Filistin direnişinin çağrısı : « Hadi her şeyi değiştirelim! »
Onları görüyoruz. Bir aydan fazladır seslerini duyuyoruz. 4.500'ü çocuk olmak üzere öldürülen 11.000 Filistinlinin sessizliğinin sesi. Norveçli anestezi uzmanı ve acil tıp bölümünün başkanı olan Doktor Mads Gilbert, İsrail’in ülkeye girişini yasaklamasına kadar on altı yıl boyunca Gazze'de çalıştı. Yaralıların sesini (27.490 yaralı var!) bir video kaydıyla bize dinletiyor
Biden, Blinken ve Avrupa hükümetlerine seslenerek şöyle diyor:« Onları duyuyor musunuz? Hepiniz suç ortağısınız! » Bunlar, İsrail işgalinin öncelikli hedefi haline gelen, bombalanan elektriksiz, yakıtsız, ilaçsız hastanelerde, enkaz altından çıkan yanmış ve sakat çocukların anestezisiz amputasyonları sırasındaki çığlıkları.
Bir, iki, üç, bazen dört ve daha fazla çocuğunu kaybeden anne ve babaların çektikleri dayanılmaz bir acı var. 2,3 milyon nüfusunun %70'inin zorla yerinden edildiği Gazze’nin ay yüzeyine dönüşen manzarasının tarif edilemez görüntüsü.
Bu kıyamet görüntüleri dünya çapında benzeri görülmemiş bir dayanışmayı ateşliyor. Ama aynı zamanda İsrail ordusunun her şeye muktedir gücü karşısında bir çaresizlik duygusu yaratmaya da hizmet ediyor. Peki, dünyanın en güçlü ordularından biri olan bu ordu, Demir Kılıç Harekatı'nın resmi hedefi olan Gazze'deki direnişi son adamına kadar yok etmek hedefine ne kadar yaklaşabildi? Bu devasa savaş makinesinin kırk gün süren savaşta kazandığı tek başarı, mahalleleri yerle bir etmek, Gazze'yi yaşanmaz hale getirmek, 4.630 çocuk, 3.130 kadın ve 678 yaşlıyı katletmek, hayatta kalanları güneye ve Sina çölüne doğru kovalamaktan ibaret.
Biliyorsunuz, gazetecilerin Gazze'ye girişi yasaklandı ve hala orada bulunabilen gazetecilerin ise ortalama olarak her gün bir tanesi öldürülüyor.13 Kasım'da Ahmed Fatima öldürülen 48'inci Filistinli gazeteciydi.
İsrail ordusunun basın açıklamaları ve yayınladığı birkaç görüntü dışında, savaş alanı ve hatta Filistin direnişi hakkında ya hiç bilgi yok ya da yok denecek kadar az. Propagandanın en etkili biçimlerinden biri sessizliktir. Amerika'nın işlediği savaş suçlarını kamuoyuna açıkladığı için Belmarsh'ta hapiste tutulan Wikileaks'in kurucusu Julian Assange, bunu çok iyi biliyor. Bunun bedelini özgürlüğüyle ödedi.
Direniş
40 gün boyunca bomba yağmuruna maruz kalanların direnişinin ne aşamada olduğuna bir göz atalım. Öncelikle yeryüzü cehenneminde yaşayan bir halkın topyekun direnişi söz konusudur. Yıkıma ilişkin yapılan mülakatlarda insanlar kederlerinden, acılarından, öfkelerinden söz ediyor ama teslimiyetten asla. Daha sonra her şeye rağmen yaralıları tedavi etmek için bölgeyi terk etmeyen, hastanelerdeki sağlık ve bakım personelinin direniş ruhu ve olağanüstü fedakarlığı var. Nihayet cephede eşitsiz bir savaş var ancak silahlı direniş mücadeleye devam etmektedir. İsrail'in zafer bildirilerinin aksine, direnişin iletişimi mütevazı ve kesin kararlı. Hamas'ın askeri kanadının sözcüsü Ebu Ubeyde video görüntüleri desteğiyle 11 Kasım’da « Gazze Şeridi'ne yönelik kara saldırısının başlamasından bu yana, 25'i iki gün içinde olmak üzere toplam 160 İsrail askeri aracını imha ettik» dedi. Dört gün sonra: « İzzeddin El Kassam Tugayları, Kudüs Tugayları ve El Nasır Tugayları Gazze şehrinin güneybatısında iki İsrail tankını top mermileriyle hedef aldı ». Tıpkı altmış yıl önceki Vietnam direnişi gibi, direniş de daima hareketli, ele geçirilemezdir. Tünellerden çıkıyor ve düşmana sürpriz bir şekilde saldırarak büyük personel ve teçhizat kayıplarına neden oluyor.
İsrail propagandası, kamuoyunun dikkatini « her yerde bulunan tünellere » ve Hamas'ın « halkı canlı kalkan olarak kullanması » olgusuna karşı çevirmeye çalışıyor. Hastanelerin yıkılmasını ve Gazze'nin en büyük ve en modern hastanesi El Şifa Hastanesi'nin kalıcı olarak hizmet dışı bırakılması için askeri işgalini meşrulaştırmak amacıyla 2014'ten kalma eski bir yalanı tekrar piyasaya sürüyor: « Hamas ana karargahı hastanenin altında bulunuyor ». Biden tarafından benimsenen ve yinelenen savaş propagandası, Hamas ve sağlık personeli tarafından saçma bir suçlama olarak reddedildi. Zaten sabit bir karargah kurmak, hareket kabiliyetine ve her an yer değiştirme olanağına ihtiyaç duyan gerilla savaşının kurallarına aykırıdır. Ayrıca böylesi bir karargahı hiçbir zaman bir hastanenin altına kurulmaz. Hiçbir şeyin bulunmaması bunun kanıtı: Karargah da, İsrailli esirler de yok. İsrail ordusunun bulduğu tek şey bir bilgisayar, bir makineli tüfek ve içinde üniformaların bulunduğu birkaç çanta. Hamas'ın söylediğine göre bunlar bizzat İsrail ordusu tarafından oraya yerleştirildi. Lübnan'daki Al Manar sitesi, « İsrail medyası, İsrail propagandasının ve El Şifa hastanesine yönelik saldırının, İsrail'in bu operasyon sırasında Hamas'ı ortadan kaldıracağını düşünen İsrailli yerleşimciler arasında hayal kırıklığına yol açtığını bildirdi ».[i]
Evet, Vietnam'ın Fransa ve ABD'ye karşı direnişi gibi Filistin’de de direnişin tünel kazmaktan başka seçeneği yok. Vietnam'da Vietkong direnişçileri, büyük şehirlerin altında ve çevresinde gerçek birer yeraltı şehri olan « onbinlerce kilometrelik tüneller »[ii] kazmışlardı. Halkın yanında kalmanın, büyük bombardımanlardan ve kendilerinden daha üstün silahlar karşısında hayatta kalmanın ve düşmana karşı saldırılar düzenlemenin tek yolu buydu.
Rehinelerin serbest bırakılması konusuna gelince, direniş savaşın başından beri yaptığı mahkumlar arasında takas önerisini yineliyor. Ebu Ubeyde: « Katarlı arabulucular, 11 Kasım'da düşman tarafından gözaltına alınanların toplamına karşılık gelen 200 Filistinli çocuk ve 75 Filistinli kadının serbest bırakılması karşılığında, elimizde tuttuğumuz aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu tutukluların değişimini önerdi. Düşman, Gazze'de alıkoyduğumuz yüz kadın ve çocuğun serbest bırakılmasını talep etti. Arabuluculara, beş günlük bir ateşkes altında Gazze'de tutuklu bulunan kadın ve çocukların 50'sini serbest bırakabileceğimizi, bu mahkumların birden fazla grup tarafından alıkonulmasının karmaşıklığı dikkate alındığında bu sayının 70'e ulaşabileceğini bildirdik. Anlaşma aynı zamanda ateşkesi de içerecek ve Gazze Şeridi'ndeki tüm vatandaşlarımıza ilkyardım ve insani yardımın girişine izin verilecekti. Önerimiz düşman tarafından reddedildi ».
Ubeyde, « dünyanın tüm özgür halklarına sesleniyoruz, yaptığınız eylemleri gözlemliyoruz. Bunların yarattığı büyük etkiyi ve Siyonist saldırganlar arasında neden olduğu kafa karışıklığını görüyoruz » diye sözlerini tamamladı.
Dayanışma gösterilerinin sürdürülmesi ve zafere kadar direnişe destek verilmesi yasağının kaldırılması için direnişten cesaret verici bir mesaj.
Her şeyi değiştirmek istiyoruz!
Siyasi örgütler ve Filistin silahlı direnişi, El Aksa Fırtınası'nı başlatarak her şeyi feda etmeyi tercih etti. Adına Gazze denilen bu tükenmiş toprak parçası gettoyu ellerinden geldiğince yönetmeyi sürdürmeyi seçebilirlerdi. Her şeyi tartıya koymayı, her şeyi ortaya koymayı, kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını riske atmayı ve aynı zamanda dünyaya bir kurtuluş mesajı vermeyi tercih ettiler.
Hamas’ın üst düzey sorumlularından Halil el-Hayya New York Times’e verdiği bir mülakatta « İsrail'le yeni bir çatışmaya girmek değil, mevcut durumu tümüyle değiştirmek istedik. Filistin sorununu yeniden masaya yatırmayı başardık ve bölge genelinde sükunet ortadan kalktı » dedi.[iii]
« Her şeyi değiştir! » dünyanın tüm mazlumlarına, tüm lanetlenmişlerine yönelik bir isyan çağrısıdır. Artık ne şurada burada yapılan küçük reformlarla, ne de üzerimize attıkları kırıntılarla yetinmeyelim. Bu, Filistin yanlısı profesyonel STK'lardan oluşan gruba, onlara şunu söylemeleri için bir hatırlatmadır: bize dilenciler ve zavallı talihsizler gibi davranmayı bırakın. Direniyoruz ve varız. Bu, direniş kelimesinin ne anlama geldiğini unutan Batı solunun yüzüne indirilen bir şamardır. Bu, onlarca yıldır İsrail'i defalarca kınayan kanun metinleri ve önergeler üzerine yemin edenlere, hiçbir şeyin değişmediğini ve yalnızca direnişin bazı şeyleri değiştirebileceğini hatırlatmaktır.
Barutu ateşleyen şey Filistin direnişi oldu ve Filistin bayrağı taşıyan gerçek bir gösteri dalgası dünyayı sardı. Dünya halkları bu çağrıya ses verdi. Her renkten, her inançtan insanlar tüm başkentlerde gösteriler düzenliyor. Sokaklarda, futbol sahalarında, üniversitelerde ve okullarda. Güney ülkelerinin yanı sıra bizim ülkelerimizde de göçmen kökenli halkların öncülüğünde oldukça geni kapsamlı bir dayanışma söz konusu. İsrail'in tanınmasını, bu ülkeyle yapılan ekonomik ve askeri anlaşmaları, binalardaki İsrail bayraklarını, İsrail'e koşulsuz destek beyanlarını silip geçersiz kılıyorlar. Batılı siyasi sınıf ile halk arasındaki keskin kopuşu bir kez daha ortaya koyuyorlar. İsrail'e yönelik hiçbir halk desteği yok.
Direniş, Güney ülkelerinin düzinelerce hükümetini derin uykudan uyandırdı ve bu hükümetler de Batı dünyasını Filistin sorunu üzerinde düşünmeye çağırdı. Tıpkı Filistin ve Gazze’nin yanında yer alan Pakistan, Malezya, Endonezya, Afganistan, Bangladeş, Yemen, Cezayir, Güney Afrika, Sudan, Tunus, Çad hükümetleri gibi. Latin Amerika başkanları Filistinlilerin sözcüsü olarak hareket ederek sözlerini esirgemiyorlar. Venezuela Devlet Başkanı Maduro, « çağdaş ırkçılar ve üstünlükçüler, Siyonistler, Filistin halkını yok etmek istiyor » diye vurgulayarak şöyle devam ediyor: « Yahudi Holokostu'nun dehşeti Filistin halkına karşı uygulanıyor. Bu, Adolf Hitler'in Yahudi halkına uyguladığı ve tüm insanlığın kınadığı imha planının aynısıdır »[iv]. Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro'nun sesi Maduro'nunkine ekleniyor: « İsrail'in Gazze'yi kuşatması Nazizm’dir. Dünyadaki hiçbir demokrat Gazze'nin toplama kampına dönüştürülmesini kabul edemez » diye ilan ediyor[v]. 9 Ekim'de Gustavo Petro şunları yazıyor: « Auschwitz toplama kampını ziyaret ettim ve bugün Gazze’de onun aynısını görüyorum ». İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın Gazze'nin « hayvanlara » karşı tamamen kuşatıldığını duyuran açıklamasına yanıt olarak Gustavo Petro şu yanıtı veriyor: « Naziler Yahudiler hakkında da aynı şeyleri söylüyordu. Bu nefret söylemidir ve devam etmesi halinde soykırımla sonuçlanacaktır. Demokrat halklar Nazizm’in uluslararası politikada yeniden yer edinmesine izin veremez ».
BM düzeyinde de Filistin sorunu tüm dünyayı sarstı, iki dünya arasındaki uçurumu ve aynı zamanda bu kurumun dünyayı bugünkü haliyle temsil etme konusundaki güçsüzlüğünü ve yetersizliğini bir kez daha ortaya çıkardı. 27 Ekim'de, İsrail’in katliamının başlangıcından 20 gün sonra, 50 ülkenin desteğiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Ürdün tarafından sunulan bir tasarı sonucunda alınan bağlayıcı olmayan kararla, derhal insani ateşkes çağrısında bulunuldu. « Sivillerin korunması ve yasal ve insani yükümlülüklerin yerine getirilmesi » başlıklı karar tasarısı 193 üye ülkeden 121 lehte (kurulun tamamının üçte ikisi!), 14 aleyhte, 44 çekimser oyuyla kabul edildi. Bu basit insani çağrıya karşı çıkan oylar arasında İsrail, ABD, Fiji, Guatemala, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Papua Yeni Gine, Paraguay ve Tonga yer alıyor. Yani yalnızca İsrail, ABD ve ABD'nin milyarlarca Euro’luk yardım sözü verdiği Pasifik'teki bir avuç ada. Çekimser olanlar arasında Avustralya, Hindistan, İngiltere, Kanada, Ukrayna ve Almanya, İtalya, Yunanistan, Hollanda, Polonya, Bulgaristan, Kıbrıs Rum yönetimi, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve İsveç olmak üzere en az 15 Avrupa ülkesi yer alıyor.
Genel kuruldaki bu oylama, BM Güvenlik Konseyi'nin dört kez (bağlayıcı) bir karara varamamasının ardından geldi. Bunlardan ikisi veto edildi, diğer ikisi ise onay için gereken en az dokuz « evet » oyunu alamadı. Birinci karar tasarısı, ABD tarafından Hamas'ı kınamak, tüm rehinelerin koşulsuz serbest bırakılmasını talep etmek ve insani duraklamalar yapılması için sunuldu. Rusya, Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından reddedildi. Ardından Rusya (Gazze Şeridi'nin kuzeyinin boşaltılması emrinin derhal iptali), Brezilya (Gazze'ye tam ve koşulsuz yardıma izin verilmesi için insani ara verilmesi, tüm sivillere yönelik şiddetin kınanması, tahliye emrinin iptal edilmesi) ve yine Rusya (Gazze'de insani ateşkes, 7 Ekim'den bu yana tüm esirlerin serbest bırakılması, yardıma erişim ve sivillerin güvenli bir şekilde tahliyesi) tarafınan olmak üzere üç karar önerisi sunuldu. Bu karar tasarıları her defasında ABD ve İngiltere'nin öncülüğünde reddedildi.
Aslında eşitsizliği, sömürüyü ve zulmü genlerinde taşıyan bu kapitalist dünyada hiçbir şey değişmedi. Bugünkü « ret » oyları ve çekimserler bize Güney Afrika’nın Apartheid günlerini hatırlatıyor. Kasım 1963'te Birleşmiş Milletler, Güney Afrika'yı insan haklarına uymaya ve ırkçı politikalarından vazgeçmeye zorlamak için bir petrol ambargosu uygulamaya koydu. Bu karara ret oyu kullanan ülkeler yalnızca Güney Afrika, Büyük Britanya (Güney Afrika'daki en büyük yatırımcı), Amerika Birleşik Devletleri (ikinci en büyük yatırımcı), Fransa (üçüncü en büyük yatırımcı) ve Afrika’da hala sömürgeleri bulunan iki faşist diktatörlük İspanya ve Portekiz oldu.
Batı'nın bu sömürgeci ve emperyalist politikasından nihai bir şekilde kurtulmak istiyorsak, her şeyi değiştirmek istiyorsak direnişe hak ettiği değeri verelim. Hükümetlerimizi 2001'den bu yana yürürlükte olan terörle mücadele listelerine son vermeye, Filistin direnişini bu listelerden çıkarmaya ve Filistin direnişini meşru kurtuluş hareketleri olarak tanımaya zorlayalım. Bunu yaparsak ifade ve eylem özgürlüğünün kaybettiği alanı da yeniden ele geçirebileceğiz.
Luk VERVAET
(Luk Vervaet’in blog sitesi)
(www.investigaction.net sitesinde 23 Kasım 2023 tarihinde Luk VERVAET imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir https://investigaction.net/changeons-tout-lappel-de-la-resistance-palestinienne/ )
[i] https://french.almanartv.com.lb/2781033
[ii] https://www.history.com/topics/vietnam-war/cu-chi-tunnels
[iii] https://www.nytimes.com/2023/11/08/world/middleeast/hamas-israel-gaza-war.html
[iv] https://www.telesurenglish.net/news/Venezuela-Demands-to-Stop-the-Genocide-Against-the-Palestinians-20231031-0004.html
[v] https://www.france24.com/en/live-news/20231009-colombia-s-petro-compares-gaza-sieg