CİA, 70 yıllık örgütlü suç
Lars Schall: - Bundan 70 yıl önce, 18 Eylül 1947’de Ulusal Güvenlik Yasasıyla CİA kuruldu. Douglas, siz CİA’nin « ABD hükümetinin örgütlü suç kolu » olduğunu söylüyorsunuz, açıklayabilir misiniz?
Douglas Valentine: - CİA’nin tüm yaptıkları yasadışıdır, bu yüzden hükümet ona topyekun gizlilik koruması sağlıyor. Medyalar ABD’nin barış ve demokrasinin kalesi olduğu efsanesini yaymaya devam ederken, CİA ajanları dünya genelindeki suç örgütlerini yönetiyorlar. Örneğin CİA, 1950 ve 1960 yıllarında ABD’li en büyük kaçakçılardan biri olan Santo Trafficante’yi Fidel Castro’yu öldürmekle görevlendirdi. Bunun karşılığında CİA Trafficante’ye ABD’ye tonlarca uyuşturucu sokma izni verdi.
CİA, kirli işlerde kullandığı uyuşturucu kaçakçılığı yapan suç örgütlerine yardım etmek için silah, nakliye ve finansman şirketleri kuruyor. Mafyanın parası, offshore bankalarda her ikisi de iz bırakmayacak şekilde CİA’nin parasına karışıyor.
Ama uyuşturucu kaçakçılığı sadece bir örnektir.
- CİA konusunda asıl anlaşılması gereken en önemli şey nedir?
- Bu örgütün tarihi eğer ayrıntılı bir şekilde incelenirse CİA’nin sırlarını nasıl koruduğunu ortaya koyduğu görülecektir. Bu, ABD’nin sorunlarının merkezinde var olan ana çelişkidir: eğer bir demokrasi isek ve eğer gerçekten de ifade özgürlüğüne sahipsek, CİA’den açıkça söz edebilir ve onu inceleyebiliriz. Böylece bu kurum içerisinde kurumsallaştırılmış ırkçılık ve sadizmle yüzleşmiş oluruz. Ama bunu yapamayız ve dolayısıyla da tarihimizin bir bölümü bilinmezliğini korur, bu da birey ya da ulus olarak kim olduğumuzu tam olarak bilmediğimiz anlamına gelir. Aslında olmadığımız şeyler olduğumuzu hayal ediyoruz. Yöneticilerimiz hakikatin belli parçalarını biliyorlar ama CİA’nin yaptığı gerçekten de şeytani olan işlerden bir kez söz etmeye başladılar mı yönetici olmaktan çıkıyorlar.
- CİA ile bağlantılı olarak kullanılan bir deyim de « makul inkar »’dır. Bize bunu anlatabilir misiniz?
- CİA inkar edemeyeceği hiçbir işe girişmez. Bundan bana ilk kez CİA’den emekli üst düzey bir görevli olan Tom Donohue söz etmişti.
İzninizle öncelikle size biraz bilgi kaynağımı sunayım. 1984’te CİA’nin eski Başkanı William Colby bana « The Phoenix Program » adlı kitabımı yazmam konusunda yardımcı olmayı kabul etti. Colby 1985 yılında beni Donohue ile tanıştırdı. Donohue, 1964 ila 1966 yılları arasında CİA’nin Vietnam’daki « gizli faaliyet » kolunu yürütmüştü. Geliştirdiği birçok program Phoenix bünyesine dahil edildi. Beni ona Colby tanıştırdığı için, Donohue çok sıcak davrandı ve CİA’nin çalışma şekli konusunda çok açıklamalarda bulundu.
Donohue, CİA’nin tipik bir birinci nesil görevlisiydi. Columbia’da karşılaştırmalı dinleri okumuştu ve simgesel dönüşümden anlıyordu. Soğuk Savaşın « gelişmesinin ortasında olan bir sanayi » olduğunu anladığında CİA’ye katılan Cook Kontluğu politikasının bir ürünü ve uygulayıcısıydı. Kariyerinin sonunda, Filipinler’de CİA’nin istasyon şefiydi ve onunla konuştuğum sıralarda, eski bir Filipinli Savunma Bakanı ile ortak iş yapıyordu. O dönem normal karşılanan bir şekilde temasta olduğu kişilere kar sağlıyordu. Eski üst düzey memurlarla böylece yolsuzluk yapıyorlardı.
Donohue bana CİA’nin en az iki kritere uymadığı taktirde hiçbir faaliyete girişmediğini anlattı. Birinci kriter « istihbarat için potansiyel yarar »’dır. Program CİA’ye yarar sağlamalıdır; bir hükümetin nasıl devrileceğini anlatmadan önce, bir raporun gizlendiği bir memuru nasıl yoldan çıkarabiliriz ya da bir ajana sınırı nasıl aştırabiliriz. Faaliyetin « istihbarat için potansiyel yarar » sağlaması gerekir, yani CİA için bir çeşit kolaylık sağlamalıdır. İkinci kriter bu faaliyetin inkar edilebilecek nitelikte olmasıdır. Eğer harekat programını yapılandırırken olası bir yalanlama için hiçbir imkan bulunamazsa, bu faaliyete girişilmez. Makul inkar bir ajana askeri kılıf sağlamak gibi çok basit bir şekilde de olabilir. CİA bu durumda kolayca « bunu ordu yaptı » diyebilir.
Makul inkar özellikle bir dil sorunudur. CİA’nin ve başka yabancı liderlerin Fidel Castro’ya yönelik suikast komplolarına ilişkin bir senato soruşturması sırasında, CİA’nin eski operasyon müdür yardımcısı Richard Bissell, « makul inkarı », « somut tanımlar kullanılması durumunda gizli faaliyetleri gün yüzüne çıkartacak ve durdurulmalarına yol açacak tartışmalarda, dolaşık anlatımın ve örtmecenin kullanımı » olarak tanımlamıştır.
CİA’nin yaptığı her şey inkar edilebilirdir. Bu Kongre nezdinde üstlendiği görevin bir parçasıdır. Kongre CİA’nin işlediği suçlardan sorumlu tutulmak istememektedir. CİA’nin yaptıklarının kamuoyu nezdinde saygınlık kazandığı tek durum –nadir yaşanan kazalar dışında-, psikolojik savaş gerekçeleriyle ABD’lilerin bunu CİA’nin yaptığını düşünmelerine imkan vermek için Kongrenin ya da Başkanın bunun gerekli olduğunu düşündüğü zamandır. İşkence buna en iyi örnektir. 11 Eylül’den sonra ve Irak’ın işgaline kadar Amerikan halkı intikam hırsıyla doldu. Müslüman kanının akmasını istedi ve Bush kötülere işkence yaptığı bilgisinin sızmasına izin verdi. Bunu incelikle kullandı ve bunu « geliştirilmiş sorgu » olarak adlandırdı ama bütün dünya simge olduğunu anladı. Dolaşık anlatım ve örtmece. Makul inkar.
- CİA çalışanları « ABD hükümetinin organize suç kolunun » bir parçası olduklarının farkındalar mı? Geçmişte Phoenix programıyla bağlantılı örnek olarak şu değerlendirmede bulundunuz: « CİA bölümler halinde yapılandırıldığı için, program hakkında herhangi bir CİA çalışanı kadar bilgi sahibi olma imkanı buldum ».
- Evet, biliyorlar. Buna kitabımda geniş bir yer ayırdım. İnsanların birçoğu polislerin gerçekten ne yaptığından habersizdir. Polislerin sadece hız limitini aştığınızda ceza kesmek için var olduğunu sanıyorlar. Aynasızların profesyonel suçlularla ortak iş yaptıklarını ve süreç içerisinde para kazandıklarını görmüyorlar. Bir insanın üniforma giydiğinde erdemli hale dönüştüğünü sanıyorlar. Ancak güvenlik güçlerine katılan insanlar bunu başka insanlar üzerinde güç kullanabilmek için yapıyorlar ve bu anlamda korumaları ve hizmet etmeleri gerekenlerden çok suçlulara daha çok yakınlar. Sindirme arayışı içerisinde ve yolsuzluğa bulaşmış durumdalar. Güvenlik güçleri olarak adlandırdığımız budur.
CİA de bu tür insanlarla doludur, ama hiçbir zorlama olmaksızın. Phoenix programını yaratan CİA görevlisi Nelson Brickham meslektaşlarıyla ilgili olarak bana şunları söyledi: « İstihbaratı suç eğilimlerinin toplumsal olarak kabul edilebilir bir tarzda ifadesi olarak tanımlıyorum. Suça eğilimi güçlü olan ama bunu uygulamaya sokamayacak kadar alçak olan bir insan eğer yeterli bir formasyona sahipse kendini kolayca CİA gibi bir yerde bulabilir. » Brickham CİA görevlilerini « bu işleri yapmanın toplumsal olarak kabul edilebilir bir biçimini keşfeden ve eklemem gerekirse bunun için çok iyi maaş alan » paralı asker adayları olarak tanımladı.
CİA’nin yabancı ülkelerde milisleri ya da gizli polis birimlerini yönetmek üzere ajanlarını ya da adamlarını seçmek için adaylarını sıkı bir psikolojik araştırmaya tabi tuttuğu herkes tarafından bilinir. John Marks « The Search for the Manchurian Candidate » adlı kitabında CİA’nin en iyi psikologu olan John Winne’yi Kore’deki CİA’nin « başlangıç kadrosunu seçmek » üzere Seul’a nasıl gönderdiği anlatılıyor: « İki tercümanı olan bir ofis açtım, diyor Winne Marks’a, ve Wechsler’in Kore sürümünü kullandım ». CİA’nin psikologları iki düzine subayı ve polisi kişilik değerlendirme testine tabi tuttu, « ardından bunların her biri hakkında, güçlü ve zayıf yanlarının sıralandığı yarım sayfalık bir rapor yazdılar. Winne her adayın emre itaat yeteneklerini, yaratıcılığını, kişilik sorunlarını, mevcut işini niye bırakmak istediğini öğrenmek istiyordu. Özellikle siviller açısından bu para içindi ».
CİA, Irak ve Afganistan da dahil operasyon yürüttüğü tüm ülkelerdeki gizli polis elemanlarını bu şekilde işe alıyor. Latin Amerika için Marks şunları yazıyor: « CİA (…) terörle mücadele bölümünün nasıl oluşturulacağını göstermek için değerlendirme sürecini çok işe yarar buldu. Sonuçlara göre, insanlar otoriter bir yönetime ihtiyaç duyan çok bağımlı bir ruh hali ortaya koydular. »
Bu « yönetim » CİA’dir. Marks bir değerlendirme subayının « Şirket bir yabancıyı eğitmek için para harcasa da, sonuç olarak bizim adımıza hizmet verecekti » dediğinden söz ediyor. CİA ajanları « bu yabancı istihbarat kuruluşlarıyla sıkı işbirliği içerisinde çalışmakla yetinmiyordu; bunlara sızmak için ısrarcı oldular ve kişilik değerlendirme sistemi bunun için büyük kolaylık sağladı ».
Daha az bilinen bir şey de, CİA yönetici kadrolarının, yurtdışı için ajan seçmekten daha çok CİA subaylarına hizmet edebilecek iyi adayları seçmekle meşgul olduklarıdır. CİA, bütçesinin büyük bir bölümünü kendi çalışma gücünü seçmek, denetlemek ve yönetmek için kullanmaktadır. CİA, ihlal edilmesi mümkün olmayan komuta zinciriyle askeri örgütlenmeye benzemektedir. Üstünüz size ne yapmanız gerektiğini söyler, ona selam verip uygularsınız. Aksi taktirde kovulursunuz.
« Endokrin ve motivasyon programları » gibi başka kontrol sistemleri CİA ajanlarını kendilerini özel saymalarına neden olmuştur. Benzer sistemler son yetmiş yıl içerisinde CİA ajanlarının inançlarını ve yanıtlarını biçimlendirmek için geliştirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Yasal haklarının ortadan kaldırılması karşılığında, ödül sistemlerinden yararlanmaktadırlar: özellikle de CİA ajanları işledikleri suçlar nedeniyle her türlü takibattan muaftırlar. Bizzat kendi kendilerini koruma altında olan nadir tür olarak görmekte ve açık bir şekilde tahakküm ve sömürü kültürünü benimsemektedirler. Emekliliklerinde özel sektörde yüksek ücretli işler arayabilirler.
CİA yönetimindeki personel, CİA’nin bireysel ajanlarının birbirinden habersiz kalması için farklı bölüm ve şubeleri birbirinden ayırmaktadır. Çok iyi eğitim alan ajanlar « bilmeye gerek yok » ilkesine sıkı sıkıya itaat etmektedirler. Kendi kendine dayatılan kurumsallaşmış bu bilmeme, habersiz olma sistemi, deforme olmuş zihinlerinde ulusal güvenlik adına her türlü suçu işleme motivasyonlarının bağlı olduğu Amerikan sağının hayalini desteklemektedir. Bunların çoğunun sosyopat olmasının nedeni budur.
Bu, aynı zamanda kendi kendini düzenleyen bir sistemdir. FBN ajanı Martin Pera’nın söylediği gibi: « Eğer yalan söyleme, sahtekarlık yapma ve çalma meziyetleriniz varsa, bu nitelikleri bürokraside işinize çok yarayacak araçlar olacaktır ».
- Bize sık kullandığınız « subayların evrensel kardeşliği » deyimin ne anlama geldiğini söyleyebilir misiniz?
- Hangi devlette olursa olsun egemen sınıf yönettiği insanları yönlendirilmeye, zorlanmaya ve sömürülmeye hazır alt varlıklar olarak görür. Egemenler sınıf ayrıcalıklarını güvence altına almak için her türlü sistemi –koruyucu rehin almalar gibi işleyen- kurumsallaştırmaktadır. Tüm ülkelerde gerçek iktidar ordudur ve her ülkenin ordusunda üstüne körü körüne itaatin kutsal ve ihlal edilemez olduğu bir emir komuta zinciri vardır. Subaylar işe alınanlarla dostluk kurmazlar, çünkü zamanı geldiğinde onları ölüme göndereceklerdir. Bütün silahlı kuvvetlerde, kendi ülkesinin sömürülebilir ve tahakküm altına alınabilir halkından daha çok, diğer devletlerin üst düzey bürokrasisi ve yöneticileriyle daha çok ortak noktası bulunan her devletin tüm bürokrasilerinde ve egemen sınıflarında subay topluluğu vardır.
Polisler, subayların evrensel kardeşleridirler. Yasaların üzerindedirler. CİA ajanları kardeşlik mevkisine yakındırlar. Sahte kimlik ve korumalarla mutluluk içerisinde özel uçaklarda uçmakta, villalarda yaşamakta ve en son teknoloji ürünü silahlarla adam öldürmektedirler. Ordudaki generallere ne yapmaları gerektiğini söylemektedirler. Kongre komitelerini yönetmektedirler. Devlet başkanlarına suikast düzenlemekte ve hiç çekinmeden acımasızca masum çocukları öldürmektedirler. Şefleri hariç dünya insaflarına kalmıştır.
- Size göre CİA’nin küresel uyuşturucu kaçakçılığına bulaşmış olması onun « en karanlık ve en iyi gizlenen sırrıdır ». Bu suç ortaklığı nasıl gelişti?
- Amerika’nın yüce çıkarları adına CİA’nin uluslararası uyuşturucu kaçakçılığını yönetmesi ve denetlemesinin iki yüzü vardır. ABD hükümetinin devletleri ve ABD dahil siyasal ve toplumsal hareketleri kendi bünyeleri içerisinde kontrol aracı olarak uyuşturucu kaçakçılığına katılması sürecinin daha CİA ortaya çıkmadan başladığını not etmemiz önemli olacaktır. Bu doğrudan suç ortaklığı, ADB’nin Çin’de milliyetçi Çan Kay Şek rejimine uyuşturucu ticaretiyle kendi kendini finanse etmesi için sağladığı yardımla başlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında CİA’nin önceli OSS Japonlara karşı savaşan Kaçin’lere afyon verdi. OSS ve Amerikan Ordusu aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’deki yeraltı dünyasıyla bağlar kurdu ve ardından ülkede ve yurtdışında kirli işlerini yaptırmak için işe aldıkları Amerikan uyuşturucu kaçakçılarını gizlice korudular.
Milliyetçilerin Çin’den kovulmasından sonra CİA Tayvan ve Birmanya’ya uyuşturucu kaçakçıları yerleştirdi. 60’lı yıllarda CİA tüm Güneydoğu Asya’daki uyuşturucu kaçakçılığını yönetiyordu, ardından bu denetimini başta Güney Amerika ve tüm Avrupa’da olmak üzere tüm dünyaya yaydı. CİA, Laos ve Vietnam’daki uyuşturucu kaçakçısı müttefiklerini destekledi. Hava Kuvvetleri Generali Nguyen Cao Ky, 1965’te Güney Vietnam’ın ulusal güvenlik müdürlüğünün başında iken, çok karlı uyuşturucu ticareti üzerindeki denetimi ele geçirmesi karşılığında her eyalette özel milisler kurma ve gizli sorgu merkezleri inşa etme hakkını CİA’ye sattı. Arkasındaki güçlü isim General Loan sayesinde, afyon satışından elde ettikleri gelirle Ky ve çetesi aynı zamanda hem siyasi aygıtlarını, hem de güvenlik güçlerini finanse ettiler. Bütün bunlar CİA’nin yardımıyla gerçekleşti.
Güneydoğu Asya’da ismi kamuoyu tarafından iyi bilinen uyuşturucu kaçakçılarıyla bağlantılı olmanın riski tarihin ikinci yüzünün başlangıcı olmuştur: CİA’nin uyuşturucuyla ilgili yasaların uygulanmasıyla ilgili çeşitli hükümet kurumlarına sızması ve bunların yönetimini ele geçirmesi. Amerikan üst düzey memurları eski Uyuşturucu Bürosunun tasfiye edilmesini ve 1968’de Adalet Bakanlığı bünyesinde Tehlikeli Uyuşturucu ve Zararlı Maddeler Bürosu (BSDD) olarak yeniden oluşturulmasına karar verdiler. CİA, başta Güneydoğu Asya olmak üzere dünya genelindeki uyuşturucu kaçakçısı müttefiklerini korumak amacıyla BSDD’nin üst düzey yönetimine hemen sızmaya başladı. CİA’nin James Angleton’un yönetimindeki karşı istihbarat bölümü 1962’den beri uyuşturucuyla mücadele eden bu kurumlarla bağlantı içerisindeydi ama 1971’de bu görev CİA’nin operasyonlar birimine devredildi. 1972’de CİA ajanı Seymour Bolten, CİA’nin uyuşturucu koordinasyonu için özel yardımcı olarak atandı. Bolten, önce William Colby’nin, ardından da George H.W.Bush’un danışmanı oldu 1973’te DEA’nın kurulmasıyla birlikte CİA uyuşturucu yasasının uygulamasıyla tüm yurtdışı operasyonlarının tamamını denetimi altına almıştı ve aynı zamanda ABD’deki uyuşturucu kaçakçılarını da böylelikle koruyabiliyordu. 1990’da CİA, ulusal topraklarda imtiyazlarını kullanma hakkı olmamasına karşın kendi uyuşturucuyla mücadele merkezini kurdu.
- Uyuşturucuya karşı savaşı aynı zamanda siyahilere karşı savaş olarak kabul edebilir miyiz? Bu soruyla ilgili size bir çerçeve çizmeme izin verin lütfen, çünkü Richard Nixon’un eski bir üst düzey memuru John Ehrlichman şunu kabul etmişti: « Nixon’un 1968’deki kampanyası ve Nixon dönemindeki Beyaz Saray’ın iki düşmanı vardı: savaş karşıtı sol ve siyahiler. Ne söylemek istediğimi anladınız mı? Savaşa karşı ya da siyahi olmayı yasadışı kılmanın mümkün olmadığını biliyoruz ama halkı hippileri marijuana’yla ve siyahileri de eroinle özdeş tutmaya sürükleyerek, ardından her ikisini de kriminalize ederek bu cemaatleri zora sokabiliriz. Liderlerini tutuklayabilir, evlerine el koyabilir, toplanmalarına engel olabilir ve onları her gün akşam haberlerinde şeytanileştirebiliriz. Uyuşturucular konusunda yalan söylediğimizi bilmiyor muyuz? Tabi ki bunu biliyoruz. [1]» Ve tabi ki H.R. Haldeman’ın bu konuyla ilgili anılarında yazdıklarını da sayabilirim. Nixon, başkanlık dönemi başında, özellikle de 28 Nisan 1969’da Genelkurmay Başkanına stratejisinin temellerini tanımladı: « [Başkan Nixon] tüm sorunların siyahiler olduğu gerçeğiyle yüzleşmeniz gerektiğini vurguladı. Kilit nokta belli etmeden bütün bunları kabul eden bir sistemi tasarlamaktır. [2]» Dolayısıyla Nixon yönetimi sırasında başlatılan uyuşturucuyla savaş aynı zamanda siyahilere karşıydı da diyebilir miyiz? Ve eğer öyleyse ABD açısından bu ne anlama gelir?
- ABD eskiden köleci bir devlet ve belirgin bir şekilde ırkçı bir toplumdur. Dolayısıyla evet beyaz üstünlükçüler tarafından yürütülen uyuşturucuya karşı savaş, ötekileştirmede kullanılan bir araç olarak siyahileri ve diğer hor görülen azınlıkları hedef alıyordu. Eski uyuşturucu bürosu açık bir şekilde ırkçıydı: 1968’den önce siyahi uyuşturucu ajanlarının grup sorumlusu olma ve beyaz ajanları yönetme hakları yoktu.
Narkotik Büro üzerine yazdığım « The Strenght of the Wolf » kitabım için eski uyuşturucu ajanı William Davis ile bir söyleşi yaptım. Davis burada siyahi ajanların durumunu anlatıyor. Davis 1950 yılında Rutgers Üniversitesi diplomasını aldıktan sonra, New York kentini gezdiği sırada bir radyo programında şarkıcı Kate Smith’in Narkotik büro’dan ajan Bill Jackson’u andığını duydu. « Onu bir federal narkotik ajan olarak iyi iş yapan bir siyahi avukat gibi tanımladı, diye anımsıyor Davis, ve bu bana iham verdi. Uyuşturucu bürosuna iş başvurusunda bulundum ve hemen işe alındım ancak siyahi ajanların önemli mevkilere gelemeyeceğine ilişkin yazılı bir kural olduğunu hemen fark ettim. O dönem birlikte çalıştığımız siyahi ajanlar tüm ülkede toplasanız sayıları sekizi geçmezdi ve hiç saygı görmüyorlardı. »
Davis, Wade McCree’nin 1930’larda uyuşturucu ajanı olarak çalıştığı dönemde, nasıl bir tıbbi unvan yarattığını anlatıyor. Ama McCree, siyahi ajanları « zenciler » olarak adlandırdıkları için Güneydeki savcıları şikayet etmek için Eleanor Roosevelt’e mektup yazma hatasını yapar. Bunun sonucunda uyuşturucu bürosu McCree’yi unvanını yaratmak için büronun tesislerini kullanmakla suçladı. McCree kovuldu, bu da beklenen etkiyi yarattı: işten atılması siyahi ajanlardan gelecek şikayetlere hoşgörü gösterilmeyeceğine ilişkin açık bir mesaj verdi.
« The Strength of the Wolf» için verdiği bir mülakatta, Nouvelle-Orléans’ta eski bir uyuşturucu ajanı Clarence Giarusso ve 1970’li yıllardaki polis şefi bana yerel güvenlik güçleri açısından ırk durumunu anlattılar. « Siyahilerin mahallelerinde vukuatlar buluyorduk çünkü bu kolaydı, dediler bana. Tutuklama emrine ihtiyaç yoktu, bu da bize kotalarımıza uyma imkanı veriyordu ve bu gayet iyi yürüyordu. Bir siyahi adamın üzerinde uyuşturucu bulduğumuzda onu birkaç gün hapiste tutabiliyorduk ve kimse şüphelenmiyordu. Avukat tutmak için parası yoktur ve mahkemeler onu mahkum etmek için hazır bekliyordu. Jüriden hiç çekinmiyorduk ve bu yüzden dosyayı kapatmıyorduk. Böylece hapse gitmektense ihbarcı olmayı tercih ediyordu, bu da onun mahallesinde daha çok olay ortaya çıkarmamız anlamına geliyordu ve bizi de tek ilgilendiren şey buydu. Carlos Marcello ya Mafya’dan çekinmiyorduk. Kentin polisleri uyuşturucuyu getirenlerle ilgili değildir. Bu Federal ajanların işiydi. »
Bugün işlerin farklı yürüdüğünü düşünen varsa hayal dünyasında yaşıyor demektir. Yaşadığım Longmeadow MA’da aynasızlar, komşu Springfield kentinde oturan siyahilere ve Porto Riko’lular karşısında ilk savunma hattındalar. Yaklaşık 15 yıl önce Springfield’teki Little İtaly mahallesinde bir mafya cinayeti yaşandı. O dönem siyahiler ve Porto Riko’lular ırkçı gerilimlere neden olarak mahalleye girmeye başladılar. Yerel televizyon kanalı benimle bu konu hakkında röportaj yaptı ve öldürülen mafya lideri Al Bruno’nun muhtemelen bir FBI ajanı olduğunu söyledim. Ertesi gün tanıdığım insanlar benimle konuşmak istemiyorlardı. Yorumlar havada uçuşuyordu. Biri bana Bruno’nun oğlunun benimle aynı spor kulübünü tuttuğunu söyledi. Kenar mahalleleriyle birlikte Springfield gibi bir kentte herkesin mafya ile ilişkileri ya da bir dostluğu var.
Bruno’nun öldürülmesinden birkaç yıl önce gidip geldiğim spor kulübünün bekçisiyle dostluk kurmuştum. Rastlantı eseri bekçi, Springfield’teki narkotikçi detektiflerden birinin oğluydu. Babası ona Springfield’teki polislerin mafya liderlerine kentte uyuşturucu satmasına izin veriyor ve karşılığında satıcılar onlara siyahi ve Porto Riko’lu müşterilerinin ismini veriyordu. Bu şekilde üst tarafta Giarusso’nun da söylediği gibi polisler üst üste baskınlar yaparak azınlıkların ev almasını ve beyazların mahallelerine ayak basmasını zorlaştırıyordu. Bu durum bugün de ABD’nin her yerinde yaşanmaktadır.
- Uyuşturucular yasadışı sayılmasa bütün bu uyuşturucu kaçakçılığının var olmayacak olması sizce bir çelişki değil mi?
- Uyuşturucu maddelerin yasaklanması bağımlılık problemini bir « kamu sağlığı » sorunundan yasaların uygulanması sorununa dönüştürmüştür ve dolayısıyla da hor görülen azınlıkların, yoksul ve işçi sınıfların siyasal ve toplumsal alanda ilerlemelerini engellemek üzere güvenlik güçlerinin gelişmesi ve ceza hukuku ve sosyal koruma sistemlerinin yeniden örgütlenmesi için gerekçe işlevi görmüştür. Sağlık bakım endüstrisi hor görülen azınlıkların aleyhine kar elde etme arayışında olan iş adamlarının eline verildi. Özel şirketler bu baskıcı politikayı muhafaza etmek için medeni kurumlar kurdular. Kamudaki eğitimciler Business Party’ni ırkçı çizgisi doğrultusunda politik aşılamayı destekleyen eğitim programları geliştirdiler. Sağlık, ilaç sanayileri ve bunlarla ilgili yasanın uygulanmasına karşı gelişen siyasi ve toplumsal direnişi ortadan kaldırarak, yurtdışındaki ticari çıkarların yayılmasını kolaylaştırmak için bürokrasiler kuruldu.
Uyuşturucuya karşı savaşın ekonomik temelleri ve ABD’nin bundan yararlanan endüstrilere karşı hoşgörüsünü açıklamak için kitaplarla dolu bir kütüphane gerekir. Kısacası mafyalar gibi onlar da bundan çıkar sağlamaktadırlar. Ekonomik güçlerini özgürleştirmek ve küresel çapta askeri ve siyasi güce dönüştürmek için Wall Street’te ilaç sanayine yatırım yapan yatırımcıların hükümeti kullandıklarını söylemek yeterlidir. Bunu hiç akıldan çıkarmayınız. ABD afyon ya da kokain üreticisi bir ülke değildir ve bu uyuşturucular askerler dahil yukarı saydığımız tüm sanayilerin bağımlı olduğu bir stratejik kaynaktır. Yasal ve yasadışı küresel ilaç tedarikinin denetimi bir ulusal güvenlik sorunudur. Bütün bunların son 70 yıl boyunca nasıl gerçekleştiğine ilişkin örnekler için kitaplarımı okuyunuz.
- CİA bugün Afganistan’daki afyon sorununun bir parçası mıdır?
- CİA ajanları Afganistan’da gölgedeki hamaklarından uyuşturucu kaçakçılığını yönetmektedirler. 2001-2002’deki Karzai hükümetini kurduklarından, savaş senyörü ve afyon kaçakçısı Gül Ağa Şerzai tarafından kullanılan « sivil kooperatifler » sayesinde Afgan direnişi içerisinde oluşturulan istihbarat ağları oluşturulmasından beri afyon üretimi tırmanışa geçti. Amerikan halkının büyük bir bölümü Talibanların Amerikan işgalinden sonra silah bıraktığını ve Afganların ancak CİA’nin Şerzai’yi Kabil’e getirmesinden sonra yeniden silah kuşandıklarını görmezden geliyor. Şerzai, Karzai kardeşlerle anlaşarak CİA’ye Talibanları değil ticari rakiplerini hedef alan bir ajan ağı sağladı. Anand Gopal’ın yazdığı « No Good Men Among the Living »’te ortaya koyduğu gibi, CİA’nin dostça önerileri sonrasında CİA Afganistan’ın en saygın liderlerine, Afgan halkının radikalleşmesine neden olan Phoenix tarzı bir dizi saldırı sırasında sistematik olarak işkence yaptı ve öldürdü. CİA, Afganistan’ın uzun süreli bir işgalin ve Afganistan’ın koloni haline getirilmesinin gerekçesi olarak savaşa başladı.
Hizmetlerinin karşılığında Şerzai Afganistan’daki ilk ABD üssünün inşaat sözleşmesi ve aynı zamanda uyuşturucu kaçakçılığını yönetme iznini elde etti. CİA Afgan uyuşturucu baronlarının Drug Enforcement Agency’nin listelerinde yer almamasını sağladı. Bunlara ilişkin bütün belgeler Gopal’ın kitabında belgelenmiştir. CİA görevlileri ebeveynleri öldürülmüş olan ve 15 yıl süren ABD saldırganlığı karşısında ruh halleri bozulmuş genç Afganlarda bağımlılık oranlarının yükselişini zevkle izliyorlar. Üstelik yukarıda sayılan ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenlerle uyuşturucuların ABD kentlerine kadar ulaşmasından kaygı duymuyorlar.
Uyuşturucu ticaretinin aynı zamanda « istihbarat için bir potansiyeli » de vardır. CİA görevlileri korudukları ve afyonu eroine dönüştüren ve bunu Rus halkın satan Afgan savaş senyörleriyle bir mutabakata varmışlardır. Bu, ABD’de uyuşturucu mafyasının satıcılarıyla birlikte çalışan polislerin durumundan farklı değildir. Bu, egemen sınıfın siyasi güvenliğini sağlayan bir düşmanla varılmış bir mutabakattır. Mutabakat suç işlemenin ortadan kaldırılamayacağı dolayısıyla ancak yönetilmesinin mümkün olduğu ilkesi üzerine kuruludur.
CİA’nin düşmanla müzakere etme yetkisi vardır ama bağlantıların güvenli ve inkar edilebilir olması kaydıyla. Bunu Başkan Reagan’ın teröristlerle hiçbir zaman pazarlık yapılmayacağı sözünü verirken ikiyüzlü yönetiminin İranlılara füze satmak ve tahsil edilen parayı uyuşturucu kaçakçısı kontralara silah almak için kullanmak üzere gizlice Tahran’a CİA görevlileri göndererek ABD halkını kandırdığı sırada gelişen İran Kontra skandalında yaşadık. Afganistan’da uyuşturucu kaçakçılarının yeraltı dünyasıyla varılan mutabakat CİA’ye, esir değişimi gibi basit sorunların pazarlığını yaptıkları Taliban liderlerine ulaşmak için güvenli bir bağlantı sağladı. Bir ateşkes için daima ön müzakereler yapılır ve bütün modern Amerikan çatışmaların bu CİA’nin görev alanıdır. Öte yandan Trump işgali sonsuza kadar uzatacaktır.
DEA’nın 600 tali ajanının Afganistan’da bulunması bütün bunları makul bir şekilde inkar edilebilir kılmaktadır.
- Acaba ABD Phoenix Programının taktiklerini Afganistan’da yeniden kullanıma soktu mu? Özellikle de « Enduring Freedom » operasyonunun başlangıcında Taliban liderlerinin silah bırakması bunu akla getiriyor.
- Afganistan, Güney Vietnam’da geliştirilen Phoenix Programının iki düzeyde okulu gibi sayılabilir. Adam devşirmede olduğu kadar adam öldürmede de « yüksek değere sahip » kadroları hedef alan bir gerilladır. Bunlar üstün ötekilerdir. Aynı zamanda herkese eğer direnişi desteklerlerse kaçırılma, tutsak edilme, işkence görme, talan edilme ya da öldürülme tehlikesi içerisinde olduğunu hissettirerek sivil halka karşı da yürütülen bir psikolojik savaştır. Bu ikinci düzeydir: ABD tarafından işbaşına getirilen kukla hükümeti desteklemeleri için halkı terörize etmek.
ABD ordusu Vietnam Savaşının başında bu tür mide bulandırıcı savaş türüne (ki bunun en somut örneği SS Einsatzgruppen tarzı özel kuvvetler ve Gestapo türü gizli polistir) bulaşmaktan kaçınmaya çalıştı ama sonunda Phoenix’i güçlendirmek için asker sağlamak durumuna geldi. İşte bu aşamada CİA ordunun astsubayları arasına sızmaya başladı. CİA görevlileri Donald Gregg (Vietnam Savaşına ilişkin dizisinde revizyonist Ken Burns tarafından sunulan) ve Rudy Enders (« The Phoenix Program » kitabımda bunların her ikisiyle de mülakat yaptım), CİA ve ordunun küresel ölçekte « terörizmle » mücadele etmek üzere Delta Force ve özel operasyonlar ortak komutanlığını kurmak üzere bir araya geldiği sırada, 1980 yılında Phoenix’i Salvador’a ve Orta Amerika’ya ihraç ettiler. Artık konvansiyonel savaş diye bir şey kalmamıştır. Ordu, ekonomik ve politik nedenlerden ötürü, yıllar öncesinde CİA tarafından devşirilen subayların yönetimi altında yeryüzüne dağılmış 700 üssünden hareketle operasyon düzenleyen Amerikan İmparatorluğunun fiili polis gücü haline gelmiştir.
- Phoenix Programı ABD topraklarında bugün hangi şekil ve yöntemle yürütülmektedir?
- Bundan 150 yıl önce Karl Marx yurt içinde ya da yurtdışında olsun kapitalistlerin emekçilere neden ve nasıl aynı şekilde kullandığını bize anlattı. Kapitalizm gelişip iktidarını merkezileştirdikçe, işler çığırından çıktıkça, zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum açılıp kaynaklar azaldıkça, Amerikan polis güçleri sivil halka karşı kullanmak üzere Phoenix tiği terörle mücadele strateji ve taktiklerini uygulamaktadırlar. Phoenix terörle mücadele operasyonları yürütenler nezdinde istihbarat toplanmasıyla görevli kurumların bir bürokratik eşgüdüm yöntemiydi ve Department of Homeland Security tüm ülkede bu örnekten hareketle « birleşme merkezleri » oluşturdu. Ajan ve psikolojik operasyon ağları 11 Eylül’den beri hızla çoğalmaktadır. Bütün bunlar « The CİA as Organized Crime » kitabımda ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.
- CİA’nin kamuoyu tarafından algılanmasında geleneksel medyaların önemi nedir?
- Bu en kritik görünümdür. Guy Debord sırrın ve her şeyden önce tahakkümün sırrının dünyaya egemen olduğunu söyledi. Medyalar, CİA’nin sırlarını özenle gizleyerek tahakküm altında olduğunuzu bilmenizi engelliyorlar. Medyalar ve CİA aynı taraftadırlar.
FOX ve MSNBC’de ortak olan şey dizginsiz kapitalist bir toplumda haberler mala dönüşmüştür. Medyalar bir ürünü satabilmek için geniş bir kitleyi hedeflemektedir. Her bir medya müşterilerini memnun etmek için haberlere ilişkin kendi sürümünü sunduğu için bunlar uydurma haberlerden ibarettir. Ancak CİA söz konusu olduğu bu sadece sahte değil ama zehirdir. Bu demokratik kurumlara zarar vermektedir.
Phoenix tipi her türlü iç organizasyon ya da operasyonun bir çifte dile ve makul inkara ve aynı zamanda devlet sırrına ve medyaların oto sansürüne bağlıdır. CİA’nin haberleri tamamen denetleme temel ihtiyacı bir medyatik suç ortaklığı gerektirmektedir. Bu gerçek yöneticilerimizin Vietnam başarısızlığından aldığı büyük derslerden biridir. Hükümet ve medyalarla ilgilenen tamamen beyni yıkanmış ve iyi ödüllendirilmiş yöneticiler, halkın yabancı sivillere yönelik kırımı görmesine hiçbir zaman izin vermeyeceklerdir. Amerikalılar, Amerikan paralı askerler ve varil bombalarıyla bedenleri parçalanmış ve öldürülmüş Iraklı, Afgan, Libyalı ve Suriyeli çocukları artık hiçbir zaman göremeyeceklerdir.
Buna karşın CİA’nin yaptığı adam kaçırma, işkence ve cinayet temsilleri televizyon ve sinemada yüceltilmektedir. Tarihi doğru aktarmak çok önemlidir. Medyanın suç ortaklığı sayesinde Phoenix daha şimdiden Amerikan yöneticilerine bir iç güvenlik politikası sağlamak için bir model haline gelmiştir.
- CİA Amerikan halkının düşmanı mıdır?
- Evet. Zengin politik elitlerin kirli işlerini yapan aygıtlarından biridir.
Lars SCHALL
Özgün kaynak Counterpunch
(www.reseauinternational.net sitesinde 13 Ekim 2017 tarihinde Lars Schall imzasıyla yayınlanan mülakattan Türkçeleştirilmiştir http://reseauinternational.net/la-CİA-70-ans-de-crime-organise/)
[1] Dan Bau, « Legalize It All – How the win the War on drugs », Harper’s Magazine, Nisan 2016.
[2] « Haldeman Diary Shows Nixon Was Wary of Blacks and Jews », The New York Times, 18 Mayıs 1994.