Skip to main content

Amerika’nın Afrika’ya uzanan eli: Uganda

Çin Afrika kıtasında karayolları, demiryolları, petrol boru hatları, havaalanları, limanlar ve fabrikalar inşa ederken, ABD, kıtanın Batı hegemonyasından bağımsız bir şekilde yükselişini engellemek için silah satışıyla ve Afrikalılar arasında ve Afrika kıtasında çatışmaları körüklemekle yetinmektedir.

Siyasi altüst ediş çatışma tohumlarını ekmek için iyi bir tekniktir. ABD, Uganda’da, Washington’a ne bağlılığını, ne de biat ettiğini gizleme gereği duymayan bir muhalefet liderini desteklemektedir.

Bir kışkırtıcının ayrıntılı incelemesi: Bobi Wine’ın « siyasi yükselişi »

Siyasete yönlendirilen, daha çok « Bobi Wine » sahne adıyla nam salmış, Ugandalı popstar Robert Kyagulanyi Ssentamu çevresinde Batı’da büyük bir medyatik sirkin oynandığına tanık oluyoruz. Batı medyalarında, Uganda’nın eski güçlü adamı Cumhurbaşkanı Yoweri Museveni’yi alaşağı etmeyi deneyen muhalefet lideri olarak sunulmaktadır.

Ama Batılı medyaların kurguladığı bu « muhalefet lideri » tablosuyla çelişecek bir şekilde, Batı’nın Afrika’nın siyasetine müdahil olması durumu burada belirgin ve benzeri görülmemiş bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Wine, siyasete henüz 2017 yılında girmiştir. 2018 başında, Harvard Kennedy School’un «XXInci yüzyılda yönetmek » derslerine kaydolmak için ABD’ye gitmiştir. Adı geçen kurs okulun web sitesinde şöyle tanımlanmaktadır:

Yöneticilere yönelik XXInci yüzyılda yönetmek: Kaos, Çatışmalar ve Cesaret başlıklı eğitim programı, niçin bu şekilde yönettiğimize ilişkin nedenleri derinlemesine ele almaktadır. Bu program, yöneticilik görevini daha fazla cesaret, beceri ve etkiyle yerine getirmeyi öğrenmenizi sağlayacak teşvik edici ve zorlu bir eğitim önermektedir. Bobi Wine Uganda’ya geri dönünce, onun taraftarları Cumhurbaşkanı Museveni’nin kortejine vahşice saldırdı ve bunun sonucunda eski şarkıcı tutuklandı ve vatana ihanetle suçlandı.

Ağustos 2018’de BBC’de yayınlanan « Uganda: popstar Bobi Wine vatana ihanetle suçlanıyor » başlıklı bir makalede şunlar yazıyordu:      

« Yetkililer, muhalefet milletvekillerinin Cumhurbaşkanlığı kortejine taş atarak saldırmaları için taraftarlarını kışkırttığını açıkladılar. Olaylar sırasında Bobi Wine’ın şoförü ateşli silahla vurularak öldürüldü.»

Ve her zaman Batının desteklediği kışkırtıcılar söz konusu olduğunda, BBC, yöneltilen suçlamaların « siyasi amaçlı » olduğunu değerlendiren Batılı hükümetlerin kınama mesajlarını yayınlıyordu:

« Suçlamalar [Bobi Wine’e yönelik] fazlasıyla siyasi amaçlıdır ve Cumhurbaşkanına yönelik sert eleştirileri susturmaya yönelik olarak değerlendirilmektedir. ABD, güvenlik güçlerinin milletvekilleri ve gazetecilere yönelik « sert tutumunu » kınamaktadır. »

Eylül ayında Wine, söylendiğine göre « yaralarını » « tedavi » ettirmek üzere yeniden ABD’ye uçuyordu. Ama zamanının çoğunu Dışişleri’ne, başkentteki lobicilere, Washington Post’a makale yazmaya ve arkasındaki görünür Amerikan desteğiyle caka satmakla geçirdi.

Washington Post’da yayınlanan bir makalesinde Wine şunları yazıyordu:

« İnsanlara kendilerini ifade etme, gösteri yapma, örgütlenme izni verildiğinde; yasama zamanla sınırlandırıldığında ve seçimler şeffaf bir şekilde yapıldığında; basın özgür olduğunda ve yöneticiler izledikleri siyasetten sorumlu tutulduklarında, Museveni’leri ortalıkta göremiyoruz. Bunun için sansürün arttığına tanık oluyoruz. Sansür Voice of America’nın yayınlarının engellenmesine ve Uganda’lıları karanlıkta bırakmaya yönelik sert girişimlere kadar varabilmektedir ».

Voice of America –doğal olarak– Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edilen ve yönetilen, ABD’nin kendi çıkarlarını temsil eden bir medya kuruluşudur. Ve Wine da, Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve yayılan anlatımlar olmaksızın Ugandalıların « karanlıkta » bırakılacağına işaret etmektedir. Her ne kadar bu şahsiyeti devamlı olarak demokratik muhalefetin lideri olarak göstermek için genel bir çaba harcansa da, bir yabancı gücün çıkarları için « karanlıktan » çıkan tüm muhalefet hareketlerinin çok da demokratik sayılamayacağı muhakkaktır.

Wine’nın tanıtımını sağlayan, sermayesinin çoğunluğu Ağa Han Ekonomik Kalkınma Fonunun elinde olan ve Bill ve Melinda Gates ve İnternational Press İnstitute gibi Batılı kurumların ortağı olan The Nation Media Group gibi başka medya kaynakları da bulunmaktadır.

ABD’nin nüfuz kurmak istediği tüm dünya ülkelerinde gördüğümüz aynı şemayla karşı karşıyayız: ABD, ekonomik, siyasi ya da hatta askeri olsun Uganda’daki özel ortaklıklara yatırım yapmamaktadır; bunun yerine medya kuruluşları da dahil olmak üzere, ülkedeki kurumlarla işbirliğine girmekle ya da bunların yönetimlerini ele geçirmekle yetinmektedir.

Bobi Wine Uganda’ya dönüşünde kısa süre içerisinde vatana ihanet suçlamasıyla yeniden tutuklandı. Wine’nın Washington’un rejim değişikliği aygıtıyla işbirliğiyle desteklenen açık komplosu değerlendirildiğinde bu suçlamalar zayıf bile kalmaktadır.

ABD’nin, Afrika’yı « görmezden gelmeye hakkı yoktur »…

Wine’ın avukatı, Thaksin Shinawatra, kaçak milyarder Thaï’den kitlelerin katili Rus Mihail Hodorkovski’ye kadar, ABD tarafından desteklenen çeşitli kışkırtıcıların savunması için de çaba harcayan tanınmış lobici Robert Amsterdam’dır.

Avukat Robert Amsterdam, Washington’da düzenlediği basın toplantısı sırasında, ABD hükümetinin müvekkili Bobi Wine’e yönelik daha büyük bir destek vermesi beklentisi içerisinde olduğunu ilan etmiştir:

« Kongre üyeleri, Dışişleri de dahil olmak üzere farklı bakanlık görevlileriyle görüşeceğiz ve onlara Uganda’da neler yaşandığına ilişkin ayrıntıları, birkaç günden beri ülkede yaşanan sertliği, gerçekten suç unsuru olan faaliyetleri ve insan hakları ihlallerini aktaracağız ».

Aynı zamanda çelişkili bir şekilde, Uganda hükümetini Washington ile suç ortaklığı yapmakla suçlamaya girişerek şunları söylüyordu:

« Ve Amerikan vergi yükümlüsünün bütün bunları finanse ettiğini bilmesini istiyoruz. Uganda’ya sağladığınız askeri malzemeler, Ugandalı yurttaşlara karşı terör savaşında kullanılmaktadır ».

Oysa Uganda’ya teslim edilen silahların büyük çoğunluğu ABD’den değil, Rusya ve Çin’den tedarik edilmektedir. Amsterdam, Uganda’nın halkına yönelik « işkence »de kullanılan « donanımları » hiç tanımlamamaktadır. Temel önemde olmasına karşın bu ayrıntıları görmezden gelmiş olmasının muhtemel nedeni Robert Amsterdam’ın açıklamalarının sağdan soldan montajlandığının kanıtıdır.

ABD, Avrupalı ortakları gibi başta Uganda olmak üzere, Afrika’nın iç işlerine müdahil olma konusunda uzun bir geçmişe sahiptir. Amsterdam’ın konuşması, ABD’nin Uganda’nın iç işlerine müdahil olmasına yönelik arzusuna ilişkin başka ipuçları da sunmaktadır. İşte söyledikleri:

« Bu münferit bir olay değildir. Her ne kadar Batı görmezden gelmeyi sürdürse de, Uganda’nın siyasi şiddet tarihçesi yüklüdür ve halen güncelliğini korumaktadır. Artık olanları görmezden gelemeyiz. Afrika’yı yok saymaya artık hakkımız yoktur. Son haftalarda, Tanrıya şükür, Alman şansölyesi bir Afrika gezisi gerçekleştirdi. Çinliler, tüm Afrika liderlerini Pekin’e davet etti. Amerika’nın sesini her zamankinden fazla duyurmanın zamanı gelmiştir… »

Çin’in son on yılda Afrika’da kaydettiği gelişmeler, Amerika’nın tepkisine yol açtı. Washington, rakip altyapı inşaat ve kalkınma yardımı programları oluşturmak yerine, Çin’in olduğu gibi Afrika’nın da çıkarlarının aleyhine bir şekilde oyun masasını devirmeyi tercih etmiştir.

Amsterdam’ın, Rusya için özel olarak tasarlananlar ardından, ABD’nin önündeki jeopolitik engellere karşı dünya çapında cömertçe yaygınlaştırılanlar da dahil olmak üzere, artık aşina olunan yaptırımlar yoluyla Uganda’ya siyasi olarak diz çöktürtmeye çalışması tabi ki rastlantı değildir.

Amsterdam aynı şekilde, ABD’nin tam olarak ayrıntılarını açıklamadığı ve niceliklendirmediği belirsiz askeri yardımları hemen kesmesini sağlamak için Magnistki Yasası’nın adını özellikle anmıştır.

Tabi ki Wine’nın Washington DC’de sıcak bir şekilde karşılanmasını ve avukatının ABD Kongre üyeleri ve Dışişleri Bakanlığı ile baş başa vereceklerini açıkça ifade etmesini ve Wine’a Washington Post’un sütunlarının görüş makalesi için açılmasıyla birlikte, Uganda ve başka yerlerde, Wine’a yönelik yabancı çıkar gruplarıyla gizli anlaşma yaptığı suçlamaları yayılmaya başladı.

Bu konuda avukatı Robert Amsterdam şu yanıtı vermektedir:

« Bugün birçok insan işin içinde uluslararası bir avukat varsa, bir yerlerde mutlaka yabancı parmağı vardır diye düşünmektedir. Hiçbir yabancı ajanın müdahalesi söz konusu değildir. Ama bir şeyin ortaya konulması şarttır. Sudan ve Somali’deki faaliyetleri dikkate alındığında, Museveni rejimi bizzat Amerikan askeri aygıtının bir yabancı ajanıdır. Ve dolayısıyla da, bugün nihayetinde Uganda’da olan biteni artık Washington kontrol etmektedir ».

Uganda hükümetinin Sudan ve Somali’ye yönelik hevesleri konusunda ABD’nin şartlarına boyun eğdiği doğru olmakla birlikte, ABD’nin Bobi Wine gibi kukla muhalifleri kullanarak Uganda hükümetine daha da yüksek baskılar uyguladığı gayet açıktır.

Bobi Wine Washington DC’de kelimenin tam anlamıyla serpilirken ve ABD Kongresi ve Dışişleri Bakanlığı ile birlikte planlama yürüttüğünü açıkça kabul ederken, Cumhurbaşkanı Museveni’yi ABD hizmetindeki bir ajan olarak suçlamak, nadir görülen bir ikiyüzlülüktür.

Amsterdam’ın sadece müvekkili Bobi Wine’ın değil ama aynı zamanda her ikisinin memuru olduğu Washington ve Wall Street’in özel çıkarları hesabına çabalarının bağlantılı doğasına ilişkin geride kalan her türlü kuşkuyu gidermek için, Uganda Cumhurbaşkanı Museveni ile Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Batı’nın Moskova’yı küçük düşük düşürmek için yaydığı temelsiz hikaye dizisi arasında bağ kurmakta ve şunları eklemektedir:

« Museveni rejimi Putin’in kitabından bir bölümü alıntılıyor. Size işkence yapıyorlar, sizi zehirliyorlar. İngiltere insanlı zehirliyorlar ardından da dezenformasyon yapıyorlar ».

Çelimsiz ve ardından Soğuk Savaş sırasında büyük güçler tarafından tartışılır hale getirilen bir bağımsızlık kazanmış İngiliz sömürgesi Uganda’nın geçmişi şüphesiz ülkeyi çok arzulanmayan bir yönetim durumunda bırakmıştır.Ama gerçek şu ki Uganda’nın yönetimi, Uganda halkının münhasır işlerinden biridir.

Yürüttükleri çeşitli savaşlar, işkenceler, sömürü –çok sayıda Afrika ülkesinin tahrip edilmesi dahil–, dünya çapında müdahale ve yıkım uygulamalarıyla ün salmış yabancılardan destek istemek üzere Bobi Wine’ın ülkesinden kaçtığına tanık olduktan sonra, Uganda halkı Cumhurbaşkanı Museveni hakkında ne düşünürse düşünsün, Bobi Wine ondan çok daha kötü olduğu kesindir.

Wine daha kötüdür çünkü siyasi olarak daha zayıftır ve daha siyasete atılmadan önce dahi tümüyle Uganda’nın ilk işgalcisi olan İngilizlerin mirasçısı Washington’a bağlanmıştır.

Tüm Afrika kıtası için, Amerikan müdahalesinin tehlikeleri ve Batılıların vekiller ve siyasi ve kurumsal yıkıcılık aracılığıyla kıtanın denetimini ele geçirme girişimleri her zaman her yerde sürmektedir. Batının modern çağdaki sömürgeciliğini gerçekleştirmek için kullandığı yöntemleri anlamak, bundan kurtulabilmenin ilk adımını oluşturmaktadır.    

Tony CARTALUCCİ

(Bangkok’ta yaşayan jeopolitik alanında araştırmacı ve yazar)

Özgün kaynak: journal-neo.org

(www.reseauinternational.net sitesinde 19 Ekim 2018 tarihinde Tony CARTALUCCİ imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir)