Oligarşi
Oligarşi krallığında aydının hayatta kalma el kitabı
Montesquieu18nci yüzyılda yayınladığı « Kanunların Ruhu Üzerine » adlı ünlü eserinde devlet erkinin dağılımını ve ayrımını yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç eksende teorileştirdi.
Daha sonra bir demokratik rejim çerçevesinde seçmenler üzerindeki yoğun etkisi nedeniyle geniş anlamda iletişim araçları ya da « ana akım » olarak adlandırılan kitle iletişim araçlarıyla bir dördüncü erkde listeye eklenmiştir.
Batıda sistemik ve yüzünü gizleyen bir mali oligarşinin, bu erklerin tamamını denetimi altına almayı başardığı bir aşamada, http://bushido.over-blog.com/article-3702992.html">Sun Tzu’nun ünlü deyişlerinden birini uygulayabilmek için, onun kim olduğunu ve aynı zamanda işleyiş yöntemini anlamak gerekmektedir: « Düşmanı yenebilmek için onu tanımak gereklidir! »
Halkların hedefi heyecan vericidir, zorunlu bir kitlesel bilinçlenme aşamasından geçerek şeytanı kutusuna geri sokulması söz konusudur.
Bourdieu [1] ya da Chomsky’nin [2] ortaya koyduğu gibi, bu kitleler bugün itibariyle yaygın bir şekilde görsel-işitselin ve daha da genel olarak hala « MSM » (MainStream Medias) olarak adlandırılan, oligarşinin silahlı kolu haline gelmiş olan « ana akım » medyaların denetimi altındadır.
Oligarşi küresel zenginliklerin büyük bölümünü elinde toplayan çok az sayıda bireyden oluşmaktadır.
Oligarşi ve hareket tarzı üzerine gerçekten neler biliyoruz?
Jeopolitik, oligarşi ve derin devlet
Bugünkü mevcut durum, kaynağını1945 yılında Yalta Konferansı sırasında dünyanın Doğu ve Batı arasında paylaşılması sürecinde bulan bir olaysal soybilimin sonucudur.
İkinci Dünya Savaşı sonunda, Rus, Amerikan ve İngiliz galiplerin kendi arasında yürüttüğü Yalta müzakereleri sırasında dünya bir tarafta ABB (Amerikan Batı Bloğu) bloğu ve diğer tarafta SSCB ve Doğu Avrupa’daki diğer sınırdaş ülkeler olmak üzere iki ayrı bloğa bölündü.
Mali alanda, küresel mali sistem, Bretton Woods Anlaşması ile Amerikan Dolarının hegemonyası üzerine tesis edilmiş, bu da Batıya itaati kurumlaştıran iki yapının oluşturulmasına yol açmıştır: Dünya Bankası (MB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF).
Bu dönemde aynı şekilde uluslararası hukuka bir yasal çerçeve ve anlaşmazlıkları diyalog yoluyla çözme imkanı veren bir küresel mahkemeyi kazandırmak için BM kurulmuştur.
Bu durum, Sovyet bloğunun içe bağlı nedenlerle yok olmasına kadar yarım yüzyıl kadar devam etmiş, ABD bir dönem boyunca tek kutuplu bir dünyanın lideri haline gelmiştir.
Öte yandan 21nci yüzyılın başlangıcında, Çin’in çarpıcı yükselişi ve ardından 1990’lı yıllarda SSCB kalıntıları üzerinde ülkenin ilk dönemde talan edilmesinden sonra Vladimir Putin’in etkili çabalarıyla Rusya’nın geri dönüşü, bu hegemonyaya kısa sürede son verir.
Çin için ekonomik ve Rusya için askeri olmak üzere bu iki yeni süper güç, BRİCS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti) ekonomik bloğunun ve özellikle de Batı’da hakkında çok az şey bilinen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün kurulmasına önayak olmuştur.
BRİCS ülkeleri bankası’nın kuruluşuyla bağlantılı olan bu iki kurum Batı dünyasıyla olan rekabetlerinde tümüyle bağımsız hareket etmektedirler.
Bugün ABD ve Batı Avrupa olmak üzere iki ekonomik kutuptan oluşan ABB Bloğu ve karşısında Çin-Rusya ikilisi tarafından yönlendirilen BRİCS bloğu olmak üzere iki kutuplu bir durum içerisindeyiz.
Daha da ekonomik olarak söylememiz gerekirse, Amerikalılar ve Avrupalılar borç dağlarının oluşmasına yol açan kronik bütçe açıklarıyla kritik bir durumdayken, bu borçları veren BRİCS ülkelerinin GSYİH’sı yakında ABB bloğununkini geçecektir [3].
ŞİÖ içerisinde alternatif bir ekonomik yakınlaşmanın yaşandığı bir dönemde, ABB bloğu sadece yükselen güçlerle değil ama kendi içerisinde de rekabet halindedir. Gerçekten de ABD, ölümünden kısa süre önce François Mitterrand’ın da kabul ettiği gibi Avrupalı kölelerine karşı amansız bir ekonomik savaş yürütmektedir.
Amerika’nın durumunu anlamak için, bu ülkedeki gerçek iktidar odaklarının kim olduklarını iyi bilmek gerekir.
Siyasal yürütme erki yani ABD Başkanı ve Kongre dışında, piramidin en tepesinde önce sermayeyi elinde bulunduranların oluşturduğu ünlü mali oligarşiyi yani kendi aralarında da rekabet halinde olan çokuluslu şirketlerin ortaklarını, şu çok sözü edilen geri kalan % 99’dan daha fazla zenginliğe sahip % 1’i seçebiliyoruz.
Bunların tek hedefi, başta emekleriyle zenginlikleri üreten ücretlilerin aleyhine ve ikincil olarak da mali ve toplumsal katkıları en aza indirerek hangi yolla ve sonuçları ne olursa olsun daha da çok zenginleşmektir.
Öte yandan oligarşi tek başına değildir çünkü çoğunluğu ABD’de konuşlu olan ve « Derin Devlet » (Deep State) olarak adlandırılan ve üzerinde durulması gereken ikinci bir kutup da vardır.
Her şey Amerikalı seçkinlerin « belirgin yazgı »’ya (Manifest Destiny) inanmasıyla, ülkelerine « Amerikan tarzı demokrasiyi » tüm gezegene yaymak –daha çok kuvvet kullanarak– için tanrısal bir görevin verildiğini düşünmeleriyle başlar.
Derin devlet, hedefi gezegendeki tüm kaynakların denetimini ele almak ve bunun üzerinden de kendi yaşam tarzlarını dayatmak olan yapışkan ve zehirli psikopatlardan oluşan bir faunanın kaynadığı karanlık ve pis kokulu bir tür bataklıktır. Bunu gerçekleştirmek için milyarlarca dolar pahasına muhafaza etmeye çalıştıkları askeri üstünlüklerine güvenmektedirler.
Derin devletin bileşenlerinin ayrıntılı tanımlaması, kendini öne çıkarmaksızın yürütmeye tüm hegemonik siyasetini dayatmak için tüm nüfuzunu kullandığı göz önünde bulundurulduğunda oldukça karmaşıktır.
Bilinen ana bileşenlerinden biri askeri-sınai komplekstir. Başkan Eisenhower 1961 yılında görev süresi sonunda yaptığı konuşmada derin devletin her türlü demokratik denetimin dışında bağımsız bir oluşum haline gelmesi tehlikesine dikkat çekmişti.
Bu tehlike bugün itibariyle ve uzun süreden beri gerçekleşmiş durumdadır.
İsviçre’nin milli gelirine yakın yaklaşık 600 milyar dolarlık savunma bütçesiyle, bu gücün ulaştığı düzey teorik olarak baş döndürücüdür.
Bu kompleksle ortak hareket eden establishment’ı ve ABD’deki belirgin yazgının taraftarlarının oluşturduğu tarihsel sınır içerisinde diğer neokon’ları bulmaktayız.
Bu bütün, « dost olmayan » devletlere karşı işlediği suçlar artık ayyuka çıkmış olan başta CİA olmak üzere farklı istihbarat ajanslarıyla tamamlanmaktadır. Edward Snowden’in de ortaya çıkardığı gibi NSA ise müttefikler dahil gezegenin tamamını dinlemektedir…
Son olarak her türlü vuruşun mubah olduğu ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikası üzerindeki AIPAC (Fransa’da CRIF) İsrail lobisinin çok yoğun dahili etkisini saymalıyız.
Oligarşi ve derin devlet çıkarları bazen çatışan iki kutuplu bir bütün oluşturmaktadır. Başlıca özelliği olabildiğince gizli davranmak ve MSM’yi sözcü olarak kullanarak adına « demokratik » denilen siyasi iktidarı ellerinde bulunduranları kendisi adına harekete geçirmektir.
Kullanılan denetim tekniği en basit olanlarındandır. Yürütmeyi ve kamuoyunu nüfuz altına almak için, örneğin ister lobicilik aracılığıyla olsun, ister kitlesel medyaların toptan satın alınması yoluyla olsun, mümkün olan her türlü imkanı kullanmaya dayanmaktadır.
Medyaların % 95’inin muhalefetine ve kamuoyu yoklamalarına karşın Trump’ın seçimleri kazanması seçkinler için devasa bir başarısızlık olmuştur.
ABD oligarşisinin ve derin devletin şampiyonu şirret çılgın Hillary Clinton, çok kaba olan ama mali spekülasyon ve sonu gelmeyen müdahale savaşları yerine ülkenin yeniden sanayileşmesi ve Rusya ile barışmasından yana olan bu milyarder sanayici tarafından hezimete uğratılmıştır.
Bu seçimlerden beri Trump yönetimiyle onu yok etmeye ya da en azından itaat etme arayışında olan ünlü derin devlet arasındaki http://www.dedefensa.org/article/le-bloc-bao-contre-trump">acımasız kısmi iç savaşatanık olmaktayız.
Vardığımız noktada, sürekli değişen ve çelişkili dış politikadan da gözlemleyebileceğimiz gibi artık http://www.chroniquesdugrandjeu.com/2017/07/deep-state-vs-prise-de-conscience.html">ülkeyi kimin yönettiğini çok da anlayamaz bir noktayagelmiş durumdayız.
ABD’nin devasa savaş makinesinin finansmanının, bu kez oligarşinin emriyle utanmadan sosyal harcamalara aktarılan vergileri kaldıran http://la-chronique-agora.com/piege-dette-etats-unis/">aşırı borçlanmış bir devlet tarafından gittikçe daha da zor sağlandığına özellikle dikkat çekmemiz gerekir.
Bu bağlam, aynı zamanda çöküş yolundaki Amerikan gücünün son vektörlerinden biri olan dolar boyunduruğundan kısa sürede kurtulmaya çalışan, karşı tarafta itaat etmeyenlerin oluşturduğu BRİCS bloğunun [3] ve İran ve Suriye gibi müttefiklerinin yok edilmesi girişimindeki şiddeti de açıklamaktadır.
Yeşil banknotun çöküşü emperyal güçten geri kalanın nihai sonu anlamına gelecek ve artık banknot basarak ve enflasyonunu ihraç ederek imkanlarının üzerinde yaşayamayacaktır.
Şimdi de oligarşinin siyasi iktidarlarını vesayet altına alma sistemini ele alalım.
Rus matruşkaları şeklinde bir iktidar sistemi
Régis Chamagne sözde Batı demokrasilerinde iç içe çemberler şeklinde örgütlenen iktidar sistemini tanımlamıştır [4].
Merkezde tabi ki şirket ortakları, bankalar ve diğer çok uluslu şirketlerden oluşan plütokratlar takımı,yani oligarşi yer almaktadır.
Oligarşinin dominium mundi’si ortak bir ideolojiye sırtını dayayan çıkarlar birlikteliğine dayalıdır: serbest ticaret, ultra-liberalizm, küreselleşme, devletlerin zayıflatılması, v.s.
Oligarşi piramit türü bir örgütlenmeye sahip değildir, daha çok « rizomatik » (hiyerarşik düzeyleri olmayan yatay yapı) türde olduğu söylenebilir. Öte yandan Bilderberg ya da Üçlü komisyon gibi çok sayıda gizli periyodik düşünce değiş tokuşu ve buluşma oluşumlarına sahiptir.
Birinciyi çevreleyen ve koruyan ikinci çember, zaten sahibi bulunduğu birinci çemberin uydusu haline gelmiş olan MSM’yle ortak iktidardaki siyasi sınıftan oluşmaktadır [5] [6].
Üçüncü çember, ikinci çemberi koruma işlevini üstlenen siyasi iktidarın emirlerine itaat eden ordu ve polisi içermektedir.
Ve son olarak dış çember her şeyin sessiz sakin yerinde durması ve iktidarın farklı oluşumlarının hegemonyasını sorgulamaması için düzenlendiği, halktan oluşmaktadır.
Güçlü ve bağlantısız devletlerin potansiyel gücü oligarşi için bir tehlike oluşturmaya devam etmektedir. Oligarşi bugün bir süredir Batı Avrupa ile sınırlı kalan ama yönelimleri sınır tanımadan genişleyen iki denetim mekanizmasını yürürlüğe sokmuştur:
1) AB (Avrupa Birliği) ile ekonomik denetim
2) NATO ile askeri denetim.
Aynı şekilde 1910 yılında Jekyll Adası « komplosuyla » FED’in özelleştirilmesi üzerinden para biriminin özel yönetimindeki anormalliğe de işaret etmeliyiz.
Dünyanın ABB bloğuna bağlanmamış bölümü (Çin, Rusya, bazı Arap ulusları v.s.) entegre edilmesi ya da olmuyorsa yok edilmesi gereken düşmanlardandır. Bu iddia, örneğin Suriye ve Ukrayna’da olduğu gibi bugün gezegende tanık olduğumuz ekonomik ya da jeopolitik çatışmaların büyük bir bölümünü açıklamaktadır.
Avrupa tarafından ise siyasal sınıfla suç ortaklığı içerisinde olan[7] oligarşi Batı Avrupa’yı, Annie Lacroix-Riz’nin « Avrupa Birliği’nin boyunduruğu » olarak adlandırdığı ABD’nin emri altındaki ulus ötesi kurumların kucağına atmak için tüm nüfuzunu kullandı [8].
Amerika aynı zamanda, dünya çapında doların kullanımı (bu konuda özellikle devletin nükleer savunma sanayimizin bir bölümünü Amerikan denetimi altına alınmasına izin verdiği Alstom Skandalı’na bakınız [9]) üzerine kurulu http://prochetmoyen-orient.ch/editorient-du-8-aout-2016/">ABD hukukunun dış dokunulmazlığı ve Advocacy Center olarak adlandırılan şer kurumu üzerinden ekonomik rakiplerine yönelik bir kitlesel imha silahına da sahiptir.
Bu ne yaman çelişkidir ki, ABD Başkanı derin devlet ile kısmen iç savaş içerisindeyken, şimdi de Avrupa Birliği yanlıları derin devletin ideolojisinin başat savunucusu haline gelmişlerdir!
Fransa’daki son seçimler de zaten factotum local’lerinin (yerel kahyalarının) başarısızlığa uğrama tehlikesi karşısında soğuk terler döktürmüş ancak icracı Macron’un zaferiyle mutlu sona ulaşılmıştır [10].
Bir başka çelişki de Brexit’iyle AB’den çıkan minik Büyük Britanya’nın, onunla çok da aynı safta olmayan « Trumpçuluk » nedeniyle, Rusya’yı şeytanlaştırma (örnek olarak bakınız http://lesakerfrancophone.fr/la-libre-opinion-du-general-delawarde-sur-laffaire-skripal">Skripal olayı ya da Suriye’ye yönelik http://www.chroniquesdugrandjeu.com/2018/04/false-flag-iii-le-retour.html">fake news’ler üzerine kurulu yakın zamanlı aptalca hava saldırıları) ucuz siyasetiyle ABB bloğunun grup başkanı haline gelmesidir.
SSCB ile Soğuk Savaşın modası geçmiş ürünü NATO örgütü, bu ülkeye verilen sözü ihlal ederek, ABD’nin Rusya sınırlarına kadar uzanmasıyla Batı Avrupa uluslarına karşı ABD’nin askeri itaat aracı haline dönüşmüştür.
Halk kitlelerine çobanlık etmek için birinci aşama medyaların denetimini ele geçirmeyi gerektiriyordu ki bu yapıldı [5][6].
İkinci aşama, adını açıkça telaffuz etmek istemeyen bir totalitarizmi gizlemek için medyalar tarafından yinelenerek yayınlanan bir söylemi oluşturmaktı.
Şans eseri bu söylem zaten « (iyi) yönetişim teorisi » adıyla şirket yönetimi kapsamında zaten geliştirilmişti.
Yönetişim söylemi, medyokrasi ve aşırı merkez
Felsefeci Alain Deneault [11], ABD’lilerin şirketlerin yönetimi için 1970’li yıllarda yürüttüğü çalışmalardan kaynaklanan modern manipülasyon tekniklerinin analizine yönelik mükemmel bir çalışma gerçekleştirdi.
Savaş sonrası büyük şirketler için geliştirilen bilimsel yönetim tekniklerinin başarısızlığından sonra, örgütün kuramcıları yeni bir tahakküm modeli inşa etmek için teolojik söylemden ilham aldılar.
Böylece aşağıdaki üç eksen üzerinden bir şirket teolojisi geliştirildi:
. bir marka dini
. şirketin faaliyetine kayıtsız şartsız inançla bağlanması gereken bir personel
. « inançlı tüketici » olan müşterisini dışlamayan bir şirket cemaatçiliği.
Bu dinin yürürlüğe sokulmasına, mükemmeliyet, inovasyon, gelişme, etkileyicilik ve bunun gibiiçi boş ama baştan çıkarıcı yan anlamlara dayanan, « yönetişim » olarak adlandırılan manipülasyona dayalı bir kazüvistik eşlik eder.
Bu yatıştırıcı söylemin asıl amacı tüm dikkatleri, şirketin tek gerçek hedefi olan her şeyi ortağına (oligarşi) verme ve Paul Jorion tarafından http://www.futuropolis.fr/fiche_titre.php?id_article=790201">oldukça güzel anlatılan bir mekanizmayla ücretliye sadece küçük bir pay bırakma olgusundan uzaklaştırmaktır. Ücretli böylece düşüncesini –tabi eğer varsa- vestiyere bırakmaya ve sözcük olarak « ortalama » anlamına gelen vasatın giysisini sırtına geçirmeye davet edilmektedir.
Dolayısıyla vasat ne parlak ne de tamamen yeteneksiz olacaktır ki Alain Deneault’ın « mediokrasi » deyimi buradan türemektedir (ç.n. médiocre Fransızca vasat anlamına gelmektedir).
Bu manipülasyon şirket çalışanını bu dini kabul etmeye ya da işten çıkarmaya dönüşen bir iletişim kurmama cezasıyla en azından öyleymiş gibi yapmaya « zorlamaktadır ».
Bu uygulamalar karşısında Alain Denault beş davranışsal tiplendirme tanımlamıştır.
Önce sisteme entegre olmayı beceremeyen ve dolayısıyla da eğreti bir varoluş sürdüren « kırık » vardır.
Ardından dolaşıma sokulan yalanlara safça inanan « gıyabi vasat » gelir.
Profillerin en kötüsüne « gayretli vasat » adı verilir ve bazı lütuflar elde etmek için tamamen sistem sınırları içerisinde yürüyen gerçek bir cerahattir. Bunun dışında kendisine ait « küçük şef » çeteleri oluşturmak için hemen benzerlerini belirleme yeteneğine sahiptir.
Dördüncü tiplendirme salak olmayan ama bu arada beslenme ve kimi zaman anti-depresan kullanma pahasına sağlığa zararlı bir bağlamda iyi kötü hayatta kalması gereken « kendine karşın vasat » ile ilgilidir.
Son olarak, kafası kızgın, ifşa eden ve en sonunda sistem tarafından bir yıldız olarak geri kazanılması olası olan « isyancı » gelir.
Sözcüğün Orwell’ci anlamıyla tamamen yabancılaştırıcı bu yeni din şekli dolayısıyla ilk adımda şirket sahasını ele geçirmiştir.
Kısmen tüm siyasal ve medyatik iktidarların denetimini ele geçiren oligarşinin bunu bu alana dökmek için yönetişim söylemini uygulaması yeterli oldu.
Dolayısıyla siyasal, ekonomik ve medyatik alanları kaplamak için bazı anahtar sözcüklerin eklenmesiyle söz götürmez bir söylem gözlemliyoruz: gelişme, reformlar, özelleştirmeler, kalkınma, modernlik, mutlu küreselleşme, gerçek, hakikat…
Dolayısıyla boyun eğen siyasal söylemlerde ve ortak medyalarda olduğu kadar şirketlerin iletişim gevezeliğinde de aynı Potemkin söylemiyle karşılaşıyoruz.
Daha önce saydığımız tiplendirmeler kendini az çok siyasal ve medyatik alanlarda birçok eksen üzerinden işleyen bir operasyonel sistem içerisinde bulmaktadırlar.
Sınanmış denetim teknikleri
Tabi ki MSM’nin muhteşem bir kitlesel beyin biçimlendirme aracı olduğu oligarşinin gözünden kaçmamıştır. Medyaları gittikçe artan bir şekilde satın almak yeterli olduğundan bunları denetim altına almak her şeyden kolay olmuştur.
O zaman oligarklar, yazı işlerinin çizgilerine hiçbir durumda müdahale etmeyeceklerine ilişkin ellerini kalpleri üzerine götürüp yemin ettiler. Bu sözde tartışmaya, MSM içerisinde 15 yıl boyunca yaşadıklarını ayrıntılı olarak ortaya döken gönülsüz insider Aude Lancelin nihai olarak son noktayı koydu [12].
Yazılı basın için, çok görünür hale gelen propagandadan ötürü okuyucu kaybı skandal devlet destekleriyle kısmen telafi edildi.
Uzun zamandır yardım alanları topa tutan bu aynı kuyrukçu basın, eğer bizzat kendisi aynı durumda olmasa uzun zamandan beri yok olacağını unutmaktadır.
Bugünkü mevcut durum bir tür geriye doğru işleyen bir ilerleme gibi savaş öncesindeki duruma geri dönüştür.
Siyasal sınıf açısından ise, denetim altına alma süreci şimdilik henüz topyekun değildir.
Oligarşi http://www.albin-michel.fr/ouvrages/le-moment-est-venu-de-dire-ce-que-jai-vu-9782226319067">Philippe De Villiers’nin Avrupa Parlamentosu içerisinde tanımladığı gibi özellikle çok etkin bir lobicilik üzerinden hareket etmektedir. De Villiers bize ulusötesi şirketlerin bizzat çokuluslu şirketler eliyle yazılan yasaları düzenleyen Avrupa Parlamentosu milletvekillerini ve diğer bürokratları kontrol altına almak için 30 000’den fazla lobiciden oluşan bir orduyu finanse etmek için her yıl yaklaşık üç milyar dolar yatırımda bulunduğunu anlatmaktadır.
Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin üç kategoriye göre sınıflandırılmasına ilişkin olarak anlatılan çarpıcı bir fıkraya göre, önce yanına yanaşılabilir ve dolayısıyla « anlayışlı » olan sarılar, ardından dik kafalılar sınıfında yer alan kızıllar ve nihayet « ihtiyatla başvurulması gereken » griler geliyor.
« Sarı » vekiller verdikleri hizmetler karşılığında görev sonrası geleceklerini büyük bir holding bünyesinde yüksek maaşlı bir görevle teminat altında görmektedirler ve bunlar ardından yeni bir dönüşüm için siyaset dünyasına geri dönebilirler, bu özel-kamu sektörü gidiş-geliş sisteminde revolving doors sistemi adı verilmektedir.
ABB Bloğu açısından ise Atlantikçiler, Young Leaders (France-USA)’nın http://www.consiusa.org/eventi.php?cat=1">İtalyan kolu gibi programlarla iki yaka arasında köprüler inşa ederek ideolojilerinin geleceğini sürdürmeyi denemektedirler.
Oligarşi şampiyonlarını yüce iktidara getirdiğinde
Geleneksel partiler güvenilirliklerini yitirdiklerinden, yeni, genç ve dinamik olarak sunulan hareketler ortaya çıkmıştır (Yürüyelim!). Bunlar aslında öncellerinin benzeri gibi tek tip gerici bir düşünce üzerinde gelişmektedirler, sadece vitrinleri değişmektedir.
Gerçekten de Boyun Eğmeyen Fransa gibi gerçek solun temsilcileri aşırılıkçı partiler olarak nitelenirken, CSA’nın yasal zorunluluklarına karşın medyalar tarafından dışlanan François Asselineau’nun UPR’si gibi komploculukla itham edilmektedir.
Ulusal Cephe’nin durumu özeldir, çünkü rakipleri tarafından yabancı düşmanı olarak kınanan bu parti Marine Le Pen dönemi boyunca, özellikle de Jean-Pierre Chevènement’ın düşüncelerine yakınlığını dile getiren Florian Philippot’ın etkisiyle bir şeytanlıktan arınma kürüne tabi tutulmuştur.
Bugün oligarşinin medyatik silahlı kolunun topyekun desteğiyle seçimleri kazanmak için her türlü yolu mubah gören Macron’un LREM partisi aşırı merkez söylemiyle [11] iletişim kuran tipik bir partidir.
Emmanuel Macron büyük Fransız okulları kökenli tipik bir profile sahiptir. Kişisel bir düşünceye sahip değildir ve sadece daha yüksek otoritelerden gelen talimatları uygulamayı bilmektedir. Dolayısıyla Macron rejimi somut olarak uygulamalarında da tanık olduğumuz üzere % 100 destekçilerine hizmet etmektedir.
Ekonomi alanında Avrupa Birliği (GOPE) tarafından dikte edilen siyaseti ve dışişlerinde başta ABD olmak üzere Anglosaksonlarınkinin peşine takılmış baş döndürücü « Daladier siyasetini » uygulamaktadır.
Dalkavuklarına göre çelişkili iletişimi bir « karmaşık düşünceyi » ortaya koymaktayken, başka analistler ise daha çok konuşma hastalığından söz etmektedirler.
Bu egemen ve uluslararasılaştırılmış Batı oligarşisi bağlamı önde gelen Avrupa ülkelerinde, tehlikeli kaçıktan (W.Bush, Sarkozy), çenesi düşük vasat’a (Macron) oradan da mükemmel sersem’e (Hollande) kadar uzanan seçme yalancıların iktidara gelmesini açıklamaktadır.
Şimdi ne yapıyoruz?
Azınlıktaki egemen sınıflar ile çoğunluktaki egemenlik altına alınan sınıflar arasındaki iktidar mücadelesi dünyanın tarihi kadar eskidir.
1789’dan beri, seçim yoluyla kazanılan iktidarla bağlantılı Cumhuriyetin ortaya çıkması sayesinde halkın meşru egemenliğinin bir bölümünü koparmayı başardığı çok sayıda halk devrimi gerçekleşti.
Bugün terazinin kefesi, çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkmasını engellemek için son emperyal gücün savunma savaşıyla paralel olarak bir kez daha oligarşiden yana ağır basmaktadır.
Başta XXnci yüzyılın sonuna kadar direnen Fransa olmak üzere Batı Avrupa hükümetleri tercihlerini çöküş halindeki bir güce kulluk anlamına gelen yanlış kamptan yana kullanmışlardır.
Yeni bir şiddetli devrimin hayalini kuranlar için, yerine koyulabilecek akıllıca inşa edilmiş bir sistem olmadıkça bu tür bir eylemin tamamen gereksiz olduğunu anımsatmalıyız. 70 yıl süren totalitarizm ve milyonlarca ölüyle Rusya deneyimi gibi çoğu zaman kötü sonuçlanan devrimlerle tarihin verdiği dersleri anımsatan Soljenitsin’i sayalım.
Öngörülü Orwell’in bugün iktidardaki seçkinlerimiz tarafından her gün uygulanan bir Novlang ilkesini muhteşem bir şekilde öngörmüştü: « cehalet güçtür ».
Dolayısıyla gerçek devrim bu mekanizmayı kırmak ve halkın kitlesel olarak gerçek durumun farkına varmasını sağlamaktır. İlk aşama medyatik propagandaya inanmayı sonlandırmak, ikincisi ise egemenliğini yeniden ele almak için oy hakkını bilinçli bir şekilde kullanmaktır.
Öte yandan, eğer bu sınıf siyasetine güvenilir bir seçenek yoksa bu klikten kurtulmak tek başına yeterli olmayacaktır.
Bu seçeneğin daima gözlerimizin önünde olmasında yarar vardır!
Zevengeur
Bağlantılar
[1] « Sur la télévision » – Pierre BOURDIEU – 1996
[2] « La Fabrication consentement » – Noam Chomsky
[3] Bras de fer «Coalition occidentale» contre «BRICS/OCS»: Point de situation et perspectives – Général http://www.association-eclat.fr/delawarde-dominique-E92.html">Dominique Delawarde
[4] « Le système peut il s’effondrer ? » – conférence Régis Chamagne 02/2018 ici.
[5] « Le 4ième pouvoir a été racheté ! » sitesi içerisinde.
[6] « http://www.acrimed.org/Concentration-des-medias-en-France-et-ailleurs-5456?recherche=concentration%20medias">Concentration des médias en France et ailleurs » – http://www.acrimed.org/">Acrimed sitesinde
[7] « De Jeanne d’Arc à l’atlantisme européiste, 600 ans de trahisons des élites françaises » sitesi içerisinde.
[8] « Aux origines du carcan européen » – Annie Lacroix-Riz – 2014http://www.acrimed.org/">
[9] « Guerre Fantôme » – Alstom skandalına ilişkin ilgi çekici skandal
[10] Qui contrôle les médias, contrôle les cerveaux…et les bulletins de vote ! – sitesi içerisinde.
[11] « Médiocratie, Politique de l’extrême centre, Gouvernance » – Alain DENEAULT
[12] « http://www.acrimed.org/Lire-Le-monde-libre-d-Aude-Lancelin">Le monde libre » – « http://www.acrimed.org/Lire-La-pensee-en-otage-S-armer">La pensée en otage » – Aude Lancelin
Özgün Kaynak: https://zevengeur.wordpress.com/2018/05/09/petit-guide-de-survie-intellectuelle-au-royaume-de-loligarchie/
(Reseau İnternational internet sitesinde 10 Mayıs 2018 tarihinde Zevengeur 1imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir https://reseauinternational.net/petit-guide-de-survie-intellectuelle-au-royaume-de-loligarchie/ )