Küba devriminde toplumsal dönüşüm aracı olarak kültür
Küba Devriminin 1 Ocak 1959’da kazandığı zafer, yeni rejim 1976’ya kadar 1940 tarihli ulusal anayasa ile işleyişini sürdüreceği için görece olarak yavaşça yürürlüğe konulacak kategorik bir siyasal sistem değişikliğinin de başlangıcıydı. Ancak siyasal, ekonomik ve toplumsal yapıları derinden değiştirmek için, onun yeni değerlerini ulusal kültürlerinin doğal bir parçası olarak kabul etmelerini sağlamak üzere, toplumu ve dolayısıyla da toplumu oluşturan unsurların düşünce yapılarını da dönüştürmek gerekiyordu. İktidara gelen devrimciler, toplumsal eşitlik ve adalet hedefine ulaşmak için kültürün mükemmel bir kaldıraç olabileceğini anladılar.
Kültür siyaseti öncelikli olarak, Casa de Las Americas (Amerika Evi), UNEAC (Unión Nacional de los Escritores y Artistas de Cuba yani Ulusal Kübalı Yazarlar ve Sanatçılar Birliği) gibi ulusal kurumların yanı sıra kültürü halkın erişimine sunmak için kırsalda ve kentlerde oluşturulan Casas de Cultura’lar (Kültür Evleri) aracılığıyla sanatsal yaratımın desteklenmesine dayanıyordu. 1961’de kurulan Ulusal Kültür Konseyi, gelenekle bağını koparmadan kültürel etkinlikleri teşvik etmeyi ve sanatçılara bir statü kazandırmayı görev edindi. 1971’de Ulusal Kültür ve Eğitim Kongresi Küba kültürünün temelinin Afrikalı unsurlarla Hispanik unsurların melezlemesi olduğunu ilan etti: hedef evrensel kültürün unsurlarını gözden kaçırmadan, yabancı modelleri reddederek Kübalı kökleri yeniden bulmaktı.
Devrimin başlangıcından itibaren yürütülen kültür siyaseti 1977’de Kültür Bakanlığı’nın kuruluşuyla taçlandırılmıştır. UNEAC’ın IInci Kongresi katılımcıları önünde Bakan Armando Hart, « önce adalet, sonra sanat » diyen Marti Beyannamesine cevaben « adalet zafer kazanmıştır, şimdi sıra sanatta » demiştir. Bu alana ayrılan bütçe, sadece ulusal enstitülerin kurulmasıyla değil ama aynı zamanda eğitimin ücretsiz olduğu sanat okulu ağının yürürlüğe sokulması ve işçiler, köylüler, öğrenciler ve askerler arasında sanatsal pratiğin cesaretlendirilmesiyle, siyasi iradeye göre şekillenmiştir. 1975 yılında bin’e yakın orkestra, 35 000 koro, 17 000 okuma çevresi bulunmaktaydı. 1958 yılında kütüphaneler çok kötü durumdaydı; okuma-yazma kampanyası çok talepkar bir okuyucu kitlesinin oluşmasına yol açmış ve buna yanıt verebilmek için yüzlerce kütüphane kurulmuş, kütüphaneciler eğitilmiş, aynı zamanda da yoğun bir yayın çabası yürütülmüştür. 1959 yılında Küba kişi başına 0,6 kitap yayınlarken, 1975 yılında 4,1 kitap yayınlar duruma gelmiştir.
O dönemde de ünlü bir şair olan Nicolás Guillén, Kübalı Yazarlar ve Sanatçılar Birliğine Başkan olarak seçildi. Temaları ve biçimi itibariyle halkçı olan şiiri, halkın değerlerini temsil ettiği için devrimin sözcüsü olacaktır. Şiirsel tarzı hitap ettiği okuyucu-dinleyici kitlesiyle uyuşmaktaydı.
Edebiyat da derinden değiştiği için, devrime paralel olarak aynı zamanda bir edebi devrimin de geliştiğini söyleyebiliriz. Bir edebi içeriği bir ideolojiyle örtüştürmek söz konusuydu. Sadece tüm Kübalılar için ortak olması değil ama özellikle herkesin erişebileceği bir yararın yansıması olması gereken bir içerikti bu. Devrimci hükümetin teknik ve ekonomik yardım yoluyla tiyatroyu geliştirmeye önem vermesi bu yüzdendir.
Haziran 1959’da kurulan Ulusal Tiyatro, antik ve modern, Avrupalı ve Amerikalı ama aynı zamanda yerli dili ve biçimleri içeren ulusal repertuara ait eserlerden oluşan bir gündelik programlama önerisinde bulunur. Birinci Ulusal Eğitim ve Kültür Kongresinin tarihi olan 1971’den başlayarak, tiyatro üretimi gerçekliğin yorumlanmasında çözüm önerilerine doğru gelişir. Diğer kültürel alanlarda olduğu gibi hükümet, kırsal yerleşim merkezlerinde tiyatro salonları kurarak tiyatroyu ademi merkeziyetçi bir şekilde örgütler. Bu lojistik gelişmeye tiyatro salonlarına ve konservatuarlara erişimi kolaylaştıran bir toplumsal siyaset eşlik eder.
Devrimci hükümet ulusal mirasın parçası olarak kabul gören anlatı eserlerin yeniden basımına girişir. Ancak Küba’da kitap yayınlamaya başlayan romancıların sayısı artmaya başlayınca sansür sorunu da ortaya çıkar ve bu romancılar sonuç olarak 70’li yıllardan itibaren göç ederler. « Eğitim gibi kültür de ne apolitik, ne de tarafsız olabilir. » 1971 yılındaki Birinci Ulusal Eğitim ve Kültür Kongresi bildirisinden alınma bu cümle, dönem sanatçılarının durumu konusunda bizi aydınlatmaktadır. Kastrocu rejimin en katı olduğu yıllarda Küba sürgün edebiyatı oluşur.
Küba’nın bir sürgün edebiyatı olup olmadığı ya da sadece bir Küba edebiyatından mı söz etmek gerektiği sorusunu Nisan 2006’da yaptığı bir sohbet sırasında Leonardo Padura şöyle yanıtlamaktadır: « Küba’da doğmuş ve 25-30 yıl Küba’da yaşamış ama burada, Londra’da, Paris’te ya da Miami’de yaşayan bir sanatçı İngiliz, Fransız ya da Miami’li bir yazar haline gelmez, Kübalı bir yazar olmaya devam eder. » Bu tavır, Küba kimliğinin, Kübalılığın ne kadar tümüyle özümsenmiş bir kavram olduğunu göstermektedkr. 1975’ten beri İsveç’te sürgün yaşamını sürdüren Kübalı romancı René Vázquez Díaz’ın da ifade ettiği gibi: « Aslında tüm Kübalılar onun karşısında ya da yanında olmaları olgusundan bağımsız olarak devrimin canlı imajına nüfus etmişlerdir. Birçok Kübalı kuşağı hala bu imajla yaşamaktadır ve bu durum Küba’da, Miami’de çeşitli farklılıklar göstermektedir. »
Müzikal alanda değişim hızla kendini hissettirir çünkü müzisyenler Küba’da yaşayan, buraya alışveriş ya da turizm yapmaya gelen Yankee’lerin gece hayatına tamamen bağlıydı. Amerikalıların gidişi ve ABD ile ilişkilerin kopması müzisyenlerin kitlesel olarak ülkeden ayrılmasına yol açar. Devlet üretim sistemini değiştirir; radyolar ve televizyonlar ve müzik şirketleri birleştirilerek millileştirilir.
Müziği kaydetmek ve yayınlamakla görevli EGREM adı altında devlet kurumu oluşturulur, sanatçılar maaşa bağlanır ve Night-Clubs’ler kapatılır. Bu arada müzik üretimine ara verilmez. 1967’de kurulan bir orkestra olan Orquesta Cubana de Música Cubana elektrik ses dolgunluğunu deneyimler ve ICAIC’ın Ses Deneyim Grubu müzik alanında araştırmalar yaparak Kaliforniya Rock ile metinli şarkı arasında kalan bir müzik türü yaratır. Küba müziği 60’lı yılların sonunda Nueva Trova ile yeni bir yola girer. Kübalılığın simgesi olan tını varlığını korur; burada 1965’te Küba’yı terk edişinden sonra Che Guevara’nın anısına Carlos Puebla tarafından bestelenen ünlü Haste siempre Comandante’yi anmadan geçemeyiz.
Küba’nın daha önce hemen hemen hiç ulusal yapımı olmadığı sinema alanı ise devrimin sayesinde oluşmuştur. 1959’da kurulan Küba Sinematografik Sanat ve Endüstri Enstitüsü belgesel ve kısa metrajlı filmler üreterek işe başlamış, ardından da uzun metrajlı kurgu filmleri çekmiştir. 1960’ta sinema alanındaki büyük dağıtım ve yayın şirketleri millileştirilmiş ve bunu izleyen beş yıl içerisinde, tüm özel sinema salonları satın alınmıştır. 1965’te tüm sistem, yeni bir kalkınma stratejisi geliştiren ICAIC’ın eline geçer. Uluslararası festivallere ihraç edilebilecek bir sinematografik endüstriyi geliştirme hedefi yanında, ICAIC kentlerde çok sayıda salonun açılması yoluyla olduğu kadar kırsal kesimde cinemóvil adı verilen gezici sinemanın kullanılmasıyla da bir yerel yayın siyasetini de benimsedi.
Kısa metrajlı filmlerin üretiminin bir bölümü eğitim hedefliydi: bu filmler çocuklarla iyi ilişkiler (çocuğa saygı gösterilmesi, diyalog, eğitime titizlik gösterilmesi gibi) kurulması için ebeveynlere yönelik önerilerde ya da kırsal halka komşularla iyi geçinme kurallarını anımsatıyordu. Bu filmler şiddet ya da alkolizm gibi çok ciddi konuları bol mizah, hatta ironi içeren kurgularla işliyorlardı. Uzun ve kısa metrajlı belgeseller 70’li yıllarda bol miktarda üretiliyordu (yılda otuza yakın). Buna karşın uzun metrajlı kurgu filmlerin üretimi bu dönemde kısıtlı olmuştur.
1975 yılında sinemacı Garcia Espinosa, ticari sinemayı küçümseyenlerin yaklaşımını aristokratik bir tutum olarak kınar ve halkın taleplerine yanıt veren gerçekçi sinemanın geliştirilmesi gerektiğine ilişkin düşünceyi destekliyordu. Gerçekten de devrimin başlangıcından yirmi beş yıl sonra halk artık tamamen farklıydı: ortalama Kübalı gençti ve ortalama yaşam umudu gelişmiş ülkelerinkine eşitti, bunlar çalışıyor ya da eğitim görüyorlardı. 1985 yılında aktif insanların % 36’sı aydın emekçilerdi. Eğer buna öğrencileri de eklersek, sinematografik anlamdaki beklentilerin okuma yazma bilmeyen ilk kuşak halkın beklentileriyle artık hiçbir ilgisi yoktu. 1987’den itibaren, Ulusal Sinema Kulüpleri Federasyonu, ICAIC’un Ulusal Film Dağıtım’ından beslenen video filmlerinin gösterildiği salonlar açmaya başlar. Bu şekilde iki yüz kadar salon açılır.
Bir başka kültürel alan olan afiş üretimi de devrimin iletişim aracı görevini üstlenecekti. Şirketlerin millileştirilmesinin ve tüketim dünyasının lanetlenmesinden itibaren afiş, ürün satmaya yönelik ama devletin hizmetindeki iletişim aracı olarak, bir reklam aracından başka bir işlev üstlenmemiştir. Devrimci hükümet ne afişlerin biçimi, ne de içeriği konusunda hiçbir zaman ideolojik buyruk vermemiştir, ama Fidel Castro Devrim söylevlerinde ve özellikle de Aydınlara Sözler’inde sanatçının işlevi konusunda görüşlerini açıkça ifade etmiştir: sanatçı devrimi sorgulamadığı sürece yaratımında serbesttir. Dolayısıyla afişçiler devrimi ve kültürü teşvik etmek için yaratımlarında tamamen özgürdüler. 1980’de afişçi Felix Beltrán bu durumu şöyle ifade ediyordu: « Biz Küba’da tabi ki özgürüz. Ama sisteme karşı hareket etme özgürlüğümüz yok ».
Dolayısıyla devletten maaş alan afişçiler, « Venceremos », « Hasta la Victoria Siempre », « Patria o Muerte »gibi güçlü vurgulu sloganlarla farklı bir toplumun inşasında, bu toplumun savunulmasında ve üretime yönlendirilmelerinde önemli bir işlev görmüştür.
Haber ajansları devrimin ilk yılından itibaren millileştirilir ve onların yerine tek bir ajans, ihtiyacı olan devlet kurumlarının hizmetinde olan Intercommunications Ajansı kurulur. Böylece grafikçiler, balıkçılık ya da talebe göre bir başka sektör için olduğu gibi sinema adına da çalışabiliyorlardı. Küba Komünist Partisi’nin otoritesi altına alınan bu ajans daha sonradan adını değiştirmiştir.
Kübalı siyasi afişler hiçbir zaman asık yüzlü olmamıştır: renkler canlı, dans, çiçekler baskın Karayip etkisi altında olan halkçı bir stilde bu afişlerde yer almaktaydılar. Zaten devrimci çabaya coşkuyla rıza gösterilmeliydi. Sloganların sadece siyasi olduğu afişin dışında, bir başka afiş türü, toplumsal afiş okuma-yazma, hijyen, önleyici hizmetler, sağlık, gönüllü çalışma gibi büyük programların gereksinimlerine yanıt vermekteydi.
Grafik alanında afişin yapıştırıldığı yer de her şeyden fazla önemsenmiş ama duvarlar ve metal panolar gibi başka dayanaklar da kullanılmıştır. Duvar resimleri hiçbir zaman Meksikalı duvar sanatının boyutuna erişemezken, kırsal alanda örneğin okul duvarları, « Lo haremos, coño » örneğinde olduğu gibi çoğu zaman ateşli ve halkçı bir dille devrim sloganlarının yazıldığı alanlar olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Son olarak kültürel üretimde resimden de söz etmemiz gerekir. Devrim sayısız galerinin açılması ve çok sayıda sanatçı ve hocanın yetiştirilmesiyle plastik sanatların gelişmesine yol açtı. İlk plastik sanatlar Bienali 1984 yılında Havana’da gerçekleştirildi; etkinliğe yirmi iki Latin Amerika ülkesinden sanatçılar ve iki yüz bin ziyaretçi katıldı. Devrim özel olarak herhangi bir resim akımına öncelik vermedi.
Postmodern akımların etkisi avangard ustaların yaratımına hakim olmayı sürdürdü. Yeni eğilimler eski plastik değerlerle birlikte geliştiği için herhangi bir kopuş yaşanmadı. Küba’nın plastik sanatları, özellikle 80’li yıllardan itibaren göç ve gündelik yaşama ilişkin temalarla toplumsal gerçekliği yansıtma yeteneğini ortaya koymuştur. Kübalı plastik sanatçı Roberto Fabelo 80’li yıllarda Küba’daki plastik sanatın durumunu şu sözcüklerle tanımlamaktadır: « 80’li yıllarda büyük sarsıntıya yol açan bir hareket ortaya çıktı […] Kelimenin tam anlamıyla bir devrimci plastik sanatın var olduğuna inanıyorum. »
Devrim, ilk otuz yılında genel anlamıyla yeni bir toplum inşası sürecinde halkın eğitilmesi aracı olarak kültürün kararlı bir şekilde demokratikleştirilmesi kaygısını gütmüştür. Bu kitle kültürü siyaseti insanın bir mal olarak değil ama toplumsal ve kültürel refahın ekonomik başarının teminatı olan toplumun yüceltilmesinin vazgeçilmez bir parçası olarak devletin ana kaygısı olmuştur.
Kültürün demokratikleştirilmesi süreci herkesin eğitime erişimiyle aynı zamanda gelişiyordu. Bunlar devrimin, daha sonraki yıllarda Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında yaşanan ekonomik krizden etkilenmeyen iki büyük kazanımı olmuştur. Küba halkı, insanoğlunun kalkınması için gerekli kolektif ihtiyaçlara olduğu kadar bireysel ihtiyaçlara da cevap verebilecek yeteneğe sahip eğitimli bir halktır. Kültürel siyaset projesi, ithal modellerden değil ama piyasaya özgü rekabetçi ilişkilerin dışında kalan ve toplumsal eşitlik ve adalete saygı ekseninde gelişen, herkes tarafından paylaşılan ve uygulanan özgün bir kültüre –Kübalılığa– aidiyet duygusundan hareketle inşa edilmiştir.
Christine GILLARD
Kaynak: Journal de Notre Amérique : Cuba et la Continuité de la Révolution
(www.investigaction.net sitesinde 26 Nisan 2018 tarihinde Christine GILLARD imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir)