Skip to main content

MOSSAD’IN MAĞRİP’TEKİ OPERASYON ÜSSÜ: TUNUS

Bir BM uzmanının esrarengiz bir şekilde tutuklanması, yaygın silah kaçakçılığı söylentileri, Libya’daki grupların anlaşılması zor oyunu, yabancı ajanların sızması... Dizginsiz bir paranoya zemininde oynanan gerçek bir gerilim filmi ortamı.

Söz konusu olan, herkesin kolayca ulaşabileceği uygulamaların basit cep telefonlarında taklit ettiği, bir anten ve USB anahtarından oluşan bir masa üstü RTL-SDR uçak takip cihazıdır. Ticari uçuşların rotalarını izlemeye yaramaktadır. Tunus’taki adli makamlar, evinde bulunan bu tek delile dayanarak Munsif Kartas’ı casusluk suçlamasıyla tutukladı. Tunus havaalanına gelişinde gösterişli bir yakalama gösterisinin ardından (bir düzine güvenlik görevlisi onu uçağın altından gözaltına almaya gelmişti)11 Nisan’da tutuklanan Munsif Kartas uzun süre yargılanmayı bekledikten sonra şartlı olarak tahliye edildi.  

2016 yılında BM tarafından Libya’ya silah satışına ilişkin ambargo ihlallerini araştırmak üzere Alman ve Tunus çifte vatandaşı bir uzman görevlendirildi. Özenle seçilen yardımcıları, bizzat BM Genel Sekreteri tarafından atanmıştı ve Haziran ayında sunulacak raporun hazırlanmasına katkıda bulunacaklardı. Kartas’ın tutuklanması bu gündemi alt üst etti. Kartas’ın aynı süreçte kurucu ortağı olduğu güvenlik şirketinin faaliyetleri sorgulanırken, yine kendisi gibi tutuklanan ikinci bir kişinin varlığı da şüpheleri arttırdı. Ancak yapbozun bazı parçaları eksik kaldı. Yetkililerin ve Birleşmiş Milletlerin açıklamaları, savunma makamının ve savcılıktan alınan bilgiler birbiriyle çelişiyordu.

« Kötü niyetli sızıntılar »

Adli soruşturmanın başlangıcı Aralık ayına kadar uzanıyor. Kartas’ın Tunus makamları nezdinde daha önce herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılıyor. Avukatının dediğine göre Tunus topraklarına birkaç kez girip çıkmış, hatta iki yıl önce İçişleri Bakanlığı mensuplarını eğitmişti. Soruşturma kapsamında başka gerçekler de kamuoyunun bilgisine sunuldu. 10 Nisan’da sahil güvenlik Cerbe Adası’na giden iki tekneye eşlik etmiş. Aynı hafta Libya’dan gelen bir diplomatik konvoy sınır kapısı Ras Jdir’de durduruldu.    

Savunma Bakanı Abdülkerim Zbidi, Tunus topraklarına « bazı silahlı grupların sızmaya çalıştığını » anımsatarak, Avrupa ve Fransız dışişlerini Mareşal Hafter’in ülkesinin batısına yönelik taarruzu nedeniyle güvenlik personelini ülkelerine geri gönderdiklerini açıklamaya zorladı. Bir Avrupalı güvenlik yetkilisine göre bunlar « kötü niyetlerle dışarıya sızdırılan bilgiler » idi.

Zayıf düşürülen Tunus istihbaratı

İstihbarat, tarihsel olarak Tunus'ta kötü bir üne sahip, çünkü Bin Ali yönetiminde muhaliflere yönelik polis zulmü ve baskı yılları ile ilişkilendirilmektedir. Devrimden sonra istihbarat birimleri yeniden yapılandırıldı. Uluslararası Stratejik Güvenlik ve Askeri Çalışmalar Merkezi'nin çok tartışmalı başkanı Badra Gaalul, « Devlet Güvenlik Müdürlüğü'nü tamamen tasfiye etmeden önce çok nitelikli çalışanlarımızla yollarımızı ayırdık » diyerek pişmanlığını dile getiriyor. Mart 2011 itibariyle, İçişleri Bakanlığı'ndan 42 üst düzey yetkili erken emekliye ayrıldı. Resmi amaç siyasi polisi ortadan kaldırmaktı. Ancak 2013'te iki solcu ismin, Şükrü Belaïd ve Mohamed Brahmi'nin öldürülmesi kamuoyunu derinden etkiledi.

« Cezayir'deki karanlık on yılın etkilemediği Tunus'un 2011'den itibaren terörizm ve yabancı istihbaratın hedefi olması nasıl açıklanabilir? » diye isyan ediyor Gaalul. Bununla birlikte, devrimden çok önce, baskı aygıtı içerisinde sorunlar baş gösterdi: 1995'te Tamerza'daki İslamcı saldırı, 2002'de Cerbe'deki sinagoga düzenlenen saldırı, 2007'de Sulayman’da cihatçılarla yaşanan çatışmalar.

Araştırmacı Flavien Bourrat'a göre, devrim sonrası görevden almalara rağmen Tunus güvenlik ve istihbarat servislerinin genel mimarisine dokunulmadı. Nidaa Tunus Partisi Milletvekili Fatma Mseddi'ye göre sorun başka yerde. İslamcı oluşumu Tunuslu savaşçıların çatışma bölgelerine gitmesini kolaylaştırmakla suçlayan vekil, « iktidara geldiğinde, Ennahda yeni memurları becerilerine göre değil, siyasi yakınlıklarına göre işe aldı » diyor. « Tunus çok savunmasız hale geldi ve burada casusluk faaliyetleri yoğunlaştı ».

2017'nin sonunda Fransa'ya yerleşen ve sığınma talebinde bulunan Haykel Dkhil, devlet aygıtının merkezinde geçirdiği yıllar hakkında konuşmayı kabul eden ender eski içişleri bakanlarından biri. Haykel hakaret davalarına konu oluyor. O da İslamcıları suçluyor: « İki yılı aşkın bir süredir ne yabancı ajanlar sistematik olarak izleniyordu, ne de telefon dinleme notları vardı. Siyasiler çalışmalarımızı engelliyorlardı ». Ona göre meydanı Cezayir, Libya, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Mısır casuslarına teslim edecek belirgin bir zayıflamaydı bu. Tunus'tan ayrılmadan önce bunlardan bazılarının izini sürdüğünü iddia ediyor. Ve Cezayirli ajanların Şükrü Belaïd suikastına karıştığından şüpheleniyor. Merhumun avukatlarının bir bölümü tarafından da desteklenen bir teoridir bu. Ama bugüne kadar asla kanıtlanmadı.

Geri üs

Bir bakanlık kaynağı, « istihbarat birimlerimiz 2011'deki tereddütlerin ardından denetimi yeniden kazandı » diyor. Bir sahil kasabasında görev yapan bir yurtiçi muhbiri, gözetleme düzeneklerinin üzerindeki perdeyi kaldırıyor. « Yabancılara ve onların faaliyetlerine odaklanıyoruz. Özellikle politikacılar veya derneklerle temas kurmaları durumunda » diye açıklıyor. Kıdemli bir memur, « yabancılar komşularımızda olduğundan daha az görünür, çünkü ajanlar da dahil olmak üzere herkes turistlerin arasına karışabilir » diye itiraf ediyor.

Böylece ülke, Libya'daki çatışmanın aktörleri için bir buluşma yeri haline geldi. Çünkü Kasım 2014'ten bu yana Tunus topraklarında önceden izin almadan siyasi faaliyet yürütmeleri yasaklanmasına karşın, çeşitli Libyalı gruplar, ülkedeki otellerde bir araya gelmeyi sürdürüyor. Özellikle de askeri istihbarat, milisler arasında bir hesaplaşma yaşanmasından çekiniyor.

Badra Gaalul konuya açıklık getiriyor: « Lübnan Ortadoğu için ne ise, Tunus da artık Kuzey Afrika ve Sahel bölgesi için odur: Komşu ülkelerdeki çıkarların takip edildiği bir yer ». Başlıca istihbarat teşkilatlarının (CİA, DGSE, ANSE, Mossad , Mİ6) burada istasyonları bulunuyor. « Tunus, Katar'dan Türkiye'ye kadar dış güçlere kapılarını ardına kadar açtı. Cezayir'i izlemek için bir arka üs haline gelmesi oldukça makul » diye ekliyor Cezayirli savunma uzmanı Akram Kharief.

Avrupalı ​​bir güvenlik yetkilisi, « bu şüpheli ve komplocu söylemler can sıkıcı » diyor. Tunuslu bir bakanlık kaynağı « bütün bunlar hayal ürünü. Bütün başkentlerde casusluktan söz edilir! » diye serzenişte bulunuyor. Kaldı ki ülkenin denetimi artık hiç de zor değil, sınırlar kameralar ve seyyar tugaylar tarafından izleniyor. Flavien Bourrat, Tunus'un cihatçılar için bir geri üs olarak hizmet edebildiğini ve Libyalı grupların gelişini görme korkusunun özellikle güneyde hâlâ güçlü olduğunu kabul ediyor. Ancak belirleyici bir stratejik çıkarı olan bir ülke değil. Özellikle de Tunus istihbarat birimleri büyük oranda işbirliğinden yararlandığı için, bu ülkenin dış güçler tarafından hedef alınabileceğini düşünmekte zorlanıyorum ».

İşbirliği ve etki alanları

Başta Avrupalılar ve ABD olmak üzere « dost » ülkelerle işbirliği, eğitim ve donanım ve hatta bilgi tedariki şeklinde gerçekleşiyordu. Stratejik Araştırmalar Vakfı'ndan Jean-François Daguzan, Tunuslu yetkililerin Mohamed Brahmi'nin üzerinde yoğunlaşan tehlike konusunda CİA’den bir not almış olması gerekiyordu...  « Devletler eğitim verme konusunda birbiriyle yarışıyor ve Tunuslular ülkeyle uyumsuz yöntemleri seçme tehlikesi pahasına her şeyi kabul ediyor» diye uyarıyor Daguzan. « Bu durum, uzun vadede güvenlik stratejisinin tutarlılığına zarar verebilir ».

Zihinlerimizde hala belirsizliğini koruyan, bilgi ile istihbarat, işbirliği ile müdahale arasında, zihinlerde hâlâ belirsiz olan farkı sorgulamak için geçerli bir neden. Bakanlık kaynağımız, « sadece şeffaflık içinde çalışan akredite diplomatik misyonlarımız var » diye güvence veriyor. Akdeniz'in kuzey ve güney kıyıları, terörizm de dahil olmak üzere aynı zorluklarla karşı karşıyadır. Cezayirli komşusunun gölgesinde Tunus da savunulması gereken bir model ve bölgesel bir güvenlik kilidi olarak görülüyor; ülkenin istikrarı göçmen akışının denetimine bağlı.

İstihbarat birimleri içerisinde, eski uygulamalardan kopuş hâlâ tamamlanmış değil. Tunuslu bir muhatap, « dinlendiğimizi çok iyi biliyorsunuz » diyor. Başkent Tunus'ta birçok kişi, istihbarat birimlerinin iç siyasette ve gölge diplomaside oynadığı rolü merak ediyor. Ve yeniden yapılanmalarının eski Ben Ali taraftarları ve Nahdacılar arasındaki mücadeleye ne ölçüde uyduğunu da. Güvenlik birimleri siyasi fay hatlarından muaf değildir. Bir kaynak gülümseyerek « İçişleri Bakanlığı, Habib-Burgiba Bulvarı'ndaki parlamentodur » diyor. « Şeffaflığın olmaması milletvekillerinin bilgilerini güvenlik kurumlarından değil medyadan almasına neden oluyor » diye ekliyor, şüphe her zamankinden daha fazla hüküm sürüyor.

Suçun nesnesi

Munsif Kartas'ta ele geçirilen RTL-SDR radyo alıcısı internette ücretsiz olarak yaklaşık yirmi avrodan satılıyor. Ticari uçuşları izlemek için kullanılabilir, ancak kullanım alanı geniştir: GSM, GPS sinyallerinin veya şifreli konuşmaların kodunu çözmek, kontrol kulelerini, telsizleri ve hatta uyduları dinlemek. Bir üretici sitesi, « bütün bu uygulamalar ülkenizde yasal olmayabilir, sorumluluğunuzu yerine getirin » uyarısında bulunuyor. Gümrüğe beyan edilmeden böyle bir aletle Tunus topraklarına girilmesi yasaktır.

Devletin içinde

İçişleri Bakanlığı'nın ilgi alanının merkezinde komşu ülke Libya yer alıyor. 2017'de iki üst düzey yönetici –Sabre Laajili ve Imed Achour– « devlet güvenliğine karşı komplo kurmak » ve « barış zamanında yabancı bir ordunun hesabına çalışmak » suçlarından tutuklandı. Bu şahıslar Libyalılarla bağlantılı çalışıyorlardı. İki adam savunmalarında, yalnızca Tunus istihbaratı için potansiyel bir muhbir aradıklarını ve yanlış tanıklıklarla kandırıldıklarını temin ettiler. İki yıl sonra, Nisan 2019'da 26 milletvekilinin serbest bırakılmalarına yönelik bir metni imzalamasının ardından serbest bırakıldılar.

Başka örnekler de verilebilir. İnkyfada haber sitesi, Tunuslu yetkililerin karıştığı bir sahte belge vakasını ortaya çıkardı. 2010'dan 2015'e kadar, diplomatik koruma altında Rus casuslarına doğum belgeleri sağlanmıştı. Ancak Tunus’un hedef alındığını söylemek yine de zor. Belgeler, Rus ajanları tarafından inandırıcı efsaneler, yani daha sonra çeşitli ülkelerde faaliyet gösterecek yeni kimlikler oluşturmak için kullanılmış olabilir.

Aralık 2016'da Tunuslu mühendis Muhammed Zevvari'nin Sfax'ta öldürülmesi ülkeyi derinden sarstı. Cinayete azmettirenlerin New York, Doğu Avrupa ve İtalya'da buluştukları ifade edildi. Mühendisi, bindikleri arabadan kurşun yağmuruna tutan suikast zanlıları Bosna uyruklu Alen Camdziç ve Elvir Sarac ülkeye turist kılığında girmişlerdi. Cinayet Mossad'a atfedildi. Çünkü Zouari, kendisini silahlı insansız hava araçlarının yapımında önemli bir kişi olarak sunan, ölümü sonrasında onu büyük saygıyla anan Hamas ile bağlantılıydı. Öte yandan Tunus terörle mücadele savcılığının sözcüsü, bu dava ile Mossad arasında hiçbir bağlantı kurulamayacağını iddia ediyordu.

Muhammed Zevvari suikastı

Tunus siyasi infazlara pek alışık değil. 49 yaşındaki Tunuslu İHA uzmanı Muhammed Zevvari'nin 15 Aralık 2016 Perşembe günü Sfax'ta (El Aïn) öldürüldüğü haberi alınınca, siyasi bir operasyon şüphesi Tunus sosyal ağlarını ateşledi. Cinayetin işleniş tarzı –ateşlenen yaklaşık yirmi mermi, susturuculu tabancaların kullanımı– ve Filistin davasına müdahil eski bir Tunuslu İslamcı olan kurbanın profili, şüpheleri arttırıyordu.

17 Aralık Cumartesi akşamı, Gazze'de Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El-Kassam Tugaylar’nın Muhammed Zevvari'nin on yıldır harekete üye olduğunu onaylamasıyla gizemin bir kısmı ortadan kalktı. El-Kassam Tugayları yaptığı açıklamada, öldürülen Tunuslunun insansız hava aracı projesini yöneten komutanlardan biri olduğu kabul edildi. Hamas, komutanın « kanının yerde kalmayacağı » sözünü veriyor ve Arap ülkelerini operasyondan sorumlu « Siyonist düşmanın hain ve korkak elini kesmeye " çağırıyordu. Filistin hareketine göre Mossad suikastın azmettiricisiydi.

49 yaşındaki makine mühendisi Muhammed Zevvari, Sfax Ulusal Mühendisler Okulu'nda (ENİS) eğitim gördü, ancak diplomasını Libya ve Sudan’dan geçtikten sonra 1991'de Ben Ali'nin baskıcı İslamcılarından kaçmak için sığındığı Suriye'nin Şam kentinde aldı. Bir Suriyeli ile evli olan Zevvari, Bin Ali'nin devrilmesinin ardından ilan edilen genel af sayesinde 2011'de Tunus'a dönmeden önce Türkiye'de yaşadı.

O zamandan beri, görünüşe göre, havacılık ve makine mühendisliği alanında iş amacıyla sık sık seyahat eden iyi bir aile babası olarak hayatını sürdürdü. 15 Aralık Perşembe günü öldürüldüğünde İstanbul'dan (Mossad’ın bir başka geri üssü) yeni dönmüştü. Bilinen bir siyasi faaliyeti olmayan bu sessiz adam Hamas’ın önemli bir elemanı olduğu iddia edildi. En azından, 17 Aralık 2016 Cumartesi günü ona coşkulu bir cenaze töreni düzenleyen Filistinli İslamcı örgüt böyle söylüyor.

Bu davayla doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı on kişi cinayet sonrasında polis nezaretine alındı. Resmi olarak, Zevvari suikastı, biri Arap kökenli iki kişinin Haziran 2016'da internet aracılığıyla üç Tunusluyu (bir kadın ve iki erkek) emri altına aldığı Avusturya'nın Viyana kentinde önceden tasarlanmış ve örgütlenmişti. Bu şahıslar senaryoya göre Malezyalı bir televizyon kanalı için belgesel film çekimi yapıyorlardı.

Bu sözde görev onlara Zevvari'ye yaklaşmak ve onu vurmak için birbirine paralel iki plan yapma fırsatı tanıyacaktı. B planı geçerliliğini kaybettiğinden, A planını uygulayacaklardı; bu bağlamda, bir çekim hazırlığı içerisinde görünen genç kadın, iki araç kiralamak da dahil olmak üzere gerekli tüm lojistiği yerine getirecekti. Suikast günü azmettiricileri yani Mossad ondan Viyana'ya gitmesini ve arabaları Sfax'ta önceden belirlenen yerlere bırakmasını isteyeceklerdi. Görünüşe göre yabancı iki kişiden oluşan bir başka ekip, asıl suikastı gerçekleştirecekti.

17 Aralık Cumartesi günü bu olayda bir garip gazeteci ortaya çıktı. Meav Vardi kimliği altında ve kendisini yazar olarak tanıtan Alman pasaportu taşıyan Romalı bir adam, Tunus'ta 24 saat geçirerek işlenen cinayetle ilgili İsrail kanalında yayınlanan bir video çekti.

Mossad'ın geçmişte, İranlı nükleer uzmanlar bir yana, Hamas veya Hizbullah'a gelişmiş askeri teknolojiler sağlayan uzmanları ortadan kaldırmak için yurtdışında özel operasyonlar yürüttüğünden uzun süredir şüpheleniliyordu. İsrail gazetesi Yediot Ahronot'ta gazeteci ve gizli servisin tarihi üzerine bir kitabı tamamlayan Ronen Bergman, "Mossad, diğerleri arasında yalnızca bir faaliyeti temsil eden bu suikastlarla büyük prestij kazandı" diyor.

Muhammed Zevvari, bir insansız hava aracı programı üzerinde çalışıyordu. Yerleştirilen patlayıcı yükleriyle hem silah, hem de keşif aracı olarak kullanılabilecek kendi insansız hava araçlarına sahip olmak, Filistin İslamcı hareketi için bir gurur kaynağıydı. Askeri uzmanlar, Lübnan Hizbullah’ı ve Hamas'ın Gazze Şeridi'nde İranlılar tarafından sağlanan Ebabil tipi İHA modelini taklit etme girişimlerini yaklaşık on beş yıldır izlemektedirler.

Tespit edilen ilk İHA'lar 2004 yılına dayanıyor. Hizbullah onları 2006'da İsrail'e karşı savaş sırasında kullandı. Ekim 2012'de İsrail ordusu, İsrail'in güneyinde, Gazze Şeridi yakınlarındaki Negev çölü üzerinde uçan bir insansız hava aracını düşürdü. Birkaç ay sonra, 2013 yılının Nisan ayında, bu kez Akdeniz'de Hayfa yakınlarında uçan bir insansız hava aracıydı ve ülke hava sahasına girmeye çalıştıktan sonra etkisiz hale getirildi. Uzmanlar bunun Lübnan Hizbullahı'nın bir sınavı olduğuna inanıyorlardı.

Mossad'ın Muhammed Zevvari suikastı, İsrail'in Tunus'a ilk müdahalesi değildir. 16 Nisan 1988'de, daha çok Ebu Cihad olarak bilinen ve o zamanlar Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) iki numarası olan Halil El-Vezir, Tunus'un kuzeyinde, kaldığı Sidi Bou Said'deki evinde suikasta kurban gitti. Yine İki buçuk yıl önce, 1 Ekim 1985'te, Tunus'un banliyölerinde, anayurtlarını tahliye etmek zorunda kaldıktan sonra oraya sürgüne giden FKÖ personelini katleden tamamen farklı nitelikte bir askeri müdahaleyle, İsrailliler tarafından « Tahta Bacak » olarak adlandırılan hava saldırısında, Tunus'taki yetkililere göre 68 kişi (50 Filistinli ve 18 Tunuslu) hayatını kaybetti.

Ebu Cihad suikastı

16 Nisan 1988 gecesi saat 02.00 idi. Tunus'un kuzey banliyölerindeki Sidi Bou Said'de İsrailli bir komando, daha çok Ebu Cihad takma adıyla tanınan Halil el Vezir'i yaşadığı villada 70 kurşunla öldürdü. Kapıyı zorlamadan ve Filistin liderinin yatak odasına çıkmadan önce, suikastçılar evin önünde arabasında uyuklayan bir korumayı ve evin içerisinde silahını çekecek fırsatı bulamayan bir başka korumayı vurdu. Ne yazık ki uykusundan uyanan ve gidip ne olduğunu merak eden bahçıvanı da öldürdüler.

Ebu Cihad'ın ofisinde bulundurduğu silahını almaya vakti de olmadı. Suikastçılar ondan daha hızlı davrandılar.Ona ofisinde yetiştiler ve susturuculu silahlarını ateşlediler. Perişan haldeki eşi ve korkmuş çocuklarının gözü önünde son kurşun sıkılana kadar ateş devam etti. Adli tıp, Filistinli liderin vücudunda 70 kurşun deliği sayacaktı.

Tanıklığa göre katiller, operasyon için kiralanan ve operasyondan üç gün önce Tunus karasularına yönelen savaş gemilerinden birinde yerlerini almadan önce Tel Aviv'in banliyölerindeki bir villada bir hafta boyunca özel baskın eğitimi aldılar.

Suikasttan dört gün önce, üç Mossad ajanı Lübnan pasaportu taşıyan turistler kılığında uçakla Tunus'a girdiler. Sahada operasyonunun gerektirdiği son ayrıntıları denetlemekle sorumluydular. Bunun yanı sıra, suikastçı komandoları Tunus'un kuzeybatı banliyösü Raoued sahilinden kuzeydoğu banliyösü Sidi Bou Said'e taşımak zorunda olduğu arabaları kiralamaları gerekiyordu.

16 Nisan 1988'de gece yarısından kısa bir süre sonra, Ebu Cihad'ı öldürmekten sorumlu olan komando, gemiyi Tunus açıklarında bir zodyak botla terk etti ve Raoued sahiline indi. Sidi Bou Said istikametinde üç « Lübnanlı »nın kiraladığı arabalara bindi.

Aynı zamanda, İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir Boeing 707, Tunus hava sahası üzerinde uçuyordu. Görevi, « komandoların ilerleyişini örtmek için iletişim sistemlerini ve radarları karıştırmaktı ». Uçakta İsrail ordusu genelkurmay başkanı Korgeneral Dan Şomron ve müstakbel halefi ve geleceğin başbakanı Ehud Barak vardı.

Operasyon dönemin İsrail Başbakanı İzak Şamir tarafından baştan sona izlendi ve denetlendi. 16 Nisan sabahı bir gazetecinin sorusu üzerine Filistin liderinin öldürülmesiyle ilgili yorum yapan Şamir, « Gerçekten, ben de az önce sizin gibi bilgileri radyodan duydum » yanıtını verdi...

Her zaman olduğu gibi, Mossad tarafından gerçekleştirilen operasyonların ardından İsrail, müdahalesini inkar eden veya teyit eden herhangi bir açıklama yapmadı. Operasyonu Mossad'ın gerçekleştirdiği herkes tarafından bilinmesine rağmen, İsrail bu sırrı neredeyse çeyrek asır, daha doğrusu Kasım 2012'ye kadar ifşa etmedi.

Bu nedenle yaklaşık çeyrek asır sonra, İsrail gazetesi « Yediot Aharonot » 26 kişilik komando komutanı Nahum Lev ile yaptığı bir röportajı yayınladı.  Röportaj, görüşülen kişinin bir motosiklet kazasında ölümünden on iki yıl sonrasına kadar yayınlanamadı.  Nihayet « askeri sansürle altı ay süren müzakerelerin ardından » komando lideriyle yapılan röportaj yayınlanabildi.

Fransız dergisi Le Point international 1 Kasım 2012 tarihli bir yazısında bu röportajdan alıntılar yayınladı. Şöyle yazıyor: « Nahum Lev, Yediot Aharonot'a gizlice sahile inen komandonun iki gruba ayrıldığını söyledi. Nahum Lev liderliğindeki sekiz kişiden oluşan ilk grup, Ebu Cihad'ın ikametgahına 500 metre mesafeden arabayla yaklaştı. Gece gezintisine çıkan bir çiftin yanından geçmek için kadın kılığına girmiş bir askerin eşlik ettiği Lev, içinde susturucuyla donatılmış bir tabancanın gizlendiği bir kutu çikolata tuttu. Önce arabada uyuklayan bir bekçiyi vurdu, ardından ikinci grup beklenen işareti alınca kapıyı zorlayarak villaya daldı. Maskeli bu komandolar, yeni uyanmış ve silahını çekecek vakti olmayan ikinci bir muhafızı öldürdü. Villanın bodrum katında yatan bahçıvan da hayatını kaybetti. Nahum Lev, “Onun için çok yazık oldu, ancak bu tür bir operasyon gerçekleştirdiğinizde, olası herhangi bir direncin ortadan kaldırıldığından emin olmalısınız," yorumunu yaptı. Silah arkadaşlarından biri Lev’den önce Ebu Cihad'ın yatak odasına çıkan merdivenlerden yukarı çıktı ve önce onu vurdu. Görünüşe göre onun (Ebu Cihad) bir silahı vardı.

Ortaya çıkan karısına zarar vermemeye özen göstererek uzun bir patlamayla ona ateş ettim ve o öldü. Öldüğünden emin olmak için diğer savaşçılar da ateş ettiler » diye ekliyor Nahum Lev. «Onu en ufak bir tereddüt etmeden vurdum: ölüme mahkumdu. İsrailli sivillere karşı korkunç suçlara karıştı » diyerek ölümünden sonra yayınlanan bu röportajda kendini haklı çıkarmaya çalışıyor.

Burada ortaya çıkan soru, İsrailli liderlerin neden tek bir kişiyi öldürmek için bu kadar çok lojistik aracı (savaş gemileri, uçaklar, seçkin bir komando için haftalarca eğitim) seferber etmek zorunda hissettikleridir.

Saldırıdan üç yıl önce, Aralık 1987'de, en büyük ve en şiddetli Filistin intifadasının başladığını unutmamalıyız. İzak Şamir hükümeti o zamanlar doğru ya da yanlış bir şekilde Ebu Cihad'ın İntifada'nın ana kışkırtıcısı olduğuna ikna olmuştu. İntifada'nın kışkırtıcısının ortadan kaybolmasıyla sona ereceğine safça inandı, bu nedenle Yaser Arafat'ın en yakın arkadaşı El Fetih'in 2 numaralı suikastı için büyük araçlar devreye sokuldu.

Ebu Cihad'ın ölümü tabii ki intifadayı bitirmedi. Aksine, Eylül 1993'te İsrailliler ile Filistinliler arasında imzalanan Oslo Anlaşmalarına kadar artan bir şiddetle devam etti.

Saldırıya uğrayan ve küçük düşürülen Tunus büyük bir mahcubiyet içindeydi. Egemenliğinin ihlal edildiğini görmekle kalmadı, aynı zamanda en ünlü ev sahiplerinden birini, FKÖ'nün ana bileşeni olan El Fetih'in 2 numarasını korumayı başaramadığı için trajedinin sorumluluğunun bir kısmını da üstlendi.

İsrail terörü Tunus'ta ne ilk ne de son saldırıydı. İlk saldırı, “Tahta Bacak Operasyonu” ile 1 Ekim 1985'te İsrail uçaklarının Hamamü'ş-Şut’taki  FKÖ karargahını bombalayarak aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 156 kişiyi öldürmesiydi.

Tahta Baca Operasyonu

25 Eylül 1985'te üç İsrailli sivil, Larnaka'da Kıbrıs açıklarında yatlarında öldürüldü. Bu suikast, azmettiricileri tarafından İsrail'in uluslararası sularda adam kaçırmaya dayalı on yıllık politikasına karşı bir intikam olarak tasarlanmıştı. İsrail kabinesi daha sonra derhal bu saldırının intikamını almaya karar verdi ve FKÖ'nün Hamamü'ş-Şut 'taki (Tunus'un güneyindeki) ofislerini hedef almayı tercih etti. İsrail daha sonra bu suikastın muhtemelen Suriye ile bağlantılı olduğunu ve Tunus'un bununla bağlantılı olmasa bile yine de çok daha kolay ve savunmasız bir hedef olduğunu kabul etti.

1 Ekim sabah saat 07.00'de, İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı on adet F-15 Eagles ve iki adet Boeing 707 tanker uçağı Tunus'a doğru havalandı. Saat 10.00 dolayında uçaklara havada yakıt ikmali yapıldı. Her olasılığa karşı Malta'da bir kurtarma helikopteri önceden konumlandırıldı.

Uçaklar, herhangi bir engelle karşılaşmadan Tunus hava sahasına girdi ve Arafat'ın bulunmadığı (Tunuslu eski bakan Abdallah Farhat'ın cenazesine katıldığı için) deniz kenarındaki FKÖ karargahını iki dalga halinde bombalamaya başladı. İsrail, Güç 17 liderleri de dahil olmak üzere yaklaşık altmış FKÖ militanının öldürüldüğünü iddia etti ve herhangi bir sivil kayıptan kaçınmaya çalıştığını belirtti. Tunus, « onları paramparça eden akıllı bombalar » tarafından öldürülen 68 ölü (50 Filistinli ve 18 Tunuslu) saydı, yüz yaralı ve altı milyon dolar olduğu tahmin edilen maddi hasar olduğunu belirtti.

Mossad’ın yapılanması

Mossad’ın ülkedeki faaliyetleriyle ilgili asıl skandal, Tunus’lu siyasetçi Abdürrauf el-Ayadi’nin 2012 Ağustos ayı sonunda, MOSSAD’ın Mağrip bölgesindeki operasyonlarında Tunus’u ülkedeki üç üssüyle platform olarak kullandığına ilişkin yaptığı açıklamalarla patlak verdi. Bir bölümü kültürel derneklerde ve turizm acentelerinde çalışan yaklaşık 300 ajanın görev aldığı bu yapı içerisinde, Başkent Tunus’ta yer alan Gilboagh Nachman yönetimindeki birinci üs Cezayir’e yönelik çalışmakta, bu alanla ilgili istihbarat toplamakta, muhtemel hedefleri izlemekte ve ajan devşirmektedir. Sousse’deki ikinci üs, Pierre Dolon tarafından yönetilmektedir. Ağırlıklı olarak Tunus içerisinde yoğunlaşmakta ve buradaki Filistinlileri, Selefi hareketler ve İsrail ile normalleşmeye karşı çıkan grupları izlemektedir. Cerbe’de bulunan ve Nurit Tsur önderliğindeki üçüncü üs Libya’ya odaklanmaktadır. Aynı zamanda ağırlıklı olarak adada yaşamını sürdüren Yahudi azınlığı korumak için de faaliyet yürütmekte ve Mağrip bölgesinde Yahudi eserleri hakkında bilgi toplamaktadır.

(Fas’ı unuttuğumuz sanılmasın. MOSSAD, Kralın yakın danışmanları üzerinden Fas içerisinde doğrudan faaliyet yürütmektedir. )

Tunus Normalleşmeye Karşı Mücadele ve Arap Direnişini Destekleme Derneği (TAFNSAR) başkanı Ahmet el-Kahlavi, « Freedom House gibi devrim sonrası Tunus’ta faal olan birçok yabancı örgüt, insan haklarını savunma bahanesiyle İsrail ile normalleşme kültürüne hizmet etmektedir » demiştir. Özellikle de « Amerikan Büyükelçiliği’nin gözetiminde İngilizce öğreten AMİDEAST » adlı kuruluşun adını vurgulamıştır. Aynı şekilde Komünist İşçi Partisi başkanı Hamma el-Hamami, « devrim sonrası Tunus'ta faaliyet gösteren İsrail istihbarat ağları, Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin kaçışının ardından ülkede hüküm süren kaos ortamından yararlanmaktadır » diyerek benzer bir uyarıda bulunmuştur.

Al-Ayari ve Al-Hamami'nin ortaya koyduğu bilgiler, yakın zamanda MOSSAD'ın Mağrip bölgesindeki faaliyetleriyle ilgili olarak « Jaffa Center for Studies and Research »(Yafa Araştırma ve Etüt Merkezi) tarafından yayınlanan bir raporla örtüşmektedir. Rapor, Mağrip bölgesine yönelik Tunus’taki Mossad merkezinin faaliyetlerinin Filistin direnişinin, FKÖ’nün 1982’de Beyrut'tan ayrılarak Tunus'a taşınmasıyla başladığına dikkat çekiyor. Daha sonra bu ilgi Oslo'dan sonra etkisini kaybetse de, Tunus direnişinin ardından yeniden güçlendi. Rapor, Tunus-İsrail yakınlaşmasının, 1996'da Oslo Anlaşmaları'ndan sonra « İsrail Ekonomik İşbirliği Ofisi »nin açılmasıyla kamuoyuna yansıyan, ancak perde arkasında Mossad'ın Kuzey Afrika Dairesi’nde görev yürütmüş olan Tunuslu bir Yahudi olan Shalom Cohen tarafından yürütülen Tunus ile güvenlik işbirliği sisteminin kurulmasıyla temsil edilen gizli bir bileşeni de içerdiğini ortaya koymaktadır. Rapora göre Cohen, sözde diplomatik faaliyet kisvesi altında, Tunus merkezli bir « MOSSAD ağı » kurdu.

KAYNAKÇA

https://www.al-akhbar.com/Arab/74774

https://www.jeuneafrique.com/mag/772856/politique/tunisie-comment-le-pays-est-devenu-un-nid-despions-apres-la-revolution/

https://www.aa.com.tr/fr/politique/il-y-34-ans-isra%C3%ABl-assassina-abou-jihad-/2565248#

https://www.lemonde.fr/international/article/2016/12/18/le-hamas-accuse-le-mossad-de-l-assassinat-en-tunisie-de-l-un-de-ses-cadres_5050828_3210.html

https://www.jeuneafrique.com/385404/politique/tunisie-lon-sait-lassassinat-de-mohamed-zouari/