İncirlik'ten El Azrak'a
İnanılmaz ölçüde ölümcül ve saldırgan gücün en önemli bölümü, Batı’ya göre birden « güvenilir olmayan » hale gelen bir ülkeden (Türkiye), Ürdün’ün talan edilmiş ama itaat eden Krallığına tedricen nakledildi.
Mecazen söylersek NATO artık hangi yöne uçacağından ve nihayetinde nereye ineceğinden emin değildir. Telaş halindedir ve « gerektiğinde » bir çıkış stratejisi arayışı içerisindedir; bu bölgenin en büyük gücü için bir kaçış planı gibidir.
Batı Türkiye’yi kaybetmek üzere midir? Bunu kimse bilmiyor. Ya da daha doğrusu Erdoğan dahil Ankara’da da kimse bundan emin değil.
Ama ya Erdoğan Rusya’yla ve hatta Çin ile daha da yakınlaşırsa? Ve ya Türkiye’nin İran ile olan ilişkileri daha da gelişirse? Ya Ankara yıllarca ve on yıllarca Avrupa Birliği tarafından aşağılanmaya bir son vermeye kalkışırsa? Ya Washington’un kendisine dikte ettirdiklerini artık dinlemek istemiyorsa?
Bu « kabusumsu » senaryolar muhtemelen Brüksel, Washington ve Londra’daki çok sayıda aparatçike uykusuz geceler yaşatmaktadır.
NATO hiçbir şeyi rastlantıya bırakmak istemiyor. Bütün bu nükleer silahlar, savaş uçakları, bombardıman uçakları ve « Batılı askeri danışmanlar » Türkiye’ye değil de nereye gidecekler?
Türkiye’nin Adana şehrinin yakınlarında yer alan devasa İncirlik hava üssü bunun için ideal bir mekandı.
Uzun yıllar boyunca İncirlik, Batı’nın bölgedeki çeşitli hedefleri yıldırdığı ve doğrudan saldırdığı ve çok sayıdaki Türk uzmana göre Suriye ve başka ülkelerde harekat yürüten aşırılıkçı cihatçı kadroların birçoğunun eğitildiği, Ortadoğu’nun en önemli ve ölümcül hava üssü olmuştur.
Suriye, Irak ya da potansiyel olarak İran, Lübnan, Yemen ve hatta Afganistan’da Batının bombalamak istediği her şey için, mükemmel altyapısı ve « mükemmel » coğrafi konumuyla İncirlik her daim hazır olmuştur. Erdoğan dönemine, 2016’da başarısız askeri darbe girişimine ve ardından yaşanan « Türk Uyanışına » kadar bu düş NATO için gerçeğe dönüşmüştü.
Birden, Türkiye’ye « artık güvenilmemektedir », en azından Batı başkentlerinde. Bu belki Türkiye ve geleceği için çok olumlu olsa da, NATO için durum hiç de öyle değildir.
İncirlik’i nereye nakletmeli?
Ürdün Krallığı bunun için en iyi aday olarak görünmektedir. Çok yoksul durumdadır ve tarihsel olarak Batılı efendilerinin boyunduruğu altındadır. Başta Batılıların olmak üzere dış yardımlara bağımlıdır ve Washington, Londra ya da Berlin’deki yöneticilerin hoşuna gidecek her şeyi yapmaya hazırdır.
Batı için daha da önemli olanı Amman rejimi etkin bir muhalefeti olmayan fazlasıyla baskıcı bir rejimdir. Muhalefet sesini yükseltmeye kalkıştığında, üyeleri kaçırılıp işkence edilmektedir.
Dolayısıyla Avrupalı ve Kuzey Amerikalıların bu ülkede kendilerini evlerindeki gibi güvende hissetmeleri doğaldır. 2017’de Alman Wehrmacht, Irak’a 200 kilometre kadar yakın, Suudi Arabistan sınırından sadece 30 kilometre uzaklıktaki Azrak Üssüne askerleri, pilotları ve Tornado uçakları olmak tamamı 200 kişiden fazlasını ve on iki uçağını nakletmiştir.
Angela Merkel’in ve Recep Tayyip Erdoğan’ın birbirilerine yönelik bir tür (kimilerine göre “büyük”) nefret duygusu hissettikleri doğrudur. NATO ülkelerinin de baskıcı, piyasa yanlısı ve itaatkar ülkelerle çalışmayı sevdikleri de doğrudur.
Peki ya Ürdün?
Alman devlet televizyon kanalı Deutsche Welle (DW), her ne kadar mevcut durumu kavradığını dile getirse bile nakle dair açık bir şüpheci yaklaşım gösterdi:
« Ürdün Kralı Abdullah, Batıda takdirle karşılanan bir liderdir. Arap Yarımadasındaki prenslerin aksine genellikle koyu renkli bir kostüm giyer. Büyük Britanya’da askeri eğitim görmüş ve Oxford ve Washington’da okumuştur. Ürdün onun yönetimi altında, Ortadoğu’daki bütün büyük anlaşmazlıklarda Batı politikasıyla uyumlu güvenilir tavırlar sergilemiştir. »
Merkezi Hamburg’da bulunan Alman Doğu Enstitüsü’nün yıllardır sorumluluğun üstlenmiş bulunan Udo Steinbach’a göre bu durum değişmeyecektir.
« O daima Batının adamıydı, Batının adamıdır ve Batının adamı olmaktan başka seçeneği yok, diyor Steinbach. Ürdün yoksul bir ülkedir ve Batının yardımı olmaksızın varlığını sürdürmesi düşünülemez. »
NATO, zaten yıllardan beri başta Suriye topraklarındaki çok sayıdaki hedefi yasadışı olarak bombalamak üzere El Azrak yakınlarından Muvaffak Salti askeri üssünü kullanmaktadır.
El Azrak, NATO ve AB’nin hava kuvvetleri tarafından, özellikle de Belçikalılar (2014-2015) ve şimdi de Hollandalılar ve Almanlar tarafından kullanıldığı için Brüksel’de gerçekten de « aşina olunan bir isimdir ». Amerikan Hava Kuvvetleri zaten yıllardan beri bu üsten itibaren harekatlar düzenlemekteydi.
Üs Ortadoğu’nun bir başka geri kalmış bölgesinde yer alıyor. Çok sayıdaki küçük işletme ve fabrikanın kapısını kapattığı, makinelerin paslanmakta olduğu ve çürüdüğü ve koruma altındaki Azrak Sulak Alanının (bir zamanlar “göçmen kuşların tapınağı” olarak ün salmış olan) tamamen kurumak üzere olduğu ekonomik açıdan geri kalmış bir bölgedir burası.
Vaha bir zamanlar Suudi Arabistan sınırına kadar dayanıyordu. Bugün « koruma altındaki » arazi topraklarının büyük bölümü kurumuş durumdadır. Zaten kesin olan bir şey varsa, Okinawa’da da tanık olduğuma çok benzeyen, uçakların ve motor deneme tesislerinin kulakları sağır eden gürültüsüyle karşılaşacaklarından çok azının burada konaklamayı seçeceği kesindir.
Ürdün’ün bu köşesine gelen insanların çoğu, bir zamanlar aynı zamanda « Arabistanlı Lawrence » olarak da tanınan, İngiliz istihbaratının karanlık ve abartılan ajanı Thomas Edward Lawrence tarafından da üs olarak kullanılan komşu kaleyi « keşfetmeye » gelen « maceracı » Batılı turistlerdir. Turistler aynı zamanda « doğal koruma alanını » ve çok sayıdaki arkeolojik ören yerini de görmeye gelmektedirler.
El Azrak el sanatları merkezinde çalışan Bayan Alia bize şu itirafta bulundu:
« Burada kimi zaman çok korkuyoruz… Çünkü aynı zamanda yabancı turistlere ev sahipliği yaparken, askeri üssün hemen yanında yer alıyoruz. Birinin buraya saldırmayı göze alması için çok neden var… »
Çok sayıdaki uçak hangarını ve yapının gerisinde yer alan park alanındaki savaş uçağını gözlemledikten sonra buranın gerçekten « turistik » bir otel olup olmadığını soruyorum. Birkaç dakika tereddüt ettikten sonra bana şu yanıtı veriyor:
« Eskiden burası bir ekolojik konaklama yeriydi, ama şimdi rezervasyonların çoğunluğu üsten geliyor. Amerikalılar ve Almanlar burada kalıyor; bundan birkaç yıl önce Belçikalılar kalıyordu. Subayların burada bir ayın tamamını geçirdikleri oluyor, biliyorsunuz eğitimler, toplantılar yapıyorlar… Üssün içerisinde çalışıyor, bizde yatmaya geliyorlar. »
Konaklama evinin girişinin yanındaki duvarda bir « USAid » panosu asılmış. Bölgeye ilişkin çok sayıda siyah beyaz fotoğraf ve İngiliz sömürgeci üniforması giymiş nöbet tutan bir asker resmi duvarları süslüyor.
Azrak yerleşimi tozlu ve yarı yarıya terk edilmiş. Çevresinde çöl yer alıyor ve oldukça kuru.
Ana caddenin kıyısı boyunca sayısız ev ve müştemilat kalıntısı sıralanmış. Bazı insanlar yırtık çadırlar altında sefalet içerisinde yaşıyor.
Yaşlı görünen bir adam aracımıza yaklaşıp elini uzattı. Kırışık yüzünde sert bir ifade vardı. Elini sıktım. Yaşı hakkında hiçbir fikrim yoktu; muhtemelen çok yaşlı değildi ama yorgun ve çaresiz bir hali vardı.
Elimi baştan başa uzanan duvarlara doğru uzatarak « bu üs az da olsa kente yardım ediyor mu? »
Adam saniyeler boyunca yüzüme baktı. Sonra mırıldandı:
« Yardım etmek mi? Belki evet… Belki hayır… Tam olarak bilemiyorum. »
Sıkıntılı devirlerin gelmesinden, birkaç yıl öncesinde tüccar olan şoför-rehberim yavaş yavaş El Azrak’tan ayrılırken şu yorumda bulundu:
« Burası çok kötü! Durum çok trajik. Batı Amman ve burası –sanki tek bir ülkenin topraklarında iki farklı evren var gibi. Bu ne çelişki! Alın işte kendi gözlerinizle görün. »
Ona Ürdünlülerin bu ölüm kusan askeri üssün ülkelerine, bölgeye yayılmasını kabul edip etmediklerini sordum. Her şeyden önce üssün tek amacı, sayısız masum insanı katlederek kardeş Arap uluslarına şiddet uygulamaktır.
Omuzlarını silkti:
« Umurlarında bile değil. Buradaki insanların çoğu bu tür şeylere kafa yormuyor. Karınlarını doyurmak, günlerini idare etmek kaygısındalar. Hükümet Batılarla işbirliği yapmanın yaşam koşullarını iyileştireceği konusunda onları ikna etmiş görünüyor. Bundan başka bir şey düşünmüyorlar. Liderlerimiz, Körfezde ve burada yolsuzluğa bulaşmış ve insanlar aşağılanmış durumdalar. Burada kimse parlak bir gelecek, ne de mevcut durumdan kurtulma umudu içerisinde değil…»
Başkent Amman’dan yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta birçok kontrol noktasından ve Batının Afganistan’da yaptıklarına benzeyen bir beton bariyerden geçerken yavaşlıyoruz. Şoför anlatmaya devam ediyor:
« Bakın, sözde Suriye muhalefetini yıllar boyunca burada eğittiler. »
Amman dönüşünde, çoğu yabancı olan burada çalışmış birçok arkadaşımla karşılaştım.
Aralarından biri « Zaten Ürdün’de Batılılara ait çok sayıda hava üssü bulunuyor. Burada bu konu üzerinde açıkça tartışılmıyor. İyi ya da kötü, bunun hiçbir önemi yok. Hiç kimsenin umurunda değil. Dünyanın bu bölgesinin belkemiği zaten kırılmış durumda. »
El Azrak sadece büyük bir hava üssü değil. Aynı zamanda Ortadoğu’daki en önemli mülteci kamplarından birinin de adı. Çölün ortasında inşa edilen bu yeni kamp, özellikle savaştan kaçan Suriyelileri barındırmak için tasarlanmış.
2016 ve 2017 yıllarında burada çalıştım, ya da daha doğrusu, saldırgan yerel güvenlik güçleri tarafından kovulmadan önce burada çalışmaya çaba harcadım.
Mülteciler krizi, Batının askeri üsleri, yabancı yardımı ve turizm Ürdün Krallığının başlıca gelir kaynaklarından.
Korkunç ve gerçeküstü bir durumda burada her şey büyük bir çember etrafında, bir anlamda « çürümüş » bir yönde dönmektedir: Ürdün’ün topraklarında ev sahipliği yapmaya gönüllü olduğu askeri üslerden hareketle topyekun ülkeler ezilmektedir; tabi ki oldukça yüksek bir tazminat bedeli karşılığında. Bunun sonucunda umutsuz yüz binlerce mülteci bu « Ortadoğu’nun istikrar adası »na doru akın etmeye devam edecek ve onlarca ve hatta yüzlerce milyon dolarlık yabancı yardımın Amman’ın kasalarını doldurmasına hizmet edecektir.
Bunun için gerçekten ne sanayiye, ne üretime ne de ağır çalışmaya gereksinim vardır.
Bu düzenleme « ahlaka aykırı » olarak nitelenebilir mi? Bu gerçekten önemli mi? Bana Ürdün Krallığına gerçekleştirdiğim önceki ziyaretlerim sırasında birçok kez « kimsenin umurunda olmadığı » söylendi. « Yardım » ve « destek » adı altında Batı tarafından finanse edilen medyatik beyin yıkama kampanyaları ve eğitim programlarıyla, dayanışma ve enternasyonalizm ruhuna sahip hemen hemen her türlü ideoloji ortadan kaldırıldı.
Hemen hemen diyorum çünkü bugün bir umut ışığı çıkmak üzeredir. Daha henüz her şey kaybedilmiş değil. Bir komşu ülke –Suriye- hala ayakta direniyor. Savaş verdi ve yüz binlerce insan yaşamını yitirdi ama Batının şiddet kullanarak yaptığı müdahaleyi yenmeyi başarmak üzere. Bu, modern Arap tarihinin en önemli anlarından biri haline gelebilir.
Ortadoğu halkları izliyorlar. Ürdünlüler izliyorlar. Türkler izliyorlar. Emperyalistlerin de yenilebileceği artık görülüyor. İşbirlikçiliğin artık hayatta kalmak için tek çare olmadığı görülüyor.
NATO’nun devasa üssü yavaşça Türkiye’den Ürdün’e taşınıyor. Batı zaten Suriye’yi kaybetti. Türkiye’yi de kaybedebilir. Kimbilir, hatta belki bir gün Ürdün de uyanabilir. Bazıları « domino etkisinin başladığını » söylüyor.
ANDRE VLTCHEK
(www.investigaction.net sitesinde 20 Mart 2018 tarihinde André VLTCHEK imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir)