İsrail, Filistin halkından neden korkuyor?
İsrail, 30 Mart Cuma ve sonraki günlerde Gazze’de İsrail askerlerine açık hiçbir tehdit oluşturmayan çok sayıda silahsız Filistinli göstericiyi neden öldürdü?
On binlerce Filistinli çoluk çocuk aileleriyle sınır yakınlarında kitlesel gösterilere katılırken, aralarında keskin nişancıların da yer aldığı yüzlerce İsrail askeri, İsrail Ordusunun kuşatma altındaki Gazze ve İsrail (yani 1948’deki Filistin) arasında dayattığı ölüm saçan tampon bölgede konuşlandırıldı.
İsrail Ordusu 31 Mart tarihinde « dün 30 000 kişinin toplandığına tanık olduk » tweet’ini gönderdi: « Olay yerine hazırlıklı ve destekli bir şekilde vardık, hiçbir şey kontrolsüz şekilde gelişmedi, attığımız her adım belirlenmiş ve değerlendirilmiştir ve her merminin nereye vardığını gayet iyi bilmekteyiz ».
B’Tselem adlı İsrailli insan hakları savunucusu grup tarafından ele geçirilen tweet, kısa süre sonra hesaptan silindi. Muhtemelen İsrail Ordusu çocukları öldürmenin ve sosyal ağlarla bu yapmış olmakla övünmenin, onların gözünde dahi çok vahşice olduğunun farkına vardı.
Filistin halkının gösterilerdüzenlemesi, halkla ilişkiler açısından kısmen bir kabus olduğu için İsrail’de derin kaygılar yaratmaktadır. İsrail bu kadar çok Filistinliyi öldürüp yaralayarak halk kitlelerinin evlerine geri çekileceğini, gösterilerin azalacağını ve sonunda biteceğini umut ediyordu. Ama tabi ki bekledikleri gibi olmadı.
Ancak İsrail’in korkmak için başka bir nedeni daha var. Fraksiyon ayrılıklarını aşarak bir araya geldiğinde Filistin halkının gücü çok büyüktür. Bu durum İsraillilerin siyasi ve askeri taktiklerini tamamen sarsmakta ve Tel Aviv’i savunma konumuna geçmeye zorlamaktadır.
İsrail bu Filistinlileri daha çok bu kabusumsu senaryodan kaçınmak için katletmiştir. Çünkü masum insanların soğukkanlılıkla öldürülmesi dikkat çekici olduğu için, binlerce Filistinliyi sınırdaki çitler yakınında bir araya gelmeye ve kamp kurmaya sürükleyen toplumsal ve siyasal bağlamı biraz daha derinlemesine incelemek daha da önem kazanmaktadır.
Gazze boğulmaktadır. Arap iktidarlarının ilgisizliğinden ve Filistinli fraksiyonlar arasında devam eden anlaşmazlıktan güç alarak on yıldır devam eden İsrail kuşatması, tüm Filistinlileri açlık ve umutsuzluğun eşiğine sürüklemiştir. Artık bir şeyler yapılmalıydı.
Geçen hafta gerçekleşen kitlesel gösterilerin amacı ne sadece Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkına dikkat çekmek (uluslararası hukukun tanıdığı şekliyle), ne de 1976’daki kanlı gösterilerden beri tüm Filistinlileri bir araya getiren bir olay olan Toprak Günü’nü anmak değildi. Asıl amaç kendisine yeniden hedefler belirlemek, siyasi tartışmaları dönüştürmek ve söz hakkını halka vermekti.
Bu gösterilerle 1987’deki Birinci İntifada (ya da « ayaklanma ») öncesi bağlam arasındaki çok sayıda tarihsel benzerlik bulunmaktadır. O dönemde bölgedeki Arap hükümetleri Filistin davasını « ötekinin sorunu » statüsüne terk etmişlerdi. Zaten Lübnan’a sürülmüş olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve binlerce Filistinli savaşçı, 1982 sonunda daha da uzağa, Tunus’a, Cezayir’e, Yemen’e ve birkaç başka ülkeye gönderildiler. Bu coğrafi tecrit, Filistin’in tarihsel siyasi yönetiminin sahada olan bitenle gerçek bağını koparıp atmıştı.
Bu topyekun umutsuzluk döneminde, bir kırılma yaşandı. Kasım 1987’de, altı yıl süren ve büyük bölümünde şiddet kullanılmayan bir seferberlikte insanlar (özellikle de çocuklar ve gençler) sokağa indiler ve gösteriler 1993 yılında imzalanan Oslo Mutabakatları ile sonuçlandı.
Bugün, bir kez daha coğrafi açıdan (yönetimi Ürdün’de olan El Fetih ve Gazze’de olan Hamas) ve aynı zamanda ideolojik ayrılıklar nedeniyle de Filistin yönetimi benzer bir durumdadır.
Ramallah’teki Filistin Yönetimi (FY), uzun zamandan beri dile getirilen yolsuzluk suçlamaları, FY lideri Mahmud Abbas’a (görev süresi aslında 2009 yılında sona ermişti) yönelik istifa çağrıları nedeniyle Filistinliler nezdindeki güvenilirliğini hızla kaybetmektedir. Geçtiğimiz Aralık ayında ABD Başkanı Donald Trump, uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyarak FY’nin tecridini daha da arttırmıştır. Bu adımı FY’yi daha da marjinalleştirmeye yönelik bir adım olarak değerlendirenlerin sayısı çoktur.
Birinci İntifada sırasında Gazze’deki mülteci kamplarında doğan bir halk hareketi olan Hamas da aynı şekilde siyasal tecrit ile zayıflatılmış durumdadır. Yakın zamanda bir umut ışığı doğmuş gibi görünüyordu. El Fetih ile başarısız kalan birçok uzlaşma girişiminden sonra, iki rakip oluşum arasında geçtiğimiz Ekim ayında Kahire’de bir anlaşma imzalandı. Ne yazık ki daha önceki denemelerde olduğu gibi bu adım da hemen tartışma konusu haline getirildi. İlk engel 13 Mart’ta Filistin Başbakanı Rami Abdullah’ın konvoyuna yönelik bir suikast girişimiyle ortaya çıktı. Hamdallah Gazze’ye gitmek üzere bir İsrail sınır kapısından geçmekteydi. FY saldırının sorumluluğunu hemen Hamas’a yükledi. Örgüt ısrarla saldırıyla hiçbir bağlantısının olmadığını söyledi. Filistin siyaseti yeniden başlangıç noktasına geri döndü.
Ardından geçen haftaki eylemler meydana geldi. Binlerce Filistinli Gazze sınırı boyunca oluşturulan ölümcül « tampon bölgede » İsrailli sniper’lerin gözü önünde barışçıl bir şekilde bir araya gelirken niyetleri gayet açıktı: tüm dünyaya bugüne kadar siyasi yöneticiler tarafından perdelenmeye çalışılan sade vatandaşlar olarak kabul görmek, sadece insan olduklarını ortaya koymak.
Gazze sakinleri çadır kurdular, farklı fraksiyonlarınkini değil Filistin bayraklarını salladılar ve elden ele dolaştırdılar. Aileler bir araya geldi, çocuklar oyunlar oynadı, hatta palyaçolar halkı eğlendirdi. Bu nadir rastlanan bir birlik anıydı.
İsrail Ordusu alışılageldiği gibi buna son teknoloji ürünü patlayıcı mermilerle yanıt verdi. İlk gün silahsız 15 gösterici katledildi ve 773 kişi yaralandı. Hedef Filistinlileri dehşete sürükleyip yıldırmaktı.
Bu katliam, Papa Francis ve Human Rights Watch gibi dünya çapındaki saygın şahsiyet ve örgütler tarafından kınanmıştır. Bu yoğun ilgi belki de Filistinlilere kendilerine yönelik uygulanan tecridi küresel siyasi gündeme taşıma imkanı verse de, bu durum kurban aileleri için çok da güçlü bir teselli oluşturmamaktadır.
Uluslararası ilginin bilincinde olan El Fetih zaman kaybetmeden kendiliğinden gelişen bu halk direnişi girişimine sahip çıktı. Başkan Yardımcısı Mahmud el-Alul, muhtemelen El Fetih’in egemenliğindeki Filistin Yönetimi’ne karşı Trump’ın yürüttüğü tecrit stratejisinden hareketle, göstericilerin « davamıza karşı yürütülen baskı ve komplolara karşısında » FY’yi desteklemek için sokağa çıktıklarını açıkladı.
Ama ne yazık ki bu doğru değildir. Fraksiyonların çıkarlarının sınırlarının dışında kendini ifade etme imkanı bulan bir halkın uygulamaya soktuğu yeni bir strateji söz konusudur.
Bu kez dünya bu sese kulak vermelidir!
REMZİ BARUT
KAYNAK: Chronique de Palestine
(www.investigaction.net sitesinde 19 Nisan 2018 tarihinde Remzi Barut tarafından yazılan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir https://www.investigaction.net/fr/pourquoi-israel-se-sent-menace-par-la-resistance-populaire-en-palestine/ )