virüsün götürdükleri
Tanık olduğumuz dönüştürücü güce sahip büyük olayların kim tarafından ve neden yaratıldığına ilişkin komplo teorilerini şimdiden geliştirmek, zamanımızı kahinlik yapmaya harcamak yerine, yaşadığımız bu çarpıcı sürecin nelere yol açtığını, hangi temel haklara darbeler indirdiğini ve bunun neye ya da kimlere hizmet ettiğini değerlendirmeye çalışarak, yaşadığımız olaylar karşısında buradan hareketle bugün geliştireceğimiz tavrı belirlemeye çalışmanın daha mantıklı olacağını düşünüyorum. Hızıyla bizi afallatan süreç karşısında ayakta kalmayı, doğrultumuzu olabildiğince korumayı belki de bu şekilde bir ölçüde başarabiliriz. Bu değerlendirmeyi ne kadar sağlıklı yaparsak, başlangıçtaki soruların yanıtını bulmada hakikate bir o kadar yaklaşmış olacağız.
Bu kutlu tarihin çok daha öncesinden hazırlıklarının yapıldığını bildiğimiz göz kamaştırıcı 11 Eylül 2001 gösterisi sonrasında harekete geçirilen düzeneklerin peşi sıra işletilmesiyle vücuda gelen ABD önderliğindeki siyasi/coğrafi yeniden yapılanma, toplumsal alanda kitlelerin savaş devletinin arkasında saf tutmasıyla güç kazanan devletin küresel baskı aygıtının pekiştirilmesiyle taçlanmıştır. O dönem halkların ebedi katili, insanlığın ortak düşmanının kalbine vurulan bu gösterişli darbe, heybetli ikiz kulelerin yıkılışı karşısında intikamcı duygularımızın da kışkırtmasıyla kalbimizin kabarması, sahnelenen oyunun hedefleri içerisinde yer aldığımız gerçeğini ilk başta görmemizi engellemişti. Hemen ertesinde, düzeneğin attığı önceden kararlaştırıldığı apaçık belli adımlar, başlangıçta kabullendiğimiz –ya da yuttuğumuz– kurgunun mantığı içerisinde yerlerini alarak, topyekun teslim olduğumuz « yeni normalimiz » oluverdiler.
Kovid-19 krizi sıhhi değil, siyasidir
Mali kapitalizm, içerisinde debelendiği ekonomik durgunluk, artık bu haliyle hiç de sürdürülebilir olmayan « kalkınma » masalına derman olması umuduyla küresel ekonomiye geçiş sürecini hızlandırmıştır. Bunun için, zaten sürekli olarak içini kemirdiği temsili demokrasiyi topyekun yıkma iradesine daha da güç vermiştir.
Koronavirüs, dönem dönem zirveler yapan ve her defasında bir başka bunalıma temel oluşturan süregelen ekonomik (kapitalist) krize bahane olmuştur.
Maddeselliğini yitiren ekonomi, fiziki ekonomi devrinin sonu gibi süreçler yaşanırken, mucizevi virüs, mali balonun belki de bu kez yama tutamaz, onarılamaz bir şekilde patlamasına ramak kala yetişmiştir.
Kovid-19 büyük mali sermayeye; zaten ağırlığını daha da hissettirmeye başlayan ekonomik durgunluğa bir gerekçe öne sürme; ticaret-kültürel yönetişim ve üretim araçları mülkiyetinin tek elde toplanması sürecinin tamamlanması/ küresel ekonomiye ayak uydurmamakta direten sektör ve şirketlerin tasfiyesi/ her türlü halk hareketinin daha filizlenmeden bastırılması/ üretici güçlerin büyük bölümünün eş zamanlı olarak imhası imkanı vermiştir. Mevcut ekonomik krizin temelinde yatanların tabii ki Kovid-19 virüsü ile hiçbir ilgisi yoktur.
Milyonlarca insanın sefalete sürüklenmesinin günahı, sadece ve sadece artık ekonomi dışı etkenler olmaksızın kendisini onarma yeteneğini yitirmiş olan sisteme aittir.
Aldatıcı seçme ve seçilme düzeneklerinin girdabında hiçbir temsile imkan vermeyen, seçilmişlerin halkı değil, oligarkları ve çokuluslu şirketleri temsil ettiği, sermaye diktatörlüğünün asma yaprağı « temsili demokrasi »den despotluğa, totalitarizme geçiş sürecine « acil ihtiyaçtan » hız verilmiştir. Gözetim toplumundan denetim toplumuna geçiş süreci, daha genel bir bakışla kamusal ya da özel hayatın tüm alanlarına müdahale edildiği sayısal totalitarizme geçişi simgeler.
Biçimsel demokrasiden totalitarizme geçiş (topluma topyekun diz çöktürülmesi, yüzyılların mücadelesinin kazanımı olan tüm siyasi ve toplumsal hakların bir çırpıda gasp edilmesi, her türlü halk direnişinin, hak talebinin bastırılması), Batı’yı Fransız devrimi öncesine taşımaktadır (Türkiye’yi ise belki 1453 öncesine…). Bugün maruz kaldığımız tıbbi sarsıntı, toplumsal ve siyasi kazanımlara nihai olarak el koymanın tatbikatının yapılması için uygun bir ortam, tüm siyasal ve toplumsal düzenlemelerin, hala ayakta kalabilen tüm koruyucu kurum ve yasaların, ilkelerin ayaklar altına alınması fırsatı vermektedir.
Yüzyılları mücadelesiyle, kan ve gözyaşı bedeliyle anayasalara nakşolunan kişinin dokunulmazlığı, özgürlüğü ve güvenliği, özel hayatın gizliliği, haberleşme özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, çalışma özgürlüğü, sağlık, çevre, eğitim v.b. haklar pandemiyi durdurma, yavaşlatma gerekçesiyle ayaklar altına alınmaktadır. Bu adımlar, GEÇİCİ ve KAMU SAĞLIĞI İÇİN olduğu aldatmacasıyla, insan yaşamı bahanesiyle hiçbir yasal dayanağa gerek duyulmadan fütursuzca atılabilmiştir. Bu gerekçelendirmenin ileride –ihtiyaç duyulduğunda– daha da çeşitlendirilebileceğine, « geçici » olanın fırsatını bulunca kolayca kalıcı olabildiğine daha önce de birçok kez tanık olduk. Evlerine kapatılan yurttaşlarla birlikte zaten bir kenara itilmiş olan anayasalar da kapatıldı, temsili demokrasi tecrit edildi.
Tüm gezegen, en küçük yerleşim biriminden en büyük metropolüne dek, istisnai yasalara, sıkıyönetime, sokağa çıkma yasaklarına, teknolojik takibe ve kapanmanın diktatörlüğüne teslim edildi. « Pandemiyi önleme stratejisi », isyan bastırmaya yönelik totaliter stratejiyle örtüşmektedir ve hiç kuşku yok ki geliştirilen uygulamalar, kısa sürede ilgili askeri talimnamelerde yerlerini alacaklardır.
Lütfen siz sadece ellerinizi yirmi saniye bol suyla yıkayınız, beyninizi biz zaten yıkıyoruz
Her şeyin algıdan ibaret olduğu iddia edilen bir dönemde kapanma önlemlerinin meşrulaştırılması için koparılan fırtına dikkat çekicidir. Arka planda, ciddi ciddi sıfatların isimlerinin önüne yerleştiği düzeneğin seçme bilim insanları yakın zamanda milyonlarca insanın öleceğini vaaz ederken, sahnede, yolda yürürken birdenbire yere yığılıp ölen insanlar görülüyordu. Zaten toplumsal modern çağın bir türlü yakalayamadıkları hızına bir tür toplumsal histeri ile yanıt vermekte olan insanlar, korku ve paniğe sürüklenerek, her tür akıldışı önlemi sorgulamadan kabul edecek bir ruh haline sokuldu. İletişim alanında zaten var olan hakikatten kaçınma, utanmazlık, yalan, sansür, propaganda, dezenformasyon süreci daha da pekiştirildi.
Kendisine ihanet etmeyeceği umut edilen yumuşak başlı arkadaşlardan mahalle takımı kurar gibi oluşturulan « Bilim Kurulları », kuralları belirleyen yürütmenin bilim ve akıldışı önlemlerinin meşrulaştırılması işlevini üstlendi. Aksi yönde çıkan tek tük itirazlar, büyülü tabloyu bozan unsurlar kısa sürede aldatma düzeneğinin dışına çıkartılıp sapkınlıkla damgalandı.
İş, giderek yayılan bir virüsle mücadeleden çıkıp, küresel liberalizmin güdüsüyle son yıllarda kamunun sağlık alanından elini eteğini çekmesi, tıbbın ticarileştirmesi süreciyle birlikte, « programlanmış tıbbi yetersizlikler » olarak adlandırabileceğimiz tıbbi yoksunlukların (aciller, ilaçsızlık, yoğun bakım yetenekleri, solunum cihazları vs.) ayıpların gizlenmesi çabasına dönüştü. Her şey insanların ölmemesi için değil ama sağlığı ticarileştiren sistemin ya da yürütücüsü iktidarın yetersizliğinin ortaya çıkmaması için seferber edilmeye başlandı.
Ama ne kadar çaba harcansa da, silahlanmaya yılda 2 000 milyar dolar ayıran « mükemmel » modern dünyanın, minnacık bir virüs karşısında dünya nüfusunu korumak için gerekli donanımlara sahip bir sağlık ordusunu ayakta tutmakta açıkça zorlandığı görüldü.
Sonra ilaç tekelleri devreye girdi. Tedavide etkin sonuçlar Hidroksiklorokin’e, sistemin doğrultusu dışında bir şeyler söylemeye çalışan, seçenek tedaviler geliştiren bilim insanlarına savaş açıldı.
Başta maske üretiminin altyapısının olmadığı yoksunluk dönemlerinde maske işe yaramıyor denildi. Maske sanayisinin yaygınlaştığı bugünlerde, herkesin düzeneğin dışında eline dikiş makinesini alıp kendince diktiği maskelere « etkisiz » dendi, hatta bazı ülkelerde okullarda bunların kullanılması yasaklandı, bir maske işe yaramıyor söyleminden şimdi üst üste ikisini takın söylemine geçildi.
Asıl tiyatro aşı üretiminde izlendi. Deneme safhaları, uçuşan başarı yüzdeleri, çakma aşılar, yapma aşılar, konvansiyonel aşılar, pahallı aşılar, milyarlarca dolarlık pazarın kolay kolay paylaşılamayacağını ortaya koydu. Hala virüs hakkındaki bilgilerimizin oldukça sınırlı olduğu bugünlerde şimdi de aşılananların aşıya karşın hasta olması vakalarının artması karşısında aşıların başarı oranlarından vazgeçildi, aşıların hastalığın en azından ağır bir şekilde geçirilmesini engellediğinden söz edildi.
Başkentlerinde açtıkları devasa müzelerde sömürgelerinden gasp ettikleri eserleri sergileyen medeni devletler birbirilerinin aşılarına el koydu, kendi topraklarında üretilen aşıların ihtiyaç sahibi diğer ülkelere ihracını yasakladılar.
Burada konuyla ilgili koskoca bir Türkiye sayfası açılabilir ama bugüne kadar tanık olduklarımızın yurtdışında yaşananların içeriye her zamanki gibi « yerli ve milli » filtreden yansımasından farklı olmadığını söylemekle yetinmek belki boş yere yorulmamızı önleyecektir. Diğer alanlarda olduğu gibi bu konuda da hiçbir şeyin şeffaf bir şekilde yürütülmemesi, halkın devlet yetkililerince çok haneli sayılarla aldatılması, demokrasi katsayımızla doğru orantılı gayri meşru ve kolaycı önlemler, başına bilim sıfatı eklenen kurullar aracılığıyla yalan üretimi, çok önceden aşının « en kalitelisinden » olan koskoca devlet büyüklerimizin halkı ikna için çakma aşı vurma mizansenleri v.b. uygulamalar rolün hakikati sürdürmekte zorlandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Aldatmaca ile gözümüzün açılması arasında; yitip gittiğimiz yanılsama ile kendince yitip gitmemize yol açacak gerçek arasında salınmaya mahkum mu olacağız?
Modern insan sadece toplumsal gerçeklikten ve hakikatten « yoksun » olmakla kalmamış, kendisi üzerindeki erkinden de mahrum bırakılmıştır.
Bunu söylemek için sözcüklerle oynamıyor, lafı dönüp dolaştırıp illa buraya getirmek için kendimizi zorlamıyoruz ama Marks Amca bir kez daha haklı çıkmıştır. İsterseniz aşağıdaki cümlelere kolaycılık diyebilirsiniz; bu onların doğruya yakınlıklarını etkilemeyecektir.
Burjuvazi fikren ve fiilen insanlığı felakete sürüklemeye devam etmektedir.
Kapitalizmin zaferi masalı bir kez daha yalanlanmış olmaktadır.