıyorlarmış. İzin başvuruları uzun süre alıyormuş, ülke, kamu değil kendi yararları için kaybedecekleri zaman yokmuş, bekleyemezlermiş. ÇED sürecinde, Çevre ve Şehircilik il teşkilatlarının önlerini açan “danışmanlık hizmeti”, bir anda baylokçu olmak kaygısıyla orman, belediyeler, Karayolları, tarım teşkilatlarının abrakadavra marifetiyle bir anda olumsuzdan olumluya, ret’ten kabul’e değişiveren görüşleri yetmiyormuş.
Talanın daha da çabuk gerçekleşmesi gerekiyormuş. Bunun için madenci lobisi yakında mecliste gözü kapalı bir şekilde onaylanarak içindekilerin ortaya saçılacağı sermayenin hizmetindeki hukuki yap-boz “Torbasına” şunları da tıkıştırmış:
Maden Kanunu’ndaki 54ncü maddeye getirilecek değişiklik ile madenlerde Çevresel Etki Değerlendirmesi’ne (ÇED) sürecine ilişkin tüm işlemlerin en geç 3 ay içinde bitirilmesi koşulu getirilecek.
Düzenlemede bu koşulun yerine getirilmemesi halinde “ÇED ve diğer izin başvuruları ile ilgili olumlu karar verilmiş sayılır ve genel müdürlük tarafından buna göre işlem yapılır” deniliyor.
Neymiş, sıkıyorsa “OLUMSUZ” de! Ya da şu işi adam gibi bir inceleyim de!
Çevre ve şehircilik il müdürlüklerinin kategorik « ÇED gerekli değildir » kararlarından sonra biz bunu şimdi de « otomatiğe alınmış ÇED » olarak değerlendiriyoruz. Üç ay içerisinde o bölgedeki devlet kuruluşu teşkilatı, bu kadar kolaylık getirilen maden lobisi aleyhine « sıkıysa » bir karar alsın. Hadi aldı diyelim bir sürü yazışma tarihi cambazlığıyla üç ayı aştığında bu bile geçersiz olacak ve yeni getirilecek OTOMATİK ÇED kuralı uyarınca otomatik olarak OLUMLU varsayılacak.
Yakaladığını öp mantığıyla değiştirilmesi beklenen %40 MTV zammının bulunduğu torbaya madenciler bir şeyi daha sıkıştırmış.
Biz KANUNU ÇİĞNEYEN MADENCİLERİN YÜRÜTMESİNİ DURDURMAK İÇİN "peşin parayla" "cash" işleyen adalet için zar zor dava harcı parasını bir araya getirirken, gariban madencilere gasp ettikleri orman için ödeme kolaylığı getiriliyor!
Neymiş, orman arazilerine daha kolay ve daha ucuz el koyabileceklermiş. Orman sınırları içerisinde bulunan madenlerin tahsis sonucu ortaya çıkan orman arazi bedelinin işletme döneminin ilk on yılı için alınmaması öngörülüyor.
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay TOLUNAY’a göre ülkemizde orman arazileri üzerinde bugüne kadar verilen izinlerin toplamı 103 bin hektarı aşmış durumda. Tolunay Hocaya göre ülkemizde “yıllık ortalama 10 bin hektar kadar bir orman alanında madencilik izni verilmektedir (…) Tasarının yasalaşması ile birlikte yeni açılan maden alanlarından 10 yıl boyunca her yıl 400-500 milyon liralık bir bedelin alınmasından vazgeçilecektir. 10 yıldan sonra bu bedellerin alınması öngörülse de Kanunun uygulanması sırasında madenciler 10 yıl sonunda madeni kapatıp yeni ruhsatlar alarak bu 10 yıllık süreyi kullanacaklardır (…) Başka bir deyişle ülkemizde zaten tam hız sürmekte olan ormansızlaşma hızlanacaktır.
Neymiş, damat beyin bonusları için sürdürülebilir ormansızlaşma!
Daha İdare Mahkemesi bilirkişi sonrasında henüz kararını açıklamamışken ve Yeniköy Madentepe’nin yamaçlarından “ben yaptım, ben yaptım” sesleri dört bir yandan duyulurken; biz ne saygılı adamlar mahkeme kararını bekliyorlar ne güzel derken, ne dersiniz bizim sevgili madenci girişimcimiz sahaya adım atmak için bu yasayı bekliyor olmasın sakın?
Madencilerin bizim için ayırdığı mızrak torbaya sığar mı?