Skip to main content

Yom Kippur Sendromu

 Gilad Atzmon’un Yahudilere mesajı

Bundan 45 yıl önce, Kippur Savaşı patlak verdiğinde ben 10 yaşındaydım. Çevremdeki herkesin çok korktuğunu anımsıyorum. İsrail benim yurdumdu ve yok olmak üzereydi. O dönem buna inanıyordum ve çevremdeki herkesin de tekrarlayıp durduğu buydu. Hepimiz hazırlıksız yakalanmıştık.

Yom Kippur’un ilk saatlerinde Babam Hava Kuvvetleri tarafından göreve çağrıldı (6 Ekim 1973). Birkaç hafta kendisinden hiç haber alamadık. Yaşayıp yaşamadığını bilmiyorduk. Aslında ölmüş olacağını düşünmemiz için çok sebep vardı. Çok kaygılıydık. Çevremdeki yetişkinler için, savaşın ilk günleri bize Shoah’ı hatırlatmıştı. İsrailli yöneticiler Golda Meir ve Moşe Dayan ve İsrailli üst düzey askeri yetkililer televizyonda şaşkın ve kararsız görünüyorlardı. Verdikleri mesaj şuydu: « Geleceğimiz belirsiz, 3ncü tapınağın yıkılışına dahi tanık olabiliriz ».

 

Yıllar sonra, sıkı bir tarih ve askeri metin okuyucusu haline geldiğimde, topyekun olarak içerisine girdiğimiz kolektif Shoah korkusunun Yahudi Travma Öncesi Stres Sendromunun (SSPT) bir tezahürü olduğunu açıkça anladım. Hayali bir korkunun pençesindeydik. Ne Suriye, ne de Mısır Ordusu « İsrail’i yok etmek », « Yahudi devletini haritadan silmek » ya da « Yahudileri denize dökmek » niyetindeydi. Askeri hedefleri aslında çok sınırlıydı. Ne Mısırlılar , ne de Suriyeliler askeri kara harekatlarını Sina Yarımadasında ve Golan tepelerinde birkaç kilometrenin ötesine taşıma niyetinde değildi. İki Arap ordusu, savaş alanı üzerindeki İsrail hava üstünlüğünü belirgin bir şekilde kısıtlayan Sovyet malı karadan-havaya füzelere sahiptiler. Sovyet füze kalkanı yaklaşık 10 millik bir hava savunma koruması sağlıyordu ve Arap orduları bu « güvenli » bölgenin ötesine gitme niyetinde değildi.

 

İsrail’in savaşın ilk günlerindeki paniğinin ciddi askeri hatalara (İDF’lerin 8 Ekim’de felaketle sonuçlanan karşı saldırısı gibi) yol açtığını anlamam için yılların geçmesi gerekecekti. Bu panik halini psikolojik yansıtma da besliyordu. Arapların Yahudileri denize dökme aşamasında olduğuna inanan generaller ve İsrail hükümeti üyeleri duruma akıldışı tepki gösterdiler ve başarısız olan ve çok sayıda İsraillinin yaşamına mal olan bir karşı saldırıyla sınırlı yedek güçlerini boş yere harcamışlardı.

 

Peki İsraillileri Arapların onları denize dökeceğini düşünmeye iten neydi? Neden Arap Ordularının katliam ya da soykırım yapacağını düşündüler? Başbakan Golda Meir ve Savunma Bakanı Moşe Dayan neden « 3ncü tapınağın » yok edilmek üzere olduğuna inandılar? Bunun yanıtı basitti, çünkü İsrailliler komşularına yönelik olarak daima ölümcül eğilimler beslemişlerdir. 1948’te Filistinlileri tam anlamıyla denize döken bizzat İsraillilerdir. İsrailliler panik içerisindeydiler çünkü psikolojik olarak kendi semptomlarını Araplara yansıtıyorlardı.

 

The Wandering Who‘ (Quel Juif errant ?) adlı kitabımda, Yahudilerin Travma Öncesi Stres bağlamındaki yansıtmalarını derinlemesine ele aldım. Prensip çok basittir. Ne kadar çok ölümcül ve kötü isek, ötekilerden o kadar çok korkarız. İnsanlar kendi uslamlamalarını ve semptomlarını diğer insanlara mal etme eğilimindedirler. Dolayısıyla da ne kadar tehdit edici olursak, diğerinin de o kadar tehdit edici olduğuna inanırız.

 

İsrailliler sürekli olarak kendi ırkçı ve barbar semptomlarını Filistinlilere mal etmektedirler. Bir Filistinli ya da Arap’ın bir Tsahal mensubu kadar acımasız olması olasılığı, İsraillilerde gerçek ve topyekun bir paniğe neden olmaktadır. Örneğin Filistinlilerin İsrailli yurttaşların dörtte birini yerinden etmek ve Tsahal’ın Gazze’de birçok kez yaptığı gibi İsraillileri katletmek istediği düşüncesi İsrailliler arasında korkuya neden olmalıdır, hem de oldukça haklı bir nedenle.

 

Ancak bu kolektif kaygı durumu sadece İsraillilere özgü değildir; Yahudi kültürü içerisinde de kök salmıştır. Yahudiler ilkesel olarak antisemitizm ile sarsılmaktadırlar, kendi « Musevi olmayanlara yönelik düşmanlıklarının », iyi niyetli komşularının « Yahudi düşmanlığı »na yansıdığını düşünmektedirler. Martin Heidegger’in 1930’lu yıllarda dikkat çektiği gibi, Yahudiler, Nazilerde bizzat kendi ırkçılıklarına karşı çıkıyorlardı. Heidegger Kara Defterleri’nde şöyle yazıyordu: Yahudi halkı, hesap konusundaki yeteneğiyle, Nazilerin ırkçı teorilerine şiddetle karşı çıkıyordu çünkü « bizzat kendileri ırk ilkesine göre uzun süre hayatta kalmayı başarmışlardı ».

 

İsrail, 1973 yılında Arapların kendilerini ortadan kaldıracağına inanıyordu çünkü bu tam anlamıyla İsraillilerin Araplara yapmak istediği şeydi.              

 

Sendrom

 

Yansıtma, Yom Kippur savaşının görünümlerinden sadece biridir. En azından bir felsefi bakış açısıyla, 73 Savaşının en ilginç görünümlerinden biri, melankoli, ilgisizlik ve depresyon merkezli çılgın bir Yahudi « güç zehirlenmesi »nden çıkışa damgasını vurmasıdır.

 

1967’deki açık askeri zafer sonrasında İsrailliler, Araplar ve onların askeri yeteneklerine yönelik küçümseyici ve alaycı bir tutum geliştirdiler. İsrail istihbarat servisleri, Arap ordularının kendilerine gelmesi için yıllar gelmesi gerektiği kehanetinde bulundular. İsrail Ordusu, Arap askerinin savaşma yeteneği olduğuna, hele zafer kazanacağına hiçbir şekilde inanmıyordu.

 

Ama 6 Ekim 1973’te İsrailliler kahredici bir sürprizle karşılaştılar. Bu kez Arap askeri çok farklıydı. Hava üstünlüğü ve tank destekli hızlı kara manevralarına dayanan İsrail askeri stratejisi sadece birkaç saat içerisinde hezimete uğradılar. Mısırlılar ve Suriyeliler yeni Sovyet malı tanksavar ve karadan-havaya füzelerin yardımıyla İsrail’in gücünü darmadağın etmeyi başardılar. İsrail savaşın ilk günlerinde ağır kayıplar verdi ve yukarıda da anlatıldığı gibi İsrailli yönetici ve üst düzey komutanlar tam bir umutsuzluk içerisindeydiler. Bu tip bir kriz Yahudiler için yeni değildi. Yahudi kültüründe Goyim’lerin (Yahudi olmayanların) sert direnişi karşısında « şaşırmak » ve hareketsiz kalmak her zaman semptomatik olmuştur.

 

Savaşın birinci aşamasında İsraillilerin yaşadığı askeri fiyasko, bizzat Yahudiler kadar eski olan bir trajik sendromun tekrarı olmuştur. Seçilmiş olmanın ağır bastığı bir hissin cesaretlendirdiği, birçok kez korkunç sonuçlara sürükleyen Yahudi kibrini « Yom Kippur Sendromu » olarak adlandırıyorum. Sendromu, Yahudi topluluklarını akıldışı ve aşırı bir kıvanç, gurur, kendine güven ve diğerlerine karşı körlük duygusuna doğru sürükleyen ve kaçınılmaz olarak yol açtığı trajedilerle tekrarlanan olaylar zinciri olarak tanımlanabilir.

 

İsrailliler 6 Ekim’de düşmanlarını fazlasıyla küçümsediklerini anladılar. Ancak böylesi bir yanılgı Yahudi tarihinde ilk kez yaşanmıyordu. Her Yahudi felaketi, bir ölçüde Yom Kippur sendromunun yinelenmesidir. 1920’li yıllarda Berlin’deki Yahudi seçkinler iktidarlarıyla övünüyorlardı. Bazı Yahudi zenginleri Almanya’nın ve başkentinin Yahudilerin işgali altında olduğuna inanıyorlardı. O dönem bazı Alman Yahudileri bankacılık sektörüne hakimdiler ve Almanya’daki siyasi çevreleri ve medyaları etkileri altına almışlardı. Bunun dışında Frankfurt Okulu ve Yahudi düşüncesinin diğer okulları kendilerini açıkça Almanların kültürel köklerinden ayırmaya adamışlardı, hem de « emekçilerin siyasetinin » « gelişmesi », fenomenoloji ve kültürel Marksizm adına. Ardından, hemen hemen her yerde Alman Yahudileriyle ilgili olarak bir yükselen dalga ortaya çıktı. Hikayenin gerisini biliyoruz.

 

Peki gerçekten de Alman vicdanında anlık bir değişim mi yaşandı? Alman « antisemitizmi » bir sürpriz olarak mı karşılanmalıydı? Kesinlikle değil. Bir süredir bütün gerekli işaretler zaten mevcuttu. Herz ve Nrodau gibi ilk Siyonistler Avrupa’daki Yahudi karşıtı duyguların kaçınılmaz yükselişini gayet güzel öngörmüşlerdi. Ama Yahudi kibri, Berlin’deki Yahudi seçkinlerin çevrelerinde gelişen muhalefeti idrak etmelerini engellemişti. Yom Kippur Sendromu.

 

Aynı şeyi Yahudi Lobisi, AIPAC, İngiltere’deki İsrail’in Dostları Kulüpleri, Yahudi (İngiliz) Temsilcileri Bürosu, İngiliz Yahudileri adına Jeremy Corbyn ve İşçi Partisi’ne savaş açan üç İngiliz Yahudi gazetesi için de söyleyebiliriz. Sürekli olarak Batının dışişlerini ve özellikle de İşçi Partisini etkileme çabası içerisinde olan bu Yahudi lobileri ve kurumları, Yahudi türdeşlerinde yol açtıkları duygulanım düzeyinin ve potansiyel felaketin farkındalar mı?

 

Yahudiler Yom Kippur sendromundan sıyrılabilecek midir? Yahudiler büyüdüğü ve hareket tarzlarını geliştirdiği ölçüde hıncını algılayabilecek mi? Gerekli olan tek şey, seçilmiş halk olunduğuna ilişkin inanıştan uzaklaşmaktır. Ama bir kez seçilmiş olma niteliğini kaybettikten sonra Yahudi’den geriye ve Yahudi için ne kalmaktadır?

 

Belki de en yıkıcı soru ve varoluşsal Yom Kippur sendromunun gerçek anlamı budur; Yahudi için bir kolektif Yahudi ideolojik kurtuluş yolu yoktur. Siyonizm bunun imkanlarını sunmayı başaramadı ve sözde « anti-Siyonistler », sözde « sol »un içerisinde geriye kalan, ırka özel kapalı bölgelerini oluşturmaktan öteye gidemediler.

 

Yom Kippur sendromundan kurtulmanın tek yolu kişisel ve bireyseldir. Gecenin ilerleyen saatlerinde aşiretten ayrılmaya, gettoyu çeviren dikenli telin altından geçmeye, gerekiyorsa « ayrım duvarının » altında bir tünel kazmayı deneyin, sonra özgür topraklara geldiğinizde alçakgönüllülükle insani ve evrensel olana doğru sakince ilerleyin.

 

İyi şanslar!     

 

Gilad ATZMON

 

Gilad Atzmon 1963 yılında İsrail’de doğdu ve müzik eğitimini Kudüs’teki Rubin Müzik Akademisi’nde aldı. Birçok enstrüman çalan Atzmon, Soprano, alto, tenor ve bariton Saksafon, klarnet, zurna ve flüt çalmaktadır.

 

1994 yılına kadar İsrail’in birçok dans ve rock projesinde yapımcı ve aranjör olarak görev aldı, Avrupa ve ABD’de Yahudi soul müziği çaldı. İsrail’in sahne müziğinde çok sık yer alan Atzmon, Ofra Haza, Yeuda Poliker ve çok sayıda başka sanatçıyla birlikte çaldı. Memphis Slim ile turneye çıktı ve Jack De Johnette, Michel Petrucciani, Richie Byrach ve uluslararası üne sahip çok sayıda Jazz sanatçısıyla birlikte çalıştı.

 

1994 yılında Birleşik Krallık’a geldiğinde Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa müziklerine yöneldi. Orient House Ensemble’ı kurdu ve kendi kökenlerini reel politika ışında yeniden tanımlamaya başladı.

 

(www.arretsurinfo.ch sitesinde 19 Eylül 2018 tarihinde Gilad Atzmon imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir https://arretsurinfo.ch/le-syndrome-du-yom-kippour/)

 

Özgün kaynak: The Yom Kippur Syndrome