Lübnan Hizbullah’ı: ABD hegemonyasının sonu
ABD yönetiminin Lübnan politikası, Ortadoğu ve genel olarak Hizbullah'ın bölgedeki rolü hakkında bilgi sahibi olmayan bir başkanla birlikte kuşkusuz istikrarsız ve değişken hale gelmiştir. Cumhurbaşkanı Donald Trump, Lübnan ordusuna verdiği askeri desteği azaltmaya ve Lübnan'a yeni yaptırımlar uygulamaya hazır görünmektedir. Bunu yaparken, Direniş Ekseni'ni güçlendirdiğini ve Sedir Ülkesini Rusya ve İran'ın kollarına attığının farkıında değildir. ABD, Hizbullah'a daha fazla yaptırım uygularken, Avrupalı ortakları son aylarda Beyrut'taki resmi delegasyonlarının ziyaretleri sırasında örgütün liderleriyle gizli toplantılar düzenledi.
ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyası yavaş yavaş dağılmaktadır. Irak’ta « İslam Devleti » (IŞİD) silahlı grubu, Haziran 2014’te Musul’u işgal etmesinden sonra, Amerikan yönetiminin dikkatli ve hayran bakışları altında gelişme kaydetti. Washington, hayasız politikasının Ortadoğu’daki çıkarlarının aleyhine yöneleceğinin farkında olmadan, IŞİD’i stratejik koz olarak değerlendiriyordu. Avrupa'yı, ama en çok Ortadoğu halklarını, özellikle de IŞİD'in zorbalığından çok acı çeken azınlıkları karşısına almış oldu.
ABD’nin acımasız politikası, Haşdi Şaabi’lerin (Halk Seferberlik Güçleri) kurulmasına yol açtı. Amerikan hegemonyasını reddeden ve bağımsızlık temelli ideolojisi İran ve Hizbullah’la benzer hedefler içeren bu güçler, zamanla Direniş Ekseni’nin asli unsuru haline gelmiştir. Bu ulusal güçler genel olarak İsrail’e ve Amerikan birliklerinin Mezopotamya’daki varlığına karşıdır.
Ayrıca, Irak’ın yeni yöneticileri (Başbakan Adil Abdül Mehdi, Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi ve Devlet Başkanı Behram Salih) İran’ın iradesiyle büyük uyum içerisinde seçilmişlerdir. Eğer Irak’ın, Tahran ve Washington arasında tercih yapması gerekirse, sonuçları ne olursa olsun İran halkına karşı yaptırım uygulayanların tarafında yer almayacaktır. Sonra eğer ABD, Irak'ın elini bu doğrultuda zorlarsa, İran ve Rusya'nın lehine Mezopotamya'yı kaybedecektir. Zaten Moskova, ABD’nin Irak’a askeri desteğini durdurması ya da sınırlandırması halinde boşluğu doldurmak için hazır beklemektedir ve IŞİD’in Mezopotamya’da herhangi bir şehri işgal etmemesini sağlayarak, daha şimdiden Iraklı, Suriyeli ve İranlı üst düzey askeri danışmanlarla birlikte Bağdat Harekat Merkezi’nde yerini almıştır.
Suriye’de ABD, Avrupalı ve Arap ortaklarıyla birlikte bir rejim değişikliği gerçekleştirmeyi hedefliyordu ve bugün amacı Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın iktidardan düşmesi olan, Levant bölgesine yönelik bilinçli bir yıkım politikasıyla sıkı sıkıya bağlantılı hale gelmiştir. Katar bile bu ulaşılamayan hedef uğruna tek başına 130 milyar dolardan fazla para harcamıştır. Bugün, Suriye’nin yeniden inşasının maliyeti 250 ila 350 milyar dolar arasında tahmin edilmektedir. Suriye’ye dayatılan savaş, İran ve Hizbullah tarafından eğitilen, doğal olarak savaş deneyimlerini müttefikleriyle paylaşan çok sayıda Suriyeli grubun eğitilmesine yol açmıştır. Esad istediğinde bu gruplar, Irak’ta genişleyen ve Lübnan’da on yıllardır var olan Direniş Ekseni ile sağlam bir ittifak oluşturacaktır.
Filistin’de Hamas, 2011’de savaşın başlangıcında Suriye’de rejim değişikliğini hedefleyen kampanyaya katıldı. Hamas’ın siyasi liderleri o dönem Esad’a yönelik öfkelerini dile getirdi ve çok sayıda Hamas savaşçısı El Kaide’ye katılırken, bir bölümü başta Şam’ın Güneyindeki Yarmuk Filistin mülteci kampında olmak üzere tercihini IŞİD’ten yana kullandı. Bu Filistinli savaşçılar, İran’dan ve Hizbullah’ın eğitim kamplarında edindikleri gerilla deneyimlerini Suriyeli ve yabancı savaşçılara aktardılar. Aralarından bazıları, Mezopotamya’da Irak güvenlik güçleri ve sivillere yönelik ve Levant bölgesinde ise Suriye Ordusu ve aralarında Hizbullah’ın da yer aldığı müttefiklerine karşı intihar saldırıları düzenledi.
Ancak Amerikan yönetimi Filistin davasıyla arasına mesafe koyma ve İsrail’in Filistin’e yönelik apartheid politikasına kayıtsız şartsız katılma kararı verdi. Kısacası ABD, İsrail’i gözü kapalı bir şekilde desteklemektedir. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu ilan etti, Filistinli mültecilere (okul, sağlık hizmetleri, konut) destek veren BM kurumlarına verilen mali yardımı askıya aldı ve Filistinlilerin geri dönüş hakkını reddetti.
Bütün bunlar, Filistin Özerk Yönetimi de dahil olmak üzere çeşitli Filistinli grupları, İsrail ile yapılacak her türlü müzakerenin gereksiz olduğu ve ABD’nin artık güvenilir bir ortak olarak kabul edilemeyeceğini kabul etmeye yöneltti. Bunun yanı sıra, Suriye’de başarısız olan rejim değişikliği girişimi ve Arap mali desteğinin neden olduğu aşağılayıcı koşullar bir şekilde bardağı taşıran son damla oldu ve Hamas’ı Oslo mutabakatını reddederek ve Direniş Ekseni’ne katılarak tavrını değiştirmeye itti.
12 ve 13 Kasım’da Gazze’de 48 saat süren son çatışmalar, Hamas, İslami Cihad ve çok sayıda diğer Filistinli grup (ilk kez toplamda 13 grup aynı askeri komuta merkezi altında bir araya gelmişti) arasındaki benzersiz birliğini ve İran ve Hizbullah’a yakınlığını gün ışığına çıkarmıştır. Bu, ABD politikasının Ortadoğu’daki başarısızlığının bir başka göstergesidir.
Lübnan’da Hizbullah, Suriye Ordusu ve süper güç Rusya’nın ordusu olmak üzere iki klasik ordunun saflarında birçok cephede savaşarak, El Kaide ve IŞİD gibi aşırılıkçı gruplara karşı son beş yılda verdiği mücadele ile eşsiz ve çarpıcı bir deneyim kazanmıştır. ABD şimdi, ekonomisini daha da fazla felç etmek için Lübnan üzerinde baskısını arttırmaya hazır görünmektedir. Uygulayacağı yaptırımlar muhtemelen Hizbullah’tan daha çok Lübnan’ı derinden etkileyecektir.
ABD, « terörist listesi »nde, İran’dan elde ettikleri Euro’lar karşılığında dolar satan Lübnan’daki döviz bürosu sahiplerine de yer verdi. Hizbullah’ın sempatiyle baktığını gizlemediği ve Hizbullah militanları ve ailelerine gayrimenkullerini uygun fiyattan satan tanınmış bir işadamını tutukladı.
ABD, eski Başbakan Haydar Abadi’nin işbirliğiyle, Amerikalıların Hizbullah’a yakın olmakla suçladığı, Irak’ın çeşitli kentlerinde sözleşmeler imzalayan bir Lübnanlı inşaat müteahhidinin 90 milyon dolarını Bağdat’ın bloke etmesini sağladı.
Bunun dışında, ABD Hazine Bakanlığı, terörizmle mücadele gerekçesi altında Lübnan Merkez Bankası’nısiviller hakkında çok sayıda istihbarat ve veri sağlamaya zorlamaktadır ve Hizbullah ile hiçbir bağlantısı olmayanlar da dahil olmak üzere Şiilere ait çok sayıda hesabı bloke etmeyi başarmıştır.
Son olarak Amerikan yönetimi, Hizbullah’ın genel sekreterini, yardımcısını ve çeşitli üst düzey yöneticilerini terörist listesine eklemiştir. Bu insanlar artık Disneyland’ı hiçbir zaman ziyaret edemeyecek ya da Las Vegas’ta para kaybedemeyecekler!
ABD, İran ve Rusya'nın, ABD'nin Lübnan ordusuna ve hükümetine şartlı desteğini kaldırdığını görmekten çok memnun olacağının farkında değilmiş gibi görünmektedir. İran, Lübnan hükümetiyle işbirliği içerisinde, ilaç sanayi, otomobil üretimi, kamu hizmetleri ve askeri sanayi olmak üzere çeşitli alanlardaki güçlü deneyimiyle Lübnan’da çok sayıda fabrika inşa edebilir. Onları Moskova’ya davet ederek, daha şimdiden Lübnanlı yetkililerle iyi ilişkiler kurma konusunda çaba harcayan Rusya ise böylece Lübnan’da varlığını geliştirme ve buraya yerleşme imkanı bulacaktır.
Bugün ABD, Hizbullah’ın askeri gücünü azaltmak için artık hiçbir şey yapamaz. Seyid Nasrallah, gücünü göstermek ve özellikle İsrail’in yaklaşan bir savaşta tüm zayıflığını ortaya koymak üzere hassas füzelerini fırlatmaya hazır görünmektedir. İsrail’in büyük yıkım gücüne sahip göz kamaştırıcı bir askeri donanıma sahip olduğuna kuşku yoktur. Ancak İsrail, yüzlerce patlayıcıyı içeren başlıklara sahip, İsrail topraklarının tamamını menziline alan ve tüm hedefleri vurabilecek hassas füze atışlarına 1949’dan beri maruz kalmamıştır.
İsrail’in Demir Kubbesi Hizbullah’ın füzelerinin %80’inini önlese de, her biri 400 ila 500 kg arasındaki patlayıcı yükleriyle hedeflerine varacak olan 2.000 füzenin (10.000 füzenin 8.000’inin önlendiğini varsayarsak) yol açacağı sonuçlar İsrail’in tahmin edemeyeceği boyutta olacaktır. Bu bir milyon kilo patlayıcıya eşdeğerdir ve ancak Hizbullah’ın 10.000 füze fırlatmakla yetineceği olasılığı dahilinde söz konusudur (İsrail, Hizbullah’ın elinde 150.000 roket ve füze bulunduğunu hesaplamaktadır).
Hizbullah, Lübnan halkının önemli bir kesimini temsil etmektedir. İçerisinde yaşadığı halkla ve toplumla bütünleşmek üzere, izlediği eski stratejisi kapsamında Hizbullah, halkın « ruhunun ve kalbinin » ayrılmaz parçası haline gelmiş, konvansiyonel olmayan bir örgüttür.
Hizbullah ulusal ölçekte gücünü gösterme imkanını bir kez, o da 7 Mayıs 2008’de, örgütün tek bir kurşun sıkmadan ve 1982’de Beyrut’u işgal ederken İsrail’e gerekenden çok daha kısa bir sürede Lübnan’ın başkentini ele geçirdiğinde bulmuştur. Hizbullah’ın Lübnan’ın kontrolünü ele geçirmek için güç kullanmasına ihtiyacı yoktur. Üstelik bundan böyle Lübnanlı Şiiler Direniş Ekseni içerisinde artık yalnız değildirler. ABD’nin ülkenin denetimini ele geçirmeye zorlanması durumda, Direniş Ekseni, ABD’ye karşı tavır almaktan çekinmeyecektir. ABD’nin Lübnan’ı hegemonyası altına almaya yönelik çabalarını sürdürmesi durumunda bunun gerçeğe dönüşmesi mümkündür.
ELİJAH J. MAGNİER
(Elijah J.Magnier’nin kendi sitesinde 21.11.2018 tarihinde yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir https://ejmagnier.com/2018/11/21/le-hezbollah-au-liban-lhegemonie-des-usa-cest-fini/ )